“Şüphesiz insan çok
hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır” (Meâric 19).
“…Şüphesiz,
Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe
değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).
Hırs, maddeyle yâni dünyevî-beşerî
şeylerle alâkalıdır ve sınırsızlığı ifâde eder. Eğer hırstan söz ediliyorsa
onun bir sınırı olmaz. Zâten sınırı olmadığı için ona hırs denir. İslâm ise, hırsı
sınırlar yada yok edip, îmânı ve takvâyı yanî sorumluluk bilincini ve Allah
korkusunu öne çıkarır. Mü’minler, din ve Dünyâ konusunda hırsla değil, îman ve
takvâ ile hareket eder.
Mal-makâm ve şöhret-şehvet,
insanı mutlakâ hırslı yapar. 2S ve 2Ş diye formüle edilen servet-siyâset ve
şöhret-şehvet, hırsın tavan yaptığı alanlardır ve bu bağlamda hırsı tavan yapan
kişi hırs-merkezli olur. Hırs-merkezli olunca dünyevî-beşerî olmuş olur. Dünyevî-beşerî
olunca da her-şeyi madde-merkezli düşünmeye ve yapmaya başlar. Zâten seküler ve
gayr-i İslâmî sistemlerde en ünlü, en şehvetli, en zengin ve makâmı en yüksek
kişiler, paraya ve îtibâra doymayan hırslı kişilerdir. Çünkü hırslı olmak
zorundadırlar. Bulundukları konuma onları hırsları getirmiştir ve hırsları
sâyesinde orada durmaktadırlar. Bu şeylere ulaşmak ve hırslı kişilerin ulaştığı
şeylere ulaşmak isteyenler onlar gibi hırslı olmak zorundadırlar. Çünkü bunun
başka bir yolu yoktur. Tabi bu tür insanlar hırslı oldukları yâni hırs-merkezli
oldukları için, takvâdan, dinden-İslâm’dan kopuk yada Dünyâ’yı âhirete tercih
eden insanlar olurlar. Hiç kıvırmaya ve aşırı yoruma gerek yok; bu böyledir.
Takvâ ile hırs aynı şey değildir ve aynı yerde bulunamaz.
Allah rızâsı için, âhiret
korkusu için, îman nedeniyle, takvâ bilinciyle hareketli ve üstün bir çaba içinde
olanlar ise hırs sâhibi değildirler. Onlar îmandan kaynaklanan takvâ ve
sorumluluk bilincine sâhiptirler ki bu îman ve takvâ çok kesin ve yoğun olduğu
için onları yerlerinde oturtmaz ve onları tam da Allah’ın râzı olacağı bir
kulluk ve hedef için tüm gayretlerini göstermeye ve varlarını-yoklarını ortaya
koymaya yâni onları adanmaya iter ve yönlendirir. Bu nedenle hırs ile takvâyı
birbirine karıştırmamak gerekir.
Dünyâ şu-anda, “hırs”ın
kuşatması altındadır. Modernite bir “hırs uygarlığı”dır. İnsanları hırslı olmaya
yönlendirir. Aslında Dünyâ’nın formatı gereğince, tüm insanlar en yoğun şekilde
hırslı olsalar da herkes hırsının karşılığını göremeyecektir. Fakat sistem yine
de insanları hırslı olmaya yönlendirir. Çünkü hırslı olmak, şeytanın, nefsin ve
tâğutların kontrôlünde olmak demektir. Bu durum nefislere bir haz verir ve bu
nedenle de bir karşılık bulunamasa da hırs sürdürülür. Modernite hırslı
olmayanlara çok fazla bir alan bırakmaz ve hırslı olmayanlara imkân tanımaz. Hırslı
olmanın bir rajonu vardır ve o rajona uymayanlar hırslı değil demektir ve onlar
sistem içinde bir şekilde elenerek hayâtın kıyısında-kenarında yaşamak zorunda
kalırlar yada bırakılırlar. Hırslı olmayanlar silik, ezik, ilkel, yobaz vs.
olarak görülürler ve kabûl edilirler.
Dünyâ’yı dibine kadar yaşama
hırsı, âhiret şüphesinden kaynaklanır. Hırslı olmak için âhiret ya ikinci plâna
atılmalıdır yada tümden hesap-dışı bırakılmalıdır. Zîrâ insan Dünyâ’ya hırsla
asılırken âhiret düşünemez.
İktidâra, paraya, şöhrete ve
şehvete yaklaştıkça “iştah” ve hırs artar. Hırs, bu dört şeyin içinde
mündemiçtir ve şeytan bu dört şey üzerinden insana saldırır ve onları ayartmak
için bu dört şeyi fısıldar durur. İştah arttıkça “hırs” artar, hırs arttıkça
“din” azalır. “Hırs” ile din birlikte olamazlar. Bu nedenle Allah: “Bu,
kendisinde şüphe olmayan, muttakîler (takvâlılar) için yol gösterici bir
kitaptır” (Bakara 2) der. Allah “takvâda yarışın” derken, birileri,
Allah’tan başkalarına “tapma”da yarışıyorlar. Hırsta yarışıyorlar.
Mal-mülk-makâm ve şöhret-şehvet toplamak için yarışıyorlar. Tâ kabirlere kadar
sürecek bir yarıştır bu.
Maddî hırslar mânevi
değerleri blôke etmişse, “insanlar insanlığından çıkmış ve nefsinin güdümüne
girmiş” demektir. En büyük sefillik, takvâdan uzaklaşmak ve nefsin peşinden
hırsla koşmaktır.
İnsan târih boyunca, hırslarını gerçekleştirmek ve
amacına ulaşmak için başka insanlara zarar vermekten kaçınmamıştır. Yumurtasını
pişirmek için Dünyâ’yı yakabilecek insanlar vardır. Çünkü hırs merhâmetsizdir
ve ezip geçer; takvâ ise “sorumluluk” demek olduğundan dolayı, takvâ sâhipleri
karıncayı bile incitemezler.
Hırslı olmanın bedeli,
hırslı kişinin hedefine ulaşamadığında ve bir umut kalmadığında kısa sürede
tükenip bitmesidir. Hırslı insanlar bir umut kalmadığında çabucak soluverirler.
Hırsın panzehiri, ölüm korkusudur. Hırs zâten işte o ölümü ötelemek ve o
korkudan uzaklaşmak içindir. Çünkü “yok olmayacak bir mülk” olursa, güyâ ölüm
uzaklaşmış olacaktır. Şeytan Hz. Âdem ve Havvâ’yı yok olmayacak
bir mülk ile kandırmıştı:
“Derken şeytan, Âdem’in kafasını
karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem, sana ebedîlik ağacını, yâni yok
olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü göstereyim mi? (mülkü la yebla)” (Tâhâ 120).
Bu âyet
insan ile şeytan arasında hâlen devâm ede-gelen bir konuşmadır. Şeytan’ın bu
vaâdine kapılan-kapılana. Çok olunca “yok olmayacağını” zanneden insanlar, hırsla çoğaltmanın
peşine düşüyorlar.
Ölüm korkusu aslında âhiret
ve Allah korkusudur. Sorgulanma korkusu. Bu da takvâlı olanlarda yâni haşyet
nedeniyle sorumluluk bilinciyle hareket edenlerde vardır. Hırs-merkezli
olanlarsa, Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı ve bir gün ölümle son bulacak bir
hayatlarının olduğunu unutmak için hırsla Dünyâ’ya sarılmaktadırlar. Tabi bu
kaçış ancak ölüme kadar sürebilir.
Üzerlerine azap gelen kavimlerin
işledikleri günahların tümü ve daha fazlası, şu-an modern dünyâda modern insan
tarafından hırsla işlenen benzer günahlar nedeniyle olmuştu. Hırs mutlakâ
günaha dâvetiye çıkarır ve dâveti alan nefisler de mutlakâ dâvete icâbet eder. Hırs,
insanı bencil yapar, en önde olma düşüncesi oluşturur ve hırslı olanlar bu
uğurda diğerlerini ezmeyi bile göze alabilir. Bir yazıda hırs hakkında şunlar
söylenir:
“Her hırslı
insan kıskançtır. Hırslı olup da kıskanç olmayan insan yoktur, olamaz da. Eğer
hırslı olup da kıskanç olmadığını düşünen varsa hırsı ‘azim’le karıştırıyor
demektir. Çünkü hırs, ‘bir şeyi tutkulu olarak isteme güdüsü’dür. Azim ise ‘zorluklara
karşı dayanıklı, sağlam, sabırlı ve kararlı olma durumu’dur. Eğer bir şeyi
tutkulu olarak isterseniz önünüzdeki her engeli yıkmak istersiniz. Dikkat edin,
her engeli diyorum?. Yâni istediğin şeyde senden daha iyi olanı da. O insan
seni rahatsız eder. Ya onu yenmek için türlü entrikalar yaparsın yada kendini
paralarsın. Ama ne yaparsan-yap her zaman senden daha iyisi vardır. Eğer bunu
bilir de herkesi yenmek gibi bir budalalığa kapılmazsan ve istediğin şeyde
elinden geleni yapıp dimdik durursan; o şey için gerekli kararlılığa sâhipsen o
şeye ulaşırsın. Hem de kimseyi yenmeden. Kimseyi incitmeden. Başkasını yenmek
isteyenler, başkasının kendisinden daha iyi olduğunu düşünenlerdir. Hırslılar
kendisinden daha iyi olanı çekemez. Ve tüm bunlar sebebiyle hırslı olanlar
kıskançtır.
Bir anlam
için, doğrusunu ve iyi olanı yapmak için azimle hareket eden amacına ulaşır.
Hırs için hareket eden hiç-bir yere ulaşamaz. Zâten hırsın içinde doğru olan, iyi
olan ve anlamlı olandan ziyâde aşırı tutkulu bir ‘kazanma’ isteği vardır.
İstediği şeyin doğru, iyi yada güzel olması veyâ bunu hak edip hak etmemiş
olmak hırslı insan için önemli değildir. Hırslı insan için önemli tek bir şey
vardır: Kazanmak. Yanlış olanı yapsa da, kötü olanı yapsa da, hak etmediği bir
şeyi istese de”.
Peygamberlerin içinde zengin
olanı yoktur. Kişisel bir servete sâhip olanı yoktur. Çünkü İslâmî mücâdelede
böyle bir şey olmaz. Peygamberlerin nübüvvetten önce bir zenginlikleri olsa
bile zenginliklerini İslâmî mücâdele ile birlikte paylaşmış, harcamış ve
tüketmişlerdir. Peygamberimiz’in ve sahabenin örnekliğinde bu çok bâriz bir
şekilde görülür.
Hz. Süleyman’ın serveti
kişisel bir servet değil, devletin zenginliği idi. Devletin zenginliği hükümdara
isnât edilir. Hz. Süleyman’da “mal yada at sevgisi” değil, “hayır sevgisi”
vardır. “Hayr sevgisi”nden dolayı zenginlik istiyordu. “Zenginliği tüm
insanlara paylaştırmak sevgisi” yer etmişti onda. O, bunu, Allah’ı zikretmenin
bir şekli olarak görüyordu:
“Fe kâle
innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî, hattâ tevârat bil hıcâb”. “Gerçekten
ben, ‘hayır sevgisi’ni (hubbel hayr)
Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim” (Sâd 32).
Hz. Süleyman’ın hâkimiyetini,
kendisine gösterişli malın sevdirildiğini ve sarayının gösterişli olduğunu
söyleyip duranlara şunu söylüyoruz; Hz. Süleyman’a sevdirilen şey, lüks ve gösterişli
mal değildi. Ona sevdirilen şey, “mal sevgisi” değil, “hayır sevgisi”dir:
“Ahbebtu hubbel hayr”=“Hayrı, hayra ulaşmayı sevdim” diyor Hz. Süleyman. Hayrın
herkese eşit bir şekilde ulaşmasını sevmiş. Bunu zikredip durmuş.
Saraya ve gösterişe
takılmaya gerek yok. Zâten Hz. Süleyman’ın sarayı, kendisinin de çok iyi
bildiği gibi, kısa bir zaman sonra, tüm sarayların âkıbetine uğruyor ve yıkılıp
gidiyor. Geriye ise “Allah için yapılan hayr” kalıyor. Gösteriş ebedî olamaz
çünkü. Ebedî olan, gösteriş diyârı “cennet”tir. O ebedî gösterişli ve ihtişâmlı
yaşam, muvahhid müslümanların hak ettiği ebedî cennette olacaktır Allah’ın izni
ile. O hâlde Dünyâ’daki gösteriş, “cennete şirk koşmak” anlamına gelir.
“Malı ‘bir yığma tutkusu
ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 20).
“ Sonra da o hırsla daha da arttırmamı umar” (Müddesir 15).
Hırsın olduğu yerde
hırsızlık da vardır. Zîrâ hırs, hırsızlığa kapı açar. Hırsızlık profesyonelce
yapılan bir hırsızlığa döner ve insanlar onu hırsızlık olarak görmezler. Fakat
profesyonel hırsızlık da bir hırsızlıktır hattâ cezâsı daha ağırdır.
Demokrasi yâni gayr-i İslâmî
siyâset bir “hırs kavgası”dır. “Devletin mülkünü kim idâre edecek hırsı ve
kavgası”dır demokrasi. İslâm’da ise, sorumluluk bilincinden dolayı görev için
hırs gösterilmez. Liyâkatli olanlar elbette “bu işi ben yaparım” diye öne
çıkmalıdır fakat takvâ onları biraz çekingen kılar. Zîrâ siyâset lüks içinde
yaşama ve yan gelip yatma işi değil, üstün çaba ve gayretle takvâya uygun işler
yapmak demektir. İslâm’da siyâsete züğürt girilip de zengin olarak çıkılamaz ve
hattâ belki de varlıklı olarak girilip yoksullaşmış olarak bile çıkılabilir.
Zîrâ takvâ bâzılarında aşırı titiz davranmayı gerektirebilir.
Spor da hırsın tavan yaptığı
bir etkinliktir. Öyle ki, sporcular “birinci” olmak için doping kullanmak da
dâhil her-şeyi yapabiliyorlar. Zîrâ sporun doğasında çok yoğun bir hırs vardır.
Bu hırs sporcuların kendilerini fiziksel olarak paralamalarına neden olur. Öyle
ki bu nedenle sporcular çok da uzun yaşamazlar. Zîrâ spor zararlıdır ve vücûdu
aşırı yıprattığından dolayı insanı kısa zamanda tüketip bitirir.
İslâm’a göre “üstünlük”
takvâda iken; lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-bireyci-demokratik-emperyâlist
sistemde üstünlük hırsta ve “tüketim”dedir. “Hırsla tüketmek”tedir. Müslümanlar,
takvâdan vazgeçip hırsa ve hazza kapıldılar. Bu durum “târihin sonu” anlamına
gelir. Müslümanların “mânevî bağışıklık sistemleri (takvâları)” zayıfladı ve
çökmeye yüz tuttu. Zîrâ nefisleri çok fazla kışkırtıldı, hırsları ve hazları
tatmin edilemez hâle geldi-geliyor.
En takvâlı kişi, hayâta en çok
müdâhale eden kişidir. Takvâda bu müdâhale, “Allah rızâsı ve âhiret endişesi
için” olan müdâhaledir. Çünkü kendisinde zuhûr etmiş olan îman ve sorumluluk
bilinci yâni takvâ, onu yerinde tutmaz ve hayâtın tam da merkezine atar ve kişi
bu uğurda kendisini Allah yoluna adar. Hırslı kişi de hayâta atılır fakat bunu
nefsinin tatmini için yapar.
Gayr-i İslâmî sistemlerde
hırsla, fazla yiyip-içenler, daha az yiyip-içenlere üstün tutulurlar. Gayr-i
İslâmî sistemlerde ne kadar çok tüketiyorsanız o kadar üstün görülürsünüz ki
bu, “ne kadar hırslı iseniz o kadar üstünsünüz” demektir. İslâm’da ise üstünlük
takvâdadır. Takvâlı kişide hırs olmaz, Allah rızâsı için azim ve gayret olur.
Çünkü Allah rızâsını kazanmak hırsla değil, îman ve takvâ ile olur. Cennete de
hırslı olanlar değil, îman ve takvâlı olanlar girer.
Takvâda yarışmayınca “nefste
yarış” başlar. Nefs yarışını ise en hırslı olanlar kazanır. Lâkin bir de âhiret
ve cennet için yarışmak vardır ki bu yarışı istisnâsız olarak ancak îman ve
takvâlılar kazanır:
“Rabbinizden olan mağfiret ve eni
göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için
hazırlanmıştır” (Âl-i İmran 133).
“O cennet; biz, kullarımızdan
takvâ sâhibi olanları (ona) vârisçi kılacağız” (Meryem 63).
Allah, takvâ yerine hırsı
kuşananlar için de şöyle der:
“Bırak onları; yesinler,
yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler” (Hicr 3).
“Demiri pas, insanı hırs
bitirir” derler. Hırsın panzehiri ise takvâdır. Takvânın olduğu yerde hırs,
hırsın olduğu yerde ise takvâ olmaz. Hırs-merkezli olanlar Dünyâ’da haz içinde
yaşayabilirler, fakat onların âhirette nasibi yoktur yada nasipleri ateştir.
Takvâ-merkezli olanlar ise Dünyâ’da “iyi” bir yaşama ulaşacakları gibi,
âhirette ise sonsuz nîmet diyârı olan cennete kavuşacaklardır. En büyük
mutluluk işte budur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder