“Ey îman edenler!; ne
mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten ‘tutkuya kaptırarak
alıkoymasın’; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrâna uğrayanların ta
kendileridir” (Münâfikûn 9).
Çocuk, insana yâni evli
anne-babaya Allah tarafından verilen büyük bir nîmettir. Bunun büyük bir nîmet
olduğunu herhâlde en iyi anlayanlar, çocuğu olmayan eşlerdir. Allah herkese
sağlıklı, hayırlı ve îmanlı evlatlar nasip etsin.
Fakat Kur’ân boyunca
çocukların varlığının olumsuz yönde kullanıldığı âyetler de vardır. Allah belki
de bu olumsuzluk içeren âyetleri, “anne-babalar çocuklarını ilahlaştırmasınlar”
diye indirmiştir. Çünkü çocuklar anne-babalarının yüzlerini güldürdükleri gibi
karartabilirler de. Çünkü Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve imtihan çocuklarla da
olmaktadır ve hattâ belki de en çok ve en ağır imtihan çocuklar ile olmaktadır.
Öyle ki bâzen ne yaparsanız-yapın yine de çocuklarınız istediğiniz gibi olmaz
ve doğru yola yönelmezler. Hz. Nûh bile, sular dalgalar hâlinde Dünyâ’yı kuşatırken
oğlunu gemiye çağırmıştı da oğlu ona güvenmediği yada işi ciddiye almadığı için
gemiye binmemişti de boğulanlarla birlikte boğulup gitmişti. O hâlde olumsuz
bir şey yaşamamak yada olumsuzluğu en az yaşamak için yapmamız gereken şey,
onları vahye ve peygamber örnekliklerine bakarak en doğru şekilde gerektiği
gibi yetiştirmeli ve sağlıklı, hayırlı ve îmanlı evlatlar olması için Allah’a
duâ etmemiz ve O’na havâle etmemiz gerekir. Kur’ân bu duânın nasıl yapılacağını
şöyle öğretir:
“Ve onlar: ‘Rabbimiz,
bize eşlerimizden ve soyumuzdan, göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve
bizi takvâ sâhiplerine önder kıl’ diyenlerdir” (Furkân 74).
Lâkin modern dünyâda modern
insanın çocuk yetiştirme şekli çok absürd bir hâl almıştır. Çocuğun her
dediğini yapmak, her istediğini almak, üzerine aşırı şekilde titremek ve bu nedenle
bencilleşmektedirler. Çünkü çocuklarını sanki bir prenses ve kral gibi
yetiştirerek onları ilahlaştırmaktadırlar. Çocuğu ilahlaştırmak; “herkesi ve
her-şeyi çocuğun yönetmesi, her-şeyin onun istediği gibi olması” demektir. Zîrâ
çocuk bir ağlamayla ve bir zırlamayla insanları yönetmekte ve
yönlendirmektedir. Böylelikle anne-babayı, dede-nineyi, evi, televizyonu,
günlük yaşam-şeklini, zamânı vs. hep çocuk belirlemektedir ve her-şey çocuğa göre
olmaktadır. Evi çocuk yönetiyor, her-şey onun istediği gibi oluyor. Tabi
her-şey çocuğun istediği gibi olunca, bir-çok şey de yanlış yapılıyor.
Peki anne-babalar niçin böyle
davranıyor?. Çünkü moderniteyle birlikte büyük âileler yok olmuş, çekirdek âile
şeklinde küçük âile yapıları ortaya çıkmıştır. İnsanlar sâdece kendi çekirdek
âilesinden sorumlu olduğunu düşünüyor ve sâdece kendi âilesiyle ilgileniyor ve
bu nedenle de çocuklara aşırı bir ilgi oluyor. Fakat bu fazla ilgi, düzenli bir
ilgi değildir. Tüm zamâna yayılmış bir ilgi değildir. Sonra modern anne-babanın
genelde tek (nâdiren en fazla iki) çocuğu oluyor. Anne-baba tüm sevgisini ve
merhâmetini tek çocuğa yüklüyor. Tüm dikkatleri tek çocukta toplanıyor ve
sâdece tek çocuğa odaklanıyorlar. Tabi aslında anne-babanın sevgi ve merhâmeti tek
çocuğa fazla geliyor. Çünkü aslında iki çocuğa bile fazla gelir. Zîrâ
anne-babaların ama özellikle annenin merhâmeti bir-çok çocuğa aynı-anda yetecek
kadar güçlü ve geniştir. Küçük çocuklar,
merhâmeti celbeden en etkili varlıklardır. Unutulmasın ki en merhâmetli olan
Allah bile merhâmet konusunda ölçülüdür. Tek çocuğa yöneltilen aşırı merhâmet biriktikçe
çocuğa zarar veriyor. Bu da çocuğu olumsuz etkiliyor, çocuğu yakıyor.
Çocuk aşırı sevgiye, merhâmete
ve ilgiye mâruz kalınca artık bir şeye tam olarak odaklanamıyor, bir şeyden
çabuk bıkıyor ve ağlıyor, sızlıyor. Böyle bir durum anne-babaların hiç hoşuna
gitmediği için, hiç gerek ve ihtiyaç olmamasına rağmen ona çeşitli oyuncaklar
alıyorlar ve çocuğun bir süreliğine de olsa ilgisini çekecek şeyler yapıyorlar.
Bu biraz da, “çocuğun her-şeyi olmalı, her istediği alınmalı” düşüncesiyle
yapılan bir şeydir. Maddî durumu iyi olan anne-babalar çocuk için aşırı masraf
etmeyi “iyi bir şey yapıyorum” zannediyor. Hasta olmadığı hâlde “hadi bi
doktora götürelim baktıralım” diyerek sağlıklı çocukları doktora götürüyorlar.
Doktor da, “mâdem gelinmiş bir-kaç vitamin vereyim, bir-iki tavsiyede
bulunayım” diyerek anne-babaya çeşitli şeyler tavsiye ediyor ki bu tavsiyeler
genelde kişisel gelişimcilerin absürd tavsiyelerinin benzeridir. Yâni çocuk el
bebek-gül bebek büyüyor. Böylece çocuk modern anne-babanın yeni ilahı olmaya
başlıyor. Sonunda da çocuğa bir nevî tapmaya başlıyorlar. Bir şeye tapmak ve
onu ilahlaştırmak demek, “her-şeyi tapılan şeye göre belirlemek ve ona göre
hareket etmek” demektir. Meselâ İslâm’da hayat, ibâdetlere göre yâni Allah’a
göre ayarlanır. Zaman O’na göre, O’nun emirlerine göre bölümlenir. Böylece
Allah’a tapıldığı belli olur. Modern-seküler dünyâda ise her-şey çocuğa göre
belirlendiği için çocuğa tapılmış oluyor.
Çocuğun ilahlaştırılması ve
ona tapınılmasına neden olan en önemli etkenlerden biri, babadan sonra annenin
de çalışmasıdır. Çalışan anne, işe gitmek için çocuğu eve bırakıp evden
uzaklaştığı için çocuğa karşı suç işlemiş duygusuna kapılıyor ve ortaya çıkan açığı
ona aşırı hediyeler-oyuncaklar almakla kapatmaya çalışıyor. Hafta boyunca onu
bırakıp gittiği için ve bu aslında yanlış olduğu için, bu yanlış, çocuğun
ilahlaştırılmasıyla sonuçlanacak “paketlenmiş yoğun ilgi”yle kapatılmaya çalışılıyor.
Zamanla çocuk bunu normâl olarak görüyor ve bu normâllik a-normâlleştiğinde
basıyor çığlığı.
Çocuklarımızla iyi geçinmek
demek, sürekli olarak onların “suyuna gitmek” demek değildir.
Çocukların oyuna olan düşkünlükleri,
aslında “öğrenmeye olan düşkünlükleri”dir. Çocuklar oynayarak öğrenirler. Fakat
öğrenmek için bir oda dolusu oyuncağa gerek yoktur. Hattâ fazla oyuncak çocuğun
dikkatini dağıtacağı ve odaklanmasını bozacağı için öğrenme zorluğu bile
yapabilir. Üstelik fazla oyuncak, çocuğun konuşmasını ve yürümesini de
geciktirmektedir.
Hiç-bir profesyonel çocuk
bakıcısı, o çocuğa annesinden daha iyi bakamaz. Çocuk bakıcıları ise “sıfır
yanlış” yaparak çocuğa bakmak hedefinde oldukları için, çocuğun kusursuzluğa
alışmasını sağlamış oluyorlar. “Hayır” denilmesi gereken yerde hattâ belki de hafif
bir şekilde kulağının çekilmesi gereken yerde çocuğun yaptığı yanlışa bir şey
dememek çocuğun hayâtını ileride çok olumsuz etkiler. Çünkü hayat öyle kusursuz
değildir.
Çocuklara, olumsuz bulunduğu
için “hayır!” kelimesinin kullanılmasını yanlış bulup çocukların yanında bu
kelimeyi kullanmayı yasaklayanlar var. Bunu kişisel gelişimcilerden öğreniyorlar.
Çünkü kişisel gelişimcilerin insanlara öğrettiği tek şey, “siz ilahsınız, size
kimse karışamaz, siz nasıl isterseniz öyle olur” şeklindeki absürd sözlerdir.
Yanında hiç “hayır!” ve “olmaz” kelimesi kullanılmayan çocukların ileride
travma yaşaması kaçınılmazdır. Zîrâ hayat o kadar yumuşak ve hoşgörülü değildir
ve hattâ yerine göre çok acımasız ve serttir. Hayat, süreç içinde insana
“hayır!” kelimesini ağır bir şekilde öğretir. O yüzden “hayır” sözünü duymadan
ve kendisine “hayır” ve “olmaz” denilmeden büyüyen çocuklar ileride -normâl
olarak- bir “hayır” sözüyle karşılaştıklarında, terslendiklerinde ve reddedildiklerinde
aşırı öfkelenmeye başlarlar. Çünkü çocukken de aynısı yapılıyordu. İstediği bir
şey olmadığında basıyordu vaveylayı. Bu şekilde büyüyen erkekler kızlardan “hayır”
sözünü duymak istemiyor, duyunca da şaşırıyor ve kızıyor. Tabi kızlar da erkeklerden
“hayır” sözünü duymak istemez. Oysa hayır sözünde “hayır” vardır. Hayır, insana
bir-çok hayırlar getirir.
Yaşı ilerlemiş ve evli olmasına
rağmen çocuğu olmayan bir tanıdığıma, “niçin çocuk yapmıyorsunuz” diye sorduğumda,
karı-koca çalışmalarına rağmen, “çocuğa nasıl bakacağız, onun istediklerini
nasıl alacağız?” demişti. “Ne var ki, çalışıyorsunuz ya, hem çocuğun her
istediği alınacak diye bir şey yok” dediğimdeyse; “olur mu öyle şey, çocuğun
her istediğini almak zorundasın, hem de alınan şey kaliteli olmalı, çocuk hiç-bir
sıkıntı çekmemeli ve hiç-bir sıkıntı yaşamamalı, hiç-bir şeyden mahrum
kalmamalı” gibi sözler söylemişti. Demek ki çocuk deyince bir çeşit “ilah”
anlıyorlar. Çocuğu tapılacak bir varlık olarak görüyorlar. Oysa kendi âilesi
çocukluklarında onların her istediklerini almamışlardı. Modern anne-babalar, “çocuk
mahrum kalmasın ve yapmamış olmasın” diye küçücük çocukları bir havuzda yunus
balığı ile 15 dakika yüzdürmek için 100-150 Euro civârındaki bir parayı
verebiliyorlar.
Bir başka tanıdığım, yanında
çocuğu olan birine ölümle ilgili bir şey söylediğinde, çocuklu anne-baba birden
irkildi ve sert bir şekilde “sus” işâreti yaptı ve çocuğu gösterdi. Çocuğun
ölüm kelimesini duymasını istemiyorlardı. Travma olur diye düşünüyorlardı.
Hâlbuki ölüm hayâtın en büyük ve yaygın gerçeğidir ve sürekli olan bir şeydir.
Peki yanında ölüm kelimesi kullanılmayan çocuklar ileride ölümle
karşılaştıklarında ne olacak?. Aslında çocuklarına tapan anne-babalar, savaş uçaklarından
atılan bombalar nedeniyle yanındaki anne-babasının ölümünü gören çocukların
yaşadıklarını travma olarak görecek kadar duyarlı değildir. Onlar için sâdece
kendi çocukları değerlidir. Zâten çocuklarını ilahlaştırmaları ve sonra da
onlara tapmalarının nedeni budur.
İşte psikolojik ilaç
kullananların sayısının fazlalaşmasının bir nedeni de, ölümü hayâtın bir
gerçeği olarak öğrenememiş olan insanların, hayâtın her noktasında ölüm ile
iç-içe yaşadıklarını fark-ettikleri anda hayâllerinin yıkılıyor oluşudur. Çünkü
âhiret bilinci ve îmânı olmadığında ölüm düşüncesi yâni yok olmak düşüncesi
insanı çıldırtabilir.
Hayâtın normâl-doğal
zorluklarını hissetmeden “süt çocuğu” olarak büyüyen insanlar, ileride hayâtın
zorluklarıyla karşılaştıklarında psikolojileri bozuluyor ve ilaç kullanmaya
başlıyorlar. Çünkü çok kırılgan oluyorlar ve basit olumsuzluklara karşı bile direnç
gösteremiyorlar. Zîrâ anne ve babaları onları el bebek-gül bebek büyütmüş ve onlara
âdetâ bir ilah gibi davranıp tapmışlardır.
Bebekliklerinde ve biraz
büyüdüklerinde sürekli olarak “evet, olur, tamam” denildiği ve her isteği
ânında yerine getirildiği için, çocuklar tüm hayâtlarında da bunu bekliyor. Bu
beklentiye aykırı olan bir durumda ve yaşanan bir aksaklıkta hemen öfkelenip
çirkefleşebiliyorlar. İstediklerinin olmamasına katlanamıyorlar. Sanal âlemde
çok fazla takılmalarının nedeni bu olsa gerek. Çünkü sanal âlemde hemen her-şey
mümkün olabildiği için her isteklerine sanal da olsa ulaşabiliyorlar.
Sözde “olumsuz kelimeler”
diye “hayır” ve “ölüm” kelimelerini duymadan büyüyen çocuklar, ileride hayat onlara
sert bir şekilde “hayır” dediğinde ve hayâtın yarısının ölüm olduğunu acı bir
şekilde öğrettiğinde ağır bir travma yaşıyorlar ve bu travmadan kurtulamıyorlar.
Çünkü hiç alışamadıkları şey bir-anda karşılarına çıkınca şok geçiriyorlar. O
yüzden hırçın, öfkeli ve huysuz bireyler olup çıkıyorlar. Zâten bebekliklerinde
evde bakıcı, biraz büyüdüklerinde de kreşler ve özel okullarda anne-babanın
gerçek anlamda ilgi ve merhâmetinden uzak kaldıkları ve doğru yetiştirilmedikleri
için acımasız oluyorlar. Çünkü merhâmet duyguları bozulmuş oluyor. Çocukların
anne-babalarına karşı kötü davranmaları (yada iyi davranmamaları) hattâ bâzen
de onlara düşman olmalarının altında yatan neden bu olsa gerek:
“Ey îman edenler!; gerçek
şu ki, eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizin için (birer)
düşmandırlar. O hâlde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını
yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah bağışlayandır,
esirgeyendir” (Teğâbün 14).
Bebekliklerinde çocuk
bakıcısı, çocukluklarında kreş ve özel okul, yetişkinliklerinde özel oda, ayrı ev,
özel araba ile avutulan, çalıştıkları için anne-babadan sürekli olarak uzak
kalmalarının ve de yıllarca seküler bir öğrenim sürecine mâruz kaldıklarından
dolayı, insanların mâneviyatları, değerleri, vicdanları ve merhâmetleri
köreliyor. Hele bir de âile dinden uzak ise, kopma kaçınılmaz oluyor. Sonunda
da bu şekilde büyüyen evlatlar hiç çekinmeden anne-babalarını huzur-evlerine
gönderebiliyorlar. Çünkü kendisine yapılan da buydu. Anne-babaları hem
mecbûriyetten hem de iyilik yaptığını zannederek zamânında onları nasıl
kreşlere bırakabildilerse, onlar da anne-babalarını hiç çekinmeden huzur-evlerine
bırakabiliyorlar. İşte anne-babalar çocuklarını ilahlaştırdıklarını o zaman
anlıyorlar. Kendileri ilahlaştırdılar, kendileri taptılar ve sonucuna da yine
kendileri katlanıyor:
“Bilin ki, mallarınız ve
çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur). Allah yanında ise büyük
bir mükâfat vardır” (Enfâl 28).
“Merhâmetten maraz doğar”
derler. Aslında merhâmet Allah’ın bir isminden kaynaklandığı (Rahmân) ve Allah’tan
bir kötülük gelmeyeceği için “merhâmetten maraz doğmaz. Maraz çıkaran merhâmet,
abartılmış ve sınırı aşmış olan merhâmettir ki ona merhâmet denmez. Çünkü bir şey
sınırını aşarsa tersine döner. Buna merhâmet de dâhildir. Bu nedenle, en sevdiğimiz
çocuklarımıza ve yakınlarımıza bile aşırı merhâmet göstermek doğru değildir.
Allah bile insana aşırı merhâmet göstermez de ona hayatta hem doğal zorluklar
hem de mesajına inanıp kabûl edenlere dînî yükümlülükler ve dolayısı ile
zorluklar yükler. Demek ki merhâmet bile aşırı kullanıldığında merhâmet
olmaktan çıkıyor ve bir tapınca dönüşebiliyor.
Modern insan hiç-bir konuda
bir denge kuramamaktadır. Çocuklarını ilahlaştıranların dışında bir de
çocuklarını herhangi bir mal ve nesne gibi görenler ve hiç-bir değer vermeyenler
de vardır. Öyle ki, anneler hâmile kaldıklarında çocuklarını kürtaj ile
aldırabiliyor, yada doğurup çöpe yada bir kenara atabiliyor ve onlardan bir-an
önce kurtulmak istiyorlar. Bunun altında yatan sebep, ilahlaştırılmış bir çocuk
olarak büyümüş olmaları ve isteklerinin önünde bir “engel” görmeye
katlanamamalarından dolayıdır. Zâten evlenmemek yada evliliği olabildiğince geciktirmenin
arka-plânında da bu yatıyor. Birer kral ve kraliçe gibi büyütüldükleri için
hiç-bir sıkıntıya katlanamıyorlar. Çocuk demek “özveri” demek olduğu için bu
özveride bulunmayı göze alamıyorlar. Bu nedenle de sorumluluk almaktan kaçıyor,
yükü omuzlamak istemiyorlar. İlahlaştırılarak büyüyen çocuk artık kendini bir
ilah gibi gördüğü için her-şeyi yapabileceğini düşünüyor ve hiç-bir engeli kabûl
etmiyor. Haz-merkezli bir yaşam arzusu da buna tüy dikiyor.
ABD’de bir kadın, bir yıl
önceden tâtil rezervasyonu yaptırmıştı. Fakat bu-arada gayr-ı meşrû bir ilişki
yaşayıp hâmile kalmıştı ve çocuğunu doğuracağı târih, tâtil rezervasyonu ile
çakıştığından ve tâtilini iptâl etmek zorunda kalacağından dolayı bebeğini
öldürmüştü. Çünkü çocuk ne de olsa tâtile engel olacaktı. İşte bu insan, bir
prenses gibi, bir tanrıça gibi bakılmış ve kendisine âdetâ tapılarak büyümüş
bir kişidir. Bu yüzden hazzını engelleyecek hiç-bir şeye katlanamamakta ve
ondan bir-an önce kurtulmak istemektedir.
Çocuklar, Allah ve âhiret
bilinci ve inancıyla yetiştirildiğinde yâni ilginin yarısı da mâneviyata
verildiğinde, dolayısıyla çocuğa “gerektiği kadar” ilgi gösterildiğinde, çocuk
için daha olumlu sonuçlar ortaya çıkacaktır. Çocuklarına taparcasına düşkün
oldukları için onları ilahlaştıran anne-babaların şu uyarıyı dinlemeleri ve hiç
unutmamaları gerekir:
“Fakat ‘kulakları
patlatırcasına olan o gürleme’ geldiği zaman, kişi o gün, kendi kardeşinden
kaçar; annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan her
birisinin kendine yetecek bir işi vardır” (Abese 33-37).
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder