“Yoksa sen, onların
çoğunu (söz) işitir yada aklını kullanır mı sayıyorsun?. Onlar, ancak hayvanlar
gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar” (Furkân 44).
“Göklerin ve yerin
gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini
bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ
daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).
İslâm’da aklı kullanmak ve
de göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünmek, dolayısı ile bilim yapmak
vardır ve bunlar emredilmiştir. Göklerin, yerin, hayvanların, bitkilerin,
dağların, denizlerin vs. yaratılışını gözlemlemek ve bunlar hakkında düşünmek
Allah’ın emridir. Zîrâ İslâm, “Allahsız akla” ve “Allahsız bilime” karşı
Allah’ı merkeze alan aklı ve bilimi de ortaya koymak ve hâkim kılmak ister.
Böylece İslâm-aklı ve İslâm-bilimi ortaya çıkar. Bunları yapmaktan kaçınmak ise
Allah’ın zinhar istemediği şeylerdir. Öyle ki, aklı kullanmamanın “pisliğe bulanmak”la
sonuçlanacağı söylenirken; gökler ve yer üzerinde gözlem yapmanın ve üzerinde düşünmenin
“insan ve mü’min olma”nın gereği olduğu ifâde edilir:
“… O, akıl
erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100).
“Şüphesiz göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard-arda gelişinde temiz akıl-sâhipleri
için gerçekten âyetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken
Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve
derler ki:) Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin
azâbından koru” (Âl-i İmran 190-191).
İslâm’da bahsedilen akıl
tabî ki de “vahyin inşâ etmiş olduğu akıl”dır ve bilim de böyle bir akla,
vahye, doğala, normâle ve fıtrata uygun ve aykırı olmayan bilimdir. İslâm’ı merkeze
almış olan aklın ve bilimin ortaya koyduğu hiç-bir şey insanlara, hayvanlara, doğaya
ve tüm varlığa hiç-bir zarar vermez. Böylece insanoğlu yeryüzünü tam da Allah’ın
emrettiği gibi inşâ etmiş olur ve hem Dünyâ’da huzûr ve güvenlik içinde yaşar
hem de âhirette bunun mükâfâtını görür. Zîrâ gerçek mâbud Allah olduğu için,
akıl ve bilim ile şirk koşulamaz ve akıl ve bilim putlaştırılmaz. Böylece
zulümden emin olunur. Çünkü şirk en büyük zulümdür.
Lâkin insanlar târih boyunca
aklı ve bilimi Allah-merkezli kullanmaktan kaçınmışlardır. Zîrâ bu şekilde
kullanılan akıl ve yapılan bilim hem şeytana ve nefse haz vermez, hem de bunlara
oyun kuracakları alan açılmamış olunur. Böylece tâğutlar İslâm’ı merkeze alan
akıl ve bilim ile inşâ edilmiş olan Dünyâ’da ayrıcalıklı bir çıkar elde edemezler
ve “herkes gibi yaşamak” zorunda kalırlar. Buna hem insan düşmanı şeytan ve
haz-merkezli nefs, hem de çıkarından başka bir şey düşün(e)meyen tâğutlar zinhar
katlanamaz. Bu nedenle de aklı, vahiy-merkezli olmaktan çıkararak insan ve
madde-merkezli -ki aslında şeytan ve nefs-merkezli- kullanılmasına çalışırlar.
Akıl, Allah’ı merkeze almaktan çıkınca ve şeytan ile nefsin kontrôlüne ve
yönlendirmesine girince, bilim de sonunda yolundan sapmış olan akla uyarak,
tâğutların çıkarını koruyan ve çoğaltan bir araç hâline gelir. Aklı kullanmayı
ve bilim yapmayı Allah-merkezli olmaktan çıkarınca, merkeze yeni bir şey almak
şart olur ve Allah’ı hesap-dışı tutmayı varlık nedeni sayan modernizm, “yenilik”
ve sûnî bir heyecan üreterek aklı ve bilimi modernleştirir.
Evet; aklı ve bilimi Allah-merkezli
kullanmaktan vazgeçince akıl ve bilim mecbûren modern-merkezli olur yada modern-merkezli
olunca Allah-merkezli olmaktan vazgeçilir. Artık merkeze, dinden kopmuş olan insan
ve Allah’tan-vahiyden kopmuş olan akıl ve bilim konur. Fakat aslında merkeze
nihâyetinde şeytan, nefs ve tâğutlar alınmış olur ve zulüm başlar. Zîrâ insan
her zaman ilk önce kendi çıkarını düşünür ve çıkarının da sonu hiç-bir zaman
gelmez. O artık hep kendi lehine çalışmaya başlar ve sonunda mîzan kayar ve Dünyâ’nın
dengesi bozulur. Böylece büyük bir fitne ve ağır bir ifsâd başlar. O hâlde “târih,
İslâm-merkezli olmakla, modern-merkezli olmanın savaşımıdır” desek yerinde
olur..
Allah’tan, din’den ve vahiyden
uzaklaşıp kopan akıl ve bilim, artık Allah’a, dîn’e ve vahye tam aykırı olarak
işletilmeye ve yapılmaya başlanır. Böylece akıl ve bilim, “modern-akıl ve
modern-bilim” olarak tezâhür eder. Akıl ve bilim modernleşince ve merkeze
alınınca, zamanla aşırı önemsenmeye ve putlaşmaya başlar. Çünkü akıl ve bilim modern
insan tarafından “nihâi dayanak” olarak görülmeye başlar ve bunlardan daha yüce
bir referans noktası göremez, kabûl edemez ve önemsemez. Çünkü bir şey modernleşince
ve akıl şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlüne girince ve de putlaşınca,
Allah, âhiret, din, vahiy, kitap, peygamber vs. tüm gayb inkâr edilmiş olur. Zîrâ
modernizm ve gayb bir-arada bulunamaz. Modernizm gaybı yâni hakîkati inkâr
etmek ve elinden geldiğince ezmek ister. Çünkü hayâtiyetini bundan alır.
Modern-akıl ve modern-bilim,
merkeze maddeyi alır ve maddî olmayan yâni ölçülemeyen (gaybın ölçüsü kâlptir)
her-şeyi inkâr eder. Böyle olunca da gaybın konusu olanlar inkâr edilmeye
başlanır. En Yüce Güç ve yüce değerler göz-ardı edilip inkâr edilince, onların
yerini modernleşmiş ve modernleştiği için mecbûren sapmış olan akıl ve bilim
alır. Böylece modern-akıl ve modern-bilim putlaşmış olur. Öyle ki insanlar
modern-akla ve modern-bilime ve de bunları ellerinde tutanların ağızlarına bakarak
düşünmeye, konuşmaya ve edip-eylemeye başlarlar. Fakat Allah’tan kopmuş ve
maddeyi ilahlaştırmış olan modern-akıl ve modern-bilim eksiklik ve yanlışlıktan
kurtulamayacağı için hiç-bir zaman hakka ve hakîkate ulaşamaz. Bu yüzden de öngörüleri
ve ürettikleri veriler sürekli olarak eksik ve yanlış çıkar, zarar verir. Bu
eksiklik ve yanlışlık nedeniyle insanlar sürekli zarar görür yada yarardan çok
zarar görür. İnsanların gördüğü bu zararlara rağmen birileri de sürekli kârlı
çıkar tabi. Bu-arada şeytan da sevincinden göbek atar. Lâkin insanlar Allah’ın
denetiminden uzak kalmak ve nefislerinin ve hazların doğrultusunda yaşamak
uğruna bu duruma katlanırlar da modern-aklı ve modern-bilimi kutsallaştırmaya ve
tapmaya devâm ederler.
İşin en kötü yanı ise, bu
putlaştırmayı, sürekli olarak Allah’tan, Din’den ve Kitap’tan bahsedenler,
Kur’ân okuyanlar ve merkeze İslâm’ı aldığını söyleyenler de yapmaya başladı. Öyle ki modern-akla ve modern-bilime
uymadığında ve âyetleri modern-akla ve modern-bilime uydur(a)madıklarında
âyetler onları iknâ ve mutmain etmiyor. Böyle olunca da başlıyorlar âyetleri
modern-akla ve modern-bilime uydurana kadar zorlamaya ve hattâ âyetlere işkence
etmeye. Modern-akla ve modern-bilime uydurana kadar rahat edemiyorlar. Lâkin
Kur’ân bunu yapanları şiddetle uyarır ve şöyle der:
“Size ne oluyor?. Nasıl
hüküm veriyorsunuz?. Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı
var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin
için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki ‘siz ne hüküm
verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak’ diye” (Kalem 36-39).
Modernleşmiş müslümanlardan
başka; Dünyâ’nın hâl-i pür melâlinin farkında olanlar da modern-akla ve modern-bilime
çok güvenerek o merkezde düşünce üretmeye başladılar. Modern-akla ve modern-bilime
aykırı düşmekten utanıyorlar ve çok korkuyorlar. Fakat bu-arada Kur’ân’a aykırı
düşebiliyorlar. Artık bilinçli olan müslimler de modern-aklı ve modern-bilimi
merkeze alarak konuşmaya başladılar ve o merkezde hareket ediyorlar.
Modern-aklın ve modern-bilimin ağır kuşatması ve etkisi nedeniyle modern-aklın
ve modern-bilimin ortaya koyduklarını vahiy-merkezli olarak eleştirmeyi düşünmüyorlar.
Çünkü modern-akla ve modern-bilime çok gereksiz ve aşırı bir güven var. Zîrâ
hiç şüphelenmiyorlar bile. Modernleşmiş ve artık gevşeyip çözülmüş olan
müslümanlar (müslim ve mü’minler değil) modern-aklı ve modern-bilimi putlaştırmış
durumdadırlar ve düşüncelerini, sözlerini ve hareketlerini modern-akıl ve
modern-bilim belirlemektedir. Bakmayın siz onların Kur’ân Kur’ân dediklerine;
Kur’ân ile modern-akıl ve modern-bilim karşı-karşıya geldiğinde ve bir çelişki
olduğunda modern-aklı ve modern-bilimi seçiyorlar ve Kur’ân’ı onlara uydurmaya
çalışıyorlar. Çünkü Kur’ân’dan çok modern-akla ve modern-bilime güvenmektedirler
ve onlara bağlıdırlar. Modern-akla ve modern-bilime uymayan hiç-bir âyeti kabûl
etmezler. Fakat dikkat edilirse bu, “modern-bilimin ve modern-aklın şaşmaz-yanılmaz
bir hakîkat, Kur’ân’ın ise, sürekli yorumlanması ve moderne uydurulması gereken
bir Kitap olarak görülmesi” demektir.
Temel ilkelerde îtinâ
göstermeye çalışan ve “müslimler” diyebileceğimiz bilinçli kesim ise, moderniteye
sâdece yargı, yasama ve yürütme konusunda eleştiri ve îtirâz ediyorlar fakat
sosyâl hayat, ekonomi ve bilim noktasında yâni modernizm düşüncesi, para ve
modern-akıl ve modern-bilim konusunda yeterli eleştirileri ve îtirazları yok
hattâ bâzıları tamâmen modern-akla ve modern-bilime teslim olmaya başlamış durumdadır.
Oysa İslâm, hayatın tüm alanlarını eleştirir ve vahiy-merkezli olarak inşâ
etmek ve hayâtın her alanına hâkim olmak ister. Buna sosyâl, kültürel,
ekonomik, siyâsal, hukûkî ve akıl-düşünce-bilim alanları da dâhildir. Bunu
elbette bâtılı yıkıp hakkı ve hakîkati yâni tevhidi hâkim kılarak yapar. Zîrâ
Allah ile bağlantılı ve Allah-merkezli olmayan tüm alanlar eksik kalır ve bu nedenle
de tümden yada büyük oranda yanlış sonuçlara neden olur. Böylece ortalık hak ve
hakîkatten mahrum kalır. Hak ve hakîkatten mahrum kalınca da adâlet ve eşitlik bozulur.
Çünkü Allah’tan, din’den, vahiyden ve de peygamber’den uzak olunca şirkin,
küfrün ve dolayısı ile zulmün açığa çıkması kaçınılmaz olur. Modern olunca yâni
Allahsız olunca zulüm kaçınılmazdır.
Allahsız-lâik-demokratik-seküler
sistemin ortaya koyacağı siyâsetin, kânunların ve yürütmelerin tüm insanlık
için bir hayır ve iyilik açığa çıkaramayacağını, hakkı ve hakîkati ortaya
koyamayacağını (haklı ve doğru olarak) düşünenler, bilenler ve söyleyenler;
sıra yine aynı Allahsız-dinsiz-seküler-lâik-demokratik-modern sistemin ve
düşüncenin ortaya koyduğu modern-aklın ve modern-bilimin verilerine gelince
ondan şüphelenmiyorlar, modern-bilimi sorgulamıyorlar ve erleştirmiyorlar. Allah’ı
hesâba katmayan ve hattâ inkâr eden modern-bilimin doğruyu, iyiyi, hakkı ve
hakîkati ortaya koyamayacağından hiç bahsetmiyorlar. Çünkü modern-akıl ve
modern-bilimden neredeyse hiç şüphelenmiyorlar ve sorgulamıyorlar. Sorgulayıp
şüphelenmedikleri için de modern-bilimin verileri, ön-görüleri ve teorileri
için bir ön-kabûl var. İşte o ön-kabûl, kişilerin modern-bilime aykırı olan
yada modern-bilimden farklı olan düşünceleri ve teorileri abüsrd görmelerine ve
kabûl etmemelerine neden oluyor.
Modernizm, klâsik olandan,
eski olandan nefret eder ve zâten hayâtiyetini de bundan alır. Klâsik ve eski
olandan nefret ettiği için bunları yok etmeye çalışır. Bu yok etme sürecinde
sürekli olarak yeniyi ortaya koymaya çalışır. Ortaya koyduğu yenilikler tabi ki
de Allah’tan-vahiyden kopuk modern-akıl ve modern-bilim ile ortaya koydukları
beşerî yeniliklerdir.
Modern-akıl ve modern-bilim
birbirlerinin neden-sonucudur, birbirlerinin dayanaklarıdır. Akıl modernleşmeden
modern-bilim ortaya çıkmaz, modern-bilim olmadan da modern-akıl bir varlık
gösteremez ve ilahlaştırılamaz. İkisinin birlikteliğinde hem modern-akıl hem de
modern-bilim putlaştırılır ve din hâline gelir. İnsanlar da artık modern-akla
ve modern-bilime tapmaya başlarlar. Bu tapınış; tasavvurda, düşüncede,
konuşmada, yazmada ve amel-eylemde merkeze modern-Allahsız aklı ve modern-Allahsız
bilimi almakla yapılır. Merkeze aldığınız şey sizin dîninizdir, putunuzdur, ilahınızdır
“Aklın yolu birdir” diyorlar
fakat aklın yolu bir değildir. Allah-merkezli akıl ile şeytan, nefs ve beşer-merkezli
aklın yolu aynı ve bir değildir, olamaz. Kendisini neyin inşâ ettiğine göre aklın
yolu değişir. Kimi akıl hak ve hakîkate uyarak Allah yolunda giderken, kimi
akıl ise şeytan ve nefs yolunda gider. İki akıl tipi aslâ aynı değildir ve
yolları da bir değildir. Hak yolda giden akıl ile bâtıl yolda sürüklenen akıl
aynı yolda buluşamazlar.
Evet; son 250 yıldır bâriz bir
şekilde modern-Allahsız akıl ve modern-Allahsız bilim merkeze alınmıştır yâni
akıl ve bilim Allahsızlaştırılmıştır. Modern-akıl ve modern-bilim günümüzde çok
aşırı ve hak etmediği oranda büyütülmekte, ilahlaştırılmakta ve putlaştırılmaktadır
ve de şeksiz-şüphesiz, sorgusuz-suâlsiz sımsıkı ve güçlü bir bağlılıkla modern-akla
ve modern-bilime bağlanılıp tapılmaktadır. İşin acı tarafı, gün geçtikçe
“müslüman” olanların tamâmen, “müslim-mü’min” olanların ise kısmen modern-akla
ve modern-bilime bağlanıyor olmalarıdır ki zamanla bu bağlılık artmakta ve
kuvvetlenmektedir. Modern-akla ve modern-bilime hiç-bir eleştiri, îtirâz ve
isyân sesi yükselmemekte ve hattâ artık tek bir laf bile edilmemektedir. Oysa
modern-akıl ve modern-bilimin ortaya koydukları şeyler, insanları gün geçtikçe
madden ve mânen çürütmekte ve çökertmektedir.
“Ey îman edenler!; eğer
bir fâsık, size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa cehâlet
sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişmân
olursunuz” (Hucurât 6).
Fâsık, “Allah’a itaat etmekten büyük ölçüde çıkıp dînin sınırlarını aşan günahkâr.
Hak yolundan hâriç olan. Allah’ın emirlerine karşı zıt hareket eden kimse”
demektir. Modern-akıl ve modern-bilim Allah’a aykırı hareket ettiğinden dolayı
fâsıktır. Vahiy-merkezli akıl ve vahiy-merkezli doğal bilim fâsıklaşınca yâni
Allahsızlaşınca, modern-akıl ve modern-bilim açığa çıkar ve fâsık bir şey iş-başına
geçince de ekini ve nesli ifsâd eder; aynen günümüzde olduğu gibi. O hâlde modern-akla
ve modern-bilime karşı şüpheci ve eleştirel olmak ve de modern-aklın ve modern-bilimin
ürettiklerini vahiy süzgecinden geçirmek şarttır. Zâten bu Allah’ın bir emridir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder