“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr
getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan,
O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın
emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).
Sekülerizm, lâikliğin
yumuşatılmış benzer şekli olup, “dîni yarım-yamalak yaşamak” demektir. Lâiklik
“din ile devletin ayrılması”dır;
sekülerizm ise, “din ile her-şeyin ayrılması”dır. Din derken tabî ki İslâm’dan
bahsediyoruz. Zâten Allah katında din, İslâm’dır ve diğer bâtıl dinler zâten
yarım-yamalaktırlar ve yarım-yamalak oldukları için bâtıldırlar. Yarım-yamalak
olan seküler din, hayatta öncelik sırasında ilk sırada değildir ve “ilk sırada
olma” derdi de yoktur. TDK sözlüğünde sekülerizmin tanımı şöyledir:
“Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda âhiretten
ve diğer dîni-ruhânî meselelerden ziyâde dünyâ-hayâtına odaklanılması yönündeki
hareket”.
Sekülerizm bâzen insanlara
açıkça, bâzen de çeşitli kanallardan; din-merkezli yaşamanın negatifliğinin
propagandasını yapar. Fakat bunu genelde söz ve eylemle değil de bilinç-altına
göndermeler yaparak oluşturur. Der ki; “bana uygun yaşamazsan, benim sistemime
ayak uydurmazsan çok zor bir hayâtın olur. ‘Toplumun aşağı tabakası’ndan
olursun ve hattâ “yeryüzünün lânetlileri” arasına girersin”. Bunu sezinleyen ve
Dünyâ’da bu netîcenin bolca örneğini gören insanlar, hemen tutum ve davranışlarını
değiştirme yoluna girerek sekülerizme bir-an önce ayak uydurarak sınıf
atlamanın derdine düşer. Âhiret bilinci ve inancı olmayanların böyle yapması
zorunludur. Zîrâ onlar tek-dünyâ’lıdır ve ölünce her-şeyin bittiğine
inanmaktadırlar. Bu nedenle de hayâtı en uzun, en sağlıklı, en zengin, en haz
ve zevk içinde yaşamayı hedeflerler. Fakat müslümanlara-mü’minlere ne oluyor?.
90’lı yılların sonuna doğru,
Türkiye’de 28 Şubat ve Dünyâ’da 11 Eylül’den sonra müslümanlar da İslâmî iddiâlarından
büyük ölçüde vazgeçerek liberâlleşme yoluna girdiler ve kısa bir zaman sonra da
maddî durumlarının düzelmesiyle din hakkında eski düşünceleri ile çelişmeye
başladılar. Bu nedenle dîni aşırı yorumlara tâbi tutarak demokratlaştılar ve de
dolayısı ile sekülerleştiler. “Akîde farklı, siyâset farklı”, “önce devlet
gelir”, “şûrâ’nın günümüzdeki şekli demokrasidir” vs. demeye başladılar. “Sezar’ın
hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya vermek” şeklinde bir tutum izlemeye
başladılar. İşin ilginç yanı, Kur’ân’ın daha fazla okunmasına rağmen bunun
böyle olmasıdır. Kur’ân ısrarla ve şiddetle bu tutumun yanlış ve hattâ şirk
olduğunu söylediği hâlde, gerek 28 Şubat’ın etkisiyle, gerekse ABD’nin tek küresel
güç olduktan sonra liberâlizmi Dünyâ’nın kılcal damarlarına kadar yaymasıyla ve
nefse aşırı cömert davranan liberâlizm ve kapitâlizmin etkisiyle ve de nefsin
zorlamasıyla Kur’ân’ın bu uyarılarını dinlemediler-duymadılar-uymadılar. Üstelik
bunu, kendilerine “Kur’ân cemaati, grubu, halkası” diyenler de yaptı-yapıyor.
Ellerinde Kur’ân var, Kur’ân okuyup duruyorlar ama Kur’ân’ın kapağını kapattıkları
anda Kur’ân’a göre değil de, bağlı oldukları ideolojiye, kurumlara, lîdere ve
devlete göre hareket ediyorlar. Böylece Kur’ân’ı bir edebiyat-felsefe kitabı hâline
getiriyorlar. Kur’ân’ı sâdece okumanın, bilginin, epistemolojinin konusu olarak
kullanıyorlar. İş hüküm konusuna gelince onu Allah’a değil, başkalarına
veriyorlar. Sezar’a veriyorlar. Hâlbuki daha yakın zamanlara kadar tam-aksi yönde
görüşleri vardı.
Sekülerizme ayak uydurmanın bir
raconu vardır: Lâik olunacak, seküler olunacak, demokratik olunacak. Onların
düzenlediği Dünyâ’ya-hayâta göre davranılacak. Din vicdanların en derin ve
kuytu köşelerine, o da laytlaştırılmış olarak hapsedilecektir. Zâten “ibâdet
demek de, ara-sıra yapılan duâdır” ya(!). O kadar.
Zamânında kadının biri
Annemi namaz kılarken görünce şöyle demiş: “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız
fakir ve câhil kalırsınız”. Namaz kılmak ve fakirlik ilişkisi!. Aslında
söylediği şey şu: “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız “sistem” tarafından fakir
ve câhil bırakılırsınız”. Evet; seküler sisteme göre doğru söylüyor. Çünkü
seküler dünyâya göre, namaz kılanlar madden fakir kalırlar. Fakat bu namaz kılanlar,
“seküler olmayan musalliler”dir. Yoksa hem seküler olup ona göre hareket edenler
ve bir de namaz kılanlar, hem şeytanın, hem tâğutların, hem de sekülerizme
tapanların görmek istediği en güzel şeydir. Onlar böyle bir insan-tipinden
beslenirler çünkü. Namaz kılanlar neden fakir kalır?; çünkü sekülerizme ayak
uydurmamaktadırlar. Onların dediğini yapmadıklarından, otomatikman onların
düzenlediği Dünyâ’dan daha az yararlanırlar. Bu bir tercih meselesi. Hz. Ömer bir-gün, Peygamberimizin hücresine girince
hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başlar. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca Hz. Ömer
şöyle der: “Ya Resûlullah!. Dünyâ kralları, Kisra’lar servet içinde yüzüyorlar.
Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok, yatağın hasır ve tenine,
yattığın zeminin izleri çıkmış. Hâlbuki sen âlemlere rahmetsin. Peygamberimiz
şu cevâbı verir: “İstemez misin ya Ömer, Dünyâ onların, âhiret de bizim olsun!”.
Tabi namaz
kılanlar-mü’minler Dünyâ’dan da yaralanmalıdır ve Allah namazı hakkıyla kılanlara
Dünyâ’yı yasaklamamıştır. Bunu yasaklayan sekülerizmdir. Kur’ân’da şöyle denir:
“Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize
Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’
der” (Bakara 201).
Zâten Allah, Dünyâ’da zayıf
bırakılmış mustazafların hâkim olmasını istemektedir:
“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da)
büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir
bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri
bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere
lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyorduk. Ve
(istiyorduk ki) onları yeryüzünde iktidar sâhipleri olarak yerleşik kılalım,
Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim” (Kasas 4-6).
Sekülerizme ayak uydurmak
için devletin lâik-seküler-demokratik yapısına aykırı davranmayacaksınız. Seküler
sisteme göre düşünecek, konuşacak, yiyip-içecek-giyinecek, onların ürettiklerine
hem karşı çıkmayacaksınız, hem de seküler üretimleri kabûl edeceksiniz. Tesettürü
söz-konusu etmeyeceksiniz. Etseniz bile modernleştirilmiş şekline uyacaksınız. Zâten
sekülerizm, “dînin kapitâlist kuşatmaya alınmış tarafı”dır. Kısaca her-şeylerini
kabûl edeceksiniz, sürekli ondan bahsedip bedâvaya reklâmını yapacaksınız,
aykırı bir eylem, söz ve hattâ düşünceniz bile olmayacak.
Sekülerizm, “dinden tâviz
vermek” demektir. Fakat verilecek en ufak tâviz, arkasından yavaş-yavaş dînin
tamâmından tâviz vermenizi gerektirecektir. Böylece ortada “hak din” somut
olarak kalmayacak ve seküler bir din hayâta hâkim olacaktır. Sekülerizmin
prensleri için bu dînin “tâviz verebilen” dindarı olmak çok önemsenir. Peki
neden tâviz istiyorlar?. Çünkü, sekülerizm hayâtiyetini, dinden verilen
tâvizler sâyesinde sürdürür. Zîrâ verilen her tâviz “onların ekmeğine yağ
sürmek” anlamına geliyor. Meselâ baş-örtüsünden verilecek tâviz, bir-süre sonra
kuâför-kozmetik-tekstil-ayakkabı vs. her-şeyin değişmesini ve ihtiyâcını da yanında
getirir. Dominonun ilk taşını devirdiğinizde gerisi peşi-sıra geliyor.
Sekülerizm ve liberâlizmle
ve onun pratik şekli olan demokrasiyle müslümanların önünün açıldığında
bahsediyorlar. Sekülerizme ayak uydurmakla müslümanların önünün açıldığı falan
yok. Açılan taraf, müslümanların önü değil, “arka tarafları”dır.
Sekülerizm dînin zıddıdır. Yakında
sıklıkla kullanılmaya başlayacağını zannettiğimiz “seküler İslâm” söylemi,
şeytanın bir uydurmasıdır ve böyle bir sentez olamaz. Bu yüzden sekülerizme
ayak uydurarak müslümanlık yaşanamaz. Zîrâ şeytanın telkinleriyle İslâm yaşanamaz.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder