“Onlar bir ümmetti; gelip
geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz,
onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz” (Bakara 141).
Kur’ân’ın tüm zamanlar için
geçerli olan, kendine-has bir okuma, idrâk etme ve amel metodu vardır. Kur’ân,
târihselci, gelenekçi, bilimsel, modern, evrensel ve ideolojik yorumların,
eleştirilerin nesnesi yapılamaz. Kur’ân tüm bunları kendi iç-yapısına göre
değerlendirir, eleştirir. O hâlde eleştiri, îtiraz ve inkâr, Kur’ân’a göre
olmalıdır.
İnsanlık târihinde, çok
sayıda örnek kişiler, toplumlar, zamanlar ve mekânlar olmuştur. Kur’ân hakka ve
hakîkate yöneltmiş olan kişileri ve toplumları “güzel örnek” olarak görmüş, bu
örnekliklerin yaşandığı merkezlerini “kutsal yerler” olarak söylemiş ve
göstermiştir. O hâlde eski olanı tümden inkâr etmek ve yeniye tapmak bâriz bir
sorundur. Zîrâ geleneği tümden inkâr etmek kutsalın da inkâr edilmesi anlamına
gelir.
Gelenek: “Öteden bêri yapıla-gelen şeyler, alışkanlıklar ve
geçmişle olan bağlantı” demektir. Tabi biz bu yazıda “gelenek” derken “dînî
geleneği” ama özellikle “geleneksel müslümanlık”tan (İslâm geleneği değil) bahsedeceğiz.
Bir gelenek ancak İslâm’a uygunsa yâni “İslâm geleneği” ise haktır, hakîkattir;
değilse bâtıldır, câhiliyedir.
Geleneğin
elbette eleştirilecek, îtirâz edilecek hattâ isyân edilecek çok yönü vardır.
Geleneğe eleştiri ve îtirazlar elbette yapılacaktır. Zîrâ tüm geleneklere
sayısız uydurma, hurâfe, yalan-yanlış ve zırvalık karışmıştır. Bu uydurmalar,
hurâfeler ve zırvalıklar, başta peygamberler olmak üzere sâlihlerin ortaya
koyduğu güzel örneklikleri perdelemektedir. Hakkı ve hakîkati ortaya koyan ve
hattâ hayâta hâkim kılmaya çalışan kişiler ve toplumların örneklikleri de
böylece örtülmektedir. O hâlde geleneği tümden inkâr etmek küfürdür. Modern insanlar
ve müslümanlar, uydurmaların, hurâfelerin ve zırvalıkların farkına varınca -ayıklamak
zor olduğundan dolayı- geleneği tümden inkâr etmek kolaylığına
kapılmaktadırlar. Fakat aslında insan geleneksiz yapamayacağı için ve klâsik
geleneği inkâr ettiği için, bu sefer de mevcut geleneğe yâni moderniteye,
dolayısıyla modern geleneğe kapılmak zorunda kalmaktadır.
Geleneği
inkâr etmek, peygamberleri de inkâr etmek anlamına gelir. Peygamberimiz’e isnât
edilen yalanları okuyup da inanan ve böylece Peygamberimiz’e düşman olup onu
inkâr edenler, “sâdece Kur’ân” ve “Kur’ân yeter” moduna girip, peygambersiz bir
İslâm ortaya koymak istemekte ve bu uğurda Kur’ân’ı aşırı didikleyerek canını
çıkarırcasına onu tahrif ve tahrip etmektedir. Çünkü bir örneklik olmadığında
ve Kur’ân modern aklın oyun alanı hâline getirildiğinde artık onu yorumlaya-yorumlaya
tam da modernizme uygun hâle getirmekte, modernizme uygun olarak anlamakta-anlatmakta
ve bunda bir zorluk çekmemektedirler. Oysa Kur’ân, Peygamberimiz’i, önceki
peygamberleri ve onlarla birlikte olanları “örnek toplumlar” olarak göstermiş
ve bize onların ortaya koyduğu örneklikleri “güzel örneklik” olarak sunmuştur.
Bu sunuş Peygamberimiz ve sahabe için Kur’ân’da Ahzâb Sûresi 21. âyette
bulunduğu için kıyâmete kadar bağlayıcı olmuştur. Fakat bunu görmeyip yada
umursamayıp da geleneği tümden inkâr ederek ona düşman olunca tüm peygamberler,
güzel örneklikler ve Ahzâb 21. âyet inkâr edilmiş olmaktadır. Geleneği inkâr
etmek, peygamberleri ve onlara gönderilen vahiyleri inkâr etmek anlamına gelir.
Şu da var ki, “geleneği takmayız, sâdece Kur’ân” diyenler, Kur’ân da aynı gelenek
içinde indiğinden dolayı “Kur’ân’ın mevcut zamâna yâni moderniteye uymayan yönlerini
inkâr ederiz” demiş olurlar. Zâten işte bu nedenle Kur’ân’ı modernizme uydurmak
için bir taraflarını yırtmaktadırlar.
Modern: Moda olan. Hemen,
şimdi, yeni olan. Moda-mod, sürekli yenilenen” anlamındadır. Fakat kâinatta
sürekli yenilenen bir şey yoktur. Sürekli bir döngü vardır, hareket vardır ama
yeni bir şey, meselâ gezegen, yıldız ve galaksiler için yeni bir rota ve yeni
bir döngü yoktur. Zâten böyle olsaydı Dünyâ’da hayat olmazdı, zîrâ kâinât kaos içinde
olur, aynen modernizmde olduğu gibi her-şey belirsiz hâle gelirdi. O hâlde
modernizmi yâni sürekli yenilenmeyi matah bir şey zannetmek doğru değildir. Zâten
modernizm yenilenmeyi, öncekini yıkarak, yok ederek ve tüketerek yapmak yolunda
olduğu için, -çünkü hayâtiyetini buradan alır- doğal, fıtrî ve normâl olan bir
şey bırakmaz. O hâlde geleneği inkâr etmek ve onun yerine moderniteye tapmak;
normâle, fıtrata ve doğala aykırı davranmak, “sanalı, sûnî olanı, bâtılı kabûl
etmek ve ona tapmak” anlamına gelir.
Gelenekçiler, geleneğin
yozlaşmış tarafı dâhil tümüne “mest” olurlarken; gelenek düşmanları olan
modernler de, geleneğin tümüne düşman oluyorlar. Hâlbuki geleneğin yozlaşmış
tarafına “düşman” olmalıdırlar. Gelenekçiler de geleneğin hakkı-hakîkati ortaya
koyan, güzel örnekliğin ortaya konduğu yanına mest olmalıdırlar. Fakat böyle
olmayınca gelenekçiler geleneğe, modernler de modernizme tapmaktadırlar.
Modern fikirlerin ve üretimlerin kabûlünü
kolaylaştırmak için eski değerlere saldırmak ve onları gözden düşürmeye
çalışmak şarttır. O yüzden modernizme kapılmak için ihtiras duyanların hiç-bir
ayırım yapmadan geleneğe sövdükçe sövdüklerini görürsünüz.
Batı, dîni, bilimin gelişmesinin
önündeki ana-engel olarak görür. Batı’ya meftûn olan modern müslümanlar da -sözde-
dinden vazgeçmiyorlar ama batı’ya göre geri kalmanın faturasını geleneksel-klâsik dîne yüklüyorlar
ve dîni düzeltmek için onu modernleştirme yoluna düşüyorlar. Tabi tam da moderniteye
uydurarak ve modernliğin istediği gibi. Böyle yapınca geleneği tümden inkâr
etmek şart oluyor ve sonuçta geleneği inkâr ederek modernizme tapmış oluyorlar.
Çünkü zâten merkeze dîni değil moderniteyi almaktadırlar. Oysa beğenmedikleri
gelenek, müslümanların her alanda Dünyâ’nın hâkimi olduğu zamanlardır. İşte
modernite bu zamanları hatırlamak istememektedir. O hâlde geleneği tümden inkâr
etmek, aslında modernizme tapmanın bir sonucudur. Zîrâ modernizm gelenekten ve
eski olandan nefret eder. Çünkü hayâtiyetini bundan alır.
Nasıl ki
hurâfelere boğulmuş olan gelenek câhiliye ise, modern hurâfelere boğulmuş olan
modern gelenek yâni modernizm de bir câhiliyedir. Bu-gün bir-çok müslümanın modern
uygarlık olarak algıladığı/bildiği şey, İslâm’a göre “câhiliye” diye bilinen
uygulamaların uyanışıdır. An îtibârıyla mevcut olan şey de “modern câhiliye”dir.
Câhiliye, hurâfe ve zırvalıklar sâdece klâsik dönemlerde ve gelenek içinde
ortaya çıkmaz. Hattâ modernizmde daha fazla hurâfe ve zırvalık vardır. An
îtibârıyla bu hurâfelerin içinde yaşanıldığı için farkına varılmıyor ama
ileride yaşayacak olan insanlar, modern insanın ne kadar da câhil ve hurâfeci
olduğunu konuşacaktır ve kanımca şöyle diyeceklerdir: “Geleneği inkâr etmişler
ama modernizme tapmışlar”.
Modernizmin ağır kuşatması
altında seküler sistemlere îtirâza cesâret edemeyen müslümanlar, “gelenek
eleştirisi”yle idâre ediyorlar. Zâten onların ancak gelenek eleştirisi
yapmalarına izin veriliyor. Fakat bu-arada modern hurâfeler gırla gitmekte ve
böylece modernizme din edinilerek tapılmaktadır. Zîrâ hayâtı ne belirliyorsa
din odur. İslâm’a göre hayâtı belirleyecek olan, Kur’ân ve peygamber
örneklikleridir. İslâm budur. Fakat hurâfelere boğulmuş olan gelenek ve modernizm,
hayâtı belirlediğinde bâtıl dinler ortaya çıkar ve insanlar bir bâtıldan başka bir
bâtıl içinde savrulup giderler.
Geleneksel toplumda bilgelik
yaşlılardayken, modern toplumda gençler, modernitenin etkisiyle yaşlıları
“bunak” olarak görmektedirler. Modern gençlik için yaşlılar geleneksel insanlardır
ve onların düşüncelerinin ve yaptıklarının tamâmı gelenekten dolayı -güyâ- câhilcedir.
Oysa aslında bu suçlama modernizme tapanlar için geçerlidir.
Modern dünyâyı sımsıkı
kucaklarken gelenek eleştirisi yapmak samîmiyetsizliktir. Modernizmi aşırı
sâhiplenerek geleneğe aşırı karşı çıkmak, “yeni karının yanında eski karıyı
eleştirmek ve ona yüz vermemek” gibidir. Fakat o yeni kadın da bir zaman sonra
daha yeni bir kadının yanında eski ve geleneksel kadın gibi olacaktır.
Gelenek ve görenekler,
aslında o halkın eski dinlerinin ve düşüncelerinin uygulamalarıdır. Zamânında
onlar da yeniydi. İçinde yaşanılan mevcut yeni, hurâfe olarak görülmediği için,
modern olarak görülmekte ve kutsanmaktadır. Fakat modern zihniyet, günümüzden
20 yıl sonrayı da eskitmiş ve geleneksele bağlamış olacaktır. O zaman da, bu
gün kutsadığı ve taptığı zamâna sövmeye başlayacaktır. Kendi yaptığı putunu
yemek böyle bir şeydir işte..
Romalılar, Roma
Uygarlığı’nın köklü geleneklerinden nasiplenmemiş olanları “barbar” sözcüğüyle
tanımlıyorlardı. Bu tutum şu-anda da geçerlidir. Modernizm bir greko-romen
uygarlıktır. Bu uygarlığa ayak uydur(a)mayanlar barbar, yobaz, ilkel, gerici,
terörist ve geleneksel olarak kabûl ediliyor.
Eski gelenekten kurtulma
isteği, “yeni geleneğe kolayca bağlanma durumu”ndan hattâ yeniye yâni moderniteye
tapmaktan dolayıdır. Bu tapma “tam teslim olma” şeklinde bir tapınmadır.
Muhâfazakârlık, “İslâm
geleneği”ni değil, “geleneksel İslâm”ı savunmaktır. Muhâfazakârlığı yâni
“geleneksel müslümanlığı” belirleyen şey âdet ve geleneklerdir. Oysa İslâm
geleneğini belirleyen şey Kur’ân ve de Sünnet’tir. Hiç-bir toplum geleneksiz
olamaz, mutlakâ bir gelenek içindedir. Modernizm de bir gelenektir fakat modernizm
bâtıl bir gelenektir. Zîrâ İslâm’a düşmandır. Modernite, “İslâmî gelenek”
düşmanıdır. İlginçtir ki geleneksel İslâm’a tapanların bir-çoğu da İslam
geleneğine düşmanlık yapmaktadır. İslâm geleneğine yâni Kur’ân ve Sünnet’in
belirlediği hayat-tarzına hem geleneksel müslümanlar hem de modern müslümanlar düşmandır.
Günümüzde İslâm geleneği,
modernizm tarafından “öteki” îlân edilmiştir. Bu nedenle de İslâm moderniteye
uyarlanmak ve böylece modernitenin nesnesi yapılmaktadır. Fakat varlık ancak
zıddıyla var kalabilir. Modernizm, geleneği yok etmekle kendini yok ettiğinin
farkında değil. Gelenek çöktüğü ölçüde modernizm de çöker. Yâni bâtıl, “hak”
olmadan yapamaz. Fakat mü’minlerin farkı, “hak ve hakîkatin yanında durup bâtıla
düşman olmak”tır.
Modern müslümanlar modernizmin
hurâfelerini, yanlışlarını ve zararlarını hiç konuşmadan sürekli olarak gelenek
eleştirisi yapmakla oyalanmaktadırlar. Gelenek eleştirisi de olmasa müslümanlar
işsiz kalırlardı. Eskinin eleştirilmesi önemlidir ama eleştiriyi sâdece eskiye
ve geleneğe hasretmek, modernitenin hurâfelerini zamanla benimsemeye neden
oluyor. Böyle olunca da gelenek tümden inkâr edilip modernizme tapılmaya
başlanıyor.
Bir insan sürekli olarak modern-bilim
ve teknolojiyi övüyorsa, sürekli olarak kadınları öne çıkaran şeyler
söylüyorsa, demokrasiye, lâikliğe, kapitâlizme ve moderniteye hiç-bir eleştirisi
yoksa ve sürekli olarak gelenek eleştirisi yapıyorsa, o kişi İslâm’dan ziyâde
“modernite dîni” üzeredir ve moderniteye tapmaktadır.
Tutarlı bir gelenek eleştirisi,
geleneği ancak modern gelenekle yâni modernizm ile birlikte eleştirmekle hattâ
modern geleneği daha çok eleştirmekle olur. Samîmiyet ve ciddiyet ancak böyle
ortaya çıkar. Yoksa modernizmin, nefsi kışkırtan zevkleri içindeyken geleneği
eleştirmenin bir anlamı ve önemi yoktur. Zâten moderniteden bağımsız bir
gelenek eleştirisi yapanların kuru laftan başka kayda değer bir iş yaptıklarını
göremezsiniz. Kendileri söyler, kendileri dinler yâni ancak kendi aralarında
konuşurlar. Müslümanların hâl-i pür melâlinin nedenlerinden biri de eleştiriyi,
îtirâzı ve isyânı sâdece geleneğe has kılıp moderniteyi es geçmeleri nedeniyledir.
O hâlde ey modernler!;
moderniteye sağlam bir eleştiri, îtirâz, isyân ve “küfür” etmedikçe ona
tapmaktan kurtulamayacaksınız ve Dünyâ’da rezil olacağınız gibi, âhirette de
acı azapla karşılaşmanız kaçınılmaz olacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder