“Ey îman edenler!; yahudi
ve hristiyanları (gazâba uğrayanları ve sapmışları) dostlar (veliler)
edinmeyin; onlar bir-birlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse,
kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez” (Mâide 51).
Birini dost edinmek, onun
zihniyetini, bakış-açısını yâni paradigmasını dost edinmek, “o zihniyeti
benimsemek” demektir. Allah, İslâm/vahiy-merkezli olmayan zihniyetleri-paradigmaları
dost edinmeyi yasaklar. Zîrâ gayri İslâmî her paradigma zulmün çıkış-noktasıdır
ve zulüm-merkezli düşünür ve çalışır. Zâten kendi paradigmaları gibi bir
paradigma edinmedikçe yâni “onlar gibi olmadıkça” sizi aslâ dost edinmezler.
“Onlar gibi olmak” demek ise, onlar gibi düşünmek, onlar gibi kânun yapmak,
onlar gibi yiyip-içip giyinmek, onlar gibi konuşmak, dolayısıyla onların
paradigmasına uygun davranmaktır. Yâni onların yoluna uymak ve onların dînine
girmek demektir. Fakat böyle olduğunda artık onlar gibi zâlim olmak da normâl
görülmeye başlayacaktır.
Modern uygarlığın geçtiği
yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern
paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer
müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü
gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme bir zaman sonra
“öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması
söz-konusu bile olamaz. Zîrâ batı’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak
şerefsizliktir.
“Sen onların dinlerine
uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki:
‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan
ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).
Paradigma, bir düşünme ve
yapıp-etme şeklidir. Thomas Kuhn paradigmayı şöyle açıklar:
“Paradigma,
belli bir zaman-dilimi içinde bir grubun yada topluluğun düşünme biçimi ve
davranışlarını belirleyen bir dünyâ-görüşü, bir algı dayanağı, bir izlenceler
bütünü, bir model, bir perspektiftir”.
Paradigma; genelleştirilmiş
düşünce modellerinin yada kalıplarının, bir birey yada topluluk tarafından
görüldüğü ve benimsendiği şekliyle hayâtın bütün yönlerine uygulanmasından
başka bir şey değildir.
Peki modern paradigma yâni
batı paradigması nedir ve üreticileri kimlerdir?. Modern paradigma,
İngiliz-İsrâil merkezli paradigmadır. O-hâlde modern paradigmaya uymak, İngiliz-İsrâil
kafasına göre, onların nefislerine göre düşünmek ve edip-eylemek demektir. Bu
paradigma günümüzde neredeyse tüm Dünyâ’nın paradigması olmuştur. Herkes artık
nefis-merkezli bu paradigmaya göre düşünüyor ve edip-eylemeye çalışıyor. Hattâ
bu paradigmaya uymak için tüm Dünyâ bir yarış hâlindedir. Öyle ki; artık başka
yeni düşünceler de üretemiyorlar. Dünyâsını bu paradigma merkezinde en iyi
şekilde mâmur etmek isteyen inançsızlar ve modernler belki kendilerince haklı
olabilirler. Zîrâ onlar “tek dünyâlı” olmalarından yâni âhireti hem hesâba
katmayan hem de ona inanmayan ve sâdece dünyâ hayâtına-yaşantısına kilitlenmiş ve
râzı olduklarından dolayı, kendilerini hazzın en zirvesine taşıyacak bir
paradigmanın peşine takılmaları mantıklıdır. Fakat dediğimiz gibi, bu paradigma
“ilkeli” bir paradigma değildir. Merhâmet, vicdân, iyilik, ahlâk ve Allah
rızâsına dönük değildir. Bu paradigmayı savunanların bir imtihan anlayışı,
değer, duruş ve ilkesi yoktur ve bir çeşit hayvâniyet yaşamak istemektedirler
ve yaşamaktadırlar. İlginç olan ve insanı umutsuzluğa sevk eden ve hattâ utanç
verici olan şey ise, başta müslümanlar olmak üzere Dünyâ’ya adâlet yönünde bir
şekil vermesi gereken insanların da hızlı bir şekilde bu paradigmaya
eklemlenmeye başlamış olmalarıdır.
Bahsettiğimiz bu modern batı paradigması; lâik,
seküler, kapitâlist, neo-liberâlist, hazcı, konformist, modernist, bireyci, feminist,
hümanist, emperyâlist, şerefsiz, tâğutist bir paradigmadır. Bu paradigma,
şeytanın telkin ettiği ve dayattığı, uşaklarının da ne pahasına olursa-olsun
uygulamaya soktuğu/sokmaya çalıştığı bir paradigmadır. Bu paradigma,
teorilerini, ideolojilerini ve kültürünü tüm Dünyâ’ya dayatıyor ve herkesin bu
paradigmayı benimsemesini istiyor. Batı, bu uğurda savaşlar yapıyor ve çeşitli
fizîki ve psikolojik şiddete başvuruyor. Zâten şu-anda savaştığı ülkeler, o
paradigmayı kabûl etmeyerek karşı çıkan İslâm ülkeleridir. Zîrâ İslâm’ın bu
paradigmayı kabûl etmesi söz-konusu bile değildir. Bir müslüman, “batı
paradigması”nı “evrensel” olarak kabûl edip benimseyemez.
Tüm seküler sistemler,
ortaya koydukları paradigmaları için sözde meşrûiyetlerini “atalarından” almak
zorundadırlar. Batı paradigması da sözde meşrûiyetini Yunan düşüncesi-felsefesi
ve Roma siyâseti-kültüründen almaktadır.
Hangi teorinin/düşüncenin
kabûl edileceği, medeniyetin hangi medeniyet olduğuyla alâkalıdır. Batı
medeniyeti başka, İslâm medeniyeti ise başka sonuçlar-paradigmalar üretir. Her
paradigma kendine-özgü bir toplumsal/kültürel/bilimsel/siyâsal yapı üretir.
Mevcut modern batı paradigması ise, diğer tüm paradigmaları boğarak, sâdece
kendi paradigmasını Dünyâ’ya hâkim kılmak istemektedir. Tabî ki bunu tüm
insanları köleleştirerek yapar.
Modern müslümanlar, batı paradigmasına uygun olmayan
İslâmî düşünceyi, aşırı yoruma tâbi tutup değiştirmedikçe kabûl edemiyor. Müslümanların
dînî çalışmaları da artık “batı paradigmasının düşüncelerine, ideolojilerine,
yapısına bir meşrûiyet kazandırma çalışmaları”na döndü. Bu şeytâni paradigmanın
üretmiş olduğu lânet ideolojilere Kur’ân’dan bir dayanak bulma yarışı var. Böylece
Kur’ân, modern-bilimin nesnesi hâline getiriliyor. İslâm ve Kur’ân,
“şeytanın-tâğutların sosyâl hayâtına ve siyâsetine cevap yetiştirme yada onay
verme dîni” değildir. O, kendi sosyâl alanını, siyâsetini, kültürünü,
düşüncesini yâni kendi paradigmasını kurar. Onun bir devlet-medeniyet
potansiyeli vardır ve bu potansiyel yeniden açığa çıkarılıp hayâta hâkim olmayı
beklemektedir. İslâm dînini ve Kur’ân’ı bu lânet paradigmanın nesnesi,
mühürdârı hâline getirmek derin bir cehâlet ve ağır bir şerefsizliktir. Eğer bu
şeytâni batı paradigmasına karşı İslâmî bir paradigma geliştiremiyorsanız, yada
en azından eleştirip îtirâz etmiyorsanız, çekilin ve defolun gidin yoldan,
parazit yapmayın. İslâm’ı, Kur’ân’ı, Sünnet’i maskaraya çevirmeyin. Onu
şamar-oğlanı yapmayın.
İslâm hayattan koparılıp sâdece zihinsel orgazmların
bir nesnesi hâline getirildi. İslâm salt bir inanç-sistemi değildir sâdece.
Hayâtın her alanı için söyleyecek sözü olan, bir bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet
projesidir. Hem de bu, adâlet/hak/hakîkat-merkezli olan bir sistemdir. Çıkar ve
nefis-merkezli bir sistem değildir modern batı paradigması gibi.
Batı paradigmasına olan
temâyül, 1789 Fransız Devrimi sonrasında modernite ile başladı ve genelde 2.
Dünyâ Savaşı’ndan, özeldeyse 90’lı yıllar ve milenyum ile bu temâyül
yükseldi ve zirveye ulaştı. Artık
müslüman coğrafya adım-adım “batı hristiyanlığı”nı, moderniteyi yâni modern
batı paradigmasını tâkip etmektedir. Öyle ki bu sıkı tâkip, müslümanların
tasavvur, düşünce, söz ve amel-eylem potansiyelini baltalamaktadır. İslâm’ı
merkeze aldığını söyleyen müslümanlar bile batı paradigmasına uygun tasavvur,
düşünme, konuşma ve amel-eylemde bulunmaktadırlar.
Paradigma “model” demektir. Batı modeli, batı’nın bakış-açısı, düşünme ve
yaşama şekli. Şu-an Dünyâ batı paradigmasına göre düşünüyor, konuşuyor, yiyip-içiyor
ve amel-eylemde bulunuyor. Batı paradigmasına göre Dünyâ şu-anki mevcut hâle
geldi. Fakat başka şekilde de olabilirdi. İslâmî paradigma bambaşka bir Dünyâ
sunar ve kurar. İslâm, Dünyâ’ya hâkim olduğu zamanlarda hakka-hakîkate, adâlet
ve eşitliğe, tevhide uygun bir Dünyâ kurmuştu ve bu medeniyet 500 yıl boyunca
aktif, 500 yıl boyunca da pasif bir şekilde 1.000 yıl boyunca sürmüştü. Modern
insan ve müslümanların çoğu bunu bilmiyor, üzerinden -görece- uzun zaman
geçince unuttular. Zâten araştırmıyorlar da.
Modern batı paradigması
İslâm’ın ortaya koyduğu 1.000 yıllık muhteşem medeniyeti kötü ve ilkel
gösteriyor, çünkü hayâtiyetini bu yolla sağlıyor. Zîrâ gerçek İslâm medeniyeti
apaçık ortaya konsa ve batı paradigması ile kıyaslansa, batı paradigmasının ve
modern hayat-tarzının tam bir pislik ve zulüm sistemi olduğu çok net olarak
açığa çıkacaktır. Kur’ân-merkezli İslâm medeniyeti apaçık bir şekilde ortaya
konduğunda, insanca yaşamanın ne ve nasıl olduğu ortaya çıkmış olacaktır. Zâten
İslâm Medeniyeti’ni bilenler için bu mâlûmdur. Oysa bilgiyi kontrôl altında
tutan batı paradigması, İslâm’ı ilkel, vahşi, şehvet düşkünü ve câhil
gösteriyor ve batı paradigmasına râm ve meftûn olmuş olanlar da buna körü-körüne
inanıyor. Şimdi modern insanlara ve hattâ modern müslümanlara; “batı, ilmî
düşüncesinin temelini İslâm’a borçludur fakat bunu kendi seküler paradigmasıyla
zulme dönüştürmüştür” desek, bilgisizliklerinden ve cehâletlerinden dolayı bunu
aslâ kabûl etmezler. Oysa batı’lı bir-çok bilgin ve yazar bunu açıkça îtirâf
eder. Bunu kabûl etmeyenler, aslında kabûl etmek istemiyorlar, çünkü batı
paradigması tam da nefse uygun işliyor. Kafa ve beden konforunu bozmak istemeyenler
için İslâm, ilkel, yobaz ve adâletsiz bir din ve paradigmadır. “Kafası nefsi
olmuş” olanlar için batı paradigması ise aydınlanmanın(!), ilericiliğin göstergesi
ve taşıyıcısıdır.
Batı paradigması için bir
şeyin doğru olması, çoğunluğun o şeyin “doğru” olarak kabûl etmesidir. Doğru
olarak kabûl edilen o şey isterse ahlâksızca, şerefsizce ve zâlimce olsun fark
etmez. Yâni herkesin doğru kabûl ettiği bir şey, batı paradigmasına göre “doğru”dur.
İslâmî paradigmaya göre ise bir şeyin “doğru” olması için o şeyin “hakîkat”
olması gereklidir ki hakîkat ise ancak Allah’ın dediğidir. İslâmî paradigmaya
göre hakîkate göre yaşamak, “Hakka göre yaşamak” demektir. Yanlış, çirkin ve
hattâ küfür, şirk ve zulüm sistemi olan batı paradigması, Allah-merkezli İslâmî
paradigmaya karşı çıkarılmış küresel bir sapıklıktır. Modern insan batı paradigmasını
“mutlak doğru” olarak kabûl ediyor, zîrâ işine öylesi uygun geliyor. Çünkü
İslâmî paradigmayı hem bilmiyorlar, hem İslâm nefse sınır koyuyor hem de İslâm’a
göre yaşamanın bir bedeli olduğu için karşı çıkıyorlar. İslâmî paradigma yâni İslâmî
bakış-açısı ve düşünce-şekli, âhiret-merkezli, merhâmet, vicdân ve mâneviyat-merkezli
iken; batı paradigması ise Dünyâ-merkezli, nefis-merkezlidir. Dolayısıyla
anlamdan yoksundur. Çünkü Allah’tan yoksundur. Allah yoksa hiç-bir şeyin anlamı
olmaz. Allah yoksa anlam da yoktur. Bu nedenle batı paradigması bir “anlamsızlaştırma
ameliyesi”dir.
Dîni-İslâm’ı sâdece
namaz-oruç-hac-zekat-kurban zanneden bir zihniyet oluşmuş durumda. Sanki
İslâm-Kur’ân, sosyâl ve siyâsal alanla ilgili hiç-bir şey söylemiyormuş gibi,
sanki hiç ahlâktan bahsetmiyormuş gibi bir davranış gösteriyor müslümanlar.
Kendileri gerçekten bunlardan haberdar olmadıkları gibi, çıkar-merkezli
Dünyâ’nın bir gereği olarak lîderler de bu durumu sürdürecek politikalar ve uygulamalar
yapıyorlar. Medya ve sermâyedarlar da buna destek oluyor. Zâten ideolojiler ve
modern paradigma, İslâm’ı bu şekilde yıkmanın peşindedir.
Modern-bilim de anlamsızlaştırmayı
ve nesneleştirmeyi batı paradigması merkezli olarak, dîne açtığı ve sürdürdüğü
savaş ile yapar. İslâmî paradigmayı kötüleyerek yapar. Modern-bilim, dîne yâni
İslâm paradigmasına savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan
korunabilir. Modern-bilim dînin yerine ikâme edilmiş ve “din” yapılmıştır.
Modern-bilim bir din’dir. Dîn’e karşı din. Zâten modernite hakîkati
modern-bilim ile perdeliyor. Modern-bilimin hakîkate ulaşmak gibi bir derdi
yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın yalakalığını yapmaktan başkası
değildir. Şeytan modernite ve modern-bilim ile insanı yoldan çıkarmanın verdiği
sözü tutmanın peşindedir. Böylece güyâ insana karşı üstünlüğünü kanıtlamış
olacaktır. Nazife Şişman bu konuda şunları söyler:
“Bilim-târihinde sık telaffuz edilen
bir söz vardır: ‘Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü
yaratır’. İşte bilgi üretimini sağlayan bu kavramsal şemaya paradigma denir.
Thomas Kuhn, paradigmayı ‘belirli bir bilim-adamları topluluğunun paylaştığı
ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu düzlem’ olarak tanımlamış
ve bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şemanın, zaman içinde
değişebileceğini vurgulamıştı.
İki
yüzyıldır batı’lı modern-bilim paradigmasıyla, kendi insan, kâinât ve yaratıcı
tasavvurumuza dayanan paradigma arasındaki karşıtlık ve çatışmadan muzdaribiz.
18. yüzyıldan îtibâren batı’lı modern-bilim paradigması, hâkimiyetini îlân
etmişti. Ama bu îlân esnâsında kendisini ‘paradigmalardan bir paradigma’ olarak
değil, gerçeği keşfedecek yegâne yöntem ve ‘evrensel bilgiye giden yol olarak’
sunmuştu. Batı’nın askerî, siyâsî ve iktisâdî hegemonyası, Sanâyi İnkılâbı’yla
birlikte bilimin teknolojiye ivme kazandıran yönünün ortaya çıkardığı
göz-kamaştırıcı ‘başarılar’la birleşince, batı’lı modern-bilim, insan ve
kâinatla ilgili söz söyleyebilecek bir iktidar konumuna taşındı”.
Küresel seküler (din-dışı) batı
paradigmasının zorla dayatılması “ilericilik” sayılırken; İslâm’ın hükümleriyle
hükmolunma isteği ise, gericilik, yobazlık ve “terörizm” olarak görülüyor.
Dünyâ batı paradigması
nedeniyle adım-adım kaosa sürükleniyor. Her-şey anlamını yitirdiğinde kaos ve
yıkım başlar. Basit bir bakışla bakıldığında bile, batı paradigmasının ortaya
çıkardığı; fıtrata, doğala ve normâle aykırı olan bir-çok şeyi görebiliyoruz. Evlenmeler
azalıyor, çocuk doğumları azalıyor, cinsler arasındaki farklılıklar kayboluyor,
âile bitiyor. O yüzden yalnız ve boş hayatlar yaşanıyor. Bu paradigmanın
güçlendirdiği tek şey sâdece nefistir. Batı paradigması; şeytan’ın
fısıldamasıyla, tâğutların bu fısıltıları fiîliyata dökmesiyle ve modern insanın
ise bu paradigmaya ve bu paradigmanın ortaya çıkardığı düşünce, amel-eylem
şekli ve ürünlerine hırsla sâhip çıkmasıyla güçlendi.
İslâmî paradigma, 1.000 yıl boyunca Dünyâ’da örnek
bir yaşam-şekli ortaya çıkardı ki bunun en ideâl dönemi “asr-ı saadet dönemi”
denilen Peygamberimiz’in ve o’ndan sonra da Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci
yarısına kadar olan dönemdir. Batı paradigması İslâm’ın ortaya koyduğu muhteşem
medeniyeti çeşitli şekillerde saklıyor ve kendi paradigmasını ortaya koyarak
bunu insanlara dayatıyor. Oysa batı paradigması şu-ana kadar, bu paradigmayı ortaya
çıkaran ve aşırı destekleyen “mutlu bir azınlığın” dışında hiç kimseyi
mutlu-huzurlu etmedi, edemiyor ve edemez de. Çünkü böyle bir amacı ve hedefi
yok. Bunu sağlamak için bir şey de yapmıyor. O hâlde yapılması gereken şey,
özellikle müslümanların, Kur’ân’ı ve hem tüm peygamberlerin hem de
Peygamberimiz’in hayâtını, mücâdelesini ve İslâmî hareket metodunu (Sünnet) iyi
bir şekilde öğrenerek ve bunu içselleştirerek, batı paradigmasını
İslâm-merkezli olarak eleştirmeleri ve bu paradigmaya yine İslâm-merkezli
olarak îtirâz ve isyân etmeleri gerekir. Zîrâ göklerdeki muhteşem düzenin
aynısının Dünyâ’da da kurulması süreci ancak böyle başlayabilir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder