İnsanlar genelde sessiz ortamları severler. Hattâ
bunun için bâzen şehirden epeyce uzak yerlere bile giderler yarım günlüğüne de
olsa. Çünkü sessizlik “doğal” olandır ve insanı ancak doğal olan tam mânâsıyla
rahatlatabilir. İnsan doğal olana ayarlıdır zîrâ. Doğal olan kendi başına bir
huzur kaynağıdır. Öyle ki insanlar bâzen sessiz olmayan ortamlarda
bulunduklarında bile rahatlamak için sessiz ortamları hayâl ederler ve o bile
işe yarar ve kısmî bir rahatlama sağlar. Sessizliğin düşüncesi bile mutlu eder
insanları.
Hele ki modern zamanlarda aşırı kalabalıklaşmış
şehirlerde oluşan gürültü-kirliliği nedeniyle oluşan stresten ve
huzursuzluktan, ancak sessiz ve doğal olan yerlerde kurtulunabilir. Aslında
insanı rahatsız eden sesler “doğal olmayan” seslerdir. Zîrâ karga dâhil hiç-bir
kuş-sesi (eğer kulağın dibinde değilse) insanı rahatsız etmez, aksine
rahatlatır. Rüzgârın ve yağmurun sesi ne kadar da dinlendiricidir. Bir çakışta
tüm şehri aydınlatan ve gürültüye boğan şimşek-yıldırım bile insanı ilk-başta
korkutsa da, doğal olmayan sesler gibi rahatsız edici değildir.
Günümüzde modern kentler o kadar çok gürültülü hâle
geldi ki, zâten doğru-düzgün iletişim kuramayan insanlar ve âile fertleri,
gürültüden dolayı bir-birlerini iyi duyamıyorlar. Her-yer gürültülü çünkü. Bu
nedenle de bir-birlerine bağırıyorlar. Üstüne bir de televizyon-bilgisayar
sesleri eklenince herkes kendi gürültüsü içinde kayboluyor. Modern evlerde bu
gürültülerden kurtulmak için PVC pencereler, çift camlar, yalıtımlar yapılıyor
ve en azından evlerde huzurlu olmak isteniyor fakat burada da televizyonun
gürültüsü sessizliğe izin vermiyor. İnsanların sessizlikten mahrum olması bir
çok rahatsızlığı berâberinde getiriyor.
Sesli ortamlarda insan bir yere sığamıyor. Sesten
kaçamıyor çünkü. Dar geliyor ona her-şey ve zamânın da bir bereketi kalmıyor. Gürültülü
ortamlarda zaman çok çabuk geçiyor. Bu nedenle de modern ketlerde zamânın nasıl
akıp gittiği hissedilemiyor. Bereketsizlik böyle oluşuyor.
Kemâl Sayar:
“Sessizlik mekânı genişletir ve zamânı yavaşlatır” der.
Aslında “ses” doğal olandır. Doğal olmayansa
gürültüdür. Modern zamanlarda gürültüsüz bir yer bulunamıyor kentlerde. Kentli
adam gürültüden dolayı konsantre olup da kendi içine dönemiyor ve kendini
dinleyemiyor. Gürültü izin vermiyor çünkü. Peki gürültüden nasıl
kurtulabiliriz?. Hiç öyle; “Arabaların kornalarına basmamalıyız; televizyon ve
elektronik cihazların sesini fazla açmamalıyız; çok yüksek sesle konuşmamalıyız;
falan denilmesin. Bunlar kısmi ve geçici çözüm(süzlük)ler. Yapılması gereken
şey, mekânın değiştirilmesidir. Kentlerin şehirlere çevrilmesidir. Nüfûsu bir-kaç
kente sıkıştırmaktan vazgeçmeli ve tüm ülkeye orantılı dağılmalıdır. Böylece
sessizliğin doğal huzûru sağlanabilsin.
Ortamın sessizliğinin çözümlerini modernizmle
birlikte sağlamak pek mümkün görünmüyor. Zâten bunun için çalışan kişiler de
var.
Farklı bir açıdan bakarsak; sessizlik her zaman huzur
verir mi?. Açıkçası bir sessizlik türü var ki bu sessizlik benim huzûrumu çok
kaçırıyor. Bu sessizlik devâm ettikçe moralim bozuluyor. Kendimi bir paçavra gibi
hissediyorum. Bu nedenle de bu sessizlik türünden kurtulmak için doğal sessiz
alanlara kaçmak istiyorum. En azından “gözün görmediğine gönül katlanır” misâli.
Peygamberimiz de aynısını yapmamış mıydı?. Onca zulme, acıya, çirkefliğe rağmen
sessiz kalan insanların o boğucu sessizliğinden kurtulmak için, o çirkin
sessizliğin ulaşamadığı Hira mağarasının doğal sessizliğine sığınmamış mıydı?. Bir
sessizlikten başka bir sessizliğe kaçmamış mıydı?. Evet; kendisini çıldırtan o
çirkef sessizlikten, Hira’nın buz gibi doğal sessizliğine kaçıyordu. Fakat bu
geçici bir kurtuluştu. Çünkü o berbat sessizlik aşağıda hâlen devâm ediyordu.
Peygamberi en çok üzen ve yıpratan şey ise, bu sessizliğe nasıl bir ses vermesi
gerektiğini bilmemesiydi:
“Ve seni
yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?” (Duha 7).
Allah o mâlûm sessizliğe karşı Hira’nın doğal sessizliğinde
seslendi ona: Oku!; ya da duyur, bildir; dolayısı ile ses çıkar, gürültü yap!.
Peygamberimiz: “Ben okuma bilmem” dedi, Yâni “nasıl farklı bir ses çıkaracağımı
bilmiyorum” dedi. Zâten onu bir kat daha fazla hüzünlendiren şey de buydu. Bu
uğursuz sessizliğe nasıl bir ses çıkartması gerektiği. Tüm bu sessizlik içinde
gelen ve iliklerine işleyen bu sesle irkildi ve hemen ayrıldı oradan. Evine
gidip örtüsünün altına girdi. Belki de örtüsünün altında bir sessizlik
arıyordu. Fakat bu sessizlikten râzı olmayan Allah:
“Ey bürünüp
örtünen, kalk (ve) bundan böyle uyar”
(Müddesir 1-2) diyerek bu sessizliği bozmasını emretti. Peygamber artık nasıl
bir ses çıkartacağını öğrenmiş oldu. Tüm Dünyâ’yı titretecek ve tüm diğer
sesleri bastıracak bir ses-kaynağı bulmuştu. Bundan böyle Cebrâil ona seslendi,
o da kavmi üzerinden tüm Dünyâ’ya. O ses öyle bir çınladı ki, Dünyâ’nın her
yerine yayıldı. O sesle-sözle aydınlandı Dünyâ 1.000 yıl boyunca.
Şeytanın ve uşakları olan tağutların bu sesi çeşitli
şekillerde bastırma deneyimleri en sonunda netîce verdi ve ürettikleri sûni
sesler ile baskı altına aldılar bu sesi. Gerçi bu ses potansiyel olarak aynı
güçte duruyordu. Ancak müslümanların sesi kısıldı. Müslümanlar o sûni sese
karşı ses çıkaramaz oldular ve bir-zaman sonra artık o sese alıştılar, alışınca
da o sûni sesi sevdiler ve onlar da aynı sesi çıkarmaya başladılar. Artık o
sesin sâhiplerinin seslerini tekrâr etmekten başka bir şey yapamaz hâle
geldiler. Allah’ın müslümanlara gönderdiği vahyin sesini sâdece melodik olarak,
enstrümantâl olarak kulandılar-kullanıyorlar. Sesi duyulsa da sözü duyulmuyor
artık Kur’ân’ın. Başka sesler ve sözlerle oyalanıyor müslümanlar.
Dillerinde vahyin sesi-sözü olmadığından, ellerinde
de sünnetin gücü yok. Bir-türlü sesleri çıkmıyor. Karşı tarafın sesini
bastıracak bir söz edemiyorlar. Onca gürültünün sesin arasında sessiz
kalıyorlar. Sesi ve sözü ellerinde tutanlar, gücü de ellerinde tutuyorlar. Gücü
ellerinde tutanlar vicdansız-merhâmetsiz olduklarından, sessiz kalanların
üzerine çullanıyorlar ve eziyorlar onları ses çıkarmadıkları ve çıkarmayı
düşünmedikleri için. Sessiz kalanlar da artık diğer sessiz kalanların
feryatlarını bile duyamıyor. Hattâ o
feryatları da “doğal sesler” zannediyorlar. Dolayısı ile karşı bir ses
vermiyorlar.
Sesleri kulakları tırmalayanlar sessizlerin üzerine
her-türlü yükü yüklüyorlar da sessizlerin bu ağır yükten dolayı sesleri hattâ
“gık”ları bile çıkmıyor. Gün geçtikçe yükleri artıyor. Ama “artık yeter!” bile
diyemiyorlar. Eşek gibi yükleniyorlar yükü ve o yükün altındayken sesleri daha
da bir kısılıyor. Yükleri arttıkça sesleri kısılıyor.
Oysa bizim 7 kat göklerden inmiş bir sözümüz var. Dağları
bile yerinden oynatıp paramparça edecek güçte olan bir sesi var bu sözün:
“Şâyet biz
bu Kur’ân’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan
saygı ile baş eğmiş, parça-parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler
diye, insanlara böyle örnekler veririz” (Haşr 21).
Ne duruyoruz o zaman?. Dağları yerlerinden sökecek
sözün sesini kullansak ya!. Bir “Allâhuekber!” deyip de başlasak.. Yeniden
hakkın sesi yükselse dağlarda, denizlerde, çöllerde ve şehir-merkezlerinde.
Şeytanın sesinin, tağutların seslerinin bastırılmasının zamânı gelmedi mi daha?.
Bir-şeyleri değiştirmek için ilk önce bir söz ve ses lâzım. O söz ve ses bize
Allah tarafından gönderilmiş olarak duruyor. Muhtaç olduğumuz ses (kudret) 7 kat
semâdan inmiş olan Kur’ân’da mevcuttur. O sesi ve sözü kullanmazsak hiç-bir şey
değişmeyecek.
Malcom X:
“Hayâtımın erken dönemlerinde öğrendim ki eğer bir şeyi istiyorsan,
biraz gürültü yapsan iyi olur” der.
O ilk ses, İkra! sözüyle başlayacak. Sonra çoğalacak
ve tüm Dünyâ’yı saracak. O doğal sessizliğe, o huzurlu sessizliğe ulaşmak büyük
seslenişlerle başlayacak. En nihâyetinde de (Allah’ın izniyle) sesin-sözün
olmadığı o mutlak huzur diyârına (cennet) gideceğiz. Orayı kazanmak için bu
Dünyâ’da biraz ses çıkaracağız ve gürültü yapacağız; eleştireceğiz; îtiraz
edeceğiz; isyân edeceğiz; kıyâma kalkacağız. Bâtılın sesine karşı hakkın sesini
haykıracağız. Huzur, sessizlik ve cennet istiyorsak biraz ses çıkarmamız
gerekiyor vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder