12 Eylül 2022 Pazartesi

Hevâ Durumu

 

“Kendi istek ve tutkularını (hevâsını) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân 43).

 

Yok-yok; yanlış yazmadım. Hava durumundan değil, hevâ durumundan bahsedeceğim. Hava durumu tüm kanallardan, internetten, cep telefonlarından, gazetelerden vs. her yerden gözümüze-gözümüze sokulup duruyor zaten. İyi de ne bekleniyor ki?. Zâten belli değil mi?. Dört tâne mevsim ve yağmur, kar, dolu şeklinde üç tâne yağış şekli var. Dünyâ kurulalıdan bêri insanlar yazı da biliyorlar kışı da, ilkbaharı da biliyorlar sonbaharı da. Sıcağı, soğuğu, fırtınayı, heyelanı, seli vs. biliyorlar. Âfetlere zâten yeterli önlem alınamıyor. Meselâ teknoloji, olacak âfetleri önceden bilse ve -Allah korusun- “yarın şurada 7-8 büyüklüğünde bir deprem olacak” yada “şurayı sel basacak” veyâ çok soğuk-sıcak olacak vs. dese bile ne kadar önlem alınabilir ki!. Hava durumunu tâkip etmek herhâlde en fazla, eksik yada fazla eşyâ bulundurmaktan kurtarır insanı. Bunun için de hava durumunu çok fazla tâkip etmeye gerek yok. Zâten hava tahminlerinin tutma olasılığı da aslında sanıldığı kadar yüksek değildir ve sanıldığından çok daha düşüktür. Hem “havalar nasıl olursa-olsun sizin havanız iyi olsun” diyorlar ya..

 

Sözlükte; “istek, heves, meyil, sevme, düşme” gibi anlamlara gelen hevâ kelimesi terim olarak “nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilimi” yahut “doğruluk, hak ve fazîletten saparak haz ve menfaatlere yönelen nefis” mânâsında kullanılmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât).

 

Büyük insanların ideâlleri, sıradan insanların hevâ ve hevesleri vardır.

 

Hevâ ve de illâ ki birlikte söylenen heves, büyük oranda şeytan ve nefs-merkezlidir. Şeytan ve nefs, insanı hep hevâ ve hevesinden yakalar ve vurur. Niceleri hevâsının peşinden gitmiş ve hem Dünyâ’da hem de âhirette pişmanlıklar yaşamıştır-yaşayacaktır.

 

Bu nedenle asıl önemli olan hava durumu değil hevâ durumudur. Zîrâ hevâlar her geçen gün fazlalaşıyor, sağanak, sel, fırtına, heyelan, kar, dolu, tipi, tsunami, deprem, yangın vs. şeklinde büyüyerek tüm Dünyâ’ya yayılıyor. Artık Dünyâ, hevâya bakmadan ve basmadan yürünemeyecek bir yer hâline gelmiştir. Bu yüzden artık “havalar nasıl” sözü yerine “hevâlar nasıl” sözü kullanılmalıdır ve hevânın önüne geçilebildiği kadar geçilmelidir. Bu bağlamda mü’minlerin birbirlerini “hevâlar nasıl” sözüyle uyarması etkili olabilir. Hava durumundan çok hevâ durumunu gözetmemiz ve onun için önlem almaya çalışmamız bizi hem Dünyâ’da hem de âhirette daha fazla koruyacaktır. Çünkü aslında bize havaların ağırlaşmasından ziyâde hevâların ağırlaşması zarar vermektedir. Zîrâ hevâ ve de hevesler tüm Dünyâ’yı kuşatmıştır ve sağanak-sağanak inmektedir herkesin ve her-şeyin üstüne.

 

Artık her-şeye heves ediliyor ve hevâ duyuluyor. Bir şey aynı-anda Dünyâ’nın her yerinden görülebiliyor ve insanların ona heves ve hevâ duymaları sağlanıyor. Bunu sağlamak çok da zor olmuyor. Çünkü hevâ ürünü olan şeyler tam da nefse nişan alıyor ve ona yönelik oluyor. Bu da nefste hevâ nesnesine bir-an önce sâhip olmak arzusu doğruyor. Zâten sâhip olamadıkça hevâ ve heves daha fazla artıyor. 

 

Havalar kendi-kendine ve mevsime göre, Allah’ın plânına göre değişip dururken ve en sonunda durgunluğa kavuşurken, hevâlardan ne haber?. Hevâlar yazın daha da bir fazlalaşsa da tüm Dünyâ’yı saran hevâlar için artık mevsim fark etmiyor. Hevâ çok çabuk yayıldığı için Dünyâ’yı yaşanmaz ve çekilmez bir yer hâline getirmiştir-getirmektedir. Hevâların yayılmasının bedelleri de olmasına rağmen yine de insanlar hevâ ve de heveslerinin peşinden olanca hızla koşmaya devâm ediyorlar. Çünkü hevâlarını ilahlaştırmış durumdadırlar.

 

Dünyâ’da her zaman “Allah’ı ilah edinenler” ve “hevâsını ilah edinenler” olarak iki çeşit insan olmuştur ve vardır. Tüm zamanlarda hevâsına uyanlar “Allah’a uyanlar”dan her zaman fazla olmuşsa da modern zamanlarda ortaya çıkan hevâ ve heves nesneleri, önceki zamanlar gibi değildir ve hevâ-sâhibi modern insan hevâsına her zamankinden çok daha fazla düşkündür, çok daha fazla bağlıdır. Zîrâ hevâ duyulacak çok fazla şey vardır. Üstelik Allahsızlık, hevâ ve hevesi çok fazla arttırmaktadır. Bu nedenle Allah’a uymayanlar mutlakâ hevâlarına uymaya ve onu ilahlaştırmaya başlarlar.

 

Hava ağırlaşınca gökten yağmur, kar ve dolu yağar; fakat hevâ ağırlaşınca gökten taş yağar, belâ yağar, azap yağar. Helâk olan kavimler hep hevâlarını ilah edinmeleri nedeniyle belâya ve azâba uğramışlardır. Belâ da yağan bir şeydir ve gökten taş, ateş ve azap olarak yağar.  

 

İslâm’ın hakim olmadığı Dünyâ, “hevâ ve heves alanı”dır. Hevâ ve heves orada hâkimiyetini çok sağlam bir şekilde kurmuş demektir. Çünkü îmâna taâlluk etmeyen akıl ve mantık, mecbûren hevâ ve heves üretmek zorunda kalacaktır.

 

Bir insanın düşüncesini, zihniyetini ve inanışını; arzuları, istekleri, hevâ ve hevesleri belirler ve belli eder. Böylece “bana hevâ ve hevesini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü anlam kazanır.

 

Kendi hevâ ve hevesleriyle savaşamayan bir topluluğun düşmanlarıyla savaşması beklenemez. Zîrâ hevâsını ilahlaştırmış bir toplumun içi geçmiştir ve yüreklerinde dermân olmadığı için dizlerinde de dermân kalmamıştır. Artık onlara düşen “oturanlarla birlikte oturmak”tan başkası değildir.

 

Peygamberler ve onların samîmi tâkipçileri târih boyunca hevâ, heves ve dolayısıyla zulme dayalı rejimleri telâşa düşürmüştür, korkutmuştur. Çünkü onlar sâdece Allah’a uymaktadırlar ve hevâ ve heveslerinin esiri değildirler. Böyle olunca hevâ ve hevese düşman olurlar ve onu ortadan kaldırmaya yada en azından minimuma indirmeye çalışırlar.

 

Kıblenin ve istikâmetin yâni kâlbin olmaması hevâyı ve de hevesi doğurur. Böylece hevâ ve heves kişinin alâmet-i fârikası olur. Fakat kıblesini ve istikâmetini bilenler sağlam adımlarla yürürler ve menzile doğru gayretle yol alırlar.

 

Nefis, hevâ ve hevesini tatmin etmek için her zaman “seküler aklı” kullanır. Zîrâ hak ile bâtılın karışmadığı yada bâtılın hâkim olmadığı yerde hevâ ve hevese uymak çok kolay olmayacaktır. Çünkü fazla fırsat olmayacaktır.

 

Şeytan denilen şey bir anlamda, insanın arzuları, hevâ ve hevesleri, iç-güdüleri ve tutkularıdır. Nefs sürekli olarak ve günden-güne artarak bu güdüleri tatmin etmek ister. Böyle olunca en nihâyetinde hevâsını ilah edinmekten kurtulamayacaktır.

 

Putperestlerin putları aracı yapmasının nedeni, o putlara istediklerini yaptırabilmeleri yada o putlar aracılığı ile istediklerini yapabilmeleriydi. Bu bakımdan aslında kendi hevâ ve heveslerini putlaştırıyorlardı. Put demek hevâların kışkırtılmasının bir sonucudur. Putlar, hevâ ve heveslerin şekilleridirler.

 

Peygamberler ise hevâlarından konuşmazlar ve Allah’ın kendilerine bildirdiklerinden başkasını söylemezler:

 

“O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir” (Necm 3-4).

 

Peygamberler hep hakkı ve hakîkati söylemişlerdir, hevâya uymanın insanı saptırdığından bahsetmişlerdir. Fakat bu söylenenler hevâlarına uyanların bir kulağından girmiş, diğer kulaklarından çıkmıştır:

 

“Yalanladılar ve kendi hevâ (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır” (Kamer 3).

 

Havalar nasıl olursa-olsun, hevâ içinde olmamaya çalışın. Zîrâ hevâsını ilah edinenlerin havası hem Dünyâ’da hem de âhirette “yoğun dumanlı bir gök” şeklinde olacaktır:

 

“Öyleyse sen, göğün açıkça bir duman getireceği günü gözle” (Duhân 10).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2022

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder