“Andolsun,
onları hayâta karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha
ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca
yaşaması onu azabtan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir” (Bakara 96).
İnsanlar
delicesine yaşamak istiyorlar. Hiç kimse
100 yaşından önce ölmek istemiyor; hattâ ölmek istemiyor. Sanki önemli bir şeyler yapacaklarmış gibi. İnsanlar belli
bir yaştan sonra 70 yıl yaşasa da, 100 yıl yaşasa da aynı şeyleri tekrar-tekrar
yaşamaktan başka bir şey yapmazlar. Önemli olan, sürekli ve etkili bir şeyler
yapabilmektir. Peygamberimiz “iki günü bir olan bizden değildir” der. O hâlde
yararlı şeyler yaparak yaşamak önemlidir. Yoksa hiç-bir şey yapmadan ve hattâ
hastalıklarla da boğuşarak uzun süre yaşamanın ne anlamı var?.
İnsanlar kanımca uzun yaşamı, âhirete tam
îman etmedikleri ve bu nedenle de “bâri Dünyâ’da uzun bir süre yaşayayım da,
öldükten sonrası kesin değil” düşüncesiyle istiyorlar. Tabi Dünyâ, her ne kadar
acıları da olsa yaşamak için güzel bir yer. Yaşamak zâten güzel bir şey. Fakat
Dünyâ yaşamı, geçici bir imtihan içindir. O yüzden sonsuz nimet diyârı olan
cennette yaşamayı hak edecek şekilde yaşamak önemlidir. Fakat gelin görün ki insanlar,
Dünyâ’daki “uzun yaşamı”, cennetteki “ebedî yaşama” tercih ediyorlar. Oysa Dünyâ’da
sınırsızca yaşamanın bir karşılığı yoktur. O hâlde uzun yaşamaktan ziyâde,
kaliteli bir yaşam önemlidir. Lâkin insanların büyük çoğunluk “hayatta
kalma”nın mücâdelesini veriyor.
İki çeşit insan vardır. Bu insan tipleri,
hayâtı hangi merkezde yaşadığına göre ayrılır: 1-Dünyâ-merkezli yaşamayı
seçenler. 2-Âhiret-merkezli yaşamayı seçenler. Âhiret-merkezli yaşamayı
seçenler Dünyâ’dan nasiplenebilirler, fakat Dünyâ-merkezli yaşamı seçenler
âhiretten olumlu faydalanamazlar.
Biz Dünyâ’ya
cennetteymiş gibi nîmetler içinde ve uzun bir süre yaşamaya değil, “cennette yaşamayı
kazanmak için” geldik. Çünkü bu dünyâda “cennet-vâri bir yaşam isteği”nin
karşılığı yoktur. Dünyâ’yı dibine kadar haz içinde uzunca yaşama hırsı, âhiret
şüphesinden kaynaklanır. Dünyâ’yı ıskalamamak düşüncesi Dünyâ’nın ve insanların
başının belâsı olmuş durumdadır. Zîrâ böylelikle âhiret ve din ıskalanmakta ve
kişiyi hem Dünyâ’da zor bir yaşam beklemekte, hem de âhirette acı bir azap beklemektedir.
Çünkü uzun yaşam hırsı ile Dünyâ’da insanca ve müslümanca yaşamak düşüncesi ve
eyleminden vazgeçilmektedir.
Ölüm
“kaçınılmaz son” olsa da, biz tabî ki bu Dünyâ’ya ölmeye değil, yaşamaya
geldik. Fakat bu yaşam, insanca ve müslümanca bir yaşam olmalıdır ki o eşsiz
cennet diyârında uzun bir yaşam ve sonsuz nîmetler içinde olabilmeyi hak edelim.
Modern hayattaki
“yaşamak” ile, klâsik zamanlardaki “hayat sürmek” kavramları aynı şey değildir.
Aradaki fark, “rûh”tur. Dünyâ’da rûhtan yoksun şekilde 1.000 yıl da yaşansa o
yaşam çok bereketsiz olacak ve o yaşam süresi bile insana yetmeyecektir. Rûh
ile yâni İslâm ile, Kur’ân ve Sünnet ile birlikte yaşamak yaşamı
bereketlendirecek ve insan Dünyâ yaşamına mâkûl bir yaşta bile doyacaktır.
Demek ki önemli olan, bereketli bir yaşamdır. Bu da Allah’ın emrettiği gibi bir
yaşam ile olabilir ancak ki o yaşam-şekli de Kur’ân ve Sünnet’e göre yaşamak
şeklindedir.
Uzun yaşamak bir
başarı mıdır?. İnsanlar içinde, belli bir yaşa geldiğinde aynı yaştaki
başkasını gördüğünde ve kendi dinçliği yanında diğerinin çöktüğünü görünce
kendisi ile gurur duyanlar vardır. Peki niçin böyle olmuştur?. Biri niçin
çökmüştür de diğeri daha diri durmaktadır?. Hayat herkese standart bir
yaşam-şekli getirmiyor. İnsanların genetik yapısı da aynı değil. Daha çok
ezilenler daha çok ve çabuk yaşlanıp çöküyor. Hastalar, travma yaşayanlar,
sevdiklerini kaybedenler, işleri daha ağır olanlar, gadan alıp başkaları için
kendilerini paralayanlar, kendisine sevmeyenler ve acımayanlar, garibanlar ve
sağlığının-gençliğinin kıymetini bilmeyenler daha çok ve çabuk
yaşlanmaktadırlar. Dünyâ’nın bin-bir hâli var. İnsanın başına öyle hâller gelir
ki, onu kısa zamanda perişan edip çökertir. Kimilerini de düşünce çökertir.
Üzerinde hissettiği ve üzerine aldığı maddî-mânevî sorumluluk çökertir.
Mü’minleri, Allah’ın kontrôlünde olmak çökertir. Kimilerini de Kur’ân çökertir.
Meselâ Peygamberimiz’i Hûd Sûresi çökertmişti:
Hz. Ebû
Bekir (r.a.), Allah Resûlü’ne sorar: “Yâ Resûlullah!. Saçınızda ak görüyorum.
Birden-bire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?”. Ve iki cihan serveri cevap
verir: “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât Sûreleri ihtiyarlattı” (Tirmizî, Tefsir 57).
Öyle ya; “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” diyen Hûd
Sûresi mü’minlerin belini büker.
Dünyâ’da
yaşayacağız elbette. Orta hâlli ve sağlıklı bir şekilde yaşayacağız. Dünyâ
nîmetlerinin büyük çoğunluğu helâldir. Harama-helâle dikkat ederek Dünyâ’da
yaşayacağız. Fakat Dünyâ “geçici bir imtihan alanı”dır ve aslında çok kısa bir
yaşam süresi vardır. Bunu göreceğiz ve kabûl edeceğiz ve de ona göre hayâtımıza
yön vereceğiz. Hayat ancak bu şekilde bereketlenir ve insan yaşamaya doyarak
tatmin olur, aksi-hâlde hayat bereketsiz olunca Dünyâ’da bin yıl yaşansa da insan
yine kanmaz ve tatmin olmaz. Çünkü:
“Bilin ki
(tek başına, âhiretin hesâba katılmadığı) dünyâ-hayâtı ancak bir oyun,
‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme
(süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab ve Allah’tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey
değildir” (Hadîd 20).
Entropi
bir gün herkese gâlip gelecektir. Bu nedenle kişi 10 sene 20 sene fazla yaşasa
da sonunda ölüme kesin olarak yenilecektir. Önemli olan Allah’lı bir yaşamdır. En
büyük kibir, Allah’sız yaşamaktır.
“Yeni imkânlar sâyesinde insanın hayâtı
hemen-hemen otuz sene daha uzatılabilecek” deniyor. Fakat bu, can sıkıcı ve boş
bir hayat olacaktır. Zîrâ anlamlı bir hayat olmayacaktır bu, bereketsiz
olacaktır. Sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir. Modernizm
“akıllarda kalacak” gerçek hayatlar yaşamaya izin vermiyor. Bu nedenle
modernizmin sağlayacağı -sözde- yaşamlar bereketsiz yaşamlar olacaktır.
Size “yaşama
sevincini” ne veriyorsa, rabbiniz de odur. Fakat Allah’tan başka Rabler,
insanları yarı-yolda bırakır ve âhirette ise hiç görünmezler bile.
Yaşamak demek,
birilerine bir şeyleri göstermek ve kanıtlamak demek değildir. Yaşamak nerde ve
ne zaman olursa-olsun, kendini Allah’a kanıtlamak demektir. Yaşamak, “Allah
için yaşamak”tır. Aksi-hâlde “hayat süren leş” olunur. Yaşamak, “doğru-dürüst
yaşamak”tır.
Modern insan
kentlerde, yaşamıyor, sâdece bulunuyor. Gariban, hem doğal yaşamdan, hem de
modern yaşamdan mahrumdur. Modern Dünyâ’da yaşamak, “bir cendere içinde
yaşamak”tır. O cendere kimileri için pamuklu, kimileri için de dikenlidir. Şiir
gibi bir yaşamak varken; “zehir gibi” yaşamlar dolduruyor Dünyâ’yı. Bu yüzden yaşamak, aslında yavaş-yavaş ölmek oluyor.
“Ânı
yaşamak” düşüncesinin aşırıya kaçması, “ne dünü ne de yârını düşünmeyip hesâba
katmamak” anlamında, koca bir aymazlıktır. Çok yaşamak istiyorsanız, sabahları erken kalkın.
Ses çıkarmak,
hayatta olunduğunun kanıtıdır. Hayâtı dibine kadar yaşamak ise, zulme isyân
etmekle (ses çıkarmak) olur.
Tıp, bitkisel ürünler, gıdâ
takviyeleri, spor vs. çeşitli şeyler hep uzun yaşamak için, daha uzun yaşamak
için insanların medet umduğu şeylerdir. İnsanın kendisine dikkat etmesi iyi ve
önemlidir tabî ki. Fakat ömür, biraz da Allah’ın istemesi ve izin vermesine
bağlıdır. Zîrâ insan uzun yaşamak için tüm önlemleri alamaz. Resmî kayıtlara
göre Dünyâ’nın en uzun yaşayan kadını Fransız Jeanne
Calment’tir ve 122 yaşında ölmüştür. Ölene kadar da sigara içmiştir.
Jeanne Calment’e; “uzun yaşamanızın sırrı nedir”
diye sorulduğunda: “Sarımsak, sigara, çikolata, kırmızı şarap ve zeytinyağı” demiştir.
Tevratta da
insan için belirlenen en uzun yaşın 120 olacağı söylenir. “RAB, ‘Rûhum
insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür’ dedi. “İnsanın ömrü yüz yirmi yıl olacak” (Tekvin’e 6,3).
Dünyâ’da uzun
süre yaşamak bir cezâ da olabilir. Âhiret-merkezli yaşamayanlar “Dünyâ ile
cezâ”landırılırlar. Buhrân ve bunalım içinde yaşamak “yaşamak” değildir. Önemli olan, tam da Allah’ın istediği ve emrettiği gibi
yaşamaktır, zikir ve şükür içinde. İşte bu şekilde yaşayanlar cennetteki uzun
yaşamı umabilirler. Amaç “Dünyâ’da uzun yaşamak” değil, “cennette ebedî
yaşamak”tır.
Modern insan dînin hiç-bir
gereğini yerine getirmiyor. Çünkü uzun yaşamaya öyle bir kilitlenmiştir ki, bir-anda
ölüvereceğini hesap etmiyor. Uzun yaşama düşüncesi ölümü, ölümü düşünmemek ise
Allah’ı unutturuyor.
Dünyâ’da tüm
insanların kabûl ettiği en kesin gerçek, kaçınılmaz olan ölümdür. Ondan
kaçmanın hiç-bir anlamı ve çâresi yoktur. O bizi hiç beklemediğimiz yada
beklediğimiz bir anda bulacaktır:
“De ki:
‘Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle
karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşâhede edilebileni de bilen (Allah)a
döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir” (Cum’a 8).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder