“Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak
olarak) verin..” (Nîsâ 4).
“(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta
olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara darlık ve sıkıntıya düşürmek
amacıyla zarar vermeyin. Eğer onlar hâmile iseler, ‘yüklerini bırakıncaya
(doğumlarını yapıncaya) kadar’ onlara nafaka verin. Şâyet sizler için
(çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi)
Kendi aranızda mâruf (güzellikle ve İslâm’a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun.
Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir
başkası emzirebilir” (Talâk 6).
Mehr: “Müslüman bir erkeğin
nikâh esnâsında eşine vermeyi kabûllendiği mal veyâ para” anlamındadır.
Nafaka: “Geçinmek için
gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik. Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu
kimselere, mahkeme karârıyla bağlanan aylık” anlamındadır.
İslâm’a göre evlenmek için
gerekli şartlardan biri, erkeğin kadına vermesi gereken mehirdir. Böylece mehir
kadının bir-nevî sigortası olacak ve erkeğin ciddiyeti de açığa çıkmış
olacaktır. Mehir, kadının hakkıdır, kadının âilesinin değil. Bu nedenle mehir
yerine kullanılan “başlık parası”, kadının âilesine değil, kadının bizzat kendisinin
olmalıdır. Başlık parası geleneği, yoldan çıkmış ve adâletsiz bir uygulamaya
dönüşmüştür. Hem başlık hem de mehir olarak ayrı-ayrı uygulanmaktadır.
İslâm, kendisine hiç-bir
hakkın tanınmadığı, bir mal gibi alınıp-satıldığı ve boşandığında orta yerde çâresizce
kalan câhiliye Mekke’sinin kadınını, bu zor durumda bırakmamak için mehir uygulaması
getirmiş ve düzenlemiştir. Böylece kadının boşandıktan sonra yeniden evlenene
kadar (iddet müddetince) kendini geçindireceği bir nafakası olmuş olur. Böylece
Allah’ın kendisine para kazanma sorumluluğu yüklemediği kadının geçim sorunu
ortadan kalkmış olur. Zâten boşanan kadına iddet süresi bitene kadar ayrıca
erkek tarafından nafaka da verilir. Zîrâ kadın mehrini bile-isteye kocasına
vermiş ve mehri elinden çıkmış olabilir. İslâm’da boşluk olmaz ve İslâm hiç-bir
şeyi göz-ardı etmez:
“Kadınlara mehirlerini gönülden isteyerek (ve bir hak
olarak) verin, fakat onlar, gönül-hoşluğuyla size ondan bir şeyi bağışlarlarsa,
onu da âfiyetle, iç-huzûruyla yiyin”
(Nîsâ 4)
Verilecek olan mehrin
miktârı kesin olarak tâyin edilmemiştir ve erkeğin maddî gücüne ve cömertliğine
göre değişir. Fakat mehrin miktârı aşırı bir şekilde de artmamalıdır.
İslâm’da gelin-adayları
yüksek mehir ve abuk-sabuk şeyler isteyerek damat adaylarını zora sokmazlar.
Mâkûl bir mehir ve gerekli olan eşyâlarla donatılmış sâde bir ev onlar için
yeterlidir. Bu konuda fazla zorlama yapılmamalıdır. Zâten yüksek mehirler
evlilikleri sınırlar ki bekâr kalmanın nerdeyse yasaklandığı İslâm’da böyle bir
şey hoş görülmez.
“Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak
isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile
ondan hiç-bir şey almayın. Ona iftirâ ederek ve apaçık bir günaha girerek
verdiğinizi alacak mısınız?” (Nîsâ
20).
Bu âyet bağlamında meşhûr
bir rivâyet vardır. Hz. Ömer evlilik ve mehir üzerine bir hutbesinde şunları
söylüyordu:
“Dikkat edin!. Evlenirken kadınlara vereceğiniz
mehirleri yüksek tutmayın. Zîrâ böyle yapmak Dünyâ’da bir cömertlik veyâ Allah
Teâlâ indinde takvâya uygun davranış olsaydı, Resûl-ü Ekrem s.a.v. bu konuda
sizden daha ileri geçer ve mehri daha yüksek tutardı. Oysa Resûlullah s.a.v. ne
evlendiği kadınların, ne de evlendirdiği kızlarının mehirlerini 12 okkadan (dört
yüz dirhem gümüş) fazla tutmuştur. Olur ya, bir kimse evlendiği kadının mehrini
yüksek tutar da, bu sebeple zora düşer. Sonra da hanımına karşı içinde bir
düşmanlık hissi doğar, ‘senin için en ağır yükün altına girdim’ der. Ödediği
yüksek mehir sebebiyle maddî sıkıntıya girer ve bu durum evliliğine olumsuz
yansır. Dolayısıyla mehirleri yüksek tutmayın. Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer’in
yolunu Kureyş’li bir kadın kesti ve aralarında şu konuşma geçti:
-Ey mü’minlerin emiri!. Erkekleri,
evlenecekleri kadınlara dört yüz dirhem (gümüş) den fazla mehir vermekten
sakındırdığın doğru mu?.
-Evet.
-Allah Teâlâ’nın Kur’ân’da indirdiği
âyeti duymadın mı?.
-Hangi âyeti?.
-Allah Teâlâ’nın, “… yüklerle mehir
vermiş olsanız dâhi, ondan hiç-bir şeyi geri almayın” (Nîsâ 20) buyurduğunu
duymadın mı?.
-Allah’ım bağışla!.. Herkes Ömer’den
daha fâkih!.
Bu konuşmadan sonra Hz. Ömer geri
döndü, tekrar minbere çıktı ve şunları söyledi:
‘Ey insanlar!. Kadınlara dört yüz dirhemden fazla
mehir vermekten sizi sakındırmıştım. (Şimdi bu görüşümden rücû etmiş
bulunuyorum). Kim malından mehir olarak gönül hoşnutluğuyla daha fazlasını
vermek isterse versin” (Nesâî: Nikâh, 66; Ahmed b. Hanbel , 1/40-41; Ali Ahmed
el-Hatîb: Ömer b. el-Hattâb, s. 237-238).
Aslında Hz.
Ömer hutbesinde, mehrin miktârını kesin bir ölçüyle belirlemesi dışında
haklıydı. Çünkü mehir miktarları aşırı yükselmeye başlamıştı. Fakat Allah’ın
kesin ölçülerle belirlemediğini o belirleyemezdi. Hatâ sâdece buradaydı. Eğer
rivâyet doğru ise, geri dönüp değiştirdiği fikri de eksiktir. “Ben belli miktarda
mehir belirledim ama mehrin miktarını kesin ölçüyle belirlemem yanlıştı. O
nedenle aşırıya kaçmamak şartı ile durumunuza göre verin” deseydi daha doğru
olurdu.
Âyette “yüklerle” sözü,
“kantar-kantar altın verseniz bile” olarak çevriliyor. Oysa âyette “altından”
değil, “yükten” maldan bahsedilir. Zâten âyette “altın” kelimesi geçmez. Kantar,
56,5
kg olan miktar
için olan bir ağırlık ölçüsüdür. Kantar-kantar dendiğinde çokluk olarak bundan
en az “üç kantar” anlaşılır. Bu da 56.5 X 3= 169,5 kilo yapar. Yâni ortalama
170 kilo. 170 kilo altın da, günümüzde (2019 Ekim) 50 trilyona yakın bir para
tutar. Bu kantar tek “1 kantar” olsa bile 15-116 trilyon lira tutar ki bu kadar
yüklü bir mehir hem normâl değildir hem de doğru değildir. Zâten zamânın Mekke’sinde
bu miktardaki para sâdece 5 kişide bulunuyordu ki onlardan biri de Ebû Cehil
idi. Mehir evlilikte erkeğin kadına vermesi farz olan bir bedeldir fakat mehrin
miktârı konusunda aşırıya kaçmak da günahtır.
“Geniş-imkânları olan, nafakayı geniş imkânlarına
göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiği
kadarıyla versin. Allah, hiç-bir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük
koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir” (Talâk 7).
Evlilik gibi boşanma da doğaldır,
olabilir ve “Allah’ın hiç sevmediği helâl” olsa da kişiler anlaşamadıklarında
boşanabilirler. Fakat şu da bilinsin ki İslâm’da evlilik çok kolay, boşanmak
çok zordur. Modern zamanlarda ise tam tersi olarak evlenmek maddiyat nedeniyle
nerdeyse imkânsızlaştırılmış ve evlilik ise “tek celsede boşanma” olarak aşırı
kolaylaştırılmıştır. Neredeyse evlilikler sayısınca boşanmalar
gerçekleşecektir.
İslâm’da bir boşanma olduğunda
erkek kadına iddet müddetince nafaka vermekle mükelleftir. İddet süresi, adet
görmeyenlerde ve adetten kesilmiş olanlarda üç aydır. Kocası ölenlerin iddet
süresi 4 ay 10 gün ve hâmile olanların iddeti de doğum yapana kadardır.
“Kadınlarınızdan artık âdetten kesilmiş olanlarla
henüz âdet görmemiş bulunanların iddet (bekleme süre)leri, -eğer şüpheye
düşecek olursanız (bilin ki)- üç aydır. Hâmile kadınların bekleme-süresi ise,
yüklerini bırakmaları (ile biter). Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona
işinde bir kolaylık gösterir” (Talâk
4).
“İçinizden ölenlerin (geride) bıraktığı eşler,
kendi-kendilerine dört ay on (gün) beklerler. Bu bekleme süresi dolduğunda,
artık onların kendi haklarında mâruf (meşrû) bir şekilde yaptıklarından dolayı
size sorumluluk yoktur. Allah, işlediklerinizden haberi olandır” (Bakara 234).
“İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakanlar, (evlerinden)
çıkarılmaksızın, bir yıla kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet
(bıraksınlar). Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların mâruf
(meşrû) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur.
Allah güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sâhibidir” (Bakara 240).
Bu âyetler nafaka sürelerini
de belirler. İddet süreleri nafaka süreleridir aynı-zamanda. Öyle modern zamanlarda
olduğu gibi evlenemeyen kadına ömür-boyu nafaka bağlanmaz. Modernler, bunu
üstelik “kadın ve erkeğin eşit olduğu”nu söylemelerine rağmen yaparlar. Kadın
ve erkek eşit ise neden erkek kadına veriyor nafakayı?. Kadın erkeğe verse ya!.
Yada kimse kimseye vermesin. Modern zamanlarda şöyle bir şeye rastlamak
mümkündür; bir kadın maddî durumu iyi olan bir adamla evlendiğinde ve
anlaşamayıp meselâ 6 ay yada bir sene sonra boşandığında ve hayâtının sonuna
kadar da “resmen” evlenmediğinde, boşandığı kocası kendisine hayâtının sonuna
kadar nafaka vermek zorundadır. Çünkü modernizm, bir “bekârlık uygarlığıdır” ve
bir kere boşananlar ikinci kez evlenmeyi büyük oranda düşünmüyorlar. Hayâtı
boyunca evlenmeyen yâni resmî evlilik yapmayan kadın, gayr-ı meşrû
birliktelikler yaşasa bile zengin olan eski eşinden nafaka almaya devâm eder ve
gününü gün eder. Daha yenilerde, o da; “çok kısa süreli olan evliliklerde 2 yılı
geçmeyecek olan nafaka ödemesi” yapılmasına karar verildi. Fakat yine uzun
evliliklerde ömür-boyu nafaka var.
İslâm’da ise, nafaka süresi,
boşanan kadınlar için 3 aydır. Kocası ölenler için 4 ay 10 gün ve hâmile
kadınlar için de doğum yapana kadar geçen süredir. Doğum yapan kadın emzirme
süresi boyunca erkek tarafından hem barındırılır hem de nafakası têmin edilir.
Zîrâ kadın bu süreyi doldurduğunda başkasıyla evlenmelidir ve evlenmek zorunda
kalacaktır. Bu, bekâr kalınmaması ve olası sosyâl bozukluklara fırsat
verilmemesi içindir. Zâten İslâm’da “nikah altında ölmek” inanışı ve geleneği
vardır. Evlenme fırsatı bulamayan kadınların, erkeğin evinde 1 yıla kadar
kalması hakkıdır. Dolayısı ile bu süreden sonra evlenme gerçekleşecek ve kadın
hem yeni mehrini alacak ve hem de yeni kocası tarafından geçindirilecektir. Bu
hükümler, kadına modern zamanlarda bile olmayan haklar verir. Şöyle desek abes
kaçmaz: “İslâm dîni gelmiş, kadınlara gün doğmuştur”.
Şunu da söyleyelim ki İslâm’da
boşama hakkı erkeğe verilmiştir ama kadının da boşanma hakkı vardır. Sâdece,
“kadın boşanmak istediğinde mehrini yada bir miktar malı yada parayı kocasına
vermesi şartı” vardır. Zîrâ kadınlar çok duygusal insanlardır ve en ufak bir şeyde
soluğu mahkemede alabilmektedirler. Bunun önüne geçmek için böyle bir sınırlama
getirilmiştir:
“Boşamak (talâk) iki defadır. Ondan sonrası ya
iyilikle tutmak veyâ güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey
almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah’ın çizdiği hudutta duramayacaklarından
korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah’ın çizdiği hudutta
duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından
vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın çizdiği
hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah’ın hudûdunu aşarsa, işte onlar
zâlimlerdir” (Bakara 229).
Şunu da hatırlatalım ki,
Peygamberler mîras bırakmaz, Peygamberimiz de bırakmamıştır, o’nun mîrâsı
Kur’ân ve Sünnet’tir.
Evet; gerek mehirde, gerekse
nafakada insan fıtratına uygun olan en iyi yöntem İslâm’ın getirdiği yöntemdir.
Aksi-hâlde hem yuvalar daha çok dağılacak, hem de kadın ezildikçe ezilecektir.
Modernizm târihi bunun örneğidir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder