15 Ağustos 2016 Pazartesi

Mehir ve Nafaka


“Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak olarak) verin..” (Nîsâ 4).

“(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla zarar vermeyin. Eğer onlar hâmile iseler, ‘yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar’ onlara nafaka verin. Şâyet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda mâruf (güzellikle ve İslâm’a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir” (Talâk 6).

Mehr: “Müslüman bir erkeğin nikâh esnâsında eşine vermeyi kabûllendiği mal veyâ para” anlamındadır.

Nafaka: “Geçinmek için gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik. Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme karârıyla bağlanan aylık” anlamındadır.

İslâm’a göre evlenmek için gerekli şartlardan biri, erkeğin kadına vermesi gereken mehirdir. Böylece mehir kadının bir-nevî sigortası olacak ve erkeğin ciddiyeti de açığa çıkmış olacaktır. Mehir, kadının hakkıdır, kadının âilesinin değil. Bu nedenle mehir yerine kullanılan “başlık parası”, kadının âilesine değil, kadının bizzat kendisinin olmalıdır. Başlık parası geleneği, yoldan çıkmış ve adâletsiz bir uygulamaya dönüşmüştür. Hem başlık hem de mehir olarak ayrı-ayrı uygulanmaktadır.

İslâm, kendisine hiç-bir hakkın tanınmadığı, bir mal gibi alınıp-satıldığı ve boşandığında orta yerde çâresizce kalan câhiliye Mekke’sinin kadınını, bu zor durumda bırakmamak için mehir uygulaması getirmiş ve düzenlemiştir. Böylece kadının boşandıktan sonra yeniden evlenene kadar (iddet müddetince) kendini geçindireceği bir nafakası olmuş olur. Böylece Allah’ın kendisine para kazanma sorumluluğu yüklemediği kadının geçim sorunu ortadan kalkmış olur. Zâten boşanan kadına iddet süresi bitene kadar ayrıca erkek tarafından nafaka da verilir. Zîrâ kadın mehrini bile-isteye kocasına vermiş ve mehri elinden çıkmış olabilir. İslâm’da boşluk olmaz ve İslâm hiç-bir şeyi göz-ardı etmez:

“Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak olarak) verin, fakat onlar, gönül-hoşluğuyla size ondan bir şeyi bağışlarlarsa, onu da âfiyetle, iç-huzûruyla yiyin” (Nîsâ 4)

Verilecek olan mehrin miktârı kesin olarak tâyin edilmemiştir ve erkeğin maddî gücüne ve cömertliğine göre değişir. Fakat mehrin miktârı aşırı bir şekilde de artmamalıdır.

İslâm’da gelin-adayları yüksek mehir ve abuk-sabuk şeyler isteyerek damat adaylarını zora sokmazlar. Mâkûl bir mehir ve gerekli olan eşyâlarla donatılmış sâde bir ev onlar için yeterlidir. Bu konuda fazla zorlama yapılmamalıdır. Zâten yüksek mehirler evlilikleri sınırlar ki bekâr kalmanın nerdeyse yasaklandığı İslâm’da böyle bir şey hoş görülmez.

“Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile ondan hiç-bir şey almayın. Ona iftirâ ederek ve apaçık bir günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (Nîsâ 20).

Bu âyet bağlamında meşhûr bir rivâyet vardır. Hz. Ömer evlilik ve mehir üzerine bir hutbesinde şunları söylüyordu:

“Dikkat edin!. Evlenirken kadınlara vereceğiniz mehirleri yüksek tutmayın. Zîrâ böyle yapmak Dünyâ’da bir cömertlik veyâ Allah Teâlâ indinde takvâya uygun davranış olsaydı, Resûl-ü Ekrem s.a.v. bu konuda sizden daha ileri geçer ve mehri daha yüksek tutardı. Oysa Resûlullah s.a.v. ne evlendiği kadınların, ne de evlendirdiği kızlarının mehirlerini 12 okkadan (dört yüz dirhem gümüş) fazla tutmuştur. Olur ya, bir kimse evlendiği kadının mehrini yüksek tutar da, bu sebeple zora düşer. Sonra da hanımına karşı içinde bir düşmanlık hissi doğar, ‘senin için en ağır yükün altına girdim’ der. Ödediği yüksek mehir sebebiyle maddî sıkıntıya girer ve bu durum evliliğine olumsuz yansır. Dolayısıyla mehirleri yüksek tutmayın. Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer’in yolunu Kureyş’li bir kadın kesti ve aralarında şu konuşma geçti:

-Ey mü’minlerin emiri!. Erkekleri, evlenecekleri kadınlara dört yüz dirhem (gümüş) den fazla mehir vermekten sakındırdığın doğru mu?.

-Evet.

-Allah Teâlâ’nın Kur’ân’da indirdiği âyeti duymadın mı?.

-Hangi âyeti?.

-Allah Teâlâ’nın, “… yüklerle mehir vermiş olsanız dâhi, ondan hiç-bir şeyi geri almayın” (Nîsâ 20) buyurduğunu duymadın mı?.

-Allah’ım bağışla!.. Herkes Ömer’den daha fâkih!.

Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer geri döndü, tekrar minbere çıktı ve şunları söyledi:

‘Ey insanlar!. Kadınlara dört yüz dirhemden fazla mehir vermekten sizi sakındırmıştım. (Şimdi bu görüşümden rücû etmiş bulunuyorum). Kim malından mehir olarak gönül hoşnutluğuyla daha fazlasını vermek isterse versin” (Nesâî: Nikâh, 66; Ahmed b. Hanbel , 1/40-41; Ali Ahmed el-Hatîb: Ömer b. el-Hattâb, s. 237-238).

Aslında Hz. Ömer hutbesinde, mehrin miktârını kesin bir ölçüyle belirlemesi dışında haklıydı. Çünkü mehir miktarları aşırı yükselmeye başlamıştı. Fakat Allah’ın kesin ölçülerle belirlemediğini o belirleyemezdi. Hatâ sâdece buradaydı. Eğer rivâyet doğru ise, geri dönüp değiştirdiği fikri de eksiktir. “Ben belli miktarda mehir belirledim ama mehrin miktarını kesin ölçüyle belirlemem yanlıştı. O nedenle aşırıya kaçmamak şartı ile durumunuza göre verin” deseydi daha doğru olurdu.    

Âyette “yüklerle” sözü, “kantar-kantar altın verseniz bile” olarak çevriliyor. Oysa âyette “altından” değil, “yükten” maldan bahsedilir. Zâten âyette “altın” kelimesi geçmez. Kantar, 56,5 kg olan miktar için olan bir ağırlık ölçüsüdür. Kantar-kantar dendiğinde çokluk olarak bundan en az “üç kantar” anlaşılır. Bu da 56.5 X 3= 169,5 kilo yapar. Yâni ortalama 170 kilo. 170 kilo altın da, günümüzde (2019 Ekim) 50 trilyona yakın bir para tutar. Bu kantar tek “1 kantar” olsa bile 15-116 trilyon lira tutar ki bu kadar yüklü bir mehir hem normâl değildir hem de doğru değildir. Zâten zamânın Mekke’sinde bu miktardaki para sâdece 5 kişide bulunuyordu ki onlardan biri de Ebû Cehil idi. Mehir evlilikte erkeğin kadına vermesi farz olan bir bedeldir fakat mehrin miktârı konusunda aşırıya kaçmak da günahtır. 

“Geniş-imkânları olan, nafakayı geniş imkânlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiç-bir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir” (Talâk 7).

Evlilik gibi boşanma da doğaldır, olabilir ve “Allah’ın hiç sevmediği helâl” olsa da kişiler anlaşamadıklarında boşanabilirler. Fakat şu da bilinsin ki İslâm’da evlilik çok kolay, boşanmak çok zordur. Modern zamanlarda ise tam tersi olarak evlenmek maddiyat nedeniyle nerdeyse imkânsızlaştırılmış ve evlilik ise “tek celsede boşanma” olarak aşırı kolaylaştırılmıştır. Neredeyse evlilikler sayısınca boşanmalar gerçekleşecektir.

İslâm’da bir boşanma olduğunda erkek kadına iddet müddetince nafaka vermekle mükelleftir. İddet süresi, adet görmeyenlerde ve adetten kesilmiş olanlarda üç aydır. Kocası ölenlerin iddet süresi 4 ay 10 gün ve hâmile olanların iddeti de doğum yapana kadardır.

“Kadınlarınızdan artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz âdet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye düşecek olursanız (bilin ki)- üç aydır. Hâmile kadınların bekleme-süresi ise, yüklerini bırakmaları (ile biter). Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir” (Talâk 4).

“İçinizden ölenlerin (geride) bıraktığı eşler, kendi-kendilerine dört ay on (gün) beklerler. Bu bekleme süresi dolduğunda, artık onların kendi haklarında mâruf (meşrû) bir şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah, işlediklerinizden haberi olandır” (Bakara 234).

“İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakanlar, (evlerinden) çıkarılmaksızın, bir yıla kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar). Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların mâruf (meşrû) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sâhibidir” (Bakara 240).

Bu âyetler nafaka sürelerini de belirler. İddet süreleri nafaka süreleridir aynı-zamanda. Öyle modern zamanlarda olduğu gibi evlenemeyen kadına ömür-boyu nafaka bağlanmaz. Modernler, bunu üstelik “kadın ve erkeğin eşit olduğu”nu söylemelerine rağmen yaparlar. Kadın ve erkek eşit ise neden erkek kadına veriyor nafakayı?. Kadın erkeğe verse ya!. Yada kimse kimseye vermesin. Modern zamanlarda şöyle bir şeye rastlamak mümkündür; bir kadın maddî durumu iyi olan bir adamla evlendiğinde ve anlaşamayıp meselâ 6 ay yada bir sene sonra boşandığında ve hayâtının sonuna kadar da “resmen” evlenmediğinde, boşandığı kocası kendisine hayâtının sonuna kadar nafaka vermek zorundadır. Çünkü modernizm, bir “bekârlık uygarlığıdır” ve bir kere boşananlar ikinci kez evlenmeyi büyük oranda düşünmüyorlar. Hayâtı boyunca evlenmeyen yâni resmî evlilik yapmayan kadın, gayr-ı meşrû birliktelikler yaşasa bile zengin olan eski eşinden nafaka almaya devâm eder ve gününü gün eder. Daha yenilerde, o da; “çok kısa süreli olan evliliklerde 2 yılı geçmeyecek olan nafaka ödemesi” yapılmasına karar verildi. Fakat yine uzun evliliklerde ömür-boyu nafaka var.

İslâm’da ise, nafaka süresi, boşanan kadınlar için 3 aydır. Kocası ölenler için 4 ay 10 gün ve hâmile kadınlar için de doğum yapana kadar geçen süredir. Doğum yapan kadın emzirme süresi boyunca erkek tarafından hem barındırılır hem de nafakası têmin edilir. Zîrâ kadın bu süreyi doldurduğunda başkasıyla evlenmelidir ve evlenmek zorunda kalacaktır. Bu, bekâr kalınmaması ve olası sosyâl bozukluklara fırsat verilmemesi içindir. Zâten İslâm’da “nikah altında ölmek” inanışı ve geleneği vardır. Evlenme fırsatı bulamayan kadınların, erkeğin evinde 1 yıla kadar kalması hakkıdır. Dolayısı ile bu süreden sonra evlenme gerçekleşecek ve kadın hem yeni mehrini alacak ve hem de yeni kocası tarafından geçindirilecektir. Bu hükümler, kadına modern zamanlarda bile olmayan haklar verir. Şöyle desek abes kaçmaz: “İslâm dîni gelmiş, kadınlara gün doğmuştur”.

Şunu da söyleyelim ki İslâm’da boşama hakkı erkeğe verilmiştir ama kadının da boşanma hakkı vardır. Sâdece, “kadın boşanmak istediğinde mehrini yada bir miktar malı yada parayı kocasına vermesi şartı” vardır. Zîrâ kadınlar çok duygusal insanlardır ve en ufak bir şeyde soluğu mahkemede alabilmektedirler. Bunun önüne geçmek için böyle bir sınırlama getirilmiştir:

“Boşamak (talâk) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veyâ güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah’ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah’ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah’ın hudûdunu aşarsa, işte onlar zâlimlerdir” (Bakara 229).

Şunu da hatırlatalım ki, Peygamberler mîras bırakmaz, Peygamberimiz de bırakmamıştır, o’nun mîrâsı Kur’ân ve Sünnet’tir.

Evet; gerek mehirde, gerekse nafakada insan fıtratına uygun olan en iyi yöntem İslâm’ın getirdiği yöntemdir. Aksi-hâlde hem yuvalar daha çok dağılacak, hem de kadın ezildikçe ezilecektir. Modernizm târihi bunun örneğidir.

 En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2016








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder