“Biz her-şeyi
bir ölçüye göre yarattık” (Kamer
49).
Dinozor kelimesi TDK sözlüğünde şu anlamlardadır:
1-Dinozorlar takımından, ilk çağlarda yaşamış, günümüze
“taşılları” (taşlaşmış kalıntıları H.G.) kalmış, boyu yirmi metreyi
bulabilen, uzun kuyruklu, iri gövdeli, uzun boyunlu, küçük başlı, sağlam
omurgalı ve boyundan kuyruk sonuna değin omurlu, iki art ayağı öndekilerden daha
uzun, karada yaşayan sürüngenlerin ortak adı.
2-Gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde
kalmış veya mevcut durumu korumak isteyen kimse.
Dinozorlardan (yada dinazor) ilk-defâ 1.800’lü
yılların başlarında bahsedilmiştir. Bir yayında bu, şu şekilde açıklanır:
“Dinozorların keşfedilmesinin öyküsü
1820’lerde başlar. İngiliz bir doktor olan Gideon Mantell bir taş-ocağında bazı
sıra-dışı dişler ve kemikler bulur. Dr. Mantell, bulduğu bu hayvan
kalıntılarında çok değişik özellikler olduğunu fark-eder. Bütünüyle yeni bir
sürüngen türü bulduğuna inanır. 1841’e dek bu değişik sürüngen türlerinden
yaklaşık dokuz çeşit ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında Megalozorus ve İguanodon
olarak adlandırılan türler de vardı. Tam o sıralarda yaratılışçı ünlü bir İngiliz bilim-adamı olan Dr.
Richard Owen, “korkunç kertenkele” anlamına gelen “Dinosauria” adını türetti.
İri kemikler onun bu adı düşünmesine yol açmıştır”.
Dinozorların “mezozoik zaman” denilen 251-65 milyon yılları
(?) arasında yaşadığı söylenir. Bir yazıda bu, şu şekilde yalanlanır:
“Filmler, televizyon, gazeteler ve bir-çok dergi ve ders kitaplarından
hepimizin duyduğu öyküye göre, dinozorlar milyonlarca yıl önce yaşamış.
Evrimcilere göre, dinozorlar yeryüzünde 140 milyon yıl boyunca “egemenlik”
sürdükten sonra yaklaşık 65 milyon yıl önce ortadan kayboldular. Buna karşın
bilim-adamları araştırmaları sırasında yaptıkları kazılarda bu kadar eski
yıllardan kaldığını gösteren hiç-bir etiket bulabilmiş değiller. Sâdece ölü
dinozorları (daha doğrusu, kemiklerini) buluyorlar ve bulunan kemiklerde hangi
yıldan kaldıklarını kanıtlayacak hiç-bir etiket yoktur. Milyonlarca yıl süren
evrim iddiası da evrimcilerin geçmişle ilgili kurdukları uydurma bir öyküden
başka bir şey değildir. Dinozorların, ileri sürüldüğü gibi dinozorlar çağı
boyunca yaşadıklarını gören hiç-bir bilim-adamı yoktur. Açıkçası, Dünyâ’nın
ve bulunan fosil tabakalarının milyonlarca yıllık olduğunu gösteren kanıt da
bulunmamaktadır. Dinozorların öldüğünü gözlemleyen hiç-bir bilim-adamı
yoktur. Bilim-adamları kemikleri sâdece kendi yaşadıkları çağda bulmakta ve bir-çoğunun
evrimci olması nedeniyle de dinozorlarla ilgili öyküyü kendi görüşlerine uygun
duruma getirmeyi denemekteler”.
Dinozor denilen şey,
Paleontologların işgüzarlığı ve saçmalamalarından başka bir şey değildir.
Yaptıkları şey, buldukları ıvır-zıvırlara isim vermek ve masa-başında onlara
baka-baka bir senaryo yazmak ve masal anlatmaktır.
Dinozor fosili denen şeyler
hayvan dişleri yada kemikleridir. Yumuşak dokular değildir. Dinozorlar kalça şekillerine
göre ikiye ayrılırlar. “Kuş kalçalı dinozorlar”, “sürüngen kalçalı dinozorlar”.
İsimlerini Yunanca yada Latinceden alırlar. “Korkunç kertenkele” gibi isimleri
vardır. Aslında saçma-sapan ve çok zor söylenen isimleri olmasına rağmen bu isimlendirmelerin
bile bir anlamı olduğunu söylerler. Hâlbuki bu isimler, bir gizem yaratmak ve
sözde bilimselmiş havası vermek içindir.
Saçma-sapan bir mantıkla
şöyle derler: “Kuşlar dinozorlardır, fakat kuş kalçalı türünden değil, sürüngen
kalçalı türünden dinozorlardır”. Hattâ tavukları bile dinozor olarak kabûl
ederler. Böyle olunca biz de “mangalda dinozor kebabı” yapmış oluyoruz.
Kuşların dinozor olduğunu
söylediklerinden olsa gerek, “kuşların ve timsahların çiftleştikleri gibi
çiftleşiyorlar ve yumurtluyorlardı, hattâ kuluçkaya da yatıyorlardı” diyorlar.
Bu hayvanlar öyle çok hızlı koşabilen hayvanlar da değilmiş. Meselâ T-Rex
saatte 18 mil koşabiliyormuş yâni 29-30 km kadar. O hâlde bir-çok hayvanı
yakalayamıyordu.
Dinozor-bilimcileri ve dinozor
hakkında konuşanları dinlediğinizde bilimsel bir-çok şey söylediğini zannedersiniz
ama söyledikleri şeyler kayda değer şeyler değildir ve sürekli olarak varsayımlardan bahsederler. Öyle tam delillerle sâhip
olduklarını falan sanmayın. Hep farazi konuşurlar: “Elimizde yeterli delil yok”,
“olabilir”, “sanıyoruz-sanmıyoruz”, “öyle olduğunu düşünüyoruz”, “yeterli
çalışma yok”, “var sayıyoruz”, “tahmin ediyoruz” vs. bitmek bilmeyen laflar.
Neyin kemikleri olduğu belli
olmayan ufak-tefek kemik parçalarını birleştiriyorlar ve istedikleri şekle
sokarak istedikleri şekilde bir yaratık ortaya çıkarıyorlar. Buldukları şeyler
hep toprakla iç-içe geçmiş ufalanmış küçük kemik parçalarıdır. Zâten “çok nâdir
olarak büyükçe kemikler bulabiliyoruz” diyorlar. Dinozorun anatomisini ve
iskelet sistemini işte bu parçalara bakarak anlıyorlarmış. O müzelerde
gördüğünüz dinozor iskeletleri var ya; işte bu küçük kemiklerin bir şekilde
birleştirilmesi ve onların maketleştirilerek gösterime sunulmasından başka bir
şey değildir. O gördükleriniz dinozor falan değil yâni. Onların maketleri.
Sözde dinozor kemiklerinin hayâli iskeletlerinin maketi. Yâni suyunun suyu.
Dinozor maketlerini dinozor diye
yutturuyorlar insanlara. Ortalık çok profesyonelce hazırlanmış maket dinozorlarla
dolu. Silikon kauçuğu ve reçinelerle istedikleri kemik şeklini yapabiliyorlar.
Müzelerde dinozor diye gösterilenler aslında dinozor maketleridir ve gerçek değildirler.
O maketler de binlerce sözde dinozor kemiğinin kişilerin kafalarına göre
bir-araya getirerek oluşturdukları hayâli şekillerdir. Barnum Brown,
Tyrannosaurus Rex (T-Rex) dinozorunu, bir-çok parçayı bir-araya getirerek
yapmıştı. Kemikleri istediğiniz gibi bir-araya getirebilirseniz, hayâl ettiğiniz
şekilde bir yaratık çıkar ortaya.
Şöyle derler: “Fosil
hazırlama uzmanları, doğada parçalanmış hâlde bulunan fosil kemiklerini ve
dişlerini restore eden oldukça yetenekli teknisyenlerdir. Yaptıkları iş
bir-nevî sanat-eseri koruma uzmanlarının hasarlı resim ve heykelleri restore
etmesine benzer”.
Sözde dinozor kemiklerini
topraktan çıkarırken gösterilen resimler ve videolar da, aslında kendilerinin
toprağa koyup “dinozor bulduk” diyerek yeniden topraktan çıkardıkları maketlerdir.
Biraz dikkatli bakıldığında, buldukları şeyin, yeryüzünün hemen 5-10 cm.
altında olduğunu görürsünüz. Öle olmasına rağmen bir şey olmadan çıkarıyorlar.
Dinozorların kemiklerinden kopyalanmasını
falan da beklemeyin. Bu aslâ mümkün değildir. O kadar zamanda üzerlerinde
DNA’dan eser kalmaz çünkü. Zâten Dünyâ’nın üzerinden o kadar uzun bir zaman da
geçmemiştir.
O kadar büyük cüsseli hayvanlar için; “yumurtlamayla
ürüyorlardı” deniliyor. Memeli değiller yâni. Yumurtaların da belli bir
büyüklüğü olduğuna göre yumurtadan çıkan dinozor yavrularının hayatta kalma
şanları çok-çok azdır ve hattâ mümkün değildir. Bilinen en büyük yumurta köpekbalığı
ve devekuşu yumurtasıdır ki bu yumurtalar “dinozor yumurtası” denilenlerden
bile daha büyüktür ve cüsselerine de uygundur. (“Filkuşu” denilen sözde nesli
tükenmiş bir hayvandan da bahsedilir fakat bu hayvan büyük ihtimâlle “deve kuşu”
yada iri bir devekuşu çeşidiydi). Yâni en büyük yumurta dinozor denilen en
büyük hayvana âit değildir. Peki cüssesi oranında belli bir hacimde
yumurtlaması gerekmez miydi dinozorların?. Ne de olsa yumurtadan çıkacak hayvan
Dünyâ’nın en büyük hayvanı olacak.
Peki neden dinozorlar için “yumurtlayarak ürüyordu”
deniyor?. Dinozorlara “sürüngen” dedikleri için. Tüm sürüngenler yumurtlamayla
çoğalır. Dinozorlar “balık değildir, kuş değildir, o hâlde sürüngenlerdendir”
mantığı var. Peki dinozorları neden sürüngen sınıfına sokuyorlar ve yumurtlamayla
çoğaldığını söylüyorlar?. Dinozorların görülen resimlerine bakıldığında onların
bir sürüngen olmadığı çok net olarak görülür. Bâzıları dinozorların sürüngen
olarak kabûl edilmesini istiyor. Zîrâ başka türlü “taşlar” yerine oturmuyor. Acaba
dinozorlarda, -çizimlerde gördüğümüz üzere- (zâten başka şekilde görülemez)
görülen şey, yâni dinozor iddiâsını ortaya atanların dinozorların hayâl ettikleri
yapıları, doğurarak üremeye elverişli olmadığından olabilir mi?. Çünkü yapıları
hem cinsellik yönünden, hem de emzirme yönünden uygun değildir. Böyle olunca da
belki de bu sorunu sonradan fark edenler sürüngen sınıfına sokmuşlardır
dinozoru. Tabi çiftleşme durumu sorun olarak hâlen devâm eder. Dinozor diye
çizimlerini gösterdikleri hayvanların mevcut yapıları, başta çiftleşme olmak
üzere hiç-bir şey için uygun değildir. Dinozorların anatomik yapıları hiç-bir
şey için uygun değildir. Bu nedenle böyle bir canlı yaşamını sürdüremez.
25-30 ton, hattâ 80 ton ağırlığında; 15-20 metre,
hattâ 90 metre uzunluğunda (Spinosaurus, Tyrannosaurus, Carnotaurus)
gibi dinozorların bâzıları son derece büyükken; Compsognathus (yaklaşık 5,5 kg ve 60 cm) gibileri
de son derece küçükmüş!. Bir yayında:
“Bâzıları bir tavuk kadar, bâzıları da daha küçüktü. Öte-yandan bâzı
dinozorlar yaklaşık 80 ton ağırlığında ve 13 metre uzunluğunda çok büyük
yapıdaydılar. Dinozorların ortalama büyüklüğü büyük olasılıkla küçük bir at
kadardı. Boyu 90 metreye kadar çıktı bu dinozorların, hızları saatte bilmem
kaç km. oldu ve vahşi kükremeler eklendi. Ancak bu devâsâ dinozorların
varlığına ilişkin en ufak gerçek bir delil yoktur. Dinozor-bilimcilik
başlı-başına fantazyadır”.
Dinozorların bir kısmı
inanılmaz derecede ve 20 yıldan kısa bir süre içinde büyük boyutlara ulaştılar.
Bunlar günde 100 ton yiyecek tüketiyorlardı. Peki, sözgelimi uzun boyunlu sauropodlar,
hem günde en az 100 ton yiyip, hem de çevrelerini kurutmamayı nasıl başarmışlardı?.Dinozorların bir kısmı inanılmaz derecede ve 20 yıldan kısa bir süre
içinde büyük boyutlara ulaştılar. Bunlar günde 100 ton yiyecek tüketiyorlardı. Peki,
sözgelimi uzun boyunlu Sauropodlar, hem günde en az 100 ton yiyip yâni bitki
örtüsünü tüketip, hem de çevrelerini kurutmamayı nasıl başarmışlardı?. Tonlarca
ağırlıktaki vücutlara ve metrelerce uzunlukta boyunlara sâhip olan
Sauropodlar’ı ele alalım.. Bu kadar iri bir hayvan -ki başı gözdesine göre çok
küçüktür- o koca vücûda nasıl oksijen yetiştirebiliyordu?. O kadar iri bir
vücûda oksijenin yetmesi mümkün değildir. Yine o kadar iri bir hayvanın hareket
etmesi de zordur ve bu nedenle beslenme ve avlanma zorlukları ve imkânsızlıkları
olur. Bu sorunu, dinozorların yaşadığı(!) zamanki çevre farklılığı, oksijen bolluğu
ve oksijenin yapısı ile açıklamaya çalışıyorlar. Besinin ve oksijenin günümüze
göre çok bol olduğunu söylüyorlar. Peki bu kadar bol oksjen miktârı başka
canlılara zarar vermiyor muydu?. Bu soru(n)lara şu masallarla ve zırvalıklarla
cevap vermeye çalışırlar:
“2.5 milyar
yıl kadar önce, siyanobakterilerde oksijen üretebilen fotosentez sürecinin
evrimleşmesi sonucunda atmosferdeki oksijen miktârı pratik olarak 0 düzeyinden,
bir-kaç milyar yıl içerisinde %32 dolaylarına kadar ulaşmıştır (özellikle de
karasal bitkilerin de, siyanobakterilerden yüz milyonlarca yıl sonra
evrimleşmesi sonrasında). Görebileceğiniz gibi %32 oranı, günümüzdeki %20.9
oranından fazlasıyla yüksektir. Bu sâyede, o dönemdeki hayvanların, bitkilerin
ve mantarların neredeyse hepsi, günümüzdekinden çok daha iri boyutlara sâhip
olacak biçimde evrimleştiler. Günümüzde yusufçuk (Anisoptera) olarak bildiğimiz ufacık canlılara
benzer bir-çok böcek bile, onlarca santimetre büyüklüğe erişebiliyordu. İşte
dinozorları da devâsa boyutlara eriştirmeyi başaran temel çevresel faktör, bu
yüksek oksijen oranıydı. Bugün, keşfedilen fosiller üzerinde uzun yıllar
boyunca yapılan çalışmalar ve ‘çeşitli bilgisayar programları yardımıyla
geliştirilen modellemeler sâyesinde’ biliyoruz ki, Sauropodlar bahsedilen tüm
donanımlara sâhipti”.
Peki bu Sauropodlar suyu
nasıl içiyorlardı?. Bildiğimiz gibi zürâfalar uzun boyunları nedeniyle su
içmekte çok zorlanırlar. Bu nedenle büyük bir kâlpleri vardır. O hâlde
Sauropodların kâlbinin çok daha büyük olması gerekir. Fakat o zaman da fazla
kan basıncından dolayı dokular ve damarlar zarar görür. Bu nedenle belki de
bütün Sauropodlarlar tansiyon hastasıydı.
“Yumurtlayarak çoğalıyorlardı”
demeleri, o kadar iri hayvanların memeli hayvanlar gibi hâmile kaldıklarında
ağırlıklarının çok daha fazla artması, çok daha fazla oksijene ve besine
ihtiyaç duyacakları fakat hareket zorluğundan dolayı bunu sağlayamayacakları
için yaşayamayacaklarından dolayıdır. O yüzden dağa fâre doğurturlar ve o çok iri
hayvanlara ufacık yumurtalar yumurtlatırlar.
Hayâl kurduğunuzda tüm
sorunlara çözüm buluveririsiniz. Çünkü oturduğunuz ve yattığınız yerden
hayâlinizi istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz. Böylece o devâsa hayvanın iskeletinin
tonlarca ağrılığı nasıl taşıdığına, nefes alıp-vermesinin nasıl olduğuna,
üremesine, beslenmesine, çiftleşmesine vs. her türlü çözümü getirirsiniz. Tabi
kitlelerin bu cevaplara inanması için ilk önce sinema, medya, yayınlar,
modern-bilim ve şişirilmiş bilim-adamlarıyla iyice bir ayara getirmeniz
gerekir. Sonra gerisi kolayca gelir. Ne derseniz gider. Minâreyi çalan kılıfını
da hazırlar elbette. Fakat dinozorlara uygun kılıf yoktur. Sahih bir
bakış-açısına sâhip olanlar kılıfın açıklarını hemen göreceklerdir.
Rengarenk dinozorlar çiziyorlar, peki dinozorların
hangi renkte olduğunu nereden biliyorlar?. Açın bakın internete, rengârenk
dinozorlar var. Dergilerde, internette ve diğer yerlerde ne kadar dinozor resmi
görüyorsanız, tamâmı uydurmadır. Hayâl ürünüdür. Renkler canlıların “yumuşak
dokularıyla” ilgilidir ve sözde yok olup gitmiş canlıların yumuşak dokularının
nasıl olduğu bilinemez. Yumuşak dokular yâni canlının şekli ve rengi değişik
şekillerde olabilir. Yumuşak dokuların şekli/hatları belirlenemez, her-hangi
bir şekilde ve renkte olabilir.
Görülen resimlerde bir uygunsuzluk da vardır ki o da
kesinlikle o dev cüssenin sâhip olduğu minicik ellerdir. Bu şekilde bir denge
sağlamaları çok zor, hattâ olanaksızdır.
Peki bu dinozorlar ne ile besleniyorlardı?. Dinozorların
yaşadığı zamanda boyları 30 metreyi bulan “eğrelti otları vardı”
diyorlar. Tabi minâreyi çalanlar kılıfını da buluyorlar.
Dinozorlara bakınca çok biçimsiz ve uygunsuz bir
yapıya sâhip oldukları görülür. Oysa Allah, evrendeki yarattığı her varlığa
yapısına-hareketine uygun şekil, biçim, özellik ve yetenek vermiş; onların
yaratılışını bir-takım amaç ve hikmetlere dayandırmış, boş ve yersiz hiç-bir
şey yaratmamıştır. Bu konuda Allah Kur’ân’da şöyle der:
“…Her-şeyi
yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen Allah’tır” (Furkân 2).
“...O’nun
katında her-şey bir ölçü (miktar) iledir” (Ra’d 8).
“Biz
her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer
49).
Peki nesli tükenen bir hayvan yada canlı var mıdır?.
Nesli tükendiği söylenen hayvanların aslında sâdece varyasyonları tükenmiş
olabilir. Zâten yeni varyasyonlar da ortaya çıkıp duruyor. Meselâ at ile eşeğin
çiftleşmesinden katırlar oluyor fakat katırlar kendi arasında üremesini devâm
ettiremiyor. Katırların soyu bir-zaman sonra tükenebilir. Zâten artık katırlara
fazla ihtiyaç duyulmadığından sayıları azalmıştır. Fakat bir “tür” olarak nesli
tükenen hiç-bir hayvan ve hattâ hiç-bir canlı yoktur. Neslinin tükendiğini
söyledikleri şu hayvanlara bakar mısınız?: Dinozor, mamut, moa, Tazmanya kaplanı
ve kurdu, Hazar kaplanı, Pers kaplanı, Anadolu aslanı-kaplanı-panteri, mersin
balığı (Karadeniz’de hâlâ yaşıyor), çizgili sırtlan.. Bunlar ana türlerin çeşitleri
ve varyasyonlarıdırlar ve nesillerinin tükendiği de kesin değildir. Belki
azalmış olabilir. Bâzıları gözlemleyemedikleri canlıları “nesli tükenmiş”
olarak kabûl ediyor. Zâten modern düşünce, kendi kontrôlünde ve gözetiminde
olmayan her varlığı ve her-şeyi “yok” sayar ve öyle kabûl eder.
Allah, canlı türlerini potansiyel varyasyonlarıyla
birlikte yaratmıştır. İnsanlar da potansiyel varyasyon gereği çeşitli
renklerdedirler. Varyasyonların (esas tür tipine
göre belirli karakterlerde görülen ayrılıklar) nesli tükense de sorun
teşkil etmez, zîrâ onlar doğal olarak değil de, -katırlarda olduğu gibi- ya insanın
müdâhelesiyle ortaya çıktılar yada sonradan çeşitlendiler. Orijinâl varlıklar
değildirler yâni.
Günde 20.000 çeşit canlı türünün yok olduğu gibi
aptalca bir söz söyleniyor. Hâlbuki nesli tükenmiş orijinâl bir varlık yoktur.
Her-gün yeni keşfettikleri varlıklara da, “yeni tür ortaya çıktı” diyorlar. Hâlbuki
onlar ilk baştan bêri vardırlar. Amerika ilk keşfedildiğinde çıkmadı ki ortaya!.
Yaratılışı ve âhireti kabûl etmeyen bilim-adamları,
zamânı çok-çok uzağa atarlar ve zamânı kendi kafalarına, hevâ-heveslerine ve
kendilerinden istenen ve beklenen şekilde biçimlendirirler, şekillendirirler.
Bu amaçla gerekirse olmayan bir şeyi bile îcâd ederler. Bunun için onlara küçük
önemsiz ve belirsiz bir parça bile yeterlidir. Evrim Teorisi’nde meselâ;
yaptıkları kazılarda kime âit olduğunu bilmedikleri bir “diş” bulurlar. Bu dişi
incelerken çeşitli hayâller kurarlar. En yakın dostları olan şeytan da onları
vesveseleriyle destekler ve böylece masal başlar… İlk önce bu dişin ... yıl
önce yaşamış olan ... atamıza âit olduğunu düşünürler, sonra bu diş üzerinden
sözde sâhibinin bir resmini çizerler, hem de yumuşak dokularıyla berâber,
(yumuşak dokuların şekli/hatları belirlenemez, her-hangi bir şekilde olabilir).
Diş’in sâhibi atamız! belirlendikten sonra sıra gelir atamızın karısına, sonra
oğluna, tabi bir de kızına. Artık âile tablosu ortaya çıkmıştır. Evet-evet;
sâdece bir “diş”ten yola çıkarak mutlu bir âile tablosu çizilmiştir. Bunu, o mutlu
âile tablosunun reklâmını yapıp cicili-bicili sözlerle çeşitli kanalardan câhillere
anlatmakla tamamlarlar. Evrim Teorisi bunun gibi masallarla doludur. Eskiden anlatılan “dev
masalları” da, modern zamanlarda “dinozor masalları”na dönmüştür. Böylece
arzularının salıncağında sallanıp dururlar.
Bir dişten bir insan çıkartabilenler, bir-kaç kemik
parçasından “on numara” bir dinozor çıkarmakta hiç de zorlanmazlar. Hem de
“yumuşak dokuları”yla berâber. Oysa yumuşak dokuların ne şekilde olduğu belirlenemez.
O hâlde dinozorlar neden o şekilde olsun?. Yumuşak dokuların ne şekilde olduğu
bilinemeyeceğinden, o şeyin boyu-posu, kilosu ve rengi tam olarak belirlenemez-bilinemez.
Tahminde bulunabilir sâdece. Fakat tahminler gerçeğin yerini tutmaz.
Bir-çoğu, onlarca dinozor fosili olduğunu sanır,
hâlbuki müzelerde sergilenen dinozor iskeletleri bir yada bir-kaç kemik
üzerinden yapılan rekonstrüksiyonlardır (yeniden kurma). Dünyâ’nın hangi büyük doğa-târihi müzesine
giderseniz-gidin, hemen hepsinde sizi eski kemikler değil, “antika modeller”
karşılayacaktır. Örneğin bir ön ayak
kemiğinden; koca bir kafatası, uzun ve çivi gibi dişler, kocaman kuyruklar,
boynuzlar, inanılmaz büyük arka ayaklar ve çelik sertliğinde plâka deriler ile
hattâ kanatlar tahayyül edilerek canlılar üretirler müzelerde. Bir sürüngen
türü olmasına rağmen çoğu rekonstrüksiyonda kasıtlı olarak gergedana, zürâfaya,
kuşlara vs. çeşitli hayvanlara benzetilen rekonstrüksiyonlar mevcuttur. (domuz
dişinden hesperopithecus yapmak gibi).
Bir yazıda, bir kemik parçasından yola çıkılarak o
şeyin özelliğinin bilenmeyeceği şu şekilde anlatılır:
Bu kemik parçasından bir dinozor üretildi.
“Özbekistan’da at büyüklüğünde bir Tyrannosaur fosili bulunduğu
anlatılıyordu. Bu fosilin devâsâ boyuttaki dinozorlarla küçük dinozorlar arasındaki
sözde evrimsel dönüşüme şâhitlik ettiği öne sürülüyordu. Tahminlerde öylesine
ileri gidilmişti ki, canlının kilosu ve boyutları bile hesaplanmış, nasıl
işittiğinden tutun, avını yakalamadaki kâbiliyeti üzerine spekülasyonlara kadar
varılmıştı. Oysa ki gerçekler bunlardan çok farklıydı: Elde fosil olarak
yalnızca canlının beynini muhâfaza ettiği düşünülen 7 cm. büyüklüğünde küçük bir kemik vardı. Özetle tek bir kafatası kemiği
parçasından yola çıkılarak tam bir dinozor resmedildi. Binlerce parçadan oluşan dev bir yap-boz bulmacası düşünelim. Parçaları
dikkatle birbirlerine uyacak şekilde yerleştirirseniz tam resme
ulaşabilirsiniz. Bir iki parça kayıp ise bunların tahmin edilmesinde sakınca
olmaz. Ancak elinizde yalnızca ve yalnızca tek bir parça varsa ve siz de diğer tüm
parçaları bu parçadan yola çıkarak ‘tahmin’ ediyorsanız, ortada hayret
verici bir durum söz-konusudur. Yukarıda gördüğünüz tek kemik parçasından
yola çıkarak tamâmen hayâl-gücünün ürünü olan bir dinozorun ağzı, burnu, elleri,
kolları, ayakları, kuyruğu dâhil tüm gövdesi, boyu ve kilosu ve hattâ
tüylerinin varlığı bile kurgulanmıştı. Dolayısıyla burada ‘bilimsel delillere
dayalı’ bir fosil inşâsından söz edilemeyeceği açıktır, çünkü tek bir kemik
parçasından yola çıkılarak çizilen iskelet tamâmen hayâl ürünüdür.
“Farklı kemikleri getir senin de
fosilin olsun” mantığı evrime bir fayda sağlamaz. Makâlede iddia edilenin aksine bulunan kemik, yeni bir fosil de değildi.
Edinburgh Üniversitesinden Stephen Brusatte 2014 yılında Rusya’da bir müzeyi
ziyâret ettiği sırada bu kemikle karşılaşmıştı. Aynı bölgede daha önce
bulunmuş kemiklerden yararlanılabilir umuduyla, farklı kurumlarda dağınık
hâldeki başka kemik parçaları bir-araya getirildi. Bunlar farklı zamanlarda,
1997 ile 2006 yıllarında çıkarılmış fosillerdi, yâni dağınık hâldeki 7’si
omurga kemiği olmak üzere, 15 adet eksik kemik parçasıydı.
Farklı canlılara âit olan çeşitli kemik parçaları bulunup bir-araya getirilerek
bir dinozor oluşturuluyor.
“Bu birbiriyle alâkasız kemik parçaları ile
ne yapılabilir ki?’ demeyin. Darwinistlerin her zaman
yaptıkları gibi siz de hayâl-gücünüzü yüksek tutarsanız üstteki resimdekine
benzer, başından kuyruğuna kadar tüm vücûduyla bir dinozor ‘çizimi’
ortaya çıkarabilirsiniz. Yapabilirsiniz yapmasına ancak bu çizim
sırasında kullanılan kemik parçalarının birbirleriyle bağlantılarının
olmadığını göz-ardı etmeniz ve tabî ki oldukça fazla hayâl-gücü kullanmanız
gerektiğini tekrar hatırlatalım.
Nitekim kemiklerin aynı bireye âit olmadığı söz-konusu
makâlede de şöyle îtiraf edilmişti:
Kemikler, Özbekistan Bisetski
formasyonunda yüzeyden izole (birbirinden ayrı) örnekler olarak toplanmış, tek-başlarına
farklı bireylerden gelmişlerdir. Biz, en katı şekliyle bu örneklerin aynı canlı
sınıfına (takson) âit olduğunu kabûl ediyoruz.
Makâledeki îtiraflar bununla da sınırlı kalmıyordu. Farklı canlılara âit
bu fosillerin aralarında nasıl olup da böylesine garip bir bağlantı kurulabildiğine
dâir gelebilecek îtirazlara; “Sonraki
keşifler bunun yanlışlığını gösterirse T. Euotica ismi yalnızca bir beyin kemiğine âit olur” gibi
bir anlatımla cevap veriliyordu”.
65 milyon yıl önce! neden sâdece dinozorlar yok
oldu?. Eğer bütün bu soy tükenmeleriyle ilgili tek bir neden bulacaksak, bu
karada ve denizde yaşayan hayvanların aynı zamanda birlikte ölmeleri için
geçerli bir neden olmalı. Ne var ki, hem karada hem de denizde tüm yaşayanların
ölmeleri için bir neden olamaz. Çünkü hem karada hem de denizde yaşayanların
bir çoğu yaşamlarını bir sonraki dönemde de sürdürmüşlerdir. Bütün hayvanlar tâ
o zamandan bêri yaşamını sürdürüyor da, dinozorlar niye yok olmuş gitmiş?. Buna
cevap vermek için sürekli yeni açıklamalar yapılsa da iknâ edici bir açıklama
yapılmamıştır, yapılamaz da. Çünkü “dinozor” denen bir hayvan yeryüzünde
hiç-bir zaman yaşamamıştır.
Bu resimde, bulunan iskeletin nasıl da taş-toprak hâline geldiği çok net
olarak görülüyor.
Yukarıdaki resimde gördükleriniz, sözde dinozor
fosilleridir. İşte bu taşlaşmış yapıları yorumlayarak 65 milyon yıl önce
yaşayıp yok olduklarını söyledikleri “dinozor” diye bir hayvan türü olduğunu
söylüyorlar. Bakmayın siz müzelerdeki kusursuz görünen dinozor şekillerine.
Sergiledikleri şeyleri, fosilleştikleri yerden, -hem de en ince kemiğine kadar-
her nasılsa taşlaşmadan, erimeden, yok olmadan bulmaları ve yerinden çıkararak
birleştirip mevcut şekilde sergilemeleri imkânsızdır. Yukarıdaki resim, dinozor
fosiliymiş. Kim bilir hangi canlıya âit bir fosil. Fakat fosilin ne hâle
geldiğine bir bakar mısınız?. Artık ortada bir fosil de kalmamış aslında.
Taşlaşmış (taş olmuş) yapılardan başka bir şey yok. O hâlde o müzelerde
sergilenenler, bulundukları yerden hiç parçalanmadan ve zarar verilmeden nasıl
çıkarıldı da en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir şekilde birleştirildi de
sergilendi?. Bunlar göz boyamadan başka bir şey değil. Bir zaman gelir, bir
bilim-adamı onların gerçek fosiller olmadığını ortaya koyar. Aynen evrimcilerin
îcât ettikleri uydurma ara-türlerde olduğu gibi. Sonunda da haber ve gazete
manşetlerini; “meğerse dinozor diye bir varlık hiç-bir zaman yaşamamış”
başlıkları süsler.
Sağdan-soldan topladıkları
kemikleri atölyede çeşitli işlemlerden geçirdikten sonra, hayâllerinde uydurdukları
şekillere sokuyorlar ve de “işte dinozor iskeleti” diye yutturuyorlar insanlara.
O müzelerde sergiledikleri kemiklerden müteşekkil dinozor şekilleri var ya;
işte onlar, sağdan-soldan toplanmış bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemik
yığınları ve eksik olan tarafları da fiberglas-plastik vs. malzemelerle
tamamlanmış hilkat garîbesi tarzında üretimlerden başka hiç-bir şey
değildirler. O kemik gibi görünenler kemik değildir yâni. 65 milyon boyunca
kemik-memik kalmaz ortada. Fosiller kemik değildir. Bir şey fosilleşmiş ise
orada kemik falan kalmamıştır. O şey artık taş-toprak hâline gelmiştir. O
“dinozor fosili” dedikleri şeyler, ne olduğu yada hangi varlığa âit olduğu
bilinmeyen ve de bilinemeyecek olan taşlaşmış yapılardır ve onları bir-araya
getirip sergilemeyi bırakın, fosil hâlde bulundukları yerden, dağılıp
toz-toprak olmadan çıkarılması bile mümkün değildir. Onlar artık fosil
değildirler, “resimli taşlar”dır. Yâni ortada ne kemik var ne de kemik hâlinde
fosiller. Zîrâ kemikler o kadar yıl sağlam kalamazlar. Onlar sâdece taşlaşmış
fosillerdir ama o fosiller de dinozor denilen varlıklara âit değil; at, deve,
zürâfa, fil, gergedan, bufalo, kanguru, komodo ejderi ve belki balina, gibi
hayvanların kısa bir süre önce fosilleşmiş yapılarıdır. Zâten yeryüzünde yaşamakta
olan cüsseli (en az bir ton ağırlığında) kara hayvanlarının sayısı dördü
geçmez: Filler, gergedanlar, hipopotamlar ve zürâfalar. Bu her zaman böyleydi. Ve bu hayvanlar belki
bir zaman önce bir miktar daha iri yapılı idiler. Bu fosilleri “dinozor fosili”
diye yutturmaya çalışıyorlar. Amaçları, hem zamânı çok geriye atarak insanları
âhiret bilincinden uzaklaştırmak; hem de evrimin mutlakâ ihtiyâcı olan “eski zaman”
ihtiyâcını karşılamaktır. Zamânın uzaması âhiret bilincini blôke eder ve
unutturur. Bu, şeytanın bir uzaklaştırma taktiğidir. Çünkü “uzun zaman”
uydurmaları insanları âhiret bilincinden uzaklaştırır.
Filler, yaratılmış
canlılarda büyüklüğün zirvesidir. Fillerin büyüklüğü ve ağırlığı; “bundan daha
büyüğü olmaz” mesajı verip durmaktadır. Ondan büyük bir canlı, Dünyâ’ya
yakışmaz ve uygun olmazdı. Zâten Dünyâ da, çok daha büyük canlıları milyonlarca
yıl besleyecek imkân yoktur. Fillerden daha büyük canlıların yâni dinozorların
olduğunu söylemek ve buna inanmak, Dünyâ’nın formatını ve yapısını es geçmeden
mümkün değildir.
Dinozor
iskeleti diye gösterilenler, bildiğimiz-gördüğümüz hayvanların iskeletleridir.
Bir-çok hayvanın iskeletini -sözde- dinozor iskeletine benzetebilirsiniz. Deve
kuşu, deve, fil, ve at iskeletlerini dinozor iskeleti sanıyorlar yada öyle
gösteriyorlar. Benzetmeye kalktığınızda en basit bir hayvanın iskeletini bile “dinozor
iskeleti” diye yutturabilirsiniz. Fakat modern-bilim ve teorilerle beyni
sulanmamış olup aklı başında olanlar o iskeletlerin dinozorla falan alâkası
olmadığı hemen anlarlar. Olar çeşitli hayvanların iskeletleri ve iskeletlerin
birleştirilmesinden oluşturulmuştur. Bir-çok hayvanın iskeleti -aslında
olmayan- dinozor iskeletine benzer. Bunun için internette hayvanların
iskeletlerini incelemeniz yeterlidir. Biz aşağıda bir-kaçının örneğini
veriyoruz.
Fil İskeleti
Su
Aygırı İskeleti
Deve Kuşu İskeleti
Timsah
İskeleti
Dinozorların fosilleri de her nedense genelde batı’da
yada batı zihniyetine sâhip coğrafyalarda bulunuyor. Türkiye’de ve İslâm
coğrafyasında yok. “Dinozorlar 65 milyon yıl önce yok oldu. Ama Anadolu yarım-adası
30 milyon yıl önce oluşmaya başladı. 2 milyon yıl önce de bugünkü şeklini aldı.
Doğal olarak Türkiye’de dinozor fosili bulamazsınız” deniyor. İslâm
coğrafyasında dinozor fosilinin olmaması, müslümanların ve inançlı kesimin,
yaratılışın başlangıcının çok da fazla bir zaman önce olmadığına inanmalarıdır.
Dinozorların yaşadığı 65 milyon yıllık uzun bir geçmiş yok ki 65 milyon yıl
önce yaşadığı söylenen dinozorlara inansınlar ve de bunu “kabûl ettikleri için”
kendi coğrafyalarında da dinozor fosili-kemiği bulsunlar. Modern-seküler
insan, ne hayâl ediyorsa, neye ihtiyâcı varsa onu arıyor ve ne hikmetse genelde
de buluyor. Bulamazsa da bulduğu zırvalıkların aradıkları şeyler olduğunu söylüyorlar
yada buldukları şeyleri, “aradıkları şeyler”e dönüştürüyorlar.
Dünyâ’da sözde dinozorların yaşadığı bölgelerin haritası.
Dinozor iskeleti üretmek sanıldığı kadar zor bir şey
değildir ve bu zâten yapılıp durmaktadır. Aşağıdaki örnekler, -sözde- gerçek(!)
dinozor iskeletleri ile “yapay” dinozor iskeletleri karşılaştırmalarıdır.
Bu, -sözde- gerçek bir donozor fosili-iskeletidir.
Bu gördüğünüz ise, yapay bir dinozor iskeletidir ve satış fiyatı da
2.000 $’dır.
Bu da; -sözde- gerçek bir dinozor
iskeletinin 3 boyutlu üretilmiş hâlidir.
Bu iskelet hakkında şöyle deniyor:
“Stegosaurus dinazor iskeleti tarandı ve belirli parçalar orjinaline zarar
gelmemesi veya gelecekteki olası kayıplar nedeniyle koruma amaçlı 3D yazıldı”.
Fiberglastan yapılma yapay bir dinozor iskeleti.
Dinozor denilen sözde varlık hiç-bir zaman
yaşamamıştır. Zâten Dünyâ’da “65 milyon yıl öncesi” diye bir zaman da olmamıştır.
Evrenin yaşı 13.8 milyar yıl ve Dünyâ’nın yaşı 4.5 milyar yıl değildir ki!. O
kadar uzun bir zaman yoktur. Dünyâ’da ve de kâinatta hiç-bir zaman bir ilkellik
yaşanmamıştır. Her-şey Hz. Âdem ile yaşıttır ve Âdem’in yaşı da yaklaşık 10.000
yıldır.
Dinozorcular kendi-kendileriyle de çelişiyorlar. Dinozor
kemiklerinde hemoglobin bulunduğunu söylüyorlar. Bu durum, yaşayan bu sözde
canlıların bir-kaç bin yıl önce yaşadığını gösterir, çünkü hemoglobin bir-kaç
bin yıldan fazla dayanamaz.
13.8 milyar yıllık bir evren-yaşı ve 4.5 milyar yıllık
bir Dünyâ-yaşı kabûl edildiğinde, istediğiniz kurguları yapabilirsiniz.
İstediğiniz hayâlleri kurabilirsiniz ve olmayacak şeyleri bile
oldurabilirsiniz. Ne de olsa o kadar çok zaman içinde “bir-şekilde” olur. Bunu
profesyonelce çeşitli kanallarla yaydığınızda bir-çoklarını hattâ hemen-hemen
Dünyâ’nın tamâmını o saçmalığa inandırabilirsiniz. Meselâ çok uzun bir zaman
varsa; bir fil ile bir karıncanın ilişkisi sonucu o karıncadan bir balinayı
bile doğurtabilirsiniz. Yeter ki böyle bir şeye ihtiyaç olsun. Ne de olsa
yeterli! bir zaman vardır. Zaman yetmezse “0”ın yanına bir “0” daha koyuverirsiniz canım!. Ne olacak?; sıfırdan bol
ne var?.
“O Allah
ki, yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı”.. (Bakara 29).
Allah her-şeyi bizim emrimize verdiğine göre ve
her-şeyi bizim için yarattığını düşündüğümüzde, dinozorların bize ne yararı
vardır?. Bize yararı olmayan bir varlık mı yaşamıştır bir zaman önce?.
Kur’ân ve diğer semâvi kitaplar neden dinozorlardan
hiç bahsetmiyor?. Bu kadar uzun süre yaşamış bir varlıktan neden hiç
bahsedilmez?. Bahsedilmemesi, böyle bir varlığın yaşamadığının kanıtıdır. Çünkü
kutsal kitaplarda at-deve-fil gibi büyük hayvanlardan bahsediliyor. Tevrat’ı
aşırı zorlayarak alâkasız âyetleri dinozorlar olarak yorumlamak bir dinozor
olduğunu zinhar göstermez.
Dinozor iskeletleri, fiberglas-plastikten
îmâlatlardır ve dinozor uydurması plastiğin îcâdından (19. yy.’ın ilk yarısı)
sonra ortaya atılmıştır. Dinozor diye bir şey yoktur. Darwinist’lerin zihnimiz
üzerinde oynadığı oyunlardan biridir, aldatmacadır, aklımızla alay etmedir.
Fiberglas-plastik
malzemelerden yapılan dinozor iskeletleri parçalanıp yeniden monte
edilebilmektedir. Montajları, kuruldukları ve sergilendikleri yerde sök-tak
şeklinde yapılabiliyor. Peki topraktan çıkarıldıklarını söyledikleri kemikler
müzelere nasıl ulaştırılıyor?. Bunlar kemik ya; kırılmasın diye daha kırılmadan
önce alçıya alıyorlarmış kemikleri. Müzelere de o şekilde taşıyorlarmış. Fakat
buldukları kemikler neyin kemiğidir?. Sağdan-soldan buldukları kemikleri
istedikleri gibi bir-araya getirerek dinozor denilen varlığa benzeterek
birleştiriyorlar. Biraz uğraşsanız bunu siz de yapabilirsiniz. Bunun için
Kurban Bayramı uygun bir zaman olur.
Dinozorlar, Evrimcilerle Hollywood’un ortak
üretimidir. Günümüzde dinozorlardan bu kadar çok bahsedilmesi, “Steven
Spielberg’in Jurassic Park filmi gişe yapsın” diyedir. Bu film, dinozor
inancına tüy dikmiştir.
En önemlisi de Evrim Teorisi’nin mutlak gereksinimi olan “zaman ihtiyâcı”nı
karşılamak için uydurulmuştur. Nasıl ki milyonlarca(!) yıl önce yaşayıp ölmüş
bir hayvan kemiğini ve dişini “insan” zannediyorlarsa; büyük bir hayvan
fosilini de (at, deve, zürâfa, fil) dinozor zannediyorlar.
Gerçek şu ki, aslında dinozorlar hakkında pek de bir
şey bilinmiyor. Çünkü olmayan bir şey hakkında ne kadar bilgi sâhibi olunabilir
ki?.
Birileri TDK sözlüğündeki dinozorun ikinci anlamını, “irticâcı”
dedikleri inançlılar için kullana-dursunlar, bu ancak bir esprinin konusu
olabilir. Zîrâ dindarların çoğu 65 milyon yıllık bir zamânı kabûl etmiyor.
Dolayısıyla aklı modernist teorilerle bulanmamış olan müslümanlar, dinozor diye
bir varlığın yaşadığını kabûl etmezler. Bu nedenle “dinozor kafalı”
tanımlamasının “inançlı” insanlar için kullanılması uygun değildir. Eskiden
dinozor yoktu ama, bu zamanda “yiyip-yiyip şişen modern dinozorlar” ortalıkta
cirit atmaktadır.
Evet; dinozorlar hayâli mitolojik varlıklardır.
Dünyâ’da hiç-bir zaman bulunmadıkları gibi, yaşadıkları söylenen “eski çağlar”
diye bir çağ da hiç-bir zaman olmamıştır. Gösterimde olan dinozor şekilleri
ise, ya fiberglas/plastik-merkezli üretilmiş rekonstrüksiyonlardır, yada
genelde, kısa bir süre önce yaşamış olan bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların
kemikleridir.
Evet; dîni “zor” bulanlar,
dizonoru kolay buluyorlar. Zîrâ dîne inanmak ağır bir bedel gerektirebilirken,
dinozorlara inanmak hiç-bir bedel gerektirmez.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak
2017
Resmen saçmalık yazdıkların! Yazıma bilim adamı değil, bilim 'insan'ları diyerekten başlıyorum. Dinozorları bu insanlar uydurduysa bile emin ol senin iki üç tane ayet ile bunu kendi çapındaki yorumlarınla çürütmeye çalıştığından daha gerçekçi sonuçlar ortaya çıkarmışlardır. Kendi çapında inandığın dine aykırı bulduğun için; koca araştırmaları bir kenara atıp, arkadaşlar 'darwinist şeytanlar müslümanlığı yok etmeye çalışıyor bu nedenle dinozorları uydurmuşlar' gibi bir ana fikirle, son derece bilimsel olmayan bir yazı üzerinde uğraşmıssın sana acıdım. Bak arkadaşım, tüm dünyayı baz alırsak, Türkiye o kadar küçük kalır ki...Senin evrimci şeytan bilim adamları diye bahsettiğin insanlar yıllarca kaliteli üniversitelerde eğitim almış, insanların diniyle siyasi görüşleriyle inandıklarıyla ilgilenmeyen aşmış insanlar. Şunu siz sözde müslümanların kafasına bir türlü sokamadık. KİMSENİN BİZİ UMURSADIĞI YOK. KİMSE HAYDİ TÜRKİYE DE Kİ VE ORTA DOĞUDAKİ MÜSLÜMANLAR İNANÇLARINDAN VAZGEÇSİN VE ARTIK AHİRETE İNANMASINLAR, DİYE UĞRAŞMIYOR! kimsenin umrunda bile değiliz. Hatta aksine, bizim allah inancı adı altında iç savaşlar çıkarmamız, birbirimizi yememiz kapitalist devletlerin işine geliyor bu ayrı bir konu. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumuş kültürlü bir bilim insanı kimsenin ahiret inancını bloke etmek için çaba harcamaz. Avrupa da bu evrim teorisine katılan insanları tanımış biri olarak, müslümanlar o insanların umurunda bile değil. Her neyse,
YanıtlayınSil1) Karbon 14 denilen bir yöntem ile bir fosilin yaşı hesaplanabilir.
2) Bulunan fosillerin günümüz hayvanlarının önceki halleri olabileceği senin aklına geldiği gibi araştırmacı insanlarında aklına gelmiştir, ve herhangi bir benzerlik tespit edilememiştir.
3) Dünya da belirli bölgelerde sürekli bulunan bu fosiller, 'kafatası' ile birleştirilerek bugün ki görünümünü almıştır, daha farklı da olabilir ama tahminler bu yönde. Üstelik tamamen biçimsiz değil, hatta bir timsahın büyümüş hali görünümünde. Ki zaten timsahlarla aynı aileden oldukları söylenir.
4) Sen inanıyorsun diye herkes inanmak zorunda değildir. Sen bilimsel araştırmaları bir kenara itip, kuranda hz.adem ve eşi yasak elmayı yedi buraya indiler, dünya on bin yıl önce oluştu gibi çocukların bile inanmayacağı hurafelere inandın diye herkes bunları kabul etmek zorunda değil. Dinozorlar sana göre büyük bir hurafe ise, hz. adem masalı da bana göre büyük bir hurafedir, ve eğer bir tanrı varsa emin ol benden daha zekidir.
5) Üzgünüm ama senin dinin ve ahiret inancın kimsenin umrunda değil. Evrimciler sen inanmaktan vazgeçtin diye şampanya açmıyorlar, bilimsel araştırmalar yapıyorlar ve teori dahi olsa bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. Tekrar söylüyorum, senin iki üç katın düzeyinde kaliteli eğitim almış insanların, at gözlüklerini takmış hayatında okuduğu tek kitap kuranı kerim olan, onu da arapça haliyle okuyan insanlar işleri olmaz. Amaçları bu insanları ahiret inancından vazgeçirmek değil, araştırmalarla sonuca kendi çaplarında ulaşmaktır. Çoğu müslümanlık nedir desen bilmez bile.
6) Bilim dogmatiktir değildir, dinozorlar bir teoridir. Bilim zaten bu ihtimali kabul eder. Evet dinozorlar kesin vardır ve konu kapanmıştır demez, şuanki bulgular bunu gösteriyor tamamen değişebilir de der.
7) Senin kitabına inanmıyor diye, insanlara cahil demek seni çok komik duruma düşürmüş. Kuranı kerimin iç karartıcı korkutucu atmosferinden sıyrılıp, dini olmayan daha bilimsel kitaplar okumanı öneririm. Tüm günahlarını ben üstlenebilirim sen yeter ki oku!
Yanıt 1
SilZaman ayırıp genişçe bir yorum yapmışsın, sağolasın...
Yazdıklarım “resmen” saçmalık ama “gayri resmî olarak gâyet tutarlıdır. Şimdiye kadar beni tatmin edecek şekilde bu yazıdaki düşünceyi çürütecek bir eleştiri gelmedi.
“Bilim insanları” ifâdesi, feminizmin baskısının bir sonucudur. Modern zaman ve modern insan, “bir ön-kabûl olarak” bilim-adamlarından yana olduğu için, bilim-adamlarının ortaya koydukları önermeleri çok kolay kabul edebiliyorlar. Onların teorilerden, önermelerinde yada söylediklerinden hiç şüphe duymuyorlar. Oysa gerçekte vâr olmayan şeylerin matematikte doğru gibi gösterilebilmesinin mümkün olduğunu ünlü matematikçi Sir Herbert Dingle şöyle açıklar:
“Matematiğin lîsânı içinde biz doğrular kadar yalanlar da söyleyebiliriz. Ve matematiğin sınırları içinde bunların birini diğerinden ayırma şansı yoktur. Bu ayrımı ancak deneyle yada matematik dışında kalan bir akıl yürütme ile yapabiliriz; matematiksel çözüm ile onun fiziksel karşılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi inceleyerek. Kısaca, matematikte soyut-teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez”.
Zâten modern bilimin teorilerini kabûl etmemek saçmalık olarak görülüyor. Bunun en komik yanı ise, bu teorilerden haberi olmayan ve bilimden hiç anlamayan insanların da bilimi “yanılmaz-şaşmaz bir kuyumcu terâzisi” zannetmelerindendir. Evet; ben hayâtı din-merkezli yâni Allah-merkezli okumayı şiar edinmiş biriyim. Zîrâ en doğrusunu sâdece, her-şeyi yaratan Allah bilir.
Dinozor konusu Evrim Teorisi’nin sözde argümanlarından biridir. “Bilimsel olmayan” demişsin ama, buradaki iddiayı çürütecek bir şey de söylememişsin. Üzülme, senin çok matah zannettiğin modern bilimin adamları da söyleyemiyorlar zâten. Sâdece insanlar söylüyor zannediyor. Onlar ancak spekülasyon yapmayı bilirler.
Şu “biz kimiz ki, adamlar neler yapıyor” kompleksinden kurtulun artık. O bilim adamları dediklerin kişiler, kronik hastalıklara, meselâ daha romatizmaya bile çâre bulamamış kişilerdir. Onların yaptıkları şeyler şişirildiği kadar önemli değildir. Hem modern bilim, hem de bilim adamları şişirilmiş balonlardır.
Dinle ve siyâsetle ilgilenmediklerini zannediyorsun ama, onlar bâtıl ideolojilerin ve bu ideolojilerin başındaki siyâset(çi)lerin güdümünde iş yapan ve din karşıtı ideolojiler için teori üreten kişilerdir. Din yâni İslâm, “aşılabilecek” bir şey değildir. Saba şunu söyleyeyim, onların tek derdi müslümanlar ve stratejik ülkeler bölgeler için teoriler geliştirmektir. Bu kişiler zannettiğin gibi “kutsal” kişiler falan değildirler. Ortaya koydukları teorilerin ve önermelerin çoğu zırvalıktır. İnsanların bilim adamlarını “ulaşılmaz-kutsal-üstün insanlar” zannetmelerinin içi boştur. Bilim adamlarını finanse eden ve onlara alan açan küresel güçlerin tek derdi, müslümanların gerçek îmandan uzak kalmasını sağlamak ve böylece sömürülerini daha rahat yapabilmektir.
Şu-an Dünyâ’da çıkarılan savaşları, senin çok matah insanlar zannettiğin bilim adamlarının yaşadığı ülkelerin başında bulunan şeytanlar çıkarıyor ve dediğin gibi bu zâten onların işine geliyor. Evrimcilerin umurunda olmak önemli bir şey değil. Asıl onlar benim yada bizim umurumuzda değil. Onların yaptıklarının benim için “tuvalet kâğıdı” kadar bile değeri yoktur.
Yanıt 2
Sil1-Karbon 14 metodu ve diğer metodlarla yapılan zaman belirleme ölçümleri çelişkilidir. Karbon 14’ün yarılanma ömrü 5.730 yıldır. Bu durumda Karbon 14 metodu “en doğru bir şekilde” en fazla 11.460 yaşında olan bir organizmada, o da %20 hatâ payıyla ölçülebilir. Zâten en fazla da 40.000 yıllık samânı ölçebilir. Yarı-ömür belirlenerek yapılan hesaplamalar, olasılık hesaplarıdır.
“Karbon-14’ün yarı-ömrü (herhangi bir şeyin yarısının yok olması için gereken süre) yaklaşık 5.600 yıldır. 8 yarı-ömür sonrasında geriye kalan, başlangıçtaki radyoaktif karbonun yalnızca 1/256’sı olur. Bu miktar güvenilir, bir ölçüme elvermeyecek derecede azdır, dolayısıyla radyo-karbonla târihlendirme yöntemi yalnızca kırk bin küsur yıldan yaşlı olmayan nesnelerde işe yarayabilir”.
Hattâ Karbon 14 metoduyla yapılan ölçümlerde bâzen komik sonuçlar da çıkar. Meselâ bir tarlada bulunan bir eşyânın yaşı ölçüldüğünde 20.000 yıl ömür biçilmişti. Meğerse o eşyâ, tarlanın sâhibinin 15 yıl önce kaybettiği bir eşyâsıydı. Bu târih ölçme metodları zannettiğin gibi çok da bilimsel değildir. Masa-başında belli kriterler ortaya koyup bunları kabûl ediyorlar, sonra da “bu parça şu dönemdedir, şu özelliktedir” deyip, ortalama bir yaş biçiyorlar.
2-Bulunan fosillerin kemikleri, -yazıda da söylediğim gibi- eksiksiz şekilde bulunamamıştır yada sergilenmemiştir. Bir kaç parça bulunuyor ve üzerine ekleme yapılıyor. Zâten milyonlarca yılda kemik-memik kalmaz. Kalanlar da bulundukları yerden sağlam bir şekilde çıkarılamaz.
3-Modern bilimin yaptıkları zaten %90 tahmindir. Oturdukları yerden tahmin yapıyorlar.
4-İnanç dayatması yapmadım zâten. Olmaz da. Ben bilimsel araştırmaları bir kenara atmıyorum, bunları yoğun bir şekilde tâkip ediyorum ama varılan sonuçların %90’ını kabûl etmiyorum ve doğru olmadığı düşünüyorum.
5-Ben îmânımı Allah’tan başkasına ispatlamak zorunda değilim ve “Allah’ın umurunda” olduktan sonra gerisi önemli değil.
Şunu söyleyeyim, bilimsel devrim denilen zamanda yâni Galile, Kepler ve Kopernik ile başlayan süreçteki buluşları yapanlar “kilise mensubu râhip ve papazlardı. Okudukları bölüm de ilâhiyattı. Demek ki meşhur üniversitelerde okumakla olmuyor. Einstein okulda başarılı bile değildi. Cins kafalar iyi üniversitelerden çıkmıyor, cins kafalar o üniversitelerde toplanıyorlar sâdece. Bilim adamlarının insan-üstü gösterilmesi şehir efsânesidir. Medyanın modern bilimi ve bilim adamlarını pohpohlamasından başka bir şey değil.
Kendi açımdan söylüyorum, okuduğum tek kitap Kur’ân değil. Fakat ben Kur’ân-merkezli bir okuma yapıyorum. Senin kafanda modern bilim ve bilim adamları ilahlaşmış. Gerçi Dünyâ’da çoğu insan böyle. Çünkü yoğun bir pohpohlama var.
6-Modern bilim bir dogmadır. Kendisine inanılmasını bilimi anlamayanlar için bile zorunlu kılar. İnsanların çoğu bilimden anlamaz, ama bilim, anlamasa da inanmaya ve saygı duymaya hattâ ilahlaştırmaya zorlar. Hattâ bilimin teorilerine inanmayanları -bu eleştiride senin yaptığın- gibi câhil görür.
7-İslâm’a göre cehâlet ve câhil, bir okul bitirmemiş anlamında değildir. İslâm’a göre cehâlet, “Allah’ı hesaba katmamak” demektir. Daha düne kadar Newton’un yerçekimi teorisini dinleştirenler, son 100 yıldır ise bundan vazgeçti ve Einstein’in yerçekimini kuralını din yaptı da şimdi de ona tapıyor.
Modern bilimin, çoğu saçma-sapan olan ve kesinlik ifâde etmeyen teorilerinin peşine hiç sorgulamadan körü-körüne düşenler de câhil, ahmak ve zavallıdır.
Kur’ân hem iç-âlemi hem de dış-âlemi en iyi şekilde aydınlatan tek kaynaktır. Enerjisini vahiyden almayan tüm “aydınlatma cihazları” ise sönmeye mahkûmdur.
“Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç-bir şey taşınmaz” (Fâtır 18).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Elinize dilinize sağlık. Güzel bilgilendirme.
SilDüz dünya tüm sahte bilimin kalbine sıkılan kurşun. Tavsiye ederim.
Sen bu şekilde hayata sığ ve hoşgörüsüz bakmaya devam et. İnsanları sevme, senin gibi düşünmeyenlere 'ahlaksız dinsizler' de, yeniliklere açık olma. Aynen böyle devam et olur mu, yani Türkiye'nin yüzde 80'i gibi.... Ha görüşlerine ters düşen modern bilim kuramlarını da reddet, daha birde üstüne vazifeymiş gibi yine o bilim insanlarının teorilerini kullanarak bunların tersini kanıtlamaya çalış. Tüm bunları yaptıktan sonrada 'evet, en iyiyi ben biliyorum, bunları yaparak sevap kazandığımı biliyorum, Allah'ın sevgili kuluyum, Avrupalı bilim insanlarının ve genel olarak tüm insanların müslümanları yok etme hayallerine engel oluyorum, yaşasın vuhuuu, biraz öncede gittim sırf insanlar ateist olsun diye ortaya atılmış olan ve neredeyse tüm bilim camiasının katıldığı fakat benim katılmadığım(?) dinozor teorisini kendi çabalarımla reddettim. Bugünde, nefret ve hoşgörüsüzlük içinde, İslamı yok etmeye çalışan Avrupalı ve Amerikalılara saydırdığıma göre rahatça uyuyabilirim.''
YanıtlayınSilVe emin ol, o kadar çok ateist tanıdım, aynı şekilde çok dindar olduğunu savunan her konuyu din ile açıklamaya çalışan insanlarda tanıdım ve sonuç ne biliyor musun? Ateistler hiç kimseyi yok etmeye çalışmıyor, hatta ilgilenmiyordu bile. Ama o dindar dediğim insanlar ellerinden gelse bizleri bir kaşık su da boğacaklardı. Al sana din ve onun öğretileri. Sen korkarak, kaçarak, sorgulamayarak, her şeyi doğru bildiğini zannederek yaşamaya devam et. Ha islama kelepçe vurmaya çalışan aydın insanlara da saydırmayı unutma :) sağlıcakla
Ya halen utanmadan sıkılmadan nasıl konuşabiliyorsun adam seni resmen rezil rüsva etmiş sen hâlen ateistlik propagandası yapıyorsun ulan atesit dediğin adam müslümanı cahil yobaz görür boş safsata bir ilime tapar
Silaynen kardeşim bu dinsiz ateistler namus şeref haysiyet nedir bilmezler anca batının öğrettiklerini kendilerine ilim sayarlar ve inanırlar çünkü beyinleri yıkanmıştır.
SilCevap vermek zorunda hissetiğim tek konu ise, evrim teorisini de islamla bağdaştırıp sırf yok etmeye çalışmak için yaptıklarını düşünmen. Sizleri gerçekten anlamak çok güç.. Yahu tüm bunları araştıran insanlar merak ediyor olamazlar mı? Bende sayfalarca yazı okudum, evrim teorisini araştırdım ve bunu yaparken kafamda 'hmm islamı bu şekilde bitireceğim ahahah' gibi bir düşünce yoktu. 'MERAK ETTİM' .. O halde size göre şöyle bir sonuca ulaşabiliyoruz, bilim insanı geldi, müslümanları yok etmeliyim dedi ve evet evrim teorisini ortaya attı. Buna sadece kahkaha ile gülerim. Size acı bir gerçek söyleyeyim, tüm bunlar işin sadece alt dalları olabilir. Tüm bu bilimsel çalışmaların asıl nedenini size söyleyeyim, felsefeden de hatırlayabileceğiniz üzere 'merak' duygusu, 'geçmişe, geleceğe, insanlara, hayvanlara' olan merak duygusu. Tüm bu araştırmaların alt yapısı islamı bitirmek mi,, bu kadar sığ olamazsınız lütfen. Ki bu araştırmaların temeli, Eski Yunan Medeniyeti olarak adlandırdığımız peygamberden önceki döneme denk geliyor. Felsefenin ilk çıkış noktaları yani. Bakın, size tavsiyem seyahat etmeniz ve günah olarak görmeyerek ingilizce öğrenip gerek Avrupa ülkeleri gerek daha farklı doğu ve batı ülkelerinde insanlarla sohbet etmenizdir. Ön yargılarınız, hayata bakış açınız değişecek ve emin ol siz benim söylediklerime benden daha çok katılır hale geleceksiniz. Ben kimseye, hiçbir görüşe veya ideolojiye tapmıyorum, bilim tapılması gereken bir sistem hiçbir zaman oluşturmadı.. Evet reddetti, İncili, Kuranı diğer kutsal kitapları ve peygamberleri.. Fakat yok etmek istediği için değil, Adem Havva hikayesinden daha ileriye gidebilmek için. Ayın ortadan ikiye yarıldığına inanmadı, ya da denizin aynı şekilde.. Gerçek ve asıl ve nedeni doğru ya da yanlış insanlar bulmaya, sorgulamaya çalıştı ve bundan korkmadı. Sözlerime siz dindar insanların çok sevidiği kelime olan 'fıtrat'tan bahsederek son vermek istiyorum. Sizin şeytan olarak gördüğünüz dünya insanları sadece doğaları gereği, 'fıtratları gereği' merak etti. İçlerinde tabii ki siyasi emelleri ve çıkarları olanlar var ve olacaktır. Seyahat eder, araştırır bu insanları tanıma fırsatı bulursanız, şeytan olmadıklarını ve kafayı islamiyeti yok etmekle bozmadıklarını anlayacaksınız. Herkes doğru bildiğini yaşıyor sadece bu kadar.
YanıtlayınSilbenim anlamadığım konu şu .NEYİN PEŞİNDESİN-neyi kanıtlamaya ve savunmaya çalışıyorsun yani evinde hastalanıp yatağa düş bakalım o savunduğun avrupalılar 1 kuruş verirlermi sana ve yardım ederlermi umurlarındamısın ve şuan kimlerin ekmeğini yiyorsun nankör müsün ha.gidip avrupalıların içine girmiş birkaç sahte iyilik görmüş gelip burda onlarI yere göğe sığdıramıyorsun zavallı kukla .bilmezmisin ki ilim ve bilimin İSLAM için önemini.hatta peygamber efendimiz HZ MUHAMMED s.a.v İKİ GÜNÜ BİRBİRİNE DENK OLAN ZARARDADIR buyuruyor.YANİ BUGÜN DÜNDEN Bİ TIK ÖNDE OLMALI YANİ İLİM VE BİLİMİN ÖNEMİNDEN BAHSETMİŞ.sende sanki ilim ve bilimi sadece batılılar araştırıyor tarihi araştır bakalım kim kimden öğrenmiş .o sahiplerin daha dün darvini başüstünde tutuyorlardı şimdi alay konusu haline getirmişler ve onun sahtekar olduğunu anladılar ama sen daha anlamadın sana anca biz müslümanlardan yardım gelir her ne kadar ateist olsan da
SilAferin sana güzel yazı. Ama kafirler içinden çıkamadıkları noktada uydurmaktan başka bir yol bulamazlar ve mecburen felsefe yapmak zorunda kalırlar. O yüzden de çelişkiler ve yanlış bilgiler her konuda bolca bulunur.
YanıtlayınSilBizim gibi insanlar ise bir takım sırları bildiği için akıllara uygun açıklamaları tarih boyunca yaşadıkları devirde anlatmışlardır. Benim kafadaki 1000 sene önce yaşamış bir insan ile benim kafam değişmez aynı şeyleri zamana göre açıklarız. Bu yüzden de zamana göre çeviriler ehli olmayanlar tarafından tercüme edilmeye çalışıldığında Hz. Mevlâna'ya oğlancı diyecek kadar saçmalayanlar ortaya çıkmıştır.
Her neyse, konu itibari ile Mir'at-ı Kâinat yani kâinatın yaratılışı sınıfına giren bu yazı biraz yanlış olmuş.
Geçmişte yaşamış olan mahluklar, bugün kü mahluktan farksızdır. İnsanoğlunun fiziksel boyutları da ilk zamanlarda oldukça iri, ömürleri uzundu. Allah azze ve celle katında biz ademoğlunun bildiği 4 farklı gün vardır.
1 gün 500bin yıldır.
1 gün 1000 yıldır.
1 gün 24 saattir.
1 gün andır.
Biz faniler dünyada 24 saat olan günü kullanıyoruz.
İlmini alanlar aynı zaman da biz zaman ölçüsü ile ifade edilemeyen "an" olarak tabir edilen günde de yaşarlar. Misal alemi bu boyuttadır. Tayyi zaman ve mekan işleri bu boyuta aittir. Marifet sahibi bir veli aynı anda pekçok mekan ve zaman da bulunabilir.
Hızır aleyhisselam bu boyutta yaşamaya devam eder. Şehitlerden kimileri bu boyutta pek çok hadiselere dahil olurlar. Bütün bunlar Allah'ın izni iledir.
Kafirler, küçücük akılları ile bu sırları çözmeye kalkışıp maskara olmaktadırlar. Ancak "bilim" denen şey ile bunları ispat edemedikleri için pek çok konuyu saptırdıklarından dolayı büyük bir bilgi kirliliği ortaya çıkar. Uzaya çıktıklarını iddia etmeleride bu kabildendir. NASA web sitesindeki verileri analiz etseniz ortaya çok fazla çelişki çıktığını görürsünüz eğer rakamları, varsayımları, tespitleri doğru analiz edebilirseniz.
Bu durum onların kıyameti sadece dünya için kopacağını sanmaları gibi bir durumdur. Dünyadan kastım yıldızlar sisteminin tamamını kapsar. Oysa bu sistem 1. kat semanın içinde bir kısımdır. Bunun gibi 7 kat sema vardır.
Tıpkı gün kavramlarındaki boyut farkı gibi 7 kat yok olup yeni bir boyutta Mahşer kurulacak ve insanlar her günü bin gün olan o günde hesaba çekilip cennet ve cehenneme ayrılacaklardır.
İnsanlığın atası Adem aleyisselam ve o günkülerin boyları yaklaşık 40 metre civarıydı. Allah azze ve celle mahlukatıda Ademe uygun yaratmıştır. Örneğin bir at veya deveye 40 metrelik bir insanın binebilmesi mümkün değildir. Ancak bu hayvanların uygun fiziksel yapıda olması gerekir. Aynı şekilde bitkilr ve yiyecekler de böyledir.
Milyonlarca yıllık dedikleri iş o dönemin hayvanlarıdır. Kıyamete yaklaştıkça fiziksel boyutlar küçülmüş, ömürleri ilahi kanunlardan dolayı kısalmıştır.
Bu yaşadığımız alem, sebepler alemidir. Burada 2*2=4'tür. Bu hiçbir şekilde değişmez. Ancak Emir aleminde 2*2=4 değildir. Tayyi zaman mefhumu bunun gibidir. Somuncu Baba'nın Ulu caminin 4 kapısında birden görülmesi bunun gibidir.
Bu kadarcık bilgi ufkunuzu açar. Alemlerin Rabbi olan Allah celle celaluhu herşeyi yerli yerinde yaratan ve yaşatandır. Bizler ise sebepler alemini dahi idrak etmeyi beceremeyen aciz kullarız.
Muhtesem.bir yazi ve yorum seni tebrik ederim dostum dediklerinin altina imza atarim.. dinozorlar hicbir zaman olmadilar
YanıtlayınSilemeğinize saygı duyuyorum .gerçekten yıllardır tahmin ettiğim şeyleri kağıda dökmüşsünüz de gelin bunu şu beyinsiz ateistlere anlatın .zaten dediğiniz gibi o havalı bilim adamları ve aekeologların uydurmalarından başka bişey değil.onlar uyduruyor bizdeki zekası kıt olanlar[deist budist ateist vb.] inanıyor ve bu salakların sırtından avrupalkılar para kazanıyor ve bunları yönetiyor.onlar bu hayatı seçmişler bir kere.daha da kurtulamazlar kolay kolay kuklalıktan
YanıtlayınSil