“Ey insanlar!; yeryüzünde
olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.
Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).
“Sana indirilene ve
senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?.
Bunlar, tâğutun önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle
emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Şeytan: Din kitaplarında isyancıların ve kötü ruhların başı
olarak nitelenen, insanları aldatarak doğru yoldan çıkarmaya, onlara Tanrı’yı
unutturmaya çalışan varlık. Gözle görülmeyen fakat varlığı kesin olan, azgınlık ve
kötülükte çok ileri giden, kibirli, âsi, insanları saptırmaya çalışan cinlere
şeytan adı verilir.
Tâğut;
“Allah dışında güç vehmedilen, bağlanılan, ibâdet ve itaat edilen her-şey”dir.
Nefs: “Can, kişi, kendi, öz
varlık. Bir şeyin zâtı olan, kendisi. Göz. Şehvet ve gadâbın mebdei olan
kuvve-i nefsâniye. Fıtrî meyil, bedenin hissî istekleri. Rûh, hayat, asıl.
Maya. Hamiyet” anlamlarındadır.
Şeytan, nefs ve tâğut,
birbirlerine emir-komuta zinciri ile bağlı olan negatif dürtüler, duygular ve kişilerdir.
Şeytan nefse fısıldar, nefs tâğutun düşüncesini değiştirir ve tâğut da bu
düşünceye göre plân-programlar yapar ve yeryüzünde fitne ve ifsâd başlar. Tabi
tâğutların da kendi içlerinde bir emir-komuta zinciri vardır. Küresel tâğutlar,
yerel tâğutlar, tâğutlara uşaklık yapanlar ve onları destekleyenler emir-komuta
zinciri içindedirler. Şeytan nefsi, nefs de tâğutları ayartıp peşinden sürükler.
Tâğutlar da yerel tâğutları ve onların uşaklığını yapanları peşinden sürükler
ve çark böyle döner durur. Sonuçta Dünyâ’yı bu emir-komuta zinciri içinde kendi
isteklerine göre şekillendirirler. Böylece her-şey şeytanın isteğine göre olmuş
ve şeytan, Allah’a vermiş olduğu sözü yerine getirmiş olur. Böylece yeryüzünde
bir hâkimiyet de kurar:
“Onları ne olursa-olsun
şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin
olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını
değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli)
edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrâna uğramıştır” (Nîsâ 119).
Tabi bu emir-komuta zinciri bizim kaderimiz
değildir. Bu nedenle yeryüzüne hükmeden ve ifsâd eden bu güçlere mâhkûm olmak
zorunda değiliz, ki Allah da zâten vahiylerini ve peygamberlerini, bu üç etkene
mahkûm olmadığımızı göstermek için göndermiştir. O hâlde vahye ve Peygamber’e
uyduğumuzda şeytan, nefs ve tâğutlar bize zarar veremezler ve Dünyâ’yı ifsâd
edemezler. Meselâ aşağıdaki üç âyet, şeytanı, nefsi ve tâğutları etkisiz bırakır:
“Ey îman edenler!; hepiniz topluca barış ve
güvenliğe (Silm’e, İslâm’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o,
size apaçık bir düşmandır” (Bakara 208).
“Kim de Rabbinin divânında durmaktan korkmuş,
nefsini boş heveslerden menetmiş ise, kuşkusuz onun varacağı yer cennettir” (Nâziât 40-41).
“Dinde ikrah
(çirkinlik-iğrençlik-baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan
apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu tanımayıp (tâğuta küfredip) Allah’a
inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah,
işitendir, bilendir” (Bakara 256).
Şirk, küfür ve zulüm,
“Allah’ın ekmeğini yiyip de, şeytana-nefse-tâğuta kulluk yapmak”tır.
Allah’a, âhirete, gayba
îmandan anlık bir gaflette bile, îmâna aykırı, felsefî şık sözlerle ifâde
edilmiş bir sürü cümle kurulabilir. Bu sözleri şeytan ilhâm edecek, nefs
değerlendirip üretecek ve tâğutlar da gerçekleştirecektir.
Kur’ân akla-akletmeye çok
önem verir ve aklın mutlakâ kullanılmasını emreder. Zâten aklını kullanmayanların
üstüne pislik yağacağını söyler (Yûnus 100). Fakat akıl İslâm-merkezli olmak
zorundadır. Şeytan, nefs ve tâğutların merkezindeki akıl, şeytana, nefse ve tâğutlara
uyar ve onların yarârına çalışır ve de sürekli olarak onlara alan açar. Allah’ın
apaçık emrine rağmen akla ve mantığa başvurmak şeytandandır. Allah’ın apaçık
hükmüne rağmen akıl üretmek “akıllılık” değil “akılcılık”tır. Şeytan, Allah’ın
secde emrine “akılcılık” edip de uymadı ve “akılcılık” edip secde etmekten
kaçtı. Bu farkı unutmamak gerekir. Îmânın denetiminde olmayan akıl, “şeytanın,
nefsin ve de tâğutların oyuncağı” hâline gelir.
Gayri-İslâmî sistemlerde
iktidarlar “düşman”sız yapamazlar. İslâm’da ise ebedî düşman “şeytan”dır. Mü’minler
şeytana düşman olurlar, nefislerini terbiye ederler ve tâğutlara uymazlar. Bu
konuda ne kadar tâvizsiz ve ne kadar gayretli olurlarsa o kadar şirkten,
küfürden ve zulümden uzak durmuş ve Dünyâ’yı da uzak tutmuş olurlar ki zâten
imtihan da bunu yapıp-yapmama noktasındadır.
Bilgi çok önemlidir.
Vahiy-merkezli bilgi ise bilince ulaştırdığı çok daha önemlidir. Fakat bilgi
tek-başına yetmez ve bilgi; bilinç, amel ve eylem ile süslenmediğinde ve
sağlamlaştırılmadığında kayma ve sapma olasıdır. Zâten ne kadar
çabalarsanız-çabalayın, şeytan kadar bilgili olamazsınız. İblis o kadar bilgiye
rağmen Allah’ın emrini yerine getirmemişti yâni amel etmemişti de “şeytan”
olmuştu. Şeytan, kendi başına gelenlerin insanların da başına gelmesini
istemekte ve insanları şeytana çevirmek için uğraşmaktadır. Âdem, şeytandan bilgisiyle
değil, “secde etmekle” yâni amel etmekle üstün olmuştur.
Dîne karşı din, “şeytanın nefse
fısıldadığı vahiyleri”nden oluşur. İslâm’ın “belirleyici” olmadığı yerde,
“şeytanın vahiyleri”ne göre hareket edilir. Nefs bu vahiylere göre
kışkırtılınca tâğutlar da tüm Dünyâ’yı şeytanın vahiylerine göre düzenler ve
ifsâd ederler. Gerçek, şeytan’ın söylediklerinden başkadır. Hak ve hakîkat
ancak Allah’ın söyledikleri ve vahyettikleridir. Kur’ân’ın söylediklerine ve
Peygamber’in örnekliğine uyduğumuzda şeytan bize fısıldayamayacak, nefsimiz bizi
esir edemeyecek ve tâğutlar da kendilerine köle yapamayacaktır:
“(Allah’tan) sakınanlara
şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı
zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilirler” (A’raf 201).
İnsanlar-müslümanlar, kendilerini
esir-köle eden şeytanın, nefsin ve tâğutların hâkim olduğu Dünyâyı çok seviyor.
Çünkü hem İslâm’dan uzaklaşmış ve kopmuşlardır hem de İslâm medeniyetinin ortaya
koyduğu ve 1.000 yıl boyunca yaşanan medeniyetten haberleri yoktur. Çünkü tüm
zamanlarda insanlar, ruhlara hitâp eden medeniyetten ziyâde nefislere hitâp
eden ve nefisleri kışkırtan uygarlıkları daha câzip bulmuşlardır. İslâm ve
imtihan bilincine sâhip olmayan câhillerin ulaşacakları yer budur. Bir müslüman
için, şeytanın iktidârını çok sağlamca kurduğu 250 yıllık modern dönemde yada
özellikle son 50 yılda yaşıyor olmaktan memnun olmak çok büyük bir ârıza ve
sorundur.
Modern-seküler
sistem, şeytanın insana kurduğu en büyük tuzaktır. Modern-seküler sistemde
“şeytan taşlamak” yasaktır. Modern dünyâda şeytanlar, nefisler ve tâğutlar
salınmış; Kur’ân, Sünnet ve istiâze (Allah’a sığınmak) bağlanmıştır. Fakat
şeytanla aslâ ateş-kes yapılamaz, Şeytanla ateş-kes yapanlar şeytana mağlûp
olur.
Secde
etmemek şeytandandır. Şeytana secde etmemek için “sâdece Allah’a” secde etmek
gerekir. Nefs terbiye edilmeli ve “müslüman” yapılmalıdır. Tâğutlara ise zinhar
uyulmamalı ve gerekirse onlarla cihadın her türlüsüyle cihad edilmelidir.
“Euzü”
çekmeden bu işlere başlamak yanlış olur. Şeytandan, nefisten ve tâğutlardan
ayrılmadan yâni saflar ayrılmadan mevcut şeytânî, nefsî ve tâğûtî düzeni
değiştirmek ve yerine âdil bir İslâmî düzen kurmak mümkün olmayacaktır.
Şeytana,
nefse ve tâğutlara rest çekmeden yada şirki, küfrü ve zulmü reddetmeden; merhâmeti,
vicdânı, adâleti ve tevhidi yâni İslâm’ı kâlplere ve Dünyâ’ya hâkim kılmak
mümkün değildir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder