“Her nefis
ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz” (Ankebût 57).
“Çocuklarınız
konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar
ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın
(veyâ kız) bir-tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa,
geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp
da anne ve baba ona mîrasçı ise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun
kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir’dir. (Ancak bu hükümler,
ölenin) Ettiği vasiyet veyâ (varsa) borcun düşülmesinden sonradır.
Babalarınız, oğullarınız, onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın
olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah’tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir,
hüküm ve hikmet sahibi olandır” (Nîsâ
11).
Allah katında tek geçerli din İslâm’dır ve İslâm, Hz.
Âdem ve Havvâ yâni ilk insnlar ile başlayan bir dindir. Güncellenmiş ve
tamamlanmış şekliyle İslâm, son peygamber Hz. Muhammed’e ve ondan da kıyâmete
kadar mü’minlere “mîras” kalmıştır. Din de bir mîrastır ve müslümanlar mîras
konusunda nasıl ince eleyip sık dokuyorlarsa, “dînî mîrâs”a da öyle sâhip
çıkmalıdırlar. Nasıl ki mîrâsa aşkla-şevkle sarılınıyorsa, din de bir mîras, hem
de “Allah’ın mîrâsı” olduğundan, dîne karşı da aşkla-şevkle ve en ince
ayrıntısına varana dek ve eksiksiz bir şekilde sarılmak gerekir.
Halk arasında çok bilinen; “ölüm hak, mîras helâl”
diye bir ata-sözü vardır. Bu söz ölüm-bilinci için değil de, mîrastan gelecek
mal beklentisi ve hırsı ile söylenir genelde. Zâten daha çok da bir ölüm sonrasında
dile getirilir. Ölüm ve mîras arasında zıd bir ilişki kurulur ve “ölen öldü,
hadi malı paylaşalım artık” anlamında bir deyim olarak kullanılır. Bir atasözü
olmasına rağmen bunu Kur’ân’ın bir âyeti zannedenler de vardır. Öyle olmasını
isterler. Bu söz maddî hırsın bir ifâdesidir. Neredeyse daha ölüyü gömmeden
malını paylaşmak isterler. Ne kadar da tatlıdır “bedâva para” olan mîras. Ölen
kişinin “sâdece malı”dır paylaşılmak istenen. Ölen kişi meselâ çok bilgili,
ahlâklı ve aktif biri idiyse fakat aynı-zamanda
malı da varsa, genelde malından başkasına mîrasçı çıkan pek kimse bulunmaz.
Kimse ahlâka, bilgiye, amel-eyleme mîrasçı olmaz. “Ölüm hak”mış yâni gerçekmiş.
Bunu bilmeyen ve inkâr edebilecek kimse var mı ki?. En gerçek ve kesin olan şey
ölümdür ve bunu herkes bilir. Bu nedenle bu atasözü kanımca, hem ölen, hem de
insan karakterine uygun olmayan ve biraz da terbiyesizce bir sözdür. Tamam
paylaşırsın, acele etme!. Bu ne sabırsızlık?. En tembel, en uyuşuk kişiler bile
mîrasa gelince bir aslan kesilir. Adâlet-madâlet dinlemez ve pastadan en büyük
payı almak ister. Demek ki beleş mal hem hırsı ortaya çıkarabiliyor hem de
adâletsizliği körükleyebiliyor.
Mîras haram değildir fakat zannedildiği kadar da helâl
değildir. Çünkü “insan için ancak çalıştığının karşılığı” vardır. Bunu ben
değil, Kur’ân söylüyor:
“Şüphesiz
insana kendi emeğinden başkası yoktur”
(Necm 39).
Mîrasta bir emek söz-konusu olmadığından, yâni mîras “hazır
paraya konma” durumu olduğundan dolayı büyük oranda tartışmalı bir konudur.
Mîras aslında, ölen kişinin arkasında bıraktığı gariban ve zayıf çocukları,
yakınları ve yetim-öksüzler içindir. Bu bağlamda mîras, başta yakınlar olmak
üzere tüm toplumla ilgili olan bir konudur. Bu yüzden Kur’ân şöyle der:
“(Mîrası)
Bölüşme sırasında akrabalar-yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa,
onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (mâruf) söz söyleyin” (Nîsâ 8).
Akrabâlar-yakınlar sâdece mîras taksimini seyretmeye
gelmiyorlar oraya. Hakları olan malı almaya geliyorlar. Zîrâ mîras zenginlikle
ilgilidir ve zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır:
“Onların
mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için
de bir hak vardır (Zâriyat 19).
Bir-gün bir akrabâ meclisinde; “mîrasta sâdece ölen
kişinin çocuklarının değil, akrabalarının ve yoksulların da hakkı vardır”
deyince, orada bulunanlar espri yaptığımı zannettiler ve gülüştüler. Böyle bir
şeye hiç ihtimâl vermiyorlardı çünkü. Hâlbuki bırakın akrabâyı, İslâm’da
kölelerin bile mîrasta hakkı vardır.
Nîsâ 8. âyete göre, mîras bölüşümü sırasında orada
bulunanlar sâdece şâhitlik yapmak için değil, “mîrasta onların da bir hakkı
olduğu için” orada bulunmamalılar ve mîrastan pay almalıdırlar. Ahmet Tabakoğlu:
“İslâm mîras hükümleri, mülkiyeti küçük parçalara ayırmaya eğilimlidir”
der.
“Ölüm hak, mîras helâl” sözünün anlamı üzerinde düşünülmüyor.
Oysa bu söz: “Dikkat edin!; bu söz: “mîrasını paylaşmak istediğiniz kişi öldü,
şu-anda onu mîrasını paylaşmak için toplanıyorsunuz. O da bir zamanlar mîras için
sıraya girmişti. Ama bakın o şimdi öldü. Çünkü ölüm hak yâni gerçek. İşte şimdi
mîras için sıraya girmiş olan sizler de bir-gün gelecek ve öleceksiniz. Mîrasınız
paylaşılacak. Bu nedenle mîras konusunda çok da hırs yapmayın. Dünyâ-malı
Dünyâ’da kalır. Mezâra götüremezsiniz” demeye gelir. Bu nedenle de; “Tamam,
mîras vardır ve helâldir, fakat mîras konusunda bu kadar da kendinizi yırtmayın
ve hele haksızlık hiç yapmayın. Mîrası âdil paylaşın ve paylaştırın” şeklinde
bir tavsiye vardır.
İnsanların en çok zorlandığı, tartıştığı ve dargınlıkların,
küsmelerin ve hattâ cinâyetlerin işlendiği konu mîras ile ilgili olandır. Hakkı,
adâleti ve ölümü düşünmeyenler bu konuda bir şekilde anlaşamıyor ve kardeş
kardeşe düşman oluyor ve hattâ birbirlerini öldürüyor. Kur’ân bu nedenle mîrastan
ve mîras hukûkunda çokça söz ediyor. Kur’ân’daki mîras âyetlerine şöyle bir
bakıldığında, bu âyetlerin rûhu sanki şunu söylüyor: “Mîras kalan mala çok da
ihtiyâcınız yoksa, dağıtın gitsin”.
Mîras, vasiyetten ve borçların ödenmesinden, yakın ve
yetimlere de hakları verildikten sonra paylaşılmalıdır. Şu da var ki, mîrasın
da bir zekatı vardır ve mîrasın zekatı da verilmelidir. Mîras paylaşımında en
çok hatırda tutulması gereken âyet ise şudur:
“…Göklerin
ve yerin mîrası Allah’ındır….” (Âl-i
İmran 180).
Allah mîrası helâl kılmasına rağmen, “kişi için
çalıştığından başkası yoktur” âyeti gereğince aslında mîras “çabalamadan elde
edilmesinden dolayı” bundan çok da râzı değildir. Bu nedenle mîrasın azâmi
sayıda kişi arasında paylaşılmasını ister.
“Allah
size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (mîras
vermenizi) emreder” (Nîsâ 11).
Mîrasta erkeğe ki pay, kadına da bir pay verilmesinde
hiç-bir yanlışlık ve absürdlük yoktur. Allah hükmünü modern insanın nefis-merkezli
keyfî anlayışına göre işleyen akılına göre verecek değildir. Her-şeyi bilen
Allah bunu böyle uygun görmüştür ve uygun olan mîras taksimi, olağan-üstü bir
durum yoksa gerçekten de budur. Zîrâ Kur’ân’da çelişki yoktur ve Allah, geçim
konusunda erkeği sorumlu tuttuğundan dolayı iki kat pay bu sorumluluğun bir
karşılığıdır. Zâten kadının evlendiği koca da “iki pay” aldığından, bir eşitlik
oluşacaktır. Yâni bu fark, “erkeğe verilen sorumluluğun farkı”dır.
En iyi mîras Allah’ın verdiği mîrastır ki o da vahiydir.
Vahiy en iyi mîrastır. Allah, dîni hakkıyla yaşayanlara, âhirette de cenneti mîras
kılacaktır:
“İşte,
yaptıklarınız dolayısıyla mîrasçı kılındığınız cennet budur” (Zuhrûf 72).
Allah, emrine göre yaşamayanları, hakkettikleri
şekilde Dünyâ’da dağıtır yada yok eder ve yerlerine başkalarını mîrasçı bırakır:
“Onlar nice
bahçeler ve pınarlar terk-etmişlerdi; (Nice) Ekinler, güzel konaklar, Ve
içlerinde ‘sevinç ve mutluluk içinde’ yaşadıkları nîmetler, İşte böyle; Biz
bunları başka bir kavime mîras olarak verdik. Onlar için ne gök, ne yer ağladı
ve onlar (ın azâbı) ertelenmedi”
(Duhân 25-29).
“Onları
yeryüzünde ayrı-ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık. Kimileri sâlih (davranışlarda)
bulunuyor, kimileri bunların dışında olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve
kötülüklerle imtihan ettik, ki dönsünler. Onların ardından yerlerine Kitab’a mîrasçı
olan bir-takım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünyâ)ın geçici-yararını
alıyor ve: ‘Yakında bağışlanacağız’ diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince
onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi
söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı?. Oysa içinde olanı
okudular. (Allah’tan) Korkanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl
erdirmeyecek misiniz?” (A’raf 168-169).
Mekke müşrikleri, zayıf-hasta çocuklarına,
savaşamadıklarından ve kazanamadıklarından dolayı mîras vermezlerdi. Günümüzde,
mîras bölüşümü sırasında askerde olan kardeşe daha az miktarda mîras
verildiğinin bir örneği yakından tanıdığım bir âilede var ve bundan dolayı
sürekli tartışıyorlar. Mîrâs, çocukların genel durumlarına göre bölüştürülmelidir.
Sağlığı kötü olan, geliri düşük olanlara mîrastan daha fazla pay düşer:
“Arkalarında
bıraktıkları zayıf (küçük, korumasız, özürlü) çocuklardan dolayı kaygı
duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için de) içleri ürpertiyle titresin.
Allah’tan korksunlar ve onlara doğru söz söylesinler” (Nîsâ 9).
Mesûdi; Halife Osman'ın
öldürüldüğü gün özel varlığının yüz bin dinar (Roma ve Bizans altını) ve bir milyon
dirhem (Pers gümüş sikkesi) olduğunu, mülklerinin de yüz bin dinar
hesaplandığını ve pek-çok at ile deve bıraktığını söyler. Yine Zübeyr bin
Avvam, Abdurrahman bin Afv, Zeyd bin Sâbit gibi sahabelerde de muazzam
servetler birikmişti ki bunları mîras olarak bırakmışlardı. İslâm yolunda olanların
bu kadar çok mal bırakmış olmaları İslâm’ın rûhuna ve sünnete uygun değildir ve
zâten İslâm devletinin gücünü yitirmesinin nedenlerinin en başında bu gelir. İslâm
adâlet-merkezli bir dindir ve halkın tamâmında bu derece mal olamayacağına göre,
birilerinde bu kadar servetin birikmesi, ya adâletsizliğin yada infâkın
hakkıyla yapılmadığının bir göstergesidir. İslâm’da servete bir sınır konmuştur
ve bu bağlamda Kârun eleştirilmiştir. Zîrâ fazla mal, nefs sâhibi olan insanı
negatif anlamda mutlakâ etkiler.
Peygamberimiz, açık küfür içinde olana mîrasçı
olunmasını yasaklamıştır:
“Müslüman kimse kâfir kimseye vâris olamaz; kâfir de
müslümana vâris olamaz” (Buhâri, Ferâiz 26; Müslim, Ferâiz 1, (1614); Muvatta,
Ferâiz 10, (2, 519); Ebu Davud, Ferâiz 10, (2909); Tirmizi, Ferâiz 15, (2108).
Mîras konusunda hem dînî hem de dünyevî anlayışta çok
yanlış bir düşünce, bilgi ve paylaştırma şekli vardır. Bu yanlışlardan dolayı
insanlık târihinde mîras nedeniyle nice kardeşlikler, sevgiler yok olmuş
gitmiş, şeytana alan açılmıştır. Şeytan en büyük fitnelerinden birini de bu
alanda göstermektedir. Şeytan mîras konusunda “hırs” telkini yapar ve
mîrasçıları kışkırtır. Allah mîras konusunda yapılan açgözlülükten şöyle
bahseder:
“Mîrâsı,
sınır tanımaz (helâl-harama aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz” (Fecr 19).
İnsanın ve de dolayısıyla toplumun değişip
düzelmesinin bir aşaması da, mîrâs anlayışının İslâmî yönde değişip
düzelmesiyle olacaktır vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme