1 Ağustos 2021 Pazar

İslâm’ı Hayattan Uzaklaştırmak

 

“Ey îman edenler!; size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icâbet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kâlbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız” (Enfâl 24).

 

Allah’ın kâinâta koyduğu yasaların adı olan sünnetullah, hem kâinâtın ve eşyânın hem de insanın fıtratıyla birebir uyumludur. İnsan ve de eşyâ ise İslâm’la birebir örtüşür. O hâlde kâinâtın her noktasında İslâm merkezdedir ve hâkimdir. Zîrâ İslâm; teslîmiyet, barış, esenlik, “Allah’a göre olmak” demektir ki tüm kâinât Allah’a teslim olmuş ve barış içinde yâni bir kaos olmadan döngüsünü yapmakta ve muhteşem bir nizam içinde hareket ederek İslâm’a uymaktadır.  

 

Tüm kâinatta İslâm’a uymayan tek varlık insandır. Zîrâ İslâm tüm kâinatta merkezdeyken, sâdece insanlar arasında merkezde değildir ve hattâ kıyıda-köşede bile tutulmak istenmemektedir. Zîrâ İslâm şeytana, nefse ve tâğutlara bir meydan okumadır ve en yüce gâyesi, aynen göklerdeki muhteşem bir düzen gibi bir düzeni Dünyâ’da da kurmak yada bu hedef için çalışmaktır. İslâm, Allah’a tam bir teslîmiyetle teslim olmuş olarak barış ve güven içinde yaşamak için indirilmiş bir din’dir ve tüm peygamberler bunun için çalışmışlar ve bunun mücâdelesini vermişlerdir. Lâkin şeytan, nefs ve tâğutlar bunu istememekte ve bu nedenle de İslâm’ı hayattan uzaklaştırarak ve kovarak, kâlplere, zihinlere, câmiye, dört duvar arasına vs. hapsederek onu hayattan uzaklaştırmaktadır.

 

İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak, -güyâ- “Allah’ı hayattan uzaklaştırmak” anlamına gelir ki aslında bunu yapanlar rahmeti, bereketi, hakkı, hakîkati, adâleti, eşitliği, ahlâkı ve tevhidi kendilerinden uzaklaştırmış olarak kendilerine zulmetmiş olmaktadırlar.

 

İnsanlar Dünyâ’ya cennetten uzaklaştırıldıkları için gelmişlerdir. Allah’ın tek bir emrini bile yerine getirmemek onları cennetten uzaklaştırmıştır. Biz cennetten kovulmadık, uzaklaştırıldık. Biz Dünyâ’ya, cennetten uzaklaştık da geldik. Dünyâ’ya olan yabancılığımız biraz da bu yüzdendir. Çünkü cennet de aynen gökler gibi muhteşem bir nizâmın olduğu, İslâm’ın yâni barışın, selâmetin ve güvenliğin her noktada hâkim olduğu yerin adıdır. Biz işte öyle bir yerden uzaklaştırıldık ve imtihanımız başladı. Oraya tekrar yakın olmanın yolu ise İslâm’a yakın olmaktan geçer. İmtihan, İslâm’ı Dünyâ’ya ve hayâta hâkim kılmak ve insanlar arasında İslâm’a göre bir düzen kurmak ve bunun için çalışmakla ilgilidir. Bu uğurda çalışanlar ve çalışmayanların ayrılmasıdır imtihan. O ebedî nîmet diyârı olan cennete ancak bunu gerçekleştirdiğimizde yada en azından bu uğurda gayretle çalıştığımızda ulaşabiliriz.

 

İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak, en başta “dîni devletten uzaklaştırmak” daha doğrusu “dîni devletin güdümünde sınırlı ve kontrôllü bir şekilde yaşanır kılmak”la oluyor. Bu uzaklaştırma modernite ile birlikte 250 yıl, Türkiye’de ise Cumhûriyet ile birlikte 100 yıl önce başlamıştır. Cumhûriyet târihi, “dînî olan”dan uzaklaşıp beşerî olana yönelmenin-yöneltilmenin târihidir. Fakat gelinen süreçte Türk insanı uygar (muâsır) olamadığı gibi, dindarlığı da epey bir zayıflamıştır. Çünkü İslâm’ı hayattan uzaklaştırmış ve hayâtı aslında şeytana, nefse ve tâğutlara göre kurmuştur.  

 

Dîni devletin içinden uzaklaştırmak (lâiklik), “Allah’ı (dolayısıyla da adâleti) devletten uzaklaştırmak” anlamına gelir. Zâten Diyânet bile bu amaçla kurulmuştur. Diyânet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçe 2021 îtibârıyla 13 milyar (eski parayla 13 Katrilyon) TL’dir. Bu para aslında, “İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp, vicdanlara hapsetme”ye ayrılan paradır. Diyânet, İslâm’ı hayattan yâni dış-âlemden uzaklaştırıp iç-âleme hapsetmek için kurulmuş bir paravandır.  

 

Târih boyunca insanların dinden uzak durmaları ve nefse uygun düşünmeleri, konuşmaları ve hareket etmeleri, dînin “eğlenceli” olmaması nedeniyledir. Fakat Dünya cennet değildir ve Dünyâ “imtihan dünyâsı”dır. İmtihanın olduğu yerde öyle sürekli olarak eğlencenin olmayacağı ise mâlûmdur.

 

İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak(!), “tek ilah inancını (tevhid) hayattan uzaklaştırmak” anlamına gelir. Fakat din-İslâm hayattan uzaklaştırılıp zihinlere ve vicdanlara hapsedilince, “küresel bir bunalım” sardı Dünyâ’yı. Çünkü İslâm, uzak-doğu dinleri gibi salt soyut “düşünce dîni” değildir. Aksine İslâm, “somut”a dönüşmeyi hedef edinen, iç-âlemlere hâkim olduktan sonra dış-âleme de hâkim olup Dünyâ’nın her alanını Kur’ân ve Sünnet örnekliğine göre düzenlemek isteyen bir dindir. İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak “Kur’ân’ı ve de Sünnet’i hayattan uzaklaştırıp vicdanlara hapsetmek” demektir. Lâkin Kur’ân bir hayat kitabıdır ve Sünnet de Kur’ân-merkezli bir hayat pratiğidir.

 

Kur’ân’ı hayattan uzaklaştırmak, helâli, temiz ve meşrû olanı hayattan uzaklaştırıp; haramı, pisliği, gayr-ı meşrû olanı ve günahı hayâtın her alanına yaymakla sonuçlanır. Çünkü İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak, Allah’ın emirlerini ve nehiylerini görmezden gelerek, şeytanın adımlarını izlemek, “güzel örneklik” olan Sünnet’i de yok sayarak müslümanca nasıl yaşanacağının pratikliğini reddetmek demektir.

 

İslâm tek hak dindir. Tüm peygamberler müslümandır ve getirdikleri din İslâm’dır. İslâm hârici dinler ise birer mâneviyat yolu, mistik düşünce ve felsefe sistemleridir. Hakîkatin sâdece bir kısmı ile meşgûldürler ama bütünlükten kopuk oldukları için sapıtırlar ve bu nedenle de bâtıldırlar. Bunların çoğunun Allah ve âhiret inancı olmadığı gibi, dîni kâlplere, vicdanlara ve tapınaklara hapsetmişlerdir. Hayatla, devletle, milletle, sosyâl, kültürel, ekonomik, siyâsal, hukûkî yönleri yoktur. “Semâvi dinler” dediğimiz ama tahrif olmuş olan Yahudilik ve Hristiyanlıkta da bu böyledir. Tabi böyle olmaları onların tümden vahiy-dışı olduğu anlamına gelmez. Lâkin özellikle Hristiyanlık, manastırlara kapatarak dîni hayattan uzaklaştırmış ve sâdece iç-âleme yönelik bir din gibi hareket etmiştir. Bunu yapmalarında bâzı baskılar da etkili olmuşsa da Hz. Îsâ’ya ilk inen vahiyler ve din de İslâm olduğu için, hayâtın her alanına hitâp eder ve bunun mücadelesinin verilmesinden bahsederdi. Lâkin Hristiyanlık Pavlus’la birlikte farklı bir yola girerek Romalılaşmış ve lâikleşmiştir. Böyle olunca da dîni hayattan uzaklaştırmak zorunda kalmıştır. Bu uzaklaştırma en bâriz şekilde manastır hayâtı ve uzlet yaşamlarında görülür.

 

Meselâ bir manastırda 10 yıl keşişlik yaptıktan sonra toplu yaşama uyum gösteremediği gerekçesiyle oradan uzaklaştırılan Aziz Symeon, 3 yılını bir hücrede geçirdikten sonra, insanlarla bağını bütünüyle kesmeye niyetlenir ve şaşırtıcı bir yönteme başvurur. O, bundan böyle, çölün ortasında inşâ ettiği 17 metre uzunluğundaki ve yarım metre genişliğindeki bir kulenin tepesinde yaşayacaktır. Aziz Symeon, projesini uygulamaya koymuş ve yaşamının son 37 yılını (hiç aşağıya inmeden ve hiç düşmeden) bu kulenin tepesinde duâ ve ibâdet ederek geçirmiştir. Kulenin genişliği yarım metreyi aşmadığı için burada uzanarak dinlenmek mümkün değildir. Aziz, uykusu geldiğinde de oturmak zorundadır. Symeon’u tanımlamak için kullanılan “sytlites” unvanı da Yunan dilinde kule/kolon anlamına gelir. Symeon beslenme ihtiyacını nasıl gideriyordu?. Symeon’un ünü az zamanda bütün Hristiyanlık âleminde yayılmıştı. Onu görmeye gelenler, bir sepete yiyecek koyuyor ve bu yiyeceğin Aziz tarafından yukarı çekilmesini bekliyorlardı. Symeon kuledeki 37 yıllık yaşamını tamamladığında, (elinde kitap) duâ eder vaziyetteydi. Aşağıdan ona hayranlıkla bakanların bilmediği şey, Aziz’in  kuledeki yaşamının ne denli çileli olduğuydu. Symeon’un vücûdu hareketsizlikten iflâs etmişti, tabanında derin yarıklar açılmıştı. Din hayâta dönük olmayınca müntesipleri nefislerine zulmediyor ve Allah’ın emretmediği şeyi (ruhbanlık) yapmaya başlıyorlar.

 

Kente (şehir değil) ve denize yaklaşıldıkça İslâm’dan uzaklaşma başlıyor. Zîrâ kent mîmârisinde İslâm’a alan bırakılmamıştır ve böylece İslâm hayattan uzaklaştırılmıştır.

 

Türklerin İslâm’dan önce doğru-düzgün bir kültürleri ve uygarlığı yoktu. İslâm’a girdikten sonra ise; Cumhûriyet Dönemi’ne kadar, (üzerine İslâm serpiştirilmiş) “Îran kültürü ve uygarlığı’na bağlı olarak” yaşarlarken; Cumhûriyet’ten sonra ise, (dîni devletten uzaklaştıran) “Roma (batı) kültürü ve uygarlığı’na bağlı olarak” hayâtiyetlerini sürdürmektedirler. Oysa İslâm onlara bir Medeniyet sunmuştu. Türkler bir türlü Kur’ân ve Sünnet-merkezli o İslâm Medeniyeti ile barışamamıştır. Barışacak gibi de gözükmemektedir. Çünkü İslâm’ı hayâtın her alanında kabûl edememektedirler. Bu durum Selçuklu ve Osmanlı devletleri zamânında bile sorunluydu. Çünkü İslâm’ın yanına bir de “örf” konulmuştu ki örfe haddinden fazla önem veriliyordu ve örf fazla belirleyiciydi. Tabi buna rağmen İslâm’ın apaçık emir ve nehiylerine karşı örfün de bir gücü yoktur. Bu nedenle İslâm bu devletlerde belirleyici olabiliyordu ve hayâta yansıyabiliyordu. Yâni Türkler, İslâm ile birlikte hayatlarında (mutlak anlamda olmasa bile) İslâm ile birlikteydiler. Tâ ki İslâm’ın hayattan uzaklaştırıldığı pagan Roma icâdı cumhûriyet, lâiklik ve demokrasi hâkim olana kadar.

 

Zamânımızda ümmetin fertleri büyük ölçüde “ümmi”dir. Yâni vahiy kültüründen uzaktır. Zîrâ İslâm hayattan uzaklaştırılmıştır ve şeytan, nefs ve tâğutlar yakınlaştırılmış ve hayâtın merkezine çökmüştür.

 

İyiliği istiyorsanız, kötülükten uzaklaşmanız ama İslâm’a yakın durmanız gerekir. Fakat tam tersi yapılıyor ve şeytana, nefse ve tâğutlara yakın durulurken İslâm hayattan uzaklaştırılıyor. Uzaklaştırılan İslâm’dan bir-çokları da uzak duruyor.

 

İslâm’dan uzaklaşmak vahiyden uzaklaşmak demektir. Vahiyden uzaklaşmak ise, “Allah’a göre olmasın, beşere göre olsun” demektir. Lâkin Allah’a göre olmadığında şeytana, nefse ve tâğutlara ve beşere göre olur ki beşere göre olan şey mutlakâ eksik ve yanlış olmaya mahkûmdur. İnsanlığın buhrânının nedeni budur.

 

Müslümanların İslâm ile ilişkileri “uzaktan-uzağa” olduğu için, onu hakkıyla idrâk edemiyorlar ve hakkıyla yaşayamıyorlar. Çünkü İslâm’ı hayattan uzaklaştırmışlar ve kâlplerine, vicdanlarına ve zihinlerine hapsetmişlerdir. Lâkin kâlplerde-vicdanlarda bile hakkıyla hissedilip yaşanamamaktadır. Hayattan uzak kalan İslâm, insanların hak ve hakîkat üzere olmalarını sağlayamıyor ve İslâm hayattan uzaklaştırılıp kâlplere hapsedilince, aslında İslâm’ın hayattan uzaklaştırılmasına bilerek yada bilmeden destek veren müslümanlar da hayattan uzaklaşmış oluyorlar. Hayattan uzaklaşan müslümanlar(!) sapmaya başlıyorlar ve saptıkları yerin hak olduğunu söylemeye başlıyorlar. Dîni, hayattan uzaklaştırıp vicdâna hapsedenler, “bir cezâ olarak” mutlakâ sapıtırlar ve saptırırlar.

 

Modernizm, İslâm’ın-dînin uzaklaştırılması, Allahsızlığın yerleştirilmesidir. Allahsızlaştırılan hayâta ise şeytan, nefs ve tâğutlar hâkim oluyor. Bunlar İslâm’dan boşalan yere çökmüş oldukları için, ana hedefleri “dînin hayattan uzak tutulması” oluyor.

 

Evet; İslâm’ı hayattan uzaklaştırmak şeytanın insanlara kuruduğu en büyük tuzaktır.

 

Modern-seküler sistem, doğal-İslâmî sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırdığı için, doğal-İslâmî sistem de seküler-modern sistemi altını üstüne getirerek ve gürültü ve patırtıyla da olsa “yıkarak” hayattan uzaklaştırmalıdır. Kısasa-kısas’ın sosyâl-siyâsal yönü İslâm’ın devrimci yönüyle böyle tezâhür eder. Zîrâ târih boyunca hiç-bir kötülük sessiz-sedâsız ve güzellikle uzaklaştırıl(a)madığı gibi, hiç-bir iyilik de sessiz-sedâsız ve gürültüsüz-patırtısız ikâme edilmemiştir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2021

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder