“Onların
çoğunluğu zandan (kuruntu) başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir
şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).
Allah’a, Dîn’e,
Kitab’a göre olmayınca, zanna-zannetmeye göre olur. Modern-bilim ve teknoloji
bile zanna göre çalışır ve târihin belli bir zamanındaki zannını, ilerideki bir
târihteki güncel zanna göre değiştirip durur ki buna modern-bilim “yanlışlanabilirlik”
der. Kesinlik yoktur modernitede, kesin bilgi yoktur. Bu tıpta da böyledir. Böyle
olunca da korona-virüs bağlamında düşündüğümüzde “kesin tedâvi” de yoktur.
Modern tıpta hiç-bir
kronik ve ağır hastalıklarda “şifâ” anlamında “kesin tedâvi” yoktur. Zâten
önceki salgınlar için de hâlen kesin bir tedâvi bulunamamıştır ve sâdece yan
tedâvilerle ve “sürekli ilaç kullanımı” şeklinde tedâviler vardır. Bu tedâvi
şekli, insanı yaşatma yanında aynı zamanda süründürmekte ve en sonunda da
öldürmektedir. Korona-virüs için de bu böyle olacak gibi gözükmektedir. Çünkü
modern-bilim ve de modern-tıp zanna göre düşünüp çalışıyor, kesinliğe göre düşünüp
işlemiyor. Çünkü “Kesin Bilgi Sâhibi”ne göre davranmıyor. Kesin bilgi sâhibi
(âlim) olan Allah’ın emirleri ve yasaklarına göre davranmadığı için küçücük bir
virüs karşısında bile çâresiz kalıyor ona yeniliyor. Kesin bilgi, Allah’ın
bildirdiği bilgidir. Modern insan, doğaya ve kâinâta hâkim olduğunu zannededursun,
gözle göremediği bir şey karşısında çâresiz ve perişân durumdadır. Bu nedenle
tüm teoriler, tüm seküler ideolojiler ve plânlar çökmek üzeredir. Bundan böyle
eski düzenin devâm etmesi mümkün değildir. Allah bilir ya, artık hiç-bir şey
eskisi gibi olmayacaktır.
Bilindiği gibi
modern-bilim, insanları Allah’a değil de, milyonları bulan yaşlara sâhip
Homo-Erectus ve Homo-Sapiens’e bağlar. Evrim ile ve seçilimle insanın bugüne
geldiğini söylerler. Fakat burada şöyle bir soru açığa çıkıyor; milyon yıl
boyunca bu sözde atalarımız şimdiye kadar Dünyâ’daki potansiyel tüm mikrop,
bakteri ve virüslere karşı niçin bağışıklık kazanamamıştır ve sürekli hasta
olup durmakta ve salgınlar karşısında perişân olmaktadır?. Eğer insanlar
Homo-Sapiens ve Homo-Erectus şeklinde milyon yıldır yaşıyor olsalardı, bu süre
içinde tüm bakteri, mikrop ve virüslere karşı bağışıklık kazanmış olurlardı ve
hasta olmazlardı. Demek ki modern-bilimin zaman ve târih teorileri de
yanlıştır. Zâten insanı Allah’a değil de zamâna bağlayan ve zamânı
tanrılaştıran bilim yanlışlanmaya ve çökmeye mahkûmdur. Evet; modern-bilim ve
teknolojinin sözde îtibârı sarsılmış ve yıkılmak üzeredir. Çünkü daha henüz virüs
(yada virus) yayılmaya devâm ediyor ve bunun sonunun ne olacağı belli değil.
Çünkü daha önümüzdeki günlerde ne olacağı kestirilemiyor bile. Belki de -Allah
korusun- (çünkü Allah’tan başka hiç-bir şey ve hiç-bir kimse koruyamaz) bu bir
başlangıçtır. Belki de kıyâmetin başlangıcıdır. Bilmiyoruz ki!. Allah korusun,
belki de virüsün yayılımı ve ölümler çok fazlalaşacak, tüm küresel sistem
çökecek ve yıkılış başlayacaktır. İnsanlık yeniden “ilk başa” yada “en sona”
gelecektir.
Târih boyunca
Allah’a yâni İslâm’a göre yaşamayan insanlar, sünnetullah gereği olarak yanlış
yaşamada belli bir kritik eşiği aştığında azapla karşılaşmış ve cezâlandırılmıştır.
Bu cezâlar çeşitli şekillerde olmuştur. İşte salgınlar, vebâ, taun vs. denilen
hastalıklar da bu cezâlandırılma şekillerinden biridir. Cezâya uğrayan her
kavim kendine has bir çirkefliği tüm uyarılara rağmen sürdürmeye devâm etmiş ve
sonunda da kritik eşik aşıldığında sünnetullah gereğince azap ile
cezâlandırılmıştır. Bu bağlamda korona-virüs de bir azaptır.
Modern insan
“görmediğime inanmam” ve “görmediğimden korkmam” diyordu. Fakat görmediği
korona-virüse hem kesin olarak inanıyor hem de ondan, Dünyâ’daki her-şeyden çok
daha fazla korkuyor.
Şeytan insanlara
“virüs”ü iliklerine kadar yaymış olduğu hâlde, insanlar korona-virüsün tüm
Dünyâ’ya yayılacağından endişe ediyorlar.
Korona-virüs’ün
tüm Dünyâ’yı etkileyen bir salgın hâline gelmesi, tüm Dünyâ’nın sapkın hâle
gelmesinden ve sapmış olmasından dolayıdır. Üstelik târih boyunca yapılan
küfür, şirk, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulmün tümünün günümüzde toptan,
apaçık ve aşırı bir şekilde işlenmesinden dolayı azap tüm Dünyâ’ya yayılan bir
azap olmuştur. Modern insan, korona-virüsü ısrarla çağırdı, o da koşa-koşa geldi.
Tabi bu belâ, tebliğ-dâvet-uyarı görevini yapmayan müslümanlara da geldi.
“Niçin yaşlılar daha çok ölüyor?” diyorlar. Çünkü belli bir yaşa ve olgunluğa
gelmiş olanların yapması gerekenler ve sorumlulukları daha fazladır. Tebliğ,
dâvet ve uyarı sorumluluğu daha çok onların üzerindedir. Kanımca bu
sorumluluklarını yerine getirmedikleri için bu hastalıktan daha çok yaşlılar
sıkıntı çekmektedirler. Gençlerin de sorumluluğu vardır tabi ama belli bir
yaşın altında olanlar henüz yeterli bilgi ve bilince ulaşmamış oldukları için
Allah onlara şimdilik bir uyarı ve korku cezâsı olarak “ev hapsi” vermiştir
Allâhuâlem.
Bu salgının tüm
Dünyâ’ya yayılmasının nedeni, -Allâhuâlem- eski kavimlerin kendilerine has
yaptıkları sapıklıkların ve çirkefliklerinin tümünün mevcut zamanda ve tüm
Dünyâ’da modern insan tarafından, çığırından çıkmışçasına işlenmesinden
dolayıdır. Her cezâ “günahın kendi türünden” olur. Fakat korona-virüs
cezâlandırması, tüm günahların birleştirilmesinin “toplam cezâsı” olarak küresel
bir cezâ ve hattâ azap şeklinde gelmiştir. Günahların cezâsı olan korana-virüs,
“cezânın virüs şekli”dir. Tüm Dünyâ’yı saran korona-virüs, tüm Dünyâ’yı sarıp
kuşatan “modernizm virüsü”nün somutlaşmış şeklidir. Modern sapıklıkların
cezâsı, modern virüs ile olmaktadır.
Peki bu virüs
Allah’ın bir cezâsı olarak Allah’tan mı? yoksa küresel tâğutların laboratuvarda
îmâl edip/üretip tüm Dünyâ’ya bulaştırmış olduğu bir şey midir?. Bir kere şu
herkesçe çok iyi bilinmelidir ki; Allah’tan habersiz ve bağımsız hiç-bir iş
yapılamaz. Bir şeyin olması için Allah’ın o şeye izin vermiş olması gerekir. Bu
nedenle korona-virüs, modern insanın şirk, küfür, adâletsizlik, her türlü ahlâksızlık
ve zulmünün sonucunda Allah’ın bir cezâsı olarak gelmiştir. Hiç-bir şey
kendi-kendine olmaz. Allah, birilerinin Dünyâ’yı ve insanları ifsâd etmek için
bu virüsü üretmelerine ve yaymalarına izin vererek de cezâlandırma yapar.
“Dinsizin hakkından îmansız gelir” sözü misâli, günahkâr dünyâya günahkâr insanları
yönetip yönlendirenler üzerinden bir cezâ vermektedir ki, “tuzak kuranların en
hayırlısı” olan Allah, tâğutları da böylelikle cezâlandırmış olur. Çünkü
Dünyâ’nın düzeni bozulunca onların da düzeni otomatikman bozulmuş olacaktır. Bu
bağlamda korona-virüs ya “günahların cezâsı olarak” direkt olarak Allah
tarafından bir cezâ olarak, yada yine günahların ve ahmaklıkların cezâsı
olarak, Allah’ın izin vermesiyle yada küresel şeytanları engellememesiyle tâğutlar
tarafından çıkarılmıştır. Allah izin vermese tâğutlar amaçlarını
gerçekleştiremezdi. Çünkü tâğutların bunu yapmaya ne güçleri yeter ne de
cesâretleri. Riske giremezler. Bu nedenle insanların başına gelen bu salgın ve
azap, Allah’ın, haddini çok aşan insanlara, sünnetullah gereğince tüm zamanlardaki
gibi olan bir cezâsından başka bir şey değildir:
“(Bu,) daha
önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah’ın sünnetidir. Allah’ın
sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın” (Ahzâb 62).
“Gerçek şu
ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde
gezip-dolaşın da yalanlayanların sonu (âkibet) nasıl oldu bir görün” (Âl-i İmran 137).
“(Hem de) yeryüzünde
büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hîleli düzen,
kendi sâhibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden
başkasını mı gözlemektedirler?. Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik
bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın” (Fâtır 43).
Allah Rahmân ve
Rahîm olandır. Bizi rahmetiyle, gördüğümüz ama daha çok görmediğimiz
kötülüklerden ve balâlardan koruyup durur. Fakat Allah -hâşâ- bizim uşağımız
değildir. O’nun emir ve yasaklarına uyulmadığında ve belli bir sınır
aşıldığında ve de hadsizlik ayyuka çıktığında azap geliverir. Allah; küfür,
şirk, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulmün her türlüsünün ayyuka çıktığı ve
Dünyâ’yı kuşattığı anda korona-virüse emretmiş yada insanları ondan korumayı
sünnetullah gereğince kesmiştir. Böylece korona-virüs insanlar için hem bir
cezâ hem de bir imtihan olmuştur. İnsanlar Allah’ın kendilerine verdiği akıl
ile çâreler arayacaklardır elbette ama ilk başta Allah’a tevbe etmeleri,
yalvarmaları ve bu belâyı defetmesi için O’na için-için duâ etmeleri gerekir. Zâten
tüm Dünyâ’da sağlık çalışanları da dâhil büyük kitlelerin bunu yaptıklarını
görüyoruz. Tabi belâ kalktığında da bu süreçten ders alarak aynı ve benze yanlışları
yapmaktan vazgeçilmesi gerekir. Lâkin gelin görün ki bu belâdan kurtulmak için o
az sayıdaki “uyarıcılar”dan başka Allah’ın adını ağzına alan bile yoktur ve
dinleştirdikleri modern-bilim, teknoloji ve ilahlaştırdıkları bilim-adamlarından,
uzmanlardan ve yüksek meblâğdaki paralardan medet ummaktadırlar. Hâlbuki onlar sorunlara
şimdiye kadar geçici önlemler dışında çâreler bulabilmiş değillerdir ve
bulabilecekleri de belli değildir. Ne kadar ilginç ve hayret edilecek bir
şeydir ki, ölümün ağzına gelmiş olan modern insanın aklına hâlen Alemlerin Rabbi
olan Allah gelmemekte ve O’ndan küresel çapta bir yardım istenmemektedir. Zîrâ
modern insanın iğdiş olmuş zihni bunu düşünememektedir. Hâlbuki korona-virüsün;
sapıklıkların, çeşitli günahların ve zulümlerin bir cezâsı olduğu çok açıktır
ve Allah insanları kendine getirmek için “büyük âhiret azâbı”ndan önce “dünyevî
azap” ile uyarmaktadır:
“Andolsun, biz onlara belki (inkârcılıktan) dönerler diye o büyük
(uhrevî) azabdan önce, yakın (dünyevî) azabtan da taddıracağız” (Secde 21).
Korona-virüs,
Allah’ın izin vermesiyle yada emretmesiyle harekete geçmiş ve Dünyâ’nın altını
üstüne getirmektedir. Daha korona-virüs gibi nice virüsler ve belâlar, sapıklıklara,
ahlâksızlıklara ve zulümlere karşı harekete geçmek için Allah’ın emrini beklemektedir.
Bir yazıda korona-virüs gibi bir-çok virüsün olduğundan şöyle bahsedilir:
“Bâzı
bilim-insanlarına göre, hayvan topluluklarında henüz keşfedilmemiş 1,6 milyon
virüs türü bulunmaktadır ve bunların 650 bin-840 bin tânesinin insanlarda
hastalık yapabilme yeteneği olduğu iddia edilmektedir. Bu nedenle Dünyâ Sağlık
Örgütü, Dünyâ’nın herhangi bir yerinde ölümcül bir salgınla yeni bir virüsün
ortaya çıkma olasılığının her zaman mevcut olduğunu belirtmektedir. Bu
enfeksiyon hastalıklarına yol açan etkenler (mikroorganizmalar) yeni ortamlara adapte
olmakta ve gelişmektedir”.
Korona-virüs ile
birlikte “yıkılmaz ve yanlışlanamaz” zannedilen nice modern teoriler
çürüdü-çürüyecek duruma gelmiş ve bilim ve teknolojinin gerçek anlamda ilerlemediği
ortaya çıkmıştır. Ana-teması yanlış olan şeyin,
ne kadar çok ve meşhûr olursa-olsun tüm önermeleri gün gelir boşa çıkar. Bu
aynen; içinde milyonlarca e-kitap barındıran bir bilgisayarın, bir virüs
yüzünden çökerek, tüm kitapların silinmesi gibidir. Zîrâ 250 yıllık modern
birikim korona-virüs karşısında hiç-bir işe yaramamaktadır.
İnternette gezen
bir-çok absürd söz var. Meselâ, “bir-çok dilde Allah’a yalvarılmasına rağmen
O’ndan bir yardım gelmediği”; “dindarların-cemaatlerin vs. bir kenara
çekildiği, oysa bilimin ve bilim-adamlarının iş-başında olduğu” gibi sözler
söyleniyor ve “herkes sâdece bilime ve bilim- adamlarına güveniyor ve
güvenmelidir” deniyor. İyi de, insanlar sanki her konuda Allah’ın emirlerini
dinleyip de ona göre mi yaşıyorlardı da bir sorunla karşılaştıklarında Allah’a
döndüler de Allah buna rağmen onlara yardım etmedi?. Allah bizim -hâşâ-
uşağımız mı ki başımız derde düştüğünde hemen yardımını ulaştırsın. O’nun
yardımı, O’nun emrini ve yasaklarını dinleyenlere ve O’nun emir ve yasaklarına
göre yaşayanlara gelir. Kanımca tüm zamanlarda dünyâ-çapında meydana gelen
salgınlar, müslümanlara ve bir nebze de olsa İslâm’a göre yaşayanlara ya hiç
yada çok az zarar vermiştir. Bu belki korona-virüs salgını için de geçerlidir.
Çünkü bakıldığında müslüman ülkelerde, İslâm’a çok da uygun yaşamamalarına
rağmen çok fazla vâkânın olmadığı görülüyor.
Allah bizi kendi
ellerimiz yüzünden yaptıklarımızla da imtihan eder. Bu aynı-zamanda sünnetullahın
bir gereği olarak bir cezâdır da. Sanki modern insan her konuda Allah’ı, Dîn’i,
Kitab’ı ve uyarıcıları dinliyordu da başları sıkışınca ve panik başlayınca
Allah’a duâ ettiği anda Allah yardım edecek. Allah’ın “yemeyin” dediğini
yemekten uzaklaştınız da mı Allah sizi koruyacak?, size “yapın” dediklerini yaptınız
da mı sizi koruyacak?. Bunları yapsaydınız bu musîbet zâten başınıza gelmezdi. Meselâ
günde beş vakit abdest alsaydınız bu belâ başınıza gelmezdi. Allah abdesti
emreder. Şu-an modern-bilimin ve bilim-adamlarının “mutlakâ yapın” dedikleri el,
yüz, ağız ve burun yıkamada olduğu gibi, siz abdest almadınız ki!, gusül
etmediniz ki!. Korona-virüs olayı ile birlikte, modern aklın ortaya koyduğu
bilim ve teknolojinin, bir abdest kadar bile gücünün olmadığı anlaşılmıştır.
Yine, pis
şeyleri yemekten vazgeçmediniz ki!. Üstelik her türlü çirkefi işlediniz. Ne
yâni, kıyâmete kadar bunun bir karşılığı olmayacak mı sandınız?. Allah’ın sisteminde
pisliğe yer yoktur ve Allah her türlü pisliği yasaklamıştır. Vahiy-merkezli
olarak akıllarını kullanmayanların başına pislik yapar (Yûnus 100). Bu yasaklara
ve emirlere uymayanlar sünnetullah gereğince cezâlandırılırlar. Tüm geçmiş
kavimler de aynı ve benzer cezâlarla çarptırılmıştı. Allah başınız sıkıştığı
anda Süpermen gibi gelip de sizi hemen kurtaracak değildir elbette. O’nun
sünnetullahı vardır ve azâbı da yardımı da sünnetullaha göre gelir.
Allah kendisinin
emirlerine göre yaşamayanlara rahmeti gereğince yardım eder ama bunun da bir
sistematiği vardır. Allah bu yardımı sünnetullah gereğince yapar. Tabi bu-arada
yapılan yanlışın cezâsı çekilir ve bedeli ödenir.
“Bilim ve
teknoloji çok gelişti, özellikle de tıp alanında gelişme çok arttı” deyip
durdular. Aslında modern tıpta “şifâ” anlamında tedâvi yoktur. Zâten modern tıp
“sürekli ilaç kullanma”ya bağlıdır. Modern tıbbın gelişmesi, tıp teknolojileri
ve hastâne konforu alanındadır. Tedâvi anlamında gelişen pek bir şey yoktur
yada tedâvide kullanılan şeyler şifâ anlamında “kesin tedâvi” şeklinde
değildir. Belli bir süre kullanıldığında kronik ve ağır bir hastalıklardan tamâmen
kurtaracak bir tedâvi ve ilaç yoktur. Kesin ve tam olarak iyileştirilmiş kronik
bir hastalık örneği yoktur. Salgınlar için de aslında kesin tedâvi anlamında
ilaç geliştirilememiştir ve sürekli kullanılan ilaçlarla ve bir-çok yan-etkileri
olan aşılarla geçiştirilen tedâviler vardır. Korona-virüs için de kesin bir
tedâvi geliştirilemez. Bâzı yan tedâvilerle hastalık baskılanacak ve insanın
bünyesi ve bağışıklık sistemi bir zaman sonra virüsü yenecektir. Tabi bu herkes
için olmayacağından dolayı, artık bundan sonra korona-virüs de insanın başının
belâsı olmaya devâm edecektir. O hâlde yapılması gereken şey, herhangi bir
hastalık yada salgın daha ortaya çıkmadan önce önlemler almak ve doğala, normâle
ve fıtrata uygun bir hayat-tarzı uygulamaktır ki bu da ancak Allah’ın emrettiği
gibi bir yaşam-tarzı içinde olur. Çünkü tüm salgınlarda ve hastalıklarda olduğu
gibi korona-virüs de, modern-seküler yaşam-tarzının bir sonucunda ortaya
çıkmıştır.
Modern-bilimin
ve tıbbın öyle sanıldığı gibi çok geliştiği falan yoktur ve bu şu-anda gözle
görülmeyen bir virüse karşı çâresiz kalınması ve bir şey yapılamamasında çok
açıkça görülmektedir. Tavsiye edilen şeyler; ellerin, yüzlerin, ağız ve burnun
hattâ tüm bedenin iyice yıkanması, evlerin temizlenmesi, yiyeceklerin temiz olması,
absürd ve haram alışkanlıklardan kaçınılması, ayakkabı ile eve girilmemesi vs.
gibi aslında dinlerin ezelden beri söyleye-geldiği şeyler, önlemler ve
tavsiyelerdir. Bunların elbette yararı vardır. Zâten başka yapacak bir şey de
yoktur. Modern tıp şu-anda o çok ilkel îlân ettiği geçmiş zamanların
önlemlerine başvuruyor. Şimdilik başka da yapabileceği bir şey yok.
“Bilim-adamlarına
güvenmekten başka yapacağımız bir şey yok, bırakın otu-çöpü, boş-verin
şunu-bunu yemeyi-içmeyi” diyorlar. İyi de an îtibârıyla bilimin somut olarak ortaya
koyabildiği bir şey yok ki!. Başka amaçlarla kullanılan ilaçları denemekten ve
insanları solunum cihazına bağlamaktan başka yaptıkları bir şey yok. Tabi biz
burada sağlık çalışanlarının çabasına zinhar bir laf etmiyoruz. Onlara teşekkür
ediyoruz. Allah onlardan râzı olsun. Eldeki tüm imkânlar yapılmalıdır tabî ki.
Fakat şunu diyoruz; bu virüs kimi öldürmüyor ve az etkiliyor yada hiç etkilemeden
geçip gidiyor?. Tabî ki de bağışıklık sistemi güçlü olanları, güçlü bir bünyeye
sâhip olanları. Çünkü virüsün gücü sonsuz değildir. Nerede zayıflar-hastalar
varsa onları etkiliyor ve öldürüyor. O hâlde ben niçin otla-çöple vs. ile de
olsa bağışıklığımı güçlendirmek için uğraşmayayım ve yiyeceğime-içeceğime
dikkat ederek bünyemi sağlam tutmayayım?. Sanki ortada bir ilaç var, insanlar o
ilacı kullanmıyor da doğadan çâreler armaya koyuluyorlar. Ortada tıbbî bir ilaç
yok ki!. Dolaylı yoldan yararı olduğu söylenen ilaçlar ise zâten kullanılıyor.
Bu bağlamda çok da bir zarârı olamayan sıtma ilacı da kullanılmalıdır. Sıtma
ilacı zâten eski bir ilaçtır ve orijinâlde kimyâsal da değildir. Amazon’da yetişen Cinchona ağacının kabuğundan elde edilen kinin maddesi,
sıtma tedâvisinde kullanılır. Romatoid Artrit hastalığına ve diğer artritlere
de faydalı olan bu ilaç, ateşi düşürdüğü ve vücûda direnç verdiği için korona-virüs
tedâvisinde de işe yarar gibi gözüküyor.
İnsanlar
vara-vara dînin ve o beğenmedikleri eski zamanların salgından kurtulmak için
söyledikleri ve yaptıkları şeyleri söylemekte ve aldıkları önlemleri almaktadırlar.
Çünkü modern-bilimin şu-an için yapacağı çok fazla bir şey yoktur. Bakın
Peygamberimiz tââ 1.400 sene önceden, salgın durumlarında ne yapılacağı
hakkında ne diyor?:
“Bir yerde bulaşıcı hastalık ortaya
çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir
hastalık ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız” (Buhârî, Tıb 30; Müslim,
Selâm 100).
Hz. Ömer bir
yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhûr ettiğini
haber alınca gerekli istişâreler netîcesinde Şam’a gitmekten vazgeçmiştir.
Aslında Cenâb-ı Hakk’ın ve Hazret-i Peygamber’in emrine daha muvâfık olan bu
ihtiyat ve tedbir karşısında sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Hz. Ömer’e
(r.a.): “Allâh’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuş, Hz. Ömer (r.a.) ise,
o âlim ve fâzıl sahâbîden böyle bir suâli beklemediği için: “Keşke bunu senden
başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde!. Evet, Allâh’ın kaderinden, yine Allâh’ın
kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli,
diğer tarafı çorak bir vâdiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allâh’ın
kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allâh’ın kaderiyle otlatmış olmaz
mıydın?” (Buhârî, Tıb, 30).
Yâni
bir salgın karşısında modern insanın şu-an îtibârıyla yaptığı şeyler,
peygamberlerin ve kadim geleneğin önlemleri ve uygulamalarıdır. Fakat yine de
“din ve gelenek ne yapmıştır ki” deyip duruyorlar ve bilim-adamlarından gelecek
müjdeyi(!) bekliyorlar. Oysa bilim-adamları o müjdeyi ancak yaklaşık 1 yıl
sonra verebileceklerini söylüyorlar. Bu duyuru ile iyice karamsarlığa düşen
modern insan, güneşli günlerin özlemini çekiyor. Havalar ısınsa da Güneş’in
ultra-viyole ışınları virüsü yok etse!. Oysa yapılacak Güneş’ten değil
Allah’tan yardım istemek ve medet ummaktır.
Bu salgın bir ayna
vazîfesi de görüyor. Korona-virüs ile birlikte insanların en çok neyden
korktuğu ortaya çıktı. İnsanlar “ölüm-ötesi”nden değil, “ölmekten” korkuyorlar.
Ölmemek için her-şeyden vazgeçebiliyorlar. Çünkü ölüm, modern insanın
trajedisidir.
Korona-virüs
Allah’ın, insanları uyarmak için kullandığı bir “korna”dır. Bu korna “ölüm var,
âhiret var, hesap var” diye insanları uyarmaktadır.
Korona-virüs, “modern
insanın üç tanrısı” olan akıl, para, modern-bilim ve teknolojiyi yıktı-yıkacak
duruma gelmiştir. Artık bundan sonra hiç-bir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Allah,
kendilerini Tanrı-Kral îlân eden kibirli insanlara “tâc” yâni “korona”
takmıştır. Korona “tac” demektir ve virüs, adını Güneş gibi taçları yâni
koronası olduğundan dolayı almıştır. Allah zımnen; “madem siz kendinizi ilah ve
kral îlân ettiniz, o hâlde tâcınız (korona) da benden olsun” demiştir.
İnsan; kazâdan,
belâdan, hastalıktan ve ölmekten kurtulmak için önlemler almalıdır tabî ki. Çünkü
hayât değerlidir. Bu salgından korunmak için en iyi önlem evde kalmak gibi
görünüyor. İnsan Allah’a sığınarak evde kaldığında ve salgından korunmaya
çalıştığında bu salgından pek de zarar görmeyecektir. Lâkin insanı gerçekten
koruyacak olan şey ev değil, Allah’tır. Bu nedenle şu âyet aslâ akıldan
çıkarılmamalıdır:
“Her nerede olursanız
(olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız
bile…” (Nîsâ 78).
En doğrusunu
sadece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder