4 Nisan 2020 Cumartesi

Babalar ve Oğullar

 

“Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; Ey oğlum!; Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).

 

Lokman’ın oğluna verdiği öğüt, verilecek öğütlerin en iyisidir. Zâten bu öğüt en başta Allah’ın bir öğüdü ve emridir. Lokman’ın oğlu bu öğüdü dinledi mi veyâ ne kadar dinledi, onu bilmiyoruz. Çünkü genelde babalar ile oğullar tam olarak anlaşamazlar ve hattâ baba ile oğul arasında genelde ayrılıklar da yaşanır. Acaba oğullar babalarının gölgesindeyken yapmak istediklerini yapamadıklarından mıdır bunun nedeni?. Çünkü bu sorun peygamberlerde bile gözükmektedir.. 

 

Hz. Âdem babasızdı. Hz. Nûh, oğlunu gemiye çağırdı ama oğlu babasını dinlemedi de kendi kafasına göre gitti ve aralarına bir dalga girdi de kıyâmete kadar ayrıldılar. Üstelik bu ayrılık âhirette de “ebedî bir ayrılık” olarak devâm edecek gibidir.

 

Hz. Mûsâ’nın babasından bahsedildiğini görmüyoruz ve o’na Firavun üvey babalık yapıyor ama Hz. Mûsâ onunla anlaşamayınca ayrılıyorlar ve hattâ birbirlerine düşman oluyorlar. Hz. Mûsâ geri döndüğünde de aynı düşüncede bir türlü birleşemiyorlar. Tâ ki dağlar gibi sular Firavun’u yutmak üzereyken, geçerli olamayacak ve kabûl edilmeyecek bir tevbe ve îman iddiâsında bulunana kadar.  

 

Hz. Îsâ da Hz. Âdem gibi babasız zâten. Hristiyanlar bu yüzden “onun babası Allah’tır” diyorlar. Böylece o’nu kutsallaştırıyorlar ve kutsal hâle getirdikleri için de o’nu yeterli derecede örnek alamıyorlar. Hristiyanlıkta bir “Sünnet”sizlik vardır ki bu “hitân” denilen sünnetsizlikte de açığa çıkar.

 

Hz. Îsâ adına uydurulan “teslis”te bile Baba, Oğul ve Kutsal Rûh üçlemesi var. Oğul’u Baba’nın yerine koyuyorlar. Oğul’u kutsuyorlar ve Baba’yı göğe hapsederek “köklerdeki babamız” diyorlar. Sanki, “biz Oğluna göre hareket ediyoruz, Sen göklerde kal” dermişçesine.

 

Hz. İbrâhim de ayrı düşüyor babasıyla. Babasına apaçık hakîkatleri yalın bir dille anlatsa da babası bir türlü iknâ olmuyor ve ona düşman oluyor. Hz. İbrâhim de ayrılıyor hem babasından hem de kavminden. Çünkü orada olmuyor. Diyânet işleri başkanı konumundaki babasıyla birlikteyken olmayacağını anlıyor.

 

Hz. Dâvûd ile Süleyman da bir hükümde ayrı düşüyorlar. Hz. Süleyman’ın hükmü daha isâbetli oluyor.  

 

Hz. İsmâil ile Hz. İbrâhim’in memleketleri ayrı düşüyor ve böylece ayrılıyorlar.

 

Hz. Eyyûb, hastalandığı zaman oğullarından ve tüm âilesinden bir süreliğine ayrı düşüyor.

 

Yine Hz. Yûsuf.. Babası var ama yanında değil. Kırk yıla yakın bir süre babasından uzak kalıyor. Sonradan kavuşuyorlar ama bu kavuşma Hz. Yâkub’un yaşlılık zamânında oluyor. Belki de bunun bile bir hikmeti vardır.

 

Ve Peygamberimiz Hz. Muhammed. Doğuştan babasız ve yetîm. Fakat Allah onu koruyor ve yardım ediyor. Müşrikler Peygamberimiz’i neyle suçluyorlar?. “Baba ile oğulun arasını ayırdın” diyorlar. Çünkü baba demek ata demek. İslâm (babası peygamber olanlar hâriç) atayı-babayı tâkip etmeye sıcak bakmıyor ya..  

 

Hepsinin ortak bir özelliği var; babaları yok, yada bir süreliğine yanlarında değil. Kanımca burada bir hikmet var. Peygamberimiz’in babası vefât etmemiş olsaydı ve nübüvvete kadar yaşamış olsaydı, acaba o’na îman eder miydi?. Amcası etmemişti. Müşrikler bunu sorun eder de dillerine mi dolardı?. Peygamberimiz de bunun sıkıntısını mı yaşardı?. İnsanlar ise “daha babasını iknâ edememiş ki îman etmiyor, biz niye îman edelim” mi derlerdi acaba?.    

 

Rivayete göre Hz. Îsâ: Kimse kendi memleketinde peygamber olamaz demiştir ki mânidardır.

 

Peygamberlerin dışında da babasıyla anlaşamayan ve ona düşman olanlar hattâ onu öldürenler vardır. Mete-han, iktidâr aşkına babası Teoman’ı öldürmüştür. Mitolojide Zeus, babası Kronos’la kapışmıştır.

 

Meselâ padişahlar da öyle. Adam oğlunu boğduruyor. Yavuz Sultan Selim’in, babası 2. Beyazid’i zehirleterek öldürdüğü söyleniyor. Hem de 2. Beyazid, iktidârı o’na bıraktığı hâlde. Yavuz bunu acaba “sonradan bir fitne çıkar mı” düşüncesiyle mi yaptı?. Babası iktidârı o’na bırakmasına rağmen babasına yine de güvenemiyor.

 

Yine, Bedir’de de baba-oğul karşı-karşıya geliyor ve savaşıyorlar.

 

Peki niçin böyle oluyor?. Baba yada oğul birbirlerine engel midir acaba?. Babayla birlikte olmuyor mu yâni?. Yaşanan bu durum, modern zamanlarda daha fazla artmıştır. Çünkü eskiden klâsik zamanlarda âile-yapısı ve düzeni zâten belliydi. Yapılacaklar ve görev dağılımı belliydi. Ama modern zamanlarda hızla değişen zaman ve mekân çok fazla problemler ortaya çıkarıyor ve ortaya bir “anlayış farkı” çıkıyor. Bu fark, aradaki paylaşımı ve saygıyı, sonra da sevgiyi azaltıyor ve bitiriyor. Modern zamanlardaki artış bundan kaynaklanıyor.

 

Fakat genel anlamda babalar ve oğullar niçin anlaşamıyor?. Çünkü nice peygamberler, âlimler, hükümdarlar ve halktan bir-çok baba-oğul anlaşamıyor Bunu Freud’un etkisiyle “oidipus kompleksi”ne bağlayanlar vardır. Hâlbuki hiç alâkası yoktur. Annesi doğuştan ölmüş olanlar babalarıyla hiç tartışıp kavga etmiyorlar mı?.. Herhâlde bunun nedeni; kuşak farkı, babaların oğullarının kendisini geçmesine katlanamamaları, oğulların babalarının kontrôlünde olmak istememeleri gibi nedenlerdir. Çünkü babalara göre oğulları hâlâ “çocuk”tur ve genelde yanlış yoldadırlar. Oğullara göre de babalar geri kafalıdır ve yanlış düşünüyor ve davranıyorlardır. İkisi de birbirlerinin yerlerini almasını istemiyorlar. Bir mafya-babasının makâmını oğluna vermesi çok zordur meselâ.

 

Fakat anne için böyle değildir. Ana farklıdır. Anayla ters düşülmüyor ama babayla ters düşülüyor. Çünkü erkeğin kendisi de baba olabilir. Babalığı kendi içinden çıkarabilir. Ama anne öyle değildir. Kızlar da tam tersi nedenle “babacı” oluyorlar belki de. Çünkü babalığı kendilerinden çıkaramıyorlar. Fakat anne olabiliyorlar. Yâni baba-kız arasında çok da ters düşme olmuyor. Baba, kızını evlendirip (aynı köyden-kasaban da olsa) başkasına verirken içi kan ağlıyor. Dışarıda davul-zurna çalarken baba göz-yaşlarına boğuluyor. Ama oğlana üzülmüyor. O zâten yanında ve aralarında her zaman bi-ince soğukluk var. Tabi baba “soyumu sürdürecek” düşüncesiyle arayı iyi tutmaya çalışıyor. Oğul çeşitli nedenlerle babaya fazla gider de yapamıyor.

 

Bir de babalar mallarını-mîrâsı ölmeden vermek istemiyorlar. Hâkimiyeti devretmek istemiyorlar. “Ölmeden vermem” diyor.

 

Her ne kadar “cennet annelerin ayakları altındadır” denilse ve Peygamberimiz “kime iyilik yapayım sorusuna üç kere “annene” dedikten sonra dördüncüsünde “babana” dese ve babayı ikinci plâna atsa da, “öf” bile denilmeyecek olanlar, hem anneler hem de babalardır. Bu nedenle oğulun babaya, babanın da oğula kin tutması yada birbirlerine düşman olmaları gerekmez:

 

“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet onlardan biri veyâ ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: ‘öf’ bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak-gönüllülük kanadını ger ve de ki: Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge” (İsrâ 23-24).

 

Fakat tabi şirk söz-konusuysa sâdece baba değil, anne de dinlenilmeyecektir:

 

“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır. Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve Dünyâ (hayâtın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sâhiplen (onlarla geçin) ve bana gönülden-katıksız olarak yönelenin yoluna tâbi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim” (Lokman 14-15).

 

Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır. Bu imtihan içinde “anne ve babaya sabretmek” de vardır. Anneler ve babalar biraz daha dikkatli davransa ne güzel olur ama yaşlılık başka bir şeydir ve oğullar-kızlar henüz yaşlanmadıkları için onları tam olarak anlayamıyorlar. Kendileri de yaşlanmış olanların hâlen hayatta olan anne ve babalarına karşı daha merhâmetli olmalarının nedeni budur. Çünkü onları anlayabiliyorlar. Baba ile oğul arasındaki sürtüşme, nefisten değilse, birbirlerine yeterli sabrı gösterememelerindendir. Tabi sevgi ve saygılarını kaybetmemiş olanlar bundan müstesnâdır.  

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2019

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder