14 Ağustos 2016 Pazar

Cihad


“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah ihsân edenlerle berâberdir” (Ankebût 69).

Cihad lûgatta: (“cehd”den) “Düşman ile muhârebe. İlim ve îmanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muhârebe. Din için çalışmak” anlamlarındadır.

Cihad… Modern zamanlarda bu kelimeyi söylemek bile neredeyse suç olacak. Bu kelimeyi duyan kişi şöyle bir irkiliyor. Oysa İslâm demek “cihad” demektir. Kişinin nefsiyle başlayan cihadı; “kâfirlerle, münâfıklarla, zâlimlerle olan cihad”a doğru kademe-kademe gider. Cihadsız İslâm olmaz ve zâten tek hak din olan İslâm’ın diğer adı cihaddır. Bâtıl dinler, cihadları olmadığı için bâtıldırlar.

Modernist devletlerin tâğutları sürekli olarak bir ülkeye savaş açmaktadırlar. Bakınca görürsünüz ki modern batı ve batı düşüncesine sâhip olan kesimler sürekli olarak birileriyle de savaş (cihad değil) ve çekişme hâlindedirler. Buna hiç ara vermiyorlar. Fakat onların savaşları bâtıl merkezlidir ve bâtıl bir hedef içindir. Oysa cihad kutsaldır, ilâhidir, “Allah için” yapılır. Kula-kulluğu bitirip hakka kulluğu getirmek için yapılır. Zulmü ve zâlimi ber-tarâf edip mazlumu kurtarmak ve mustaz’afları yeryüzüne hâkim kılmak için (Kasas 5) yapılır. Sürekli çıkarları için savaşan tâğutlar (yâni kendisinde -hâşâ- Allah gibi güç vehmedenler), müslümanların “hakkı ortaya koymak” için savaşmalarını istemiyorlar ve bunu önlemek için cihad kavramını “öcü” gibi gösteriyorlar. Bu yüzden cihaddan bahsedene kötü-kötü bakılıyor ve “terörist mi lan bu” şüphesiyle yaklaşılıyor. Modern müslümanlar ise cihad için sâdece, biraz da sırıtarak; “nefisle yapılan cihad, yâni mücâdeledir” diyorlar. Cihad, nefisle cihaddan başlar ama kâfirle ve zâlimle cihada kadar gider. Hattâ cihad daha çok zâlimle yapılan cihaddır ki insan zâlimlerden kurtulup nefsiyle cihad etmeye fırsat bulabilsin. Bu bağlamda Peygamber’e isnât edilen, “şimdi küçük cihadtan büyük cihada gidiyoruz” sözü uydurma bir sözdür. Zâlimle cihad etmeyi güyâ küçük göstermektir amaçlanan. Bunu söyleyenlerin, nefisleriyle cihad yapmak belki hoşlarına bile gider fakat “zâlimle cihad etmek” denilince yüzlerinin rengi atar. Zâlimle cihad kazanılmadan nefisle cihad “mutlak anlamda” kazanılamaz. Fakat zâlimle cihad etmek için de ilk başta cihadla nefsi epey bi hırpalamak gerekir. Netîcede “îmânın isbâtı” olan cihad, İslâm’ın unutturulan temel kavramlarından birisidir.

Cihad sâdece savaş yâni “kıtâl” demek değildir. Cihad her alanda “gayret ederek yapılan” çabalamadır. İşsize iş bulmak, aç olanı doyurmak, evsizi ev-sâhibi yapmak ve hastaları tedâvi etmek de cihadtır.

İslâm, doğu dinlerinde-felsefelerinde olduğu gibi salt bir ahlâk dîni ve felsefesi değildir. Hayâta-siyâsete yâni Dünyâ’nın işlerine karışmayan bir din değildir. Bu nedenle sâdece ibâdet, riyâzet, sohbet, nefis mücâdelesi vs. gibi şeylerle uğraşmaz. Hayâtın tam merkezinde görünmek ve işlemek ister. Kur’ân bu konuda şöyle der:

“Siz, hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe îman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz?. Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez” (Tevbe 19).

İslâm, her-şeye boyun eğen “olur efendim”ci bir din değildir. Gerektiğinde eleştiri, îtirâz ve isyân eder. Haksızlık karşısında itaat etmez ve “sivil itaatsizlik ve aktif direniş” gösterir. Pasif olmak İslâm ile inşâ olmuş yürekler için söz-konusu değildir, olamaz.

Günümüzde Dünyevî-şeytânî ideolojiler olan liberâl-kapitâlist-demokratik-konformist-modernist sistemler nedeniyle iyice yumuşayan insanlar, artık müslüman-mü’min-dindar denince, salt ılımlı-yumuşak-layt-hoşgörülü, etliye-sütlüye karışmayan, her-şeye katlanan ve kaderci bir insanı anlıyorlar. Hâlbuki Kur’ân’ın târif ettiği mü’min tipi böyle değildir. Yerine göre hoşgörülü, sabırlı, fedâkâr da olunması gerekir tabî ki fakat yerine göre de kerîm öfkelere sâhip, mallarıyla-canlarıyla cihad eden kişiler de olmalıdırlar. Allah’ın üstün tuttuğu insanlar böyle insanlardır:

“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

İslâm ile cihadı yan-yana düşünemeyenler var. Böyle düşünmelerini nedeni, onların Kur’ânî bilgi, bilinç ve kültüründen yoksun olmalarından kaynaklanan yanlış tasavvurlara sâhip olmalarıdır. Oysa gerçek böyle değildir. Allah Kur’ân’da Peygamber’ine ve dolayısı ile bize şunu emreder:

“Ey Peygamber!, kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et ve onlara karşı ‘sert ve caydırıcı’ davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü bir dönüş yeridir o” (Tahrîm 9).

Allah, çeşitli nedenlerle cihad etmemeyi cehennem ile kıyaslıyor ve mü’minleri bu konuda şöyle uyarıyor:

“Allah’ın elçisine muhâlif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: ‘Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.’ Bir kavrayıp-anlasalardı” (Tevbe81).

Kaybedecek bir şeyleri olmayanlar doğal olarak cihadı daha kolay kabûl edebilirler. Zîrâ refah arttıkça cihad idrâki ve şevki azalır:

“Allah’a îman edin, O’nun elçisi ile cihada çıkın’ diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sâhibi olanlar, senden izin isteyip: ‘Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım’ dediler” (Tevbe 86).

Cihad, sâdece kılıç-kalkan savaşmak anlamında değildir. Hattâ böyle bir cihad şekli en son çâre ve uygulamadır. Cihad, “nefis ile cihad” şeklinde başlar ve aslında ölüme kadar da nefs ile cihad sürer. İslâm-merkezli okuma-idrâk-bilinç-eylem şeklinde bir süreç izler bunu. Bu uğurda çeşitli fedakârlıklar, vazgeçişler, ferâgat ve “gadan alma”lar olur. Servetten ve îtibardan vazgeçmek gerekir büyük ihtimâlle. Sabır, ihlâs, gayret olmadan cihad olmaz ve bu imtihanları veremeyenler zâten en sonunda yapılabilecek olan “kıtâl” anlamındaki cihadı hiç yapamazlar. Sağlam bir îman-güven sâhibi olmayanlar mücâhede ve mücâdeleden korkarlar ve çekinirler. Bu, Allah’ı hakkıyla takdir edememek ve O’nu hesâba katmamaktan dolayıdır. Oysa Allah’ın yardımı geldiğinde zafer de gelir:   

“Allah yardım ederse, sizi kimse yenemez. Ya yüzüstü bırakırsa size kim yardım edebilir?. Mü’minler, ‘yalnız Allah’a güvenip dayansınlar” (Âl-i İmran 160).

Cihad hâlinde olmak kişiye bir ferâset kazandırır. Ferâset; “vahiy-merkezli eleştirel bakış” ile kazanılabilir ki, bu da bir cihad idrâkine ve rûhuna sâhip olunduğunda ve cihad yolunda olunduğunda oluşur. Cihad imtihandır ve hak ile bâtılı ayıran en önemli ölçüdür. Allah, samîmi olanlar ile şüphe içinde olanları cihad bilinci ile ayırır:

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırd-etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırd-etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).

Âyetin de dediği gibi cihad, cennetliklerle cehennemlikleri ayıran bir furkândır. Peki cihad edilmezse ne olur?, sünnetullah nasıl işler?. Kur’ân buna şöyle cevap veriyor:

“Ey îman edenler, içinizden kim dîninden geri döner (irtidât eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (Mâide 54).

Hayat; îman, hicret ve cihaddır:

“Şüphesiz îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir” (Bakara 218).

“Gerçek şu ki, îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. Îman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç-bir şeyle velâyetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle aralarında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir” (Enfâl 72).

“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a ve Resûlü’ne îman ettiler, sonra hiç-bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta kendileridir” (Hucurât 15).

Allah cihad üzerinden, en doğru olan ticâreti şöyle târif ediyor:

“Ey Îman edenler!, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).

Fakat, tüm bunlara rağmen çeşitli nedenlerden dolayı yine de şüphede kalınırsa ve cihad yoluna girilmezse, artık “Allah’ın emrini beklemek”ten başka yapılacak bir şey yoktur:

“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).

Evet; Cihad olmadığında büyük bir fitne başlar ve sonunda da acı bir azap bizi kuşatıverir.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder