“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı
gösteririz. Gerçekten Allah ihsân edenlerle berâberdir” (Ankebût 69).
Cihad lûgatta: (“cehd”den)
“Düşman ile muhârebe. İlim ve îmanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün
kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muhârebe. Din için çalışmak”
anlamlarındadır.
Cihad… Modern zamanlarda bu
kelimeyi söylemek bile neredeyse suç olacak. Bu kelimeyi duyan kişi şöyle bir
irkiliyor. Oysa İslâm demek “cihad” demektir. Kişinin nefsiyle başlayan cihadı;
“kâfirlerle, münâfıklarla, zâlimlerle olan cihad”a doğru kademe-kademe gider.
Cihadsız İslâm olmaz ve zâten tek hak din olan İslâm’ın diğer adı cihaddır.
Bâtıl dinler, cihadları olmadığı için bâtıldırlar.
Modernist devletlerin tâğutları
sürekli olarak bir ülkeye savaş açmaktadırlar. Bakınca görürsünüz ki modern
batı ve batı düşüncesine sâhip olan kesimler sürekli olarak birileriyle de savaş
(cihad değil) ve çekişme hâlindedirler. Buna hiç ara vermiyorlar. Fakat onların
savaşları bâtıl merkezlidir ve bâtıl bir hedef içindir. Oysa cihad kutsaldır,
ilâhidir, “Allah için” yapılır. Kula-kulluğu bitirip hakka kulluğu getirmek
için yapılır. Zulmü ve zâlimi ber-tarâf edip mazlumu kurtarmak ve mustaz’afları
yeryüzüne hâkim kılmak için (Kasas 5) yapılır. Sürekli çıkarları için savaşan
tâğutlar (yâni kendisinde -hâşâ- Allah gibi güç vehmedenler), müslümanların “hakkı
ortaya koymak” için savaşmalarını istemiyorlar ve bunu önlemek için cihad
kavramını “öcü” gibi gösteriyorlar. Bu yüzden cihaddan bahsedene kötü-kötü
bakılıyor ve “terörist mi lan bu” şüphesiyle yaklaşılıyor. Modern müslümanlar
ise cihad için sâdece, biraz da sırıtarak; “nefisle yapılan cihad, yâni
mücâdeledir” diyorlar. Cihad, nefisle cihaddan başlar ama kâfirle ve zâlimle
cihada kadar gider. Hattâ cihad daha çok zâlimle yapılan cihaddır ki insan
zâlimlerden kurtulup nefsiyle cihad etmeye fırsat bulabilsin. Bu bağlamda
Peygamber’e isnât edilen, “şimdi küçük cihadtan büyük cihada gidiyoruz” sözü
uydurma bir sözdür. Zâlimle cihad etmeyi güyâ küçük göstermektir amaçlanan.
Bunu söyleyenlerin, nefisleriyle cihad yapmak belki hoşlarına bile gider fakat “zâlimle
cihad etmek” denilince yüzlerinin rengi atar. Zâlimle cihad kazanılmadan
nefisle cihad “mutlak anlamda” kazanılamaz. Fakat zâlimle cihad etmek için de
ilk başta cihadla nefsi epey bi hırpalamak gerekir. Netîcede “îmânın isbâtı”
olan cihad, İslâm’ın unutturulan temel kavramlarından birisidir.
Cihad sâdece savaş yâni “kıtâl”
demek değildir. Cihad her alanda “gayret ederek yapılan” çabalamadır. İşsize iş
bulmak, aç olanı doyurmak, evsizi ev-sâhibi yapmak ve hastaları tedâvi etmek de
cihadtır.
İslâm, doğu
dinlerinde-felsefelerinde olduğu gibi salt bir ahlâk dîni ve felsefesi
değildir. Hayâta-siyâsete yâni Dünyâ’nın işlerine karışmayan bir din değildir.
Bu nedenle sâdece ibâdet, riyâzet, sohbet, nefis mücâdelesi vs. gibi şeylerle
uğraşmaz. Hayâtın tam merkezinde görünmek ve işlemek ister. Kur’ân bu konuda
şöyle der:
“Siz, hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın
bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe îman edip Allah yolunda cihad eden
kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz?. Bunlar Allah katında eşit olmazlar.
Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez” (Tevbe 19).
İslâm, her-şeye boyun eğen
“olur efendim”ci bir din değildir. Gerektiğinde eleştiri, îtirâz ve isyân eder.
Haksızlık karşısında itaat etmez ve “sivil itaatsizlik ve aktif direniş”
gösterir. Pasif olmak İslâm ile inşâ olmuş yürekler için söz-konusu değildir,
olamaz.
Günümüzde Dünyevî-şeytânî
ideolojiler olan liberâl-kapitâlist-demokratik-konformist-modernist sistemler
nedeniyle iyice yumuşayan insanlar, artık müslüman-mü’min-dindar denince, salt
ılımlı-yumuşak-layt-hoşgörülü, etliye-sütlüye karışmayan, her-şeye katlanan ve
kaderci bir insanı anlıyorlar. Hâlbuki Kur’ân’ın târif ettiği mü’min tipi böyle
değildir. Yerine göre hoşgörülü, sabırlı, fedâkâr da olunması gerekir tabî ki
fakat yerine göre de kerîm öfkelere sâhip, mallarıyla-canlarıyla cihad eden
kişiler de olmalıdırlar. Allah’ın üstün tuttuğu insanlar böyle insanlardır:
“Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla
ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır.
Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara
göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır”
(Nîsâ 95).
İslâm ile cihadı yan-yana düşünemeyenler
var. Böyle düşünmelerini nedeni, onların Kur’ânî bilgi, bilinç ve kültüründen
yoksun olmalarından kaynaklanan yanlış tasavvurlara sâhip olmalarıdır. Oysa gerçek
böyle değildir. Allah Kur’ân’da Peygamber’ine ve dolayısı ile bize şunu
emreder:
“Ey Peygamber!, kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad
et ve onlara karşı ‘sert ve caydırıcı’ davran. Onların barınma yeri cehennemdir.
Ne kötü bir dönüş yeridir o” (Tahrîm
9).
Allah, çeşitli nedenlerle
cihad etmemeyi cehennem ile kıyaslıyor ve mü’minleri bu konuda şöyle uyarıyor:
“Allah’ın elçisine muhâlif olarak (savaştan) geri
kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve
canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: ‘Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın’ dediler.
De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.’ Bir kavrayıp-anlasalardı”
(Tevbe81).
Kaybedecek bir şeyleri
olmayanlar doğal olarak cihadı daha kolay kabûl edebilirler. Zîrâ refah
arttıkça cihad idrâki ve şevki azalır:
“Allah’a îman edin, O’nun elçisi ile cihada çıkın’
diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sâhibi olanlar, senden
izin isteyip: ‘Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım’ dediler” (Tevbe 86).
Cihad, sâdece kılıç-kalkan
savaşmak anlamında değildir. Hattâ böyle bir cihad şekli en son çâre ve
uygulamadır. Cihad, “nefis ile cihad” şeklinde başlar ve aslında ölüme kadar da
nefs ile cihad sürer. İslâm-merkezli okuma-idrâk-bilinç-eylem şeklinde bir
süreç izler bunu. Bu uğurda çeşitli fedakârlıklar, vazgeçişler, ferâgat ve “gadan
alma”lar olur. Servetten ve îtibardan vazgeçmek gerekir büyük ihtimâlle. Sabır,
ihlâs, gayret olmadan cihad olmaz ve bu imtihanları veremeyenler zâten en
sonunda yapılabilecek olan “kıtâl” anlamındaki cihadı hiç yapamazlar. Sağlam
bir îman-güven sâhibi olmayanlar mücâhede ve mücâdeleden korkarlar ve
çekinirler. Bu, Allah’ı hakkıyla takdir edememek ve O’nu hesâba katmamaktan
dolayıdır. Oysa Allah’ın yardımı geldiğinde zafer de gelir:
“Allah yardım ederse, sizi kimse yenemez. Ya yüzüstü
bırakırsa size kim yardım edebilir?. Mü’minler, ‘yalnız Allah’a güvenip
dayansınlar” (Âl-i İmran 160).
Cihad hâlinde olmak kişiye
bir ferâset kazandırır. Ferâset; “vahiy-merkezli eleştirel bakış” ile
kazanılabilir ki, bu da bir cihad idrâkine ve rûhuna sâhip olunduğunda ve cihad
yolunda olunduğunda oluşur. Cihad imtihandır ve hak ile bâtılı ayıran en önemli
ölçüdür. Allah, samîmi olanlar ile şüphe içinde olanları cihad bilinci ile
ayırır:
“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri
belirtip-ayırd-etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırd-etmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran
142).
Âyetin de dediği gibi cihad,
cennetliklerle cehennemlikleri ayıran bir furkândır. Peki cihad edilmezse ne
olur?, sünnetullah nasıl işler?. Kur’ân buna şöyle cevap veriyor:
“Ey îman edenler, içinizden kim dîninden geri döner
(irtidât eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da
kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve
onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir
topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah
(rahmetiyle) geniş olandır, bilendir”
(Mâide 54).
Hayat; îman, hicret ve
cihaddır:
“Şüphesiz îman edenler, hicret edenler ve Allah
yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah
bağışlayandır, esirgeyendir” (Bakara
218).
“Gerçek şu ki, îman edenler, hicret edenler ve Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri)
barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. Îman
edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç-bir şeyle
velâyetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım
üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle aralarında anlaşma bulunan bir
topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir” (Enfâl 72).
“Mü’min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah’a
ve Resûlü’ne îman ettiler, sonra hiç-bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta
kendileridir” (Hucurât 15).
Allah cihad üzerinden, en
doğru olan ticâreti şöyle târif ediyor:
“Ey Îman edenler!, sizi acı bir azabdan kurtaracak
bir ticâreti haber vereyim mi?. Allah’a ve Resûlü’ne îman edersiniz,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha
hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından
ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir.
İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur” (Saff 10-12).
Fakat, tüm bunlara rağmen
çeşitli nedenlerden dolayı yine de şüphede kalınırsa ve cihad yoluna
girilmezse, artık “Allah’ın emrini beklemek”ten başka yapılacak bir şey yoktur:
“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız,
kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr
getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan,
O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise,
artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna
hidâyet vermez” (Tevbe 24).
Evet; Cihad olmadığında büyük
bir fitne başlar ve sonunda da acı bir azap bizi kuşatıverir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder