22 Nisan 2020 Çarşamba

Batı Paradigmasını İlahlaştırmak




“Ey îman edenler!; yahudi ve hristiyanları (gazâba uğrayanları ve sapmışları) dostlar (veliler) edinmeyin; onlar bir-birlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez” (Mâide 51).

Birini dost edinmek, onun zihniyetini, bakış-açısını yâni paradigmasını dost edinmek, “o zihniyeti benimsemek” demektir. Allah, İslâm/vahiy-merkezli olmayan zihniyetleri-paradigmaları dost edinmeyi yasaklar. Zîrâ gayri İslâmî her paradigma zulmün çıkış-noktasıdır ve zulüm-merkezli düşünür ve çalışır. Zâten kendi paradigmaları gibi bir paradigma edinmedikçe yâni “onlar gibi olmadıkça” sizi aslâ dost edinmezler. “Onlar gibi olmak” demek ise, onlar gibi düşünmek, onlar gibi kânun yapmak, onlar gibi yiyip-içip giyinmek, onlar gibi konuşmak, dolayısıyla onların paradigmasına uygun davranmaktır. Yâni onların yoluna uymak ve onların dînine girmek demektir. Fakat böyle olduğunda artık onlar gibi zâlim olmak da normâl görülmeye başlayacaktır.

Modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme bir zaman sonra “öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu bile olamaz. Zîrâ batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir.

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

Paradigma, bir düşünme ve yapıp-etme şeklidir. Thomas Kuhn paradigmayı şöyle açıklar:

“Paradigma, belli bir zaman-dilimi içinde bir grubun yada topluluğun düşünme biçimi ve davranışlarını belirleyen bir dünyâ-görüşü, bir algı dayanağı, bir izlenceler bütünü, bir model, bir perspektiftir”.

Paradigma; genelleştirilmiş düşünce modellerinin yada kalıplarının, bir birey yada topluluk tarafından görüldüğü ve benimsendiği şekliyle hayâtın bütün yönlerine uygulanmasından başka bir şey değildir.

Peki modern paradigma yâni batı paradigması nedir ve üreticileri kimlerdir?. Modern paradigma, İngiliz-İsrâil merkezli paradigmadır. O-hâlde modern paradigmaya uymak, İngiliz-İsrâil kafasına göre, onların nefislerine göre düşünmek ve edip-eylemek demektir. Bu paradigma günümüzde neredeyse tüm Dünyâ’nın paradigması olmuştur. Herkes artık nefis-merkezli bu paradigmaya göre düşünüyor ve edip-eylemeye çalışıyor. Hattâ bu paradigmaya uymak için tüm Dünyâ bir yarış hâlindedir. Öyle ki; artık başka yeni düşünceler de üretemiyorlar. Dünyâsını bu paradigma merkezinde en iyi şekilde mâmur etmek isteyen inançsızlar ve modernler belki kendilerince haklı olabilirler. Zîrâ onlar “tek dünyâlı” olmalarından yâni âhireti hem hesâba katmayan hem de ona inanmayan ve sâdece dünyâ hayâtına-yaşantısına kilitlenmiş ve râzı olduklarından dolayı, kendilerini hazzın en zirvesine taşıyacak bir paradigmanın peşine takılmaları mantıklıdır. Fakat dediğimiz gibi, bu paradigma “ilkeli” bir paradigma değildir. Merhâmet, vicdân, iyilik, ahlâk ve Allah rızâsına dönük değildir. Bu paradigmayı savunanların bir imtihan anlayışı, değer, duruş ve ilkesi yoktur ve bir çeşit hayvâniyet yaşamak istemektedirler ve yaşamaktadırlar. İlginç olan ve insanı umutsuzluğa sevk eden ve hattâ utanç verici olan şey ise, başta müslümanlar olmak üzere Dünyâ’ya adâlet yönünde bir şekil vermesi gereken insanların da hızlı bir şekilde bu paradigmaya eklemlenmeye başlamış olmalarıdır.

Bahsettiğimiz bu modern batı paradigması; lâik, seküler, kapitâlist, neo-liberâlist, hazcı, konformist, modernist, bireyci, feminist, hümanist, emperyâlist, şerefsiz, tâğutist bir paradigmadır. Bu paradigma, şeytanın telkin ettiği ve dayattığı, uşaklarının da ne pahasına olursa-olsun uygulamaya soktuğu/sokmaya çalıştığı bir paradigmadır. Bu paradigma, teorilerini, ideolojilerini ve kültürünü tüm Dünyâ’ya dayatıyor ve herkesin bu paradigmayı benimsemesini istiyor. Batı, bu uğurda savaşlar yapıyor ve çeşitli fizîki ve psikolojik şiddete başvuruyor. Zâten şu-anda savaştığı ülkeler, o paradigmayı kabûl etmeyerek karşı çıkan İslâm ülkeleridir. Zîrâ İslâm’ın bu paradigmayı kabûl etmesi söz-konusu bile değildir. Bir müslüman, “batı paradigması”nı “evrensel” olarak kabûl edip benimseyemez.

Tüm seküler sistemler, ortaya koydukları paradigmaları için sözde meşrûiyetlerini “atalarından” almak zorundadırlar. Batı paradigması da sözde meşrûiyetini Yunan düşüncesi-felsefesi ve Roma siyâseti-kültüründen almaktadır.

Hangi teorinin/düşüncenin kabûl edileceği, medeniyetin hangi medeniyet olduğuyla alâkalıdır. Batı medeniyeti başka, İslâm medeniyeti ise başka sonuçlar-paradigmalar üretir. Her paradigma kendine-özgü bir toplumsal/kültürel/bilimsel/siyâsal yapı üretir. Mevcut modern batı paradigması ise, diğer tüm paradigmaları boğarak, sâdece kendi paradigmasını Dünyâ’ya hâkim kılmak istemektedir. Tabî ki bunu tüm insanları köleleştirerek yapar.

Modern müslümanlar, batı paradigmasına uygun olmayan İslâmî düşünceyi, aşırı yoruma tâbi tutup değiştirmedikçe kabûl edemiyor. Müslümanların dînî çalışmaları da artık “batı paradigmasının düşüncelerine, ideolojilerine, yapısına bir meşrûiyet kazandırma çalışmaları”na döndü. Bu şeytâni paradigmanın üretmiş olduğu lânet ideolojilere Kur’ân’dan bir dayanak bulma yarışı var. Böylece Kur’ân, modern-bilimin nesnesi hâline getiriliyor. İslâm ve Kur’ân, “şeytanın-tâğutların sosyâl hayâtına ve siyâsetine cevap yetiştirme yada onay verme dîni” değildir. O, kendi sosyâl alanını, siyâsetini, kültürünü, düşüncesini yâni kendi paradigmasını kurar. Onun bir devlet-medeniyet potansiyeli vardır ve bu potansiyel yeniden açığa çıkarılıp hayâta hâkim olmayı beklemektedir. İslâm dînini ve Kur’ân’ı bu lânet paradigmanın nesnesi, mühürdârı hâline getirmek derin bir cehâlet ve ağır bir şerefsizliktir. Eğer bu şeytâni batı paradigmasına karşı İslâmî bir paradigma geliştiremiyorsanız, yada en azından eleştirip îtirâz etmiyorsanız, çekilin ve defolun gidin yoldan, parazit yapmayın. İslâm’ı, Kur’ân’ı, Sünnet’i maskaraya çevirmeyin. Onu şamar-oğlanı yapmayın.

İslâm hayattan koparılıp sâdece zihinsel orgazmların bir nesnesi hâline getirildi. İslâm salt bir inanç-sistemi değildir sâdece. Hayâtın her alanı için söyleyecek sözü olan, bir bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet projesidir. Hem de bu, adâlet/hak/hakîkat-merkezli olan bir sistemdir. Çıkar ve nefis-merkezli bir sistem değildir modern batı paradigması gibi.

Batı paradigmasına olan temâyül, 1789 Fransız Devrimi sonrasında modernite ile başladı ve genelde 2. Dünyâ Savaşı’ndan, özeldeyse 90’lı yıllar ve milenyum ile bu temâyül yükseldi  ve zirveye ulaştı. Artık müslüman coğrafya adım-adım “batı hristiyanlığı”nı, moderniteyi yâni modern batı paradigmasını tâkip etmektedir. Öyle ki bu sıkı tâkip, müslümanların tasavvur, düşünce, söz ve amel-eylem potansiyelini baltalamaktadır. İslâm’ı merkeze aldığını söyleyen müslümanlar bile batı paradigmasına uygun tasavvur, düşünme, konuşma ve amel-eylemde bulunmaktadırlar.

Paradigma “model” demektir.  Batı modeli, batı’nın bakış-açısı, düşünme ve yaşama şekli. Şu-an Dünyâ batı paradigmasına göre düşünüyor, konuşuyor, yiyip-içiyor ve amel-eylemde bulunuyor. Batı paradigmasına göre Dünyâ şu-anki mevcut hâle geldi. Fakat başka şekilde de olabilirdi. İslâmî paradigma bambaşka bir Dünyâ sunar ve kurar. İslâm, Dünyâ’ya hâkim olduğu zamanlarda hakka-hakîkate, adâlet ve eşitliğe, tevhide uygun bir Dünyâ kurmuştu ve bu medeniyet 500 yıl boyunca aktif, 500 yıl boyunca da pasif bir şekilde 1.000 yıl boyunca sürmüştü. Modern insan ve müslümanların çoğu bunu bilmiyor, üzerinden -görece- uzun zaman geçince unuttular. Zâten araştırmıyorlar da.

Modern batı paradigması İslâm’ın ortaya koyduğu 1.000 yıllık muhteşem medeniyeti kötü ve ilkel gösteriyor, çünkü hayâtiyetini bu yolla sağlıyor. Zîrâ gerçek İslâm medeniyeti apaçık ortaya konsa ve batı paradigması ile kıyaslansa, batı paradigmasının ve modern hayat-tarzının tam bir pislik ve zulüm sistemi olduğu çok net olarak açığa çıkacaktır. Kur’ân-merkezli İslâm medeniyeti apaçık bir şekilde ortaya konduğunda, insanca yaşamanın ne ve nasıl olduğu ortaya çıkmış olacaktır. Zâten İslâm Medeniyeti’ni bilenler için bu mâlûmdur. Oysa bilgiyi kontrôl altında tutan batı paradigması, İslâm’ı ilkel, vahşi, şehvet düşkünü ve câhil gösteriyor ve batı paradigmasına râm ve meftûn olmuş olanlar da buna körü-körüne inanıyor. Şimdi modern insanlara ve hattâ modern müslümanlara; “batı, ilmî düşüncesinin temelini İslâm’a borçludur fakat bunu kendi seküler paradigmasıyla zulme dönüştürmüştür” desek, bilgisizliklerinden ve cehâletlerinden dolayı bunu aslâ kabûl etmezler. Oysa batı’lı bir-çok bilgin ve yazar bunu açıkça îtirâf eder. Bunu kabûl etmeyenler, aslında kabûl etmek istemiyorlar, çünkü batı paradigması tam da nefse uygun işliyor. Kafa ve beden konforunu bozmak istemeyenler için İslâm, ilkel, yobaz ve adâletsiz bir din ve paradigmadır. “Kafası nefsi olmuş” olanlar için batı paradigması ise aydınlanmanın(!), ilericiliğin göstergesi ve taşıyıcısıdır.

Batı paradigması için bir şeyin doğru olması, çoğunluğun o şeyin “doğru” olarak kabûl etmesidir. Doğru olarak kabûl edilen o şey isterse ahlâksızca, şerefsizce ve zâlimce olsun fark etmez. Yâni herkesin doğru kabûl ettiği bir şey, batı paradigmasına göre “doğru”dur. İslâmî paradigmaya göre ise bir şeyin “doğru” olması için o şeyin “hakîkat” olması gereklidir ki hakîkat ise ancak Allah’ın dediğidir. İslâmî paradigmaya göre hakîkate göre yaşamak, “Hakka göre yaşamak” demektir. Yanlış, çirkin ve hattâ küfür, şirk ve zulüm sistemi olan batı paradigması, Allah-merkezli İslâmî paradigmaya karşı çıkarılmış küresel bir sapıklıktır. Modern insan batı paradigmasını “mutlak doğru” olarak kabûl ediyor, zîrâ işine öylesi uygun geliyor. Çünkü İslâmî paradigmayı hem bilmiyorlar, hem İslâm nefse sınır koyuyor hem de İslâm’a göre yaşamanın bir bedeli olduğu için karşı çıkıyorlar. İslâmî paradigma yâni İslâmî bakış-açısı ve düşünce-şekli, âhiret-merkezli, merhâmet, vicdân ve mâneviyat-merkezli iken; batı paradigması ise Dünyâ-merkezli, nefis-merkezlidir. Dolayısıyla anlamdan yoksundur. Çünkü Allah’tan yoksundur. Allah yoksa hiç-bir şeyin anlamı olmaz. Allah yoksa anlam da yoktur. Bu nedenle batı paradigması bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir.

Dîni-İslâm’ı sâdece namaz-oruç-hac-zekat-kurban zanneden bir zihniyet oluşmuş durumda. Sanki İslâm-Kur’ân, sosyâl ve siyâsal alanla ilgili hiç-bir şey söylemiyormuş gibi, sanki hiç ahlâktan bahsetmiyormuş gibi bir davranış gösteriyor müslümanlar. Kendileri gerçekten bunlardan haberdar olmadıkları gibi, çıkar-merkezli Dünyâ’nın bir gereği olarak lîderler de bu durumu sürdürecek politikalar ve uygulamalar yapıyorlar. Medya ve sermâyedarlar da buna destek oluyor. Zâten ideolojiler ve modern paradigma, İslâm’ı bu şekilde yıkmanın peşindedir.

Modern-bilim de anlamsızlaştırmayı ve nesneleştirmeyi batı paradigması merkezli olarak, dîne açtığı ve sürdürdüğü savaş ile yapar. İslâmî paradigmayı kötüleyerek yapar. Modern-bilim, dîne yâni İslâm paradigmasına savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan korunabilir. Modern-bilim dînin yerine ikâme edilmiş ve “din” yapılmıştır. Modern-bilim bir din’dir. Dîn’e karşı din. Zâten modernite hakîkati modern-bilim ile perdeliyor. Modern-bilimin hakîkate ulaşmak gibi bir derdi yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın yalakalığını yapmaktan başkası değildir. Şeytan modernite ve modern-bilim ile insanı yoldan çıkarmanın verdiği sözü tutmanın peşindedir. Böylece güyâ insana karşı üstünlüğünü kanıtlamış olacaktır. Nazife Şişman bu konuda şunları söyler:

“Bilim-târihinde sık telaffuz edilen bir söz vardır: ‘Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü yaratır’. İşte bilgi üretimini sağlayan bu kavramsal şemaya paradigma denir. Thomas Kuhn, paradigmayı ‘belirli bir bilim-adamları topluluğunun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem’ olarak tanımlamış ve bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şemanın, zaman içinde değişebileceğini vurgulamıştı.

İki yüzyıldır batı’lı modern-bilim paradigmasıyla, kendi insan, kâinât ve yaratıcı tasavvurumuza dayanan paradigma arasındaki karşıtlık ve çatışmadan muzdaribiz. 18. yüzyıldan îtibâren batı’lı modern-bilim paradigması, hâkimiyetini îlân etmişti. Ama bu îlân esnâsında kendisini ‘paradigmalardan bir paradigma’ olarak değil, gerçeği keşfedecek yegâne yöntem ve ‘evrensel bilgiye giden yol olarak’ sunmuştu. Batı’nın askerî, siyâsî ve iktisâdî hegemonyası, Sanâyi İnkılâbı’yla birlikte bilimin teknolojiye ivme kazandıran yönünün ortaya çıkardığı göz-kamaştırıcı ‘başarılar’la birleşince, batı’lı modern-bilim, insan ve kâinatla ilgili söz söyleyebilecek bir iktidar konumuna taşındı”.

Küresel seküler (din-dışı) batı paradigmasının zorla dayatılması “ilericilik” sayılırken; İslâm’ın hükümleriyle hükmolunma isteği ise, gericilik, yobazlık ve “terörizm” olarak görülüyor.

Dünyâ batı paradigması nedeniyle adım-adım kaosa sürükleniyor. Her-şey anlamını yitirdiğinde kaos ve yıkım başlar. Basit bir bakışla bakıldığında bile, batı paradigmasının ortaya çıkardığı; fıtrata, doğala ve normâle aykırı olan bir-çok şeyi görebiliyoruz. Evlenmeler azalıyor, çocuk doğumları azalıyor, cinsler arasındaki farklılıklar kayboluyor, âile bitiyor. O yüzden yalnız ve boş hayatlar yaşanıyor. Bu paradigmanın güçlendirdiği tek şey sâdece nefistir. Batı paradigması; şeytan’ın fısıldamasıyla, tâğutların bu fısıltıları fiîliyata dökmesiyle ve modern insanın ise bu paradigmaya ve bu paradigmanın ortaya çıkardığı düşünce, amel-eylem şekli ve ürünlerine hırsla sâhip çıkmasıyla güçlendi.

İslâmî paradigma, 1.000 yıl boyunca Dünyâ’da örnek bir yaşam-şekli ortaya çıkardı ki bunun en ideâl dönemi “asr-ı saadet dönemi” denilen Peygamberimiz’in ve o’ndan sonra da Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısına kadar olan dönemdir. Batı paradigması İslâm’ın ortaya koyduğu muhteşem medeniyeti çeşitli şekillerde saklıyor ve kendi paradigmasını ortaya koyarak bunu insanlara dayatıyor. Oysa batı paradigması şu-ana kadar, bu paradigmayı ortaya çıkaran ve aşırı destekleyen “mutlu bir azınlığın” dışında hiç kimseyi mutlu-huzurlu etmedi, edemiyor ve edemez de. Çünkü böyle bir amacı ve hedefi yok. Bunu sağlamak için bir şey de yapmıyor. O hâlde yapılması gereken şey, özellikle müslümanların, Kur’ân’ı ve hem tüm peygamberlerin hem de Peygamberimiz’in hayâtını, mücâdelesini ve İslâmî hareket metodunu (Sünnet) iyi bir şekilde öğrenerek ve bunu içselleştirerek, batı paradigmasını İslâm-merkezli olarak eleştirmeleri ve bu paradigmaya yine İslâm-merkezli olarak îtirâz ve isyân etmeleri gerekir. Zîrâ göklerdeki muhteşem düzenin aynısının Dünyâ’da da kurulması süreci ancak böyle başlayabilir. 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mart 2019




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder