“Rabbinizden
bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim,
esirgeyendir, sevendir” (Hûd 90).
Allah’ın “Cemâl” ismi olduğu gibi “Celâl” ismi de
vardır. Yâni Allah sever de, kızar ve öfkelenir de. Fakat Allah’ın rahmeti gazâbını
geçmiştir. Bu nedenle O, Rahman ve Rahim’dir.
İslâm salt bir “sevgi dîni” değildir. Hem sevgi, hem
de öfke dînidir. Fakat sevgi ve rahmet çok daha fazla öne çıkarılmıştır ve İslâm
Dünyâ’yı “Dâr-ül İslâm”a çevirmek ister ki, İslâm zâten adından anlaşılacağı
gibi “barış” demektir ve İslâm “barış dini”dir. En azından hedefi barışın hâkim
olduğu bir Dünyâ kurmaktır. Barışın olduğu yerde ise öfkeden ziyâde sevgiden
bahsedilir, zîrâ barış yurdunda sevgi bâriz olarak her yere yayılmıştır. Vahiy
ve hikmet, insana bir sevgi de kazandırır:
“Ey Yahyâ,
Kitabı kuvvetle tut. Daha çocuk iken ona hikmet verdik. Katımızdan ona bir
sevgi duyarlılığı ve temizlik. O, çok takvâ sâhibi biriydi” (Meryem 12-13).
Zâten îman başlı-başına bir sevgi kaynağıdır. Îman
edenler birbirlerine doğal bir sevgi beslerler.
“Îman
edenler ve sâlih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir
sevgi kılacaktır” (Meryem 96).
Tabi, sevgiyi bile abartmamak lâzım. “Sevgiyi
(meveddet) ilahlaştırdınız” der âyet. Allah’tan başkalarına duyulan sevgi
ilahlaştırmaya döner:
“Dedi ki: ‘Siz
gerçekten, Allah’ı bırakıp dünyâ-hayâtında aranızda bir sevgi-bağı olarak
putları (ilahlar) edindiniz. (putlaştırıcı bir sevgi edindiniz). Sonra
kıyâmet günü, kiminiz kiminizi inkâr edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lânet
edeceksiniz. Barınma-yeriniz ateştir ve hiç-bir yardımcınız yoktur” (Ankebût 25).
Kur’ân, Allah karşısında sevgiden ziyâde korkuyu öne
çıkarmıştır:
“Kulları
içinde ise Allah’tan ancak âlim olanlar içleri titreyerek-korkar”(haşyet)” (Fâtır 28).
Sevgi yaratılmış bir şey midir?. Bilinen hiç-bir şey
Allah’ın zâtı, yâni “mutlak varlığı” ile ilgili değildir. Bu bağlamda “sevgi”
de Allah’ın zâtı ile ilgili değildir. Allah sevgiyi de yaratmıştır zîrâ. “Kulun Allah’ı
sevmesi” anlamında bir Allah sevgisinden bahsedilebileceği bile bizce tartışma
konusudur. Çünkü ne de olsa seven etken, sevilen edilgendir. Kulun Allah’ı
sevmesi O’nu hâşâ edilgen durumuna sokmak anlamına gelebilir. Allah bizi sever,
fakat kulun Allah’ı sevmesi konusu üzerinde konuşulmalıdır. “Hubb” kelimesi
“sevgi”den ziyâde “bağlılık” anlamına gelir/gelmelidir. Bu yüzden sevgi için
daha derin anlam olan “Vedûd” kelimesi belki daha uygundur.
“Yuhubbihüm
ve yuhıbbinehu” âyeti, “O onlara
karşı muhabbet-meyil duyar, onlar da ona karşı muhabbet-meyil” duyar anlamına
gelir. Lûgatta “hub”; “hoş, güzel, iyi” anlamlarına da gelir.
Sevgi bile maddî olana olur. Maddî olmayana nasıl
sevgi duyulabilir?. Maddî olmayana duyulan şey “saygı”dır. Sevilen
bilinmediğinde, ona duyulan duyguya nasıl sevgi denebilir?. O’nun yaratışına
karşı duyulan hayranlık başkadır. O yaratışa saygı duyulur ve hayret
edilebilir. Dolayısı ile, sâdece yaratılmış olana sevgi duyulabilir. İnsan,
dağ, deniz, toprak, çiçek, böcek vs. gibi şeylere karşı sevgi olabilir ve bu
doğaldır. Fakat bunlar maddî olanlardır. O hâlde O’na (Allah) sevgi
duyulmaz, îmân edilir ve saygı duyulur. Fakat Allah kullarını sevebilir. Sevgi,
“üstün” olanın “düşük” olana, yada “aynı değerde” olanların bir-birlerine
gösterdiği merhâmetten kaynaklanan bir duygudur. (Şehvetten kaynaklanana “aşk”
denir). “Düşük” olanın “üstün” olana göstereceği duygu ise saygı ve îmandır.
Îmân ise fiili olarak gösterilmedikçe ispatlanamaz. O hâlde Allah, kendisi
için/adına bir şeyler yapıldığında “râzı” olur. İşte bu nedenlerle Allah’a
aşk/sevgi duyulmaz, îmân edilir ve bu îmânın gereği olarak insana sevgi
duyulur/duyulmalıdır. Özellikle mü’minlerin bir-birlerini sevmeleri gerekir.
Gerçi kâfirlere karşı da şedid olmalıdırlar:
“Ey îman
edenler!; içinizden kim dîninden geri döner (irtidât eder)se, Allah (yerine)
kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği (hub=rızâ?) mü’minlere
karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad
eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın
bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir”
(Mâide 54).
Sevgi Allah’ın âyetlerindendir:
“Onda sükun
bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda
bir sevgi ve merhâmet kılması da, O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda,
düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır” (Rûm 21).
Sevgi öyle herkese karşı gösterilmez. Bazen birilerine
karşı sevgi beslenmesi kötü olabilir:
“Allah’a
ve âhiret gününe îman eden hiç-bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve
elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar;
bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşîretleri
(soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kâlplerine îmânı
yazmış ve onları kendinden bir rûh ile desteklemiştir. Onları, altlarından
ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah,
onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın
fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felâh (umutlarını
gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir” (Mücâdele 22).
“Ey îman
edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz
onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr
etmişler, Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de
(yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve
Benim rızâmı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi
gizliyorsunuz?. Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim.
Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur” (Mümtehîne 1).
Sevgi
eyleme ve emeğe dönüktür. Ne diyordu “Al Yazmalım” filminde Türkân Şoray:
“Sevgi neydi?; Sevgi iyilikti; Sevgi dostluktu; Sevgi emekti”.
Sevgi aşırıya kaçarsa aşka dönüşür ki aşk adamı tutuklar
ve zıvanadan çıkarır. Sevgi “bilinçli olan”dır, aşk ise bilincin yokluğu hâlidir.
Modern zamanda aşırı öne çıkarılan sevgi, bencil
bir sevgidir. Bedelsiz sevgi. Böyle sevgiler sağlam olmuyor. Ölene kadar
sürecek olan “sevgi”ler, “bedeli ödenen” sevgilerdir.
Maddî şeylere karşı olan aşırı sevgi de kişiyi
yozlaştırır. Çünkü aşırı sevgi “Dünyâ sevgisi”dir. Meselâ vatan sevgisi, Dünyâ
sevgisidir. Aşırı Dünyâ sevgisi, âhiret sevgisizliğinden kaynaklanır.
Öfkeye gelince; öfke de insanda bulunan bir duygudur
ve yeri geldiği zaman çok gereklidir ve sonuca ulaştırabilir. Bâzı durumlarda
öfke olmalıdır. Hattâ mü’min kişi aynı-zamanda “kerîm öfke”ye sâhip olmalıdır.
Zîrâ Dünyâ cennet değildir ve adâletsizliklerin sürekli kol gezdiği bir yerdir.
Hattâ zulmün ayyuka çıktığı zamanlarda sevgi değil öfke iş yapar. Fakat öfke
kişiyi yiyip bitirmemelidir. Aşırı ve zamansız öfke kişinin hem zihnini hem de
eylemini yozlaştırır ve sevgiyi, merhâmeti ve sâlih ameli blôke eder.
Aynı-zamanda mâzallah, Allah’ı da unutturabilir:
“Kim, Allah’ın
ona, Dünyâ’da ve âhirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir
araç uzatsın, sonra kessin de bir baksın; kurduğu düzen, onun öfkesini
giderebilecek mi?” (Hacc 15).
Kur’ân mü’min kişi târifini şöyle yapar:
“Onlar,
bollukta da, darlıkta da infâk edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki
hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 134).
Aşırı öfkede kibrin de payı vardır, bu nedenle kontrôllü
öfkedir “kerîm” olan öfke. Kerîm olmayan öfke, kâlbi karartıp mühürleyebilir:
“Ki onlar,
Allah’ın âyetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücâdele
edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, îman edenler katında da büyük bir öfke
(sebebi)dir. İşte Allah her mütekebbir zorbanın kâlbini böyle mühürler” (Mü’min 35).
Kur’ân kişiye kerim bir öfke kazandırır. Bir kişinin
Kur’ân’ı idrâk edip-edemediğinin delîli, Kur’ân’ın, okuyucusuna kazandırmış
olduğu “kerim öfke”nin ve tersinden bir küfür olan “kutsal küfr”ün o kişide
olup-olmadığıdır. Meselâ Kur’ân tağuta küfredilmesini ister:
“Dinde
ikrah yok, rüşd, dalâlden cidden ayrıldı, artık her kim Tağuta küfredip (yekfur bittâğûti) Allah’a îman eylerse o işte en sağlam tutamağa yapışmıştır; öyle
ki onun için kopmak yok. Allah işitir, bilir” (Bakara 256).
Doğruyu tatlı dilden ziyâde öfke daha
iyi dile getirir. İki kere ikinin dört olduğunu sert bir şekilde söylersin
meselâ.
İslâm ve Kur’ân, sakinleştirici bir ilaç gibi
kullanılamaz. Tam-aksine Kur’ân, okuyucusuna “kerîm bir öfke” kazandırır. Çünkü
kerîm öfkelere sâhip olmadan hiç-bir düzeltme yapılamaz, dolayısıyla İslâm
hayâta aktarılamaz.
Öfkeli dil, acının sesli hâlidir. Gerektiği zaman
öfke olmadığında “yavşaklık” başlar.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder