7 Eylül 2020 Pazartesi

Evlilik ve Düğün Üzerine


İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve câriyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniş (nîmet sâhibi)dir, bilendir” (Nûr 32).

 

Düğün, Uygurcada: Tügün-Tüg=Bağlamak. In=Düğme. “Düğme bağlamak” yada “düğüm atmak” anlamındadır.

 

Düğün, nikâhı insanlara duyurmak ve onları da nikâha şâhit olmaları için dâvet etmek, yapılan dâvetin sonucunda insanların bir-araya gelmesiyle yapılan kutlama ve etkinliklerdir. Peki etkinlik modern hayatta nasıldır ve İslâm’da nasıl olmalıdır?.

 

Düğünlerde çalgı ve müzik olabilir mi?. Olursa ne kadar olur?. Kur’ân bundan bahsetmiyor ve işi “meşrû örf”e bırakıyor gibidir. Hadislerde düğünü “def” ile bildirmekten bahsedilir:

 

“Haram olan nikâhla helâl olan nikâh arasındaki ayırıcı özellik, def çalmak ve evliliği/nikâhı duyurmaktır” (Tirmizî, Nikâh, 6; İbn Mâce, Nikâh, 20; Nesâî, Nikâh, 72).

 

“Nikâhı gizli değil, îlân ederek yapın. Kalabalık yerler olan mescitler gibi yerlerde kalabalıklarla yapın. Nikâh yapıldığı belli olması için de def çalın” (Tirmizî, Nikâh, 6).

 

Tabi bu, modern düğünlerde olduğu gibi kadın-erkek karışık şekilde ve çalgı-çengiyle düğün yapmak şeklinde değildir. Kanımca kadın-erkek ayrı bir yerlerde olarak, belli oranda müzik ve oynama olabilir. Ne de olsa neşeli ve hayırlı bir iş yapılmaktadır. Aşırı gidilmemek şartıyla müzik ve oynama meşrû bir şeydir.  

 

Evlilikte yaş, erkeğin ve kadının, bulûğa erdikten sonra, fizîken, aklen ve rûhen evliliğe hazır olması ile belirlenir. Bunun zamânı kişiden-kişiye değişebilir. Eğer her-şey uygun ve müsâit ise modernitenin belirlediği yaş kriteri beklenmek zorunda değildir. Modernite Yunan uygarlığına dayanır. Modern çağda medenî(!) kânunlar, kökenini Yunanda bulur. Evlilik kuralları bile Yunandan alınmıştır. Aristoteles’e göre evlilik için en uygun yaş, kızlar için yaklaşık 18, erkekler için 30 dolaylarıdır. Modernite de bunu kabûl etmiştir. 18 yaşından önce evlilik yasak olduğu gibi, konjonktür gereğince bir erkeğin 30 yaşından önce evlenebilmesi pek mümkün değildir.

 

Bilindiği gibi modern düğünler; kadın-erkek karışık şekilde, yüksek sesli müzik eşliğinde, sanki piyango çıkmış gibi kendinden geçercesine oynamalarla, üstelik açık-saçık diyebileceğimiz derecede kıyâfetlerle, şatafatlı ve pahalı düğün salonunda toplanarak yapılıyor. Modern düğünler israfla başlıyor ve israfla bitiyor. İlk başta yüksek ücretlere mâl olan gösterişli salonlar tutuluyor. Düğün sırasında ortaya çıkan müzik sesi, yanındaki kişiyle bile konuşup anlaşamayacak derecede yüksek oluyor. İnsanlar en şatafatlı ve gösterişli elbiselerini giyinip geliyorlar buralara ki aslında bu kıyâfetler genelde tesettüre uygun değildir ve aykırıdır.

 

İlginçtir, kentlerde-köylerde normâl günde giyimine-kuşamına dikkat eden kadınlar-kızlar, düğüne gittiğinde açılıp-saçılmaya başlıyorlar. Bir deniz, bir spor ve bir de düğün, kadınların-kızların rahatça açılıp-saçılmasına neden oluyor. İnsanlar spor yaparken, denizde ve düğünde açılıp-saçılmayı meşrû görüyorlar. Çünkü “iyi de bunlar her zaman olmuyor ki” deniyor. Her zaman olmayınca “uygunsuz”, “ayıp”, “günah” ve “haram” olmuş olmuyor sanki.

 

Düğünlerde ortaya bir-çok başka günah da çıkıyor. İlk başta modern düğünler israf ile başlıyor. Çok ağır masraflar yapılabiliyor. Köy yerlerinde bile inekler kesiliyor, altınlar dirseklere kadar takılıyor, çeşit-çeşit yemekler dökülüyor, çalgıcılar tutuluyor, silahlar patlatılıyor. Köyde pahalı salonlar tutularak masraf yapılamadığından dolayı bir nebze daha az israf oluyor. Fakat köylerde de düğünler üç gün sürüyor. Tabi meşrû âdetlere sözümüz yok. Kentlerde yapılan düğünlerde ise, eğer “nikah salonuyla” iş bitmiyorsa, israf denecek ölçüde aşırı masraflara kaçılıyor.

 

Yine düğünler içkili de olabiliyor. Dansözler ortaya çıkıp oynuyor. İçkinin vermiş olduğu sarhoşluktan dolayı kavgalar çıkıyor. Bu-arada namazlara ara verilmiş oluyor. Yine yoğun bir şekilde göz zinâsı işleniyor. Kur’ân bu konularda kesin yasak getiriyor ve şöyle diyor:

 

“Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 91).

 

“Zinâya yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32).

 

Zinâ “göz zinâsı”yla başlar. Bu nedenle görülecek yerler kapanmalı ve gözler yere indirilmelidir:

 

“Mü’min kadınlara söyle: ‘Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız kardeşlerinin oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ ellerinin altında bulunanlardan yada kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden yada kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz” (Nûr 31-32).

 

Düğünden önce; söz, nişan, kına gecesi, bekârlığa vedâ partisi, söz elbisesi, nişanlık, dâmatlık, gelinlik vs. bir-çok masraf yapılıyor. Düğünden sonra da balayı, tâtiller vs. Zâten evi hazırlamak için aşırı masraflar yapılmıştır. Ev için alınan ve hiç gereği olmayan şeyleri saymıyoruz bile. Havalı yerlerde yüksek ücretlerle çekilen ve albüm yapılan resimler cabası. Yâni kapitâlizm sürekli olarak yeni bir şey çıkarıyor.

 

İşin en gıcık olduğum yanı da, bâzılarının bağıra-bağıra îlân ederek yaptıkları takı töreni. Bağıra-bağıra, amcasından!, yengesinden!, dayısından! vs. şeklinde takılan takılar. Bağırılmasa bile kamera herkesin ne taktığını an-an kayıt altına alıyor. Belki o anda yakın akrabâdan birinin durumu müsâit olmayabilir ve bu nedenle de altın-gümüş takamıyor olabilir. Takılanları kişi-kişi yazıyorlar, o ne taktı, bu ne  taktı diye. Bir de takılan takıyı “borç” olarak düşünmeleri ve bu sefer onun düğünü olduğunda da “o bize şunu takmıştı, mecbur biz de ondan takacağız” muhabbetleri. Zâten düğün-sâhibinin elinde liste var. Takılacak altın ve paraların miktârı neredeyse belli. İyi de kardeşim, karşılığını bekliyorsan takı takma o zaman. Takı işi bir yardımlaşma olmalıdır ve karşılık beklenmemelidir. Adamın durumu müsâitse zâten takacağını takar.

 

Geç evlilik yapan çok yakın bir akrabam, kısa bir zaman önce anneme şöyle demişti: “Biz size toplamda üç tâne çeyrek taktık, siz ise şimdiye kadar bir tâne taktınız. Ben şimdi evleniyorum, iki tâne çeyrek altın borcunuz var” demişti. 1997 yılında taktığı çeyrek altını kayıt altına almış meğerse. Bu kişi diğer kuzenine ise; “biz size altın bilezik taktık, şimdiye kadar evlenmedim diye yanına kâr mı kalacak mı zannettin, bileğim 21 numara, bileziği bekliyorum, takacaksınız” demişti de emr-i vâki yapmıştı. İyi de belki o kişinin durumu şu-an için o bileziği almaya ve takmaya müsâit değil. Ne yapacaksınız şimdi, eve icrâ mı göndereceksiniz takıyı takmazsa?. 25 sene önce takıyı takarken “aynısını geri takacasın” diye senet mi imzalamıştınız?.

 

Bahsettiğim akrabâm, ben evlenirken bana 1997 yılında taktığı çeyrek altının aynısını şimdi yâni 2020 yılında istiyor. İyi ama 1997 yılında çeyrek altın 2.250 TL idi ve asgarî ücret 48.000 TL idi. Yâni asgarî ücretle 21 tâne çeyrek altın alınabiliyordu. O zamanlar çeyrek altın para bile değildi. Herkes kolayca takabiliyordu. Oysa şimdi (2020 Ağustos) çeyrek altın 750 TL ve asgarî ücret ise 2.300 TL. Yâni asgarî ücretle 3 tâne bile çeyrek altın alınamıyor. Çeyrek altının değeri çok fazla artmış. Zâten bu nedenle kimse altın takamıyor yada çeyreğin de çeyreğini takıyor. Şimdi iki tâne çeyrek altın borcumuz varsa, asgarî ücretin yarısından fazlasını yâni maaşın yarısından fazlasını senin için mi harcamamız mı gerekecek?. Bunu normâl mi görüyorsunuz yâni? Peki asgarî ücretle geçinen bir kişi iki tâne çeyreği takınca yâni maaşının yarısından fazlasını takıya verdiğinde ay sonunu nasıl getirecek?. Bu nasıl bir düşünce ve âdet!.

 

Benim hayâlimdeki düğüne göre bir düğün şu şekilde olmalıdır.. Birbirlerini beğenip uygun gören taraflar anlaştıktan sonra kız isteme olmalı, kız verildikten bir-kaç gün sonra taraflar kendi aralarında sembôlik bir yüzükle söz yapılmalı ve kısa süre sonra da yine âileler arasında ve yakın akrabânın katılımıyla bir nişan yapılmalıdır. Nişanda öyle çok masrafa da gerek yoktur. Takı olarak bir nişan yüzüğü bunun için yeterlidir. Nişanlıların sürekli buluşup da gezmesi uygun değildir. Yanlarında bir yakınları olduğunda gezme olabilir. İslâm devletinde yaşamadığımız için nişanlılıkta dînî nikâh yapılması kanımca uygun değildir. Çünkü bir anlamı olmaz. Zâten nişanlılık süresi de fazla uzatılmamalıdır. Düğün târihi belli olduktan sonra uygun bir ev ve eşyâ alınıp ev hazırlanmalı, gelinin mehri erkek tarafından sözleşildiği miktarda verilmeli, elbiseler, kıyâfetler ve gerekli şeyler alınmalıdır. Nikâhtan bir gün önce kadınlar kendi aralarında geleneksel olarak kınalarını yakıp abartmadan müzik ve oynamalar yapabilirler. Tabi bunu erkelerin de ayrı bir yerde yapmalarında bir sakınca yoktur. Akrabaların ve yakınların şâhitliğinde nikâh salonunda yapılan resmî nikâhtan sonra bir salonda toplanılıp yemek ve ikramlar yapılmalıdır. Yakınların şâhitliğinde bilen birinin yapacağı dînî nikâh ile birlikte nikâh tamamlanmış olur. Yâni düğün için toplanmak “nikahın ve evliliğin şâhitliği” içindir. Herkes bilmelidir ki düğünlerine geldikleri kişiler artık evlidir. Bu nedenle tebrikler ve kutlamalar yapılmalı fakat takı töreni yapılmayıp ve takı takılmayıp düğün bitmelidir. Hattâ dâvetiye yada duyuruya “takı merâsimi yapılmayacak ve takı takılmayacaktır” diye yazılmalıdır. Çünkü ister-istemez takı takan, kendi çocuğu yada yakını evlendiğinde, takı taktığı kimseden aynısını yada benzer bir takıyı beklemekte, kişinin durumu müsâit olmadığından dolayı takı takamayınca da yüzler asılmakta ve dedikodu ve gıybet gırla gitmektedir. Belki sâdece çok yakın akrabalar ve gelin ile damâdın samîmi tanıdıkları, çok değerli olmayan takılar takmaları yada evlerinde eksik eşyâ hediyesi olarak yardımcı olmaları uygun olur.

 

Bu-arada şunu da söyleyelim ki, müslümanlar çalgılı-çengili düğünlere “dîne uygun değil” diye gitmiyorlar. Bu elbette doğru bir tutumdur fakat mü’minlik açısından yeterli değildir. Düğünü nikâh salonlarında yapmak da İslâm açısından çok uygun değildir. Meselâ İslâm’a aykırı söylem ve uygulamaların yapıldığı, seküler-lâik-demokratik idârenin kontrôlündeki, yönetimindeki ve yönlendirmesindeki câmilere (protesto edildiğinden dolayı) gitmek nasıl ki doğru ve uygun değilse; yine, aynı mercîlerin yönettiği ve idâre ettiği, üstelik İslâmî uygulamaya birebir aykırı olan (düğün salonuna alternatif olarak) resmî nikâh salonlarına gitmek de uygun değildir. Çünkü lâik devletin idâresindeki câmilere gitmek nasıl ki “lâik sistemi desteklemek” anlamına geliyorsa, aynı-şekilde; lâik idâre tarafından gayr-i İslâmî bir nikâhın yapıldığı nikâh salonlarına gitmek de “lâik sistemi desteklemek” anlamına gelir. Bu nedenle gelin-damat ve iki şâhit, müftülerin kıyacağı resmî nikâhlarını daha önceden yaptırıp, târif ettiğimiz tarzda bir düğün yapmaları uygundur.

 

Düğünde gelinin ille de beyaz gelinlik giymesi ve damâdın kravat-papyon ve takım elbise giymesi zarûri değildir. İsteyen giyebilir fakat bunlar isrâfa kaçacak kadar olmamalıdır. İnsanlar sizin evlendiğinizi bilmeli ve görmelidirler ama bunu insanların gözlerine sokarcasına sözle, sesle ve görüntüyle vurgulamak doğru değildir. Yapılan düğünün ve nikâhın fotoğraflarını internette ve sosyâl medyada paylaşmanın anlamı ve gereği yoktur. Yine yapılan düğünler insanları rahatsız edecek etkinlikte olmamalıdır. Adamlar gecenin 2’sinde gelenekleri icâbınca davul-zurna çalıyorlar ve insanları uykularından uyarıyorlar. Bebekler bağıra-bağıra uyanıyor. Bunlar boş şeylerdir.

 

Düğünden hâtıra kalsın diye abartmadan fotoğraf ve video çekimi yapılabilir. Fakat bunu hem internet ve sosyâl medyada paylaşmak doğru değildir, hem de lüks ve pahalı fotoğraf çekimlerine gerek yoktur.

 

İslâmî anlayışta gelin ve gelin tarafı, dâmat ve dâmat tarafı aşırı masrafa girmeden ve isrâfa kaçmadan bu işi yapmalı ve bitirmelidirler. Tabî ki yapılması gerekenler yapılacak ve masraf edilmesi gerekiyorsa edilecektir. İsraftan fazlaca bahsetmemiz cimrilikten değil, düğünlerin bir israf etkinliği hâline gelmesinden ve bunu eleştirdiğimizden dolayıdır. Dünyâ’da açlıktan-susuzluktan ölen insanların olduğu düşünüldüğünde düğünleri abartmak hem dîne uygun değildir hem de insanlık olarak doğru bir davranış olmaz. Düğünlerde yapılan israf haddi çok fazla aşmıştır.

 

Modern insan üç şeye çok önem vermektedir. Doğuma, evlenmeye-düğüne ve ölüme. Bunlardan başka zamanda insanlar ne yapıyor ne ediyor kimsenin umurunda bile değildir. Fakat insanlar, doğum, ölüm ve düğüne gitmeyi olmazsa-olmaz olarak kabûl ediyor ve iki eli kanda da olsa mutlakâ gidiyor. Gitmediğinde ve gidemediğinde büyük bir günah işlediğini ve ayıp ettiğini düşünüyor.

 

Modern gençlik, evlenmek konusunda kılı kırk yarıyor. İstekleri ve düğün için hayâlleri bir türlü bitmiyor. Düğünden sonra da hiç-bir şey “istediği gibi olmamış” oluyor. Bir türlü tatmin olmuyor. Çünkü israfta tatmin olmaz. İsraf bir tatminsizlik hastalığıdır.

 

Modern gençlik evliliğe gereğinden çok fazla değer katıyor ve bu nedenle de hayâlindeki gibi olmayacak olunca evlenmeyi geciktiriyor yada iptâl ediyor. Çünkü masallardaki gibi güzel-yakışıklı bir kız-erkek ve düğün-evlilik düşlüyorlar. Oysa evlilik çok doğal bir şeydir. Bâzı masraflar ve sorumluluklar vardır tabi ama evlilik ve evlenmek çok da zor bir şey değildir. Bir keresinde bir arkadaşım, Afrika’lı bir gence, “sizin oralarda evlilik nasıl oluyor, evlenmek zor mu?” dediğinde, Afrika’lı genç şöyle demiş; “evlenmeyi istediğinde bu isteğini sabahleyin gidip âilenin büyüğüne söylüyorsun. Âilenin büyüğü hemen bir-kaç yere haber salıyor ve bir kız bulunuyor ve kız-erkek görüşüyor. Birbirlerini beğendiklerinde ve evlenmeyi kabûl ettiklerinde, hemen kız isteniyor ve mehir kesiliyor. Akşama doğru gelin çadırı kuruluyor ve dâvetlilere yemek veriliyor. Nikâh kıyılıp gelin ve damat çadırlarına giriyor ve evlenmiş oluyorlar” demiş. Yâni sabah bekâr olanlar akşam olunca evlenmiş olabiliyor.

 

Modern insanlar -ki buna müslümanlar da dâhildir-, evlenme söz-konusu olduğunda evleneceği kişinin dînini-îmânını-amelini değil de burcunu soruyor. “Hangi burçtansınız” diye soruyorlar. Ne fark eder ki!. Ne önemi var?. Burçları ölçü alıyorlar. Eş adayının öncelikle burcunu sormakta, burçların uyum ve uyumsuzluğuna göre karar vermektedirler. Eş adayındaki dînî düşünceye değil de, burcunun uygun olup-olmadığına bakarak karar verme yoluna giriyorlar. Yine, damâdın evinin, arabasının ve iyi bir gelire sâhip işinin olup-olmadığına bakıyorlar. İyi de genç yaşta biri bunları ne zaman yapmış olsun ki!. Önemli olan, erkeğin evini geçindirmek için kararlı olmasıdır. Allah’ın ve dînin kurallarına göre değil de, burçların uyumu ve belediye başkanının verdiği onayı ve de malın-mülkün çokluğunu baz alarak evlenenler, içeriksizlikten ve bereketsizlikten dolayı kısa zamanda soluğu mahkemelerde alıyorlar ve boşanıyorlar.  

 

Modern kentlerde yapılan modern evlilikler ise, aman aman!. Evlenmek ha!.. Sorumluluğu sevmeyen gençler evlenmeyi hem erteliyorlar hem de onu gözlerinde çok büyütüyorlar. Kusursuz ve eksiksiz “masal gibi” bir düğün ve evlilik istiyorlar. Zorunlu eğitimden dolayı bir mesleği olmayan vasıfsız gençler, yeterli gelire sâhip olmadığından dolayı evlenmek onlar için hayâl oluyor. İsrâf ile yapılan evlilikler, isrâf ile başladığından dolayı bir bereketsizlik oluyor ve her-şey zirvede yaşanıp da gerçek hayatta zorluklarla karşılaşılınca ve evliliğin heyecânı da gidince yâni aşk bitince tartışmalar-kavgalar başlıyor ve en küçük bir sorunda eşler soluğu mahkemede alıyorlar ve boşanıyorlar. Şatafatla yapılan evlilikler, “basit boşanmalar”la sonuçlanıyor.

 

Açıkçası bu bahsettiğimiz yada benzer düğün-tarzı dışındaki düğünlerin meşrûiyeti çok tartışılır. Hattâ kanımca bu tarzın dışındaki düğünler birer “âyin olarak icrâ edilmektedir. Öyle ki her-şey inceden-inceye düşünülmüştür ve sanki hayattaki en önemli ve olmazsa-olmaz bir şey gibi görülmektedir ve uygulanmaktadır. Olmazsa-olmaz olan şey ancak âyin ve ibâdet olabilir. Coşarak, cezbeye gelerek ve kendinden geçerek yapılan hakâretler ancak ibâdetlerde-ayinlerde olur.

 

İslâm bir “denge dîni”dir. Mü’minler yapılması gereken her-şeyi yapar ama abartmaz ve aslâ isrâfa kaç(a)maz. Önemli olan insanca ve İslâm’ca yaşayacak eşlerin isrâfa kaçmadan evliliklerini-düğünlerini yapmalı ve insanca-müslümanca yaşamalıdırlar. Başından sonuna kadar süreç bu şekilde işlemelidir.

 

Eskiden “nikâhta kerâmet var” derlerdi. Şimdi ise nikâhta isrâf vardır. İslâm’da düğün bir gösteriş değil, “hayırlı bir iş”tir. İsrâf ile değil, “denge” ile başlar ve dengeli bir şekilde ölünceye kadar devâm eder Allah’ın izniyle.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder