28 Ocak 2021 Perşembe

Hırs ve Takvâ

 


“Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır” (Meâric 19).

 

“…Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Hırs, maddeyle yâni dünyevî-beşerî şeylerle alâkalıdır ve sınırsızlığı ifâde eder. Eğer hırstan söz ediliyorsa onun bir sınırı olmaz. Zâten sınırı olmadığı için ona hırs denir. İslâm ise, hırsı sınırlar yada yok edip, îmânı ve takvâyı yanî sorumluluk bilincini ve Allah korkusunu öne çıkarır. Mü’minler, din ve Dünyâ konusunda hırsla değil, îman ve takvâ ile hareket eder. 

 

Mal-makâm ve şöhret-şehvet, insanı mutlakâ hırslı yapar. 2S ve 2Ş diye formüle edilen servet-siyâset ve şöhret-şehvet, hırsın tavan yaptığı alanlardır ve bu bağlamda hırsı tavan yapan kişi hırs-merkezli olur. Hırs-merkezli olunca dünyevî-beşerî olmuş olur. Dünyevî-beşerî olunca da her-şeyi madde-merkezli düşünmeye ve yapmaya başlar. Zâten seküler ve gayr-i İslâmî sistemlerde en ünlü, en şehvetli, en zengin ve makâmı en yüksek kişiler, paraya ve îtibâra doymayan hırslı kişilerdir. Çünkü hırslı olmak zorundadırlar. Bulundukları konuma onları hırsları getirmiştir ve hırsları sâyesinde orada durmaktadırlar. Bu şeylere ulaşmak ve hırslı kişilerin ulaştığı şeylere ulaşmak isteyenler onlar gibi hırslı olmak zorundadırlar. Çünkü bunun başka bir yolu yoktur. Tabi bu tür insanlar hırslı oldukları yâni hırs-merkezli oldukları için, takvâdan, dinden-İslâm’dan kopuk yada Dünyâ’yı âhirete tercih eden insanlar olurlar. Hiç kıvırmaya ve aşırı yoruma gerek yok; bu böyledir. Takvâ ile hırs aynı şey değildir ve aynı yerde bulunamaz.

 

Allah rızâsı için, âhiret korkusu için, îman nedeniyle, takvâ bilinciyle hareketli ve üstün bir çaba içinde olanlar ise hırs sâhibi değildirler. Onlar îmandan kaynaklanan takvâ ve sorumluluk bilincine sâhiptirler ki bu îman ve takvâ çok kesin ve yoğun olduğu için onları yerlerinde oturtmaz ve onları tam da Allah’ın râzı olacağı bir kulluk ve hedef için tüm gayretlerini göstermeye ve varlarını-yoklarını ortaya koymaya yâni onları adanmaya iter ve yönlendirir. Bu nedenle hırs ile takvâyı birbirine karıştırmamak gerekir.

 

Dünyâ şu-anda, “hırs”ın kuşatması altındadır. Modernite bir “hırs uygarlığı”dır. İnsanları hırslı olmaya yönlendirir. Aslında Dünyâ’nın formatı gereğince, tüm insanlar en yoğun şekilde hırslı olsalar da herkes hırsının karşılığını göremeyecektir. Fakat sistem yine de insanları hırslı olmaya yönlendirir. Çünkü hırslı olmak, şeytanın, nefsin ve tâğutların kontrôlünde olmak demektir. Bu durum nefislere bir haz verir ve bu nedenle de bir karşılık bulunamasa da hırs sürdürülür. Modernite hırslı olmayanlara çok fazla bir alan bırakmaz ve hırslı olmayanlara imkân tanımaz. Hırslı olmanın bir rajonu vardır ve o rajona uymayanlar hırslı değil demektir ve onlar sistem içinde bir şekilde elenerek hayâtın kıyısında-kenarında yaşamak zorunda kalırlar yada bırakılırlar. Hırslı olmayanlar silik, ezik, ilkel, yobaz vs. olarak görülürler ve kabûl edilirler.

 

Dünyâ’yı dibine kadar yaşama hırsı, âhiret şüphesinden kaynaklanır. Hırslı olmak için âhiret ya ikinci plâna atılmalıdır yada tümden hesap-dışı bırakılmalıdır. Zîrâ insan Dünyâ’ya hırsla asılırken âhiret düşünemez.

 

İktidâra, paraya, şöhrete ve şehvete yaklaştıkça “iştah” ve hırs artar. Hırs, bu dört şeyin içinde mündemiçtir ve şeytan bu dört şey üzerinden insana saldırır ve onları ayartmak için bu dört şeyi fısıldar durur. İştah arttıkça “hırs” artar, hırs arttıkça “din” azalır. “Hırs” ile din birlikte olamazlar. Bu nedenle Allah: “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakîler (takvâlılar) için yol gösterici bir kitaptır” (Bakara 2) der. Allah “takvâda yarışın” derken, birileri, Allah’tan başkalarına “tapma”da yarışıyorlar. Hırsta yarışıyorlar. Mal-mülk-makâm ve şöhret-şehvet toplamak için yarışıyorlar. Tâ kabirlere kadar sürecek bir yarıştır bu.

 

Maddî hırslar mânevi değerleri blôke etmişse, “insanlar insanlığından çıkmış ve nefsinin güdümüne girmiş” demektir. En büyük sefillik, takvâdan uzaklaşmak ve nefsin peşinden hırsla koşmaktır.

 

İnsan târih boyunca, hırslarını gerçekleştirmek ve amacına ulaşmak için başka insanlara zarar vermekten kaçınmamıştır. Yumurtasını pişirmek için Dünyâ’yı yakabilecek insanlar vardır. Çünkü hırs merhâmetsizdir ve ezip geçer; takvâ ise “sorumluluk” demek olduğundan dolayı, takvâ sâhipleri karıncayı bile incitemezler.

 

Hırslı olmanın bedeli, hırslı kişinin hedefine ulaşamadığında ve bir umut kalmadığında kısa sürede tükenip bitmesidir. Hırslı insanlar bir umut kalmadığında çabucak soluverirler. Hırsın panzehiri, ölüm korkusudur. Hırs zâten işte o ölümü ötelemek ve o korkudan uzaklaşmak içindir. Çünkü “yok olmayacak bir mülk” olursa, güyâ ölüm uzaklaşmış olacaktır. Şeytan Hz. Âdem ve Havvâ’yı yok olmayacak bir mülk ile kandırmıştı:

 

“Derken şeytan, Âdem’in kafasını karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem, sana ebedîlik ağacını, yâni yok olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü göstereyim mi? (mülkü la yebla) (Tâhâ 120).

 

Bu âyet insan ile şeytan arasında hâlen devâm ede-gelen bir konuşmadır. Şeytan’ın bu vaâdine kapılan-kapılana. Çok olunca “yok olmayacağını” zanneden insanlar, hırsla çoğaltmanın peşine düşüyorlar.

 

Ölüm korkusu aslında âhiret ve Allah korkusudur. Sorgulanma korkusu. Bu da takvâlı olanlarda yâni haşyet nedeniyle sorumluluk bilinciyle hareket edenlerde vardır. Hırs-merkezli olanlarsa, Dünyâ’nın geçici bir imtihan alanı ve bir gün ölümle son bulacak bir hayatlarının olduğunu unutmak için hırsla Dünyâ’ya sarılmaktadırlar. Tabi bu kaçış ancak ölüme kadar sürebilir.  

 

Üzerlerine azap gelen kavimlerin işledikleri günahların tümü ve daha fazlası, şu-an modern dünyâda modern insan tarafından hırsla işlenen benzer günahlar nedeniyle olmuştu. Hırs mutlakâ günaha dâvetiye çıkarır ve dâveti alan nefisler de mutlakâ dâvete icâbet eder. Hırs, insanı bencil yapar, en önde olma düşüncesi oluşturur ve hırslı olanlar bu uğurda diğerlerini ezmeyi bile göze alabilir. Bir yazıda hırs hakkında şunlar söylenir:

 

“Her hırslı insan kıskançtır. Hırslı olup da kıskanç olmayan insan yoktur, olamaz da. Eğer hırslı olup da kıskanç olmadığını düşünen varsa hırsı ‘azim’le karıştırıyor demektir. Çünkü hırs, ‘bir şeyi tutkulu olarak isteme güdüsü’dür. Azim ise ‘zorluklara karşı dayanıklı, sağlam, sabırlı ve kararlı olma durumu’dur. Eğer bir şeyi tutkulu olarak isterseniz önünüzdeki her engeli yıkmak istersiniz. Dikkat edin, her engeli diyorum?. Yâni istediğin şeyde senden daha iyi olanı da. O insan seni rahatsız eder. Ya onu yenmek için türlü entrikalar yaparsın yada kendini paralarsın. Ama ne yaparsan-yap her zaman senden daha iyisi vardır. Eğer bunu bilir de herkesi yenmek gibi bir budalalığa kapılmazsan ve istediğin şeyde elinden geleni yapıp dimdik durursan; o şey için gerekli kararlılığa sâhipsen o şeye ulaşırsın. Hem de kimseyi yenmeden. Kimseyi incitmeden. Başkasını yenmek isteyenler, başkasının kendisinden daha iyi olduğunu düşünenlerdir. Hırslılar kendisinden daha iyi olanı çekemez. Ve tüm bunlar sebebiyle hırslı olanlar kıskançtır.

 

Bir anlam için, doğrusunu ve iyi olanı yapmak için azimle hareket eden amacına ulaşır. Hırs için hareket eden hiç-bir yere ulaşamaz. Zâten hırsın içinde doğru olan, iyi olan ve anlamlı olandan ziyâde aşırı tutkulu bir ‘kazanma’ isteği vardır. İstediği şeyin doğru, iyi yada güzel olması veyâ bunu hak edip hak etmemiş olmak hırslı insan için önemli değildir. Hırslı insan için önemli tek bir şey vardır: Kazanmak. Yanlış olanı yapsa da, kötü olanı yapsa da, hak etmediği bir şeyi istese de”.

 

Peygamberlerin içinde zengin olanı yoktur. Kişisel bir servete sâhip olanı yoktur. Çünkü İslâmî mücâdelede böyle bir şey olmaz. Peygamberlerin nübüvvetten önce bir zenginlikleri olsa bile zenginliklerini İslâmî mücâdele ile birlikte paylaşmış, harcamış ve tüketmişlerdir. Peygamberimiz’in ve sahabenin örnekliğinde bu çok bâriz bir şekilde görülür.

 

Hz. Süleyman’ın serveti kişisel bir servet değil, devletin zenginliği idi. Devletin zenginliği hükümdara isnât edilir. Hz. Süleyman’da “mal yada at sevgisi” değil, “hayır sevgisi” vardır. “Hayr sevgisi”nden dolayı zenginlik istiyordu. “Zenginliği tüm insanlara paylaştırmak sevgisi” yer etmişti onda. O, bunu, Allah’ı zikretmenin bir şekli olarak görüyordu:

 

“Fe kâle innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî, hattâ tevârat bil hıcâb”. “Gerçekten ben, ‘hayır sevgisi’ni (hubbel hayr) Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim” (Sâd 32).

 

Hz. Süleyman’ın hâkimiyetini, kendisine gösterişli malın sevdirildiğini ve sarayının gösterişli olduğunu söyleyip duranlara şunu söylüyoruz; Hz. Süleyman’a sevdirilen şey, lüks ve gösterişli mal değildi. Ona sevdirilen şey, “mal sevgisi” değil, “hayır sevgisi”dir: “Ahbebtu hubbel hayr”=“Hayrı, hayra ulaşmayı sevdim” diyor Hz. Süleyman. Hayrın herkese eşit bir şekilde ulaşmasını sevmiş. Bunu zikredip durmuş.

 

Saraya ve gösterişe takılmaya gerek yok. Zâten Hz. Süleyman’ın sarayı, kendisinin de çok iyi bildiği gibi, kısa bir zaman sonra, tüm sarayların âkıbetine uğruyor ve yıkılıp gidiyor. Geriye ise “Allah için yapılan hayr” kalıyor. Gösteriş ebedî olamaz çünkü. Ebedî olan, gösteriş diyârı “cennet”tir. O ebedî gösterişli ve ihtişâmlı yaşam, muvahhid müslümanların hak ettiği ebedî cennette olacaktır Allah’ın izni ile. O hâlde Dünyâ’daki gösteriş, “cennete şirk koşmak” anlamına gelir.

 

“Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr 20).

 

Sonra da o hırsla daha da arttırmamı umar” (Müddesir 15).

 

Hırsın olduğu yerde hırsızlık da vardır. Zîrâ hırs, hırsızlığa kapı açar. Hırsızlık profesyonelce yapılan bir hırsızlığa döner ve insanlar onu hırsızlık olarak görmezler. Fakat profesyonel hırsızlık da bir hırsızlıktır hattâ cezâsı daha ağırdır.

 

Demokrasi yâni gayr-i İslâmî siyâset bir “hırs kavgası”dır. “Devletin mülkünü kim idâre edecek hırsı ve kavgası”dır demokrasi. İslâm’da ise, sorumluluk bilincinden dolayı görev için hırs gösterilmez. Liyâkatli olanlar elbette “bu işi ben yaparım” diye öne çıkmalıdır fakat takvâ onları biraz çekingen kılar. Zîrâ siyâset lüks içinde yaşama ve yan gelip yatma işi değil, üstün çaba ve gayretle takvâya uygun işler yapmak demektir. İslâm’da siyâsete züğürt girilip de zengin olarak çıkılamaz ve hattâ belki de varlıklı olarak girilip yoksullaşmış olarak bile çıkılabilir. Zîrâ takvâ bâzılarında aşırı titiz davranmayı gerektirebilir.     

 

Spor da hırsın tavan yaptığı bir etkinliktir. Öyle ki, sporcular “birinci” olmak için doping kullanmak da dâhil her-şeyi yapabiliyorlar. Zîrâ sporun doğasında çok yoğun bir hırs vardır. Bu hırs sporcuların kendilerini fiziksel olarak paralamalarına neden olur. Öyle ki bu nedenle sporcular çok da uzun yaşamazlar. Zîrâ spor zararlıdır ve vücûdu aşırı yıprattığından dolayı insanı kısa zamanda tüketip bitirir. 

 

İslâm’a göre “üstünlük” takvâda iken; lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-bireyci-demokratik-emperyâlist sistemde üstünlük hırsta ve “tüketim”dedir. “Hırsla tüketmek”tedir. Müslümanlar, takvâdan vazgeçip hırsa ve hazza kapıldılar. Bu durum “târihin sonu” anlamına gelir. Müslümanların “mânevî bağışıklık sistemleri (takvâları)” zayıfladı ve çökmeye yüz tuttu. Zîrâ nefisleri çok fazla kışkırtıldı, hırsları ve hazları tatmin edilemez hâle geldi-geliyor.

 

En takvâlı kişi, hayâta en çok müdâhale eden kişidir. Takvâda bu müdâhale, “Allah rızâsı ve âhiret endişesi için” olan müdâhaledir. Çünkü kendisinde zuhûr etmiş olan îman ve sorumluluk bilinci yâni takvâ, onu yerinde tutmaz ve hayâtın tam da merkezine atar ve kişi bu uğurda kendisini Allah yoluna adar. Hırslı kişi de hayâta atılır fakat bunu nefsinin tatmini için yapar.

 

Gayr-i İslâmî sistemlerde hırsla, fazla yiyip-içenler, daha az yiyip-içenlere üstün tutulurlar. Gayr-i İslâmî sistemlerde ne kadar çok tüketiyorsanız o kadar üstün görülürsünüz ki bu, “ne kadar hırslı iseniz o kadar üstünsünüz” demektir. İslâm’da ise üstünlük takvâdadır. Takvâlı kişide hırs olmaz, Allah rızâsı için azim ve gayret olur. Çünkü Allah rızâsını kazanmak hırsla değil, îman ve takvâ ile olur. Cennete de hırslı olanlar değil, îman ve takvâlı olanlar girer. 

 

Takvâda yarışmayınca “nefste yarış” başlar. Nefs yarışını ise en hırslı olanlar kazanır. Lâkin bir de âhiret ve cennet için yarışmak vardır ki bu yarışı istisnâsız olarak ancak îman ve takvâlılar kazanır:

 

“Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakîler için hazırlanmıştır” (Âl-i İmran 133).

 

“O cennet; biz, kullarımızdan takvâ sâhibi olanları (ona) vârisçi kılacağız” (Meryem 63).

 

Allah, takvâ yerine hırsı kuşananlar için de şöyle der:

 

“Bırak onları; yesinler, yararlansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler” (Hicr 3).

 

“Demiri pas, insanı hırs bitirir” derler. Hırsın panzehiri ise takvâdır. Takvânın olduğu yerde hırs, hırsın olduğu yerde ise takvâ olmaz. Hırs-merkezli olanlar Dünyâ’da haz içinde yaşayabilirler, fakat onların âhirette nasibi yoktur yada nasipleri ateştir. Takvâ-merkezli olanlar ise Dünyâ’da “iyi” bir yaşama ulaşacakları gibi, âhirette ise sonsuz nîmet diyârı olan cennete kavuşacaklardır. En büyük mutluluk işte budur.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2020

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder