10 Ağustos 2016 Çarşamba

İslâm’ı Kamusal Alandan Uzaklaştırmak


“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlakâ gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler” (Mü’minûn 71).

“Elif! Lâm! Ra!. Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç-yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir. Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim” (Hûd 1-2).

Demek ki Allah’tan başkalarının açılımlarına göre hareket etmek şirktir. Zâten âyette söylendiği gibi, açıklamayı Allah yapar ve peygamberler bir açıklama değil, uyarı ve müjde yaparlar ve eylemleriyle (sünnet) örnek olurlar.

Bilindiği gibi lâiklik, dîni kamusal alandan dışlayan bâtıl bir sistemdir. Modernizm, katı lâikliğin yerine “yumuşak lâiklik” zannedilen sekülerizmi getirerek sanki dîne bir özgürlük alanı veriyormuş gibi davranıp, onu kamudan tamâmen uzaklaştırmıştır. İşin tuhaf tarafı, müslümanlar, “katı lâiklikten kurtulduk” zannederken sekülerizmin kucağına oturduklarının farkında değiller. Onları bu aldanışa sürükleyen şey ise, doğasında münâfıklık olan sekülerizmin, dîni alanda görece bâzı özgürlükler verdiğinin zannedilmesidir. Böylece değişen bir şey olmamasına rağmen sekülerizme alan açılmaktadır ve müslümanlar da bundan herhangi bir rahatsızlık duymamaktadırlar büyük ölçüde. İslâm bir uzaklaştırmadan başka bir uzaklaştırmaya geçmektedir ve kamusal alanda yine hâkim olamamaktadır. Hâlbuki İslâm, kamusal alanın tam da merkezinde olmak ister. Zîrâ İslâm, bâzı bâtıl dinler-felsefeler gibi vicdanlara hapsedilebilecek bir din değildir. Sığmaz da zâten.

İslâm bir kamusal alan dînidir. Bireysel inşâdan sonra kamuyu da inşâ etmek ister. Aksi-hâlde bireysel inşâ da yarım kalır. Zîrâ İslâm’ın “tam anlamıyla” yürürlükte olması için müslümanların kamusal alana ihtiyâcı vardır ve bu nedenle İslâm kamusal alana hâkim olmalıdır. Zâten kamusal alana hâkim olmadığından meselâ tesettür, kânun-yasalar, dâvet, ibâdetler, paylaşım, sosyâl-kültürel etkinlikler, kısacası hayat İslâm’sız yâni dinsiz olur, yâni dinsiz bir din ortaya çıkar. Dolayısı ile de adâletsiz bir ortam oluşur ki dîni kamusal alandan uzak tutmak insandan başka hayvan ve bitkiye bile zarar verir. Çünkü iş-başına geçen dinsizler ekini ve nesli mahveder. Dînin kamusal alandan uzak tutulmasını isteyenler; hırsız, yolsuz, hâin, günahkâr şerefsizlerdir. Böylece her türlü yolsuzluklarını kolayca ve hesap vermeden yapabileceklerdir. İslâm kamusal alanda olunca buna izin verir mi?. Tabî ki de vermez. Demek ki İslâm’ın-dînin kamusal alandan uzak tutulmasının istenmesinin nedeni, dînin denetiminde olmak istenmeyiştir. Dînin denetiminde olmayı istemeyen şey nedir?. Nefs, tâğutlar ve şeytandır. Dîni kamusal alan sokmamak, -hâşâ- “Allah’ı kamusal alana sokmamak” anlamına gelir. Gerçi kimsenin buna gücü yetmez ama sünnetullah gereği insanlar bundan büyük zarar görürler. Şükrü Hüseyinoğlu:

“İnsanlığa bildirilmiş son Rabbâni reçete ve yürürlükteki yegâne hak din olan İslâm, batı pozitivizminin, ilgi alanı vicdanlar ve dar mânâda mâbedlerle sınırlı olan religion (din) tanımında ifâdesini bulan “kamusal alan-dışı” bir din değildir. İslâm, insanın olduğu her an ve alana ilişkin sözü olan, fert ve toplum hayâtını alemlerin Rabbi yüce Allah’ın irâdesi doğrultusunda inşâ etmeyi hedefleyen ve bunun için de mikro ve makro tüm iktidâr alanlarına müdâhil olan bir ölçüler bütününün adıdır. O, insanlığa nasihat etmekle kalmayıp, onlar için Dünyâ ve âhiret saadetine kaynaklık eden somut ölçü ve ilkeler bildiren bir hayat-nizâmıdır. Bu din, insanlar arasında adâletin, doğruluğun, merhâmetin, paylaşımın hâkim olmasını istediği gibi, bu hedefleri gerçekleştirmede insanlara rehberlik edecek ilke ve hükümleri de bildirmektedir.

İslâm, muharref hristiyanlık gibi sevgi, iyilik, merhâmet ve benzeri soyut kavramlarla sınırlı bir din değildir. İslâm, insanların kâlblerine, vicdanlarına, düşüncelerine hitâp ettiği gibi insanlar arasındaki ictimâi, siyâsi, iktisâdi işleyişe de hitâp eder, yeryüzünde iyiliği, merhâmeti, sevgiyi hâkim kılmanın olmazsa-olmaz ölçülerini bildirir. Mikro ve makro tüm iktidâr alanlarını Rabbâni ölçülere tâbi kılmayı gâye edinir ve dolayısıyla hayâtın her an ve alanına müdâhil olur. Ayrıca İslâm sâdece fertleri muhâtap alan ve insanların ferdî yaşantılarıyla ilgili ölçüler bildiren bir din de değildir” der.

Hayat boşluk kabûl etmez. İslâm kamusal alandan uzaklaştırılınca kamusal alana ne yakınlaştırılacak?. Yâni kamusal alana ne sokulacak?. Tabî ki de yerine demokrasi, lâiklik, sekülerizm, liberâlizm, kapitâlizm, adâletsizlik, zulüm, şerefsizlik vs. sokulacaktır. Böylece kamusal alan bulanıklaşacak ve birileri bu bulanık suda balık avlayacaktır. Bunu her zaman görüp duruyoruz çünkü. Fakat insanlar yine de bu yolda gidiyorlarsa, insanlara seçme yeteneği ve yetkisi veren Allah, bu yanlış seçimlerin olumsuz sonuçlarını ortaya koymasın da ne yapsın?.

İslâm’ı kamusal alandan uzaklaştırmak, “İslâm’ı hükümsüz bırakmak” demektir. Zîrâ İslâm sâdece kısa ve basit bir-kaç ibâdet ve ritüelden ibâret değildir. Hayâtın tam merkezine söyleyecek sözü ve hayâtın tam da merkezine yönelik projeleri vardır. Birileri her ne kadar bu projelerden bahsetmekten utanıyor olsa da bu gerçek değişmez. Ercüment Özkan:

“İslâm’ın hiç-bir hükmü, ortaya koyduğu değer utanılacak bir değer değildir. Kendine bu denli güvenini yitirmiş toplumlar helâk olmaya mahkumdur. Böylesi bir utanma söz-konusu olacaksa, asırlardır diğerlerine kıyâs edilemeyecek derecede başarılı olarak milyonları idâre eden İslâm ahkâmından utanmak değil, diğer düzen sâhipleri kendi düzenlerinden utanmalıdırlar” der.

Müslümanlar içinde sözde bilgin bir kesim de İslâm’ın kamusal alandan uzak tutulmasını ağır bir sarhoşluk hâli içinde söyleyebiliyor. Bunlar müslüman olmayı “kitap yüklü eşek” gibi olmak zannedenlerdir. Sahabe; “on âyet ezberleyip, onun gereklerini yerine getirdikten sonra diğer âyetlere geçmezdik” diyor. Sahabe bu âyetlerin gereklerini nerede yerine getiriyordu?. Tabî ki de kamusal alanın tam da orta yerinde. Demek ki âyetlerin gerekleri hayâtın yâni kamusal alanın tam da ortasında yerine getirilebiliyormuş. Zâten Kur’ân’ın fâsıla-fâsıla indirilmesinin nedeni de, indirilen bir fasıldaki âyetlerin hayâta dönüştürülüp diğer âyetlerin beklenmesi yöntemiydi. Kamusal alanda görünür olmayan yâni eyleme geçmeyen bilgi, kişiyi kibirlileştirir, “ne oldum delisi” yapar. Onu yanlış yollara sokar.

Peygamberimizin hicreti, İslâm’ı hayatta hâkim kılmak içindi. Aksi-hâlde İslâm sâdece bir ahlâk ve felsefe sistemi olsaydı, Peygamberimizin bir hareket metodu olmazdı ve Mekke’de zihni-mânevi telkinlerle yaşayıp giderlerdi.

İslâm “hükmetmediğinde yâni kamusal alana hâkim olmadığında hakkıyla yaşanmıyor” demektir. İslâm sâdece vicdanlara değil, hayâtın tam ortasına yâni kamusal alanda hükmetmedikçe tamamlanmış ve yaşanmış olmaz. Nîmet kemâle ermez. Allah bu nedenle Kur’ân’ın kamusal alanda hüküm kaynağı olmasını emreder:

“Kendilerine Kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?. Aralarında Allah’ın Kitabı hükmetsin diye çağrılıyorlar da, onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. Onlar, işte böyle arka dönenlerdir. Bu, onların: Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak demelerindendir. Onların bu iftirâları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür” (Âl-i İmran 23-24).

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

“İslâm dîni kamusal alana karışır mı karışmaz mı” tartışmalarını; “İslâm, insanın yürüyüşüne-konuşmasına bile karışır ve nasıl bir yürüyüş ve konuşma üzere olması gerektiğini de söyler” diyerek cevaplayabiliriz. Evet; İslâm insanın nasıl yürümesi-konuşması gerektiğine bile karışır ve bunu düzenler:

“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 18-19).

Dînin kamusal alan yâni “dîni hayâta hâkim kılmak” için olduğunu bilmeyen ve bu uğurda çalışmayanlar, İslâm’ı tam olarak idrâk edememişlerdir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2016


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder