Örtünme, ilk-insan ile
başlayan bir uygulamadır. Şeytanın bir ayartması sonucunda çıplak kalan Hz. Âdem
ve Havvâ, bu durumdan dolayı utanıp mahcûb olmuş ve hemen çıplak yerlerini
örtmek için en yakındaki ağacın yapraklarını kullanmışlardı. Çıplaklığa mâruz
kalmaları ya da çıplaklıklarını fark etmeleri, Allah’ın bir emrine aykırı
hareket etmelerindendi. Yâni çıplak kalmaları bir cezâ idi. Olay Kur’ân’da şu
şekilde anlatılır:
“Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz
dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zâlimlerden olursunuz.
Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için
onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması,
yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedî yaşayanlardan kılınmamanız
içindir’. Ve: ‘Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim’ diye yemin de etti.
Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda, ayıp yerleri
kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar.
(O zaman) Rableri kendilerine seslendi: ‘Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim?.
Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?’.
Dediler ki: Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrâna uğrayanlardan olacağız” (A’raf 19-23).
İlk refleksi örtünmek olan
insanoğlu, târih boyunca çeşitli şekillerde ve farklı elbiselerle
örtüne-gelmiştir. Fakat ne zaman ki takvâdan (sakınıp korkmak) uzaklaştılar, o
zaman çıplaklaştılar. O hâlde, çıplaklığın bir numaralı panzehiri takvâdır.
“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi
örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik (vâr-ettik).
Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın âyetlerindendir.
Umulur ki öğüt alıp-düşünürler”
(A’raf 26).
Günümüzde de insanoğlu yine
Allah’ın emrine-sözüne aykırı hareket etmiş ve yine çıplaklıkla
cezâlandırılmıştır ve cezâlandırılmaktadır. Zîrâ insanlar, günahlarının cezâsını,
“yaptıkları üzerinden” görürler. Meselâ içki içmenin cezâsı, içki içmenin
kendisidir. Artık kişi içki içecektir ve bunun çeşitli bedellerini (para,
baş-ağrısı vs.) ödeyecektir. Yalan söyleyen kişi sürekli yalan söylemek zorunda
kalacak; kumar oynayanlar kumardan vazgeçemeyecektir. İşte çıplaklığın cezâsı
da, yine çıplaklıktır. Çıplaklaşan kişiler ve toplumlar, zamanla daha da fazla
çıplaklaşacaklar ve çıplak olmak zorunda kalacaklardır.
Özellikle kadınlar için
çıplaklık onların değerini düşürecektir. Çünkü çıplaklığın bir sonu yoktur ve “biraz
daha kısa”, “biraz daha ince”, “biraz daha dar” vs.’in bir sonu gelmez ve
eteğini biraz kısaltan kadın, bir zaman sonra biraz daha kısaltabilecektir. Çünkü
bir sınır olmadığında hiç-bir sınır olmaz. “Kısa olan” ile, “bir parmak
daha kısa” arasında fazla fark görmeyecek olan kadın, zamanla “azâmi kısalığa”
kadar kısa giyecektir ve çıplaklık ayyuka çıkacaktır. Fakat bu durumda artık
kadının bir “gizlisi” kalmayacak ve her-şeyi meydanda olan şeyin,
bir-süreliğine sûni bir değeri varmış gibi görünse de doğal olarak değeri
düşeceğinden, kadının îtibârını azaltacaktır. Ramazan Yılmaz:
“Örtü, rahatsız edici çeşitli tutum ve davranışlardan
koruduğu gibi, aynı-zamanda hem güzelliğin bir göstergesidir, hem de olgun ve
vakarlı bir kişiliğin simgesidir. Bu durum, kadınlarda olduğu gibi, tabiatta da
böyledir; ağaçlar, yapraklarıyla ve kabuklarıyla, yapılar sıva ve boyalarıyla
hem daha güzel, hem de dış etkilere karşı daha korunaklıdır. Yaprakları
dökülmüş, kabukları soyulmuş ağaçlar, bir çalıyı andırdıkları gibi,
aynı-zamanda dış etkilerle zaman içerisinde kuruyup yok olmaya mahkûmdur.
Aynı-şekilde bir binâ, sıvasız, boyasız ve badanasız ise bir harâbeyi
andırmakta ve zamanla yıkılıp gitmektedir” der.
Deniz, düğün, spor;
çıplaklığı güyâ meşrûlaştıran üç şey olarak görülüyor ve insanlar denizde,
düğünde ve sporda kolayca kolayca çıplaklaşabiliyorlar.
Çıplaklığı görece güzel-iyi-çekici
gösteren şey, cinslerin bir-birlerine olan şehvetleridir. Bu şehvet “doğal”
hâlinde normâl olandır. Fakat modernizm, bir “kışkırtma uygarlığı”dır ve
çıplaklık, şehveti kışkırtıp zıvanadan çıkaran bir numaralı etkendir. Özellikle
erkekler, kadınlara karşı en ufak bir detayda bile şehvet duyabilirler. Çünkü
kadın bedeninin çekicilik oranı daha yüksektir ve erkek bu çekicilikten çok
etkilenir.
Peki âyetteki; “çirkin
yerlerinizi örtecek elbise cümlesindeki “çirkin yerler”e “çirkin” denmesinin
nedeni nedir?. Şehveti bir-anlığına yok saydığımızda, mahrem yerler hakîkatten
de çirkin olarak gözükecektir. Çünkü bedenin diğer tüm yerlerine göre mahrem
bölgeler gerçekten de çirkindirler. Mahrem bölgeleri bize güzel gösteren
şey şehvet ve alışkanlıktır, ön-kabûldür. Yoksa şehveti olmayanlar için mahrem
bölgelerin bir güzelliğinden bahsedilemez. Çekici gelmez mahrem yerler
şehvetsiz olanlara. Meselâ şehveti henüz gelişmemiş olan çocuklar için bir çekiciliği
ve anlamı yoktur mahrem bölgelerin.
Şehvet aslında Allah’ın bir
nîmetidir. Çünkü neslin sürmesini sağlar ve sosyo-psikolojik kültüre olumlu
katkıları olur. Sağlığa da yararları vardır. Allah’ın, çıplaklığı önlemek
isteyerek örtünülmesini emretmesinin nedeni, şehvetin kışkırtılarak ve insanın
hayvâni yönünün açığa çıkarılarak haz-merkezli bir toplumun oluşmasını istememesidir.
“Hayvâni” dememizin sebebi, hayvanların çıplak=elbisesiz gezmesinden dolayıdır.
Fakat hayvanlar yaratılıştan kendilerine verilmiş güdülerine göre hareket
ettiklerinden dolayı şehvetleri “doğal” durumdan çıkmaz ve normâl hâlde kalır. İnsan
ise çift-boyutlu bir varlıktır ve Allah, insanın mânevi boyutunun kaybolması
toplumun da yozlaşıp fesada uğramasına neden olacağından dolayı, insanların ve
toplumun yozlaşmasını istememektedir. Bu nedenle de buna bir sınır getirir ve
insan ilişkilerinde örtüyü hem bir süs, hem bir güvenlik, hem de toplumsal bir
kural hâline getirmiştir.
Batı’nın ortaçağa “karanlık”
demesinin nedeni, ortaçağda çıplaklığın ve erotizmin yok olma seviyesinde
zayıflamasından dolayıdır. Zîrâ batı, aydınlığı çıplaklık zanneder ve
çıplaklıkla özdeşleştirir. Buna göre ne kadar çıplak olursanız o kadar uygar
olursunuz. Çıplaklaşmadan aydınlanamayacağı alttan-alta yerleştirilir. Bu düşünce
tüm Dünyâ’ya olduğu gibi, aydınlanma(!) yoluna giren Osmanlı bakiyesi Türkiye’ye
de dayatılmıştır. Dayatma sonuç vermiş ve Türkler (müslümanlar değil)
çıplaklaşmayı modernlik ve aydınlanma zannetmişler ve tuzağa düşmüşlerdir.
Ortaçağda cinselliğin öcü
gibi gösterilmesi hristiyanlıktaki yanlış telakkiden dolayıdır. Çünkü cinsellik
ancak meşrûlaştırıldığında ve normâlleştirildiğine doğala ve fıtrata uygun olur.
Batı ortaçağda bunu yapamadığı gibi modern çağda da yapamamış ve ortaçağda “tefrit”
yaparken modern çağda ise “ifrat” şeklinde bir cinsellik ve çıplaklık ortaya
çıkarmıştır. Çünkü batı, modern çağda, ortaçağda yaptıklarının tam tersini
yapmakta ve yine dengesizce davranmaktadır. Celaleddin Vatandaş bu konuda
şunları söyler:
“Avrupa toplumları için Ortaçağ,
erotik kültürün yok olma düzeyinde zayıfladığı bir dönemi temsil etmektedir.
Bunda hristiyan inanç ve anlayışı etkili olmuştur. İlk günah inancı üzerinden
hareket eden hristiyanlık, bedeni tüm dünyevî isteklerinden soyutlamayı bir
ideâl olarak takdim ederken, hazzın her türlüsüne karşı savaş açmıştı. İlk
günah insanlığın kaderini etkileyen bir günahtı ve bunun sorumlusu da Havva
idi. Ortaçağ’ın egemen söylemi, cinselliği Havva’nın ve onun tâkipçisi diğer
kadınların işlediği bir suç olarak görüyordu. İlk günahın sorumlusu olan Havva,
kadınların prototipi olarak görülüyor ve İblis’le işbirliği yaparak yeryüzünde
kötülüğün yaygınlaşmasına sebep olan kişi olarak takdim ediliyordu. İffeti,
yüceliği ise bâkire Meryem temsil ediyordu. Bu sebeple Havva çıplak, Meryem ise
örtülüydü.
19. yüzyılın ilk yıllarına
gelindiğinde yeni bir tarzın rüzgârları esmeye başladı. Söz-konusu kadınlar,
sanki nâmus ve ahlâka dâir ne varsa bir kenara koydular ve son derece ince ve
yarı saydam elbiseler giymeye başladılar. Bunlar modem zihniyetin kadın
anlayışının da ilk ve önemli temsilcileriydiler. Antik Yunan ve Roma’ya duyulan
ilgiyle beslenerek, ‘doğaya dönüş’
konseptiyle şekillenen bu yeni anlayış ve uygulama, kadın giyiminde Robe en
chemise denilen, daha ziyâde bir iç çamaşırı gibi görünen kombinezon elbiseleri
getirmiştir. Bu tip elbiseler, o zamâna değin görülmüş giysilerden daha fazla
bedeni açığa çıkarıyordu; bu da kadın bedeninin, modem ve ilerici bir anlayışla
kavrandığının sonucu olarak kabûl ediliyordu”.
Allah, bizden medenî bir
toplum olmamızı ister. Medeniyet, örtünme demektir. Çıplaklık ise ilkelliktir
ki ilk-insanın ilk ânı çıplaktı ve bu durum sâdece bir-anlığına süren bir
çıplaklık durumu idi. “Potansiyel medenî” olan insan bir refleksle hemen bu
çıplaklıktan kurtuldu. Medeniyet olmayınca ilkellik, tesettür olmayınca
çıplaklık olur. Medeniyet “örtü” ile olacağından, tesettür bir medeniyet,
çıplaklık ise bir ilkelliktir.
Âdem ile Havva
çıplaklıklarını yâni ilkelliklerini fark ettiklerinde bir telaşla ve âni bir
refleksle hemen çıplaklıklarını örterek o ilkellikten kurtulmak istediler.
Modernizm ise bu-gün bu ilkelliği modernleştirerek geri getirmiştir. Modernizme
göre çıplak kadın; “modern uygar kadın”; tesettürlü kadın ise; “geri kalmış
ilkel kadın”dır. Neden tam tersi bir sonuca varılıyor?. Çünkü Allah’ın emri
dinlenmediğinde otomatikman şeytanın-tağutların emri dinlenmeye başlar ki
onların hükmü, Allah’ın hükmünün tam aksidir. Kadını soydukça soyan modernizm,
kadını böylelikle ilkelleştirmiş ve medeniyetten uzaklaştırmıştır. Kadını soyup
soğana çeviren modernizm, kadını “kullanılmaya hazır” hâle getirmiştir. Zâten
soymadan kullanamazdı. Evet; çıplaklık ilkellik, örtünme ise medeniyettir.
Modernizm, ilk örtüsü ev olan kadını evden çıkarınca, üstündeki diğer örtüleri
çıkarması zor olmamıştır. Kadını neredeyse tüm örtülerinden soymuştur. Artık
nerede duracağı belli de değildir. Modernizmin, “soyunan kadını” madden de “soyması”
zor olmuyor artık. Kadını bedâvaya soymuş, fakat fâhiş fiyatlarla
giydirmiştir-giydiriyor. Ahlâki değer tanımayan modernizm, kadını teşhir etmede
görece bir sınır koyuyor fakat bunu, ürettiği sözde kıyâfetleri pazarlamak için
sınırlandırıyor. Aksi-hâlde büsbütün çıplak bırakacak insanları.
Çıplaklık daha çok kadın üzerinden
kendini belli ettiği için ve cezbedicilik kadında çok daha fazla olduğundan,
örneklememizi genelde kadın üzerinden yapıyoruz. Bilindiği ve belgesellerde de
izlendiği gibi; bir-çok “ilkel” tâbir edilen kabîlelerde kadınlar “üstsüz” olarak
geziyorlar, açık bir şekilde çocukları emziriyorlar ve hiç kimse de bundan
etkilenmiyor ve bunu doğal karşılıyor. Neden?. Çünkü ilkel bir durumdadırlar
yâni medeniyetten yoksundurlar. İlkellik onlara çıplaklıklarını fark
ettirmiyor. Biraz medenî olduklarında hemen çıplaklıklarını fark edecekler
ve üstlerini bir şeylerle örtmeye çalışacaklardır.
Akıl zâfiyeti olanların bir-çoğunda
çıplak dolaşma durumu vardır ve bâzıları tâmamen soyunup çıplak dolaşırlar.
Çünkü aklı olmayan kişiler çıplaklığı-açıklığı a-normâl olarak göremezler. Bu
nedenle de sakınmazlar ve utanmazlar. Çünkü çıplaklığın “ayıp” olduğunu
değerlendirebilecek akıldan yoksundurlar. Bunun gibi; akılsızlık çıplaklığa
meylediyorsa, çıplaklık da akılsızlığa meyleder ve çıplaklık zamanla
akılsızlaştırdığından, ne kadar ahlak-dışı hâlde olunduğu fark edilemez. İnsanlar
ancak akla ve medeniyete ulaştıklarında fark eder çıplak olduklarını ve hemen
bir şeylerle ötmeye başlarlar bedenlerini.
Freud, cinsellik bağlamında;
“insanların cinsel baskı altında tutulması onların psikolojilerini bozar” diyor
ama cinselliğin görece baskı altında tutulduğu zamanlarda, insanların hem
cinsellikleri hem de psikolojileri çok daha iyi idi. Asıl, çıplaklık psikolojiyi
bozar-bozuyor. Zîrâ kişi, bir özeli kalmadığında kendini değersiz hisseder.
Değeri yâni (Kur’ânî tâbirle) zîneti tamâmen ortalıkta göründüğünden, değer
olarak kendisine bir şey kalmamıştır. Artık kendisine yada mahremine özel bir
şeyi kalmadığı için toplumsal çekiciliğini ve câzibesini kaybeder ve insanların
ona karşı ilgisi azalır. İnsanlar her zaman “gizli” olanın peşine düşer zîrâ.
Açıkta olanı merâk edip peşine düşmek anlamsızdır. Böyle bir durumda kişi
kendisini yalnız ve kötü hisseder. Çünkü insan, kendisine kayıtsız kalınmasını
sevmez ve bu nedenle de büyük bir boşluğa düşer.
Giyinip örtünen ve sonradan
tesettüre giren kişilerde oluşan o mutluluk hâlinin nedeni, örtünün doğasında
bulunan o “doğal durum”un kazandırmış olduğu mutluluk hâlidir. İlkellikten
kurtulmanın vermiş olduğu mutluluk. Zâten elbise giymenin özünde bir zevk
vardır ve özellikle kadınlarda bu duygu çok fazladır. Çünkü kadınlar kendilerinde
bulunan güzellik ve çekicilikten ve bu güzellik ve çekiciliği gösterme
arzusundan dolayı açılıp-saçılmaya ve “göstermeye” daha meyyâldirler. Bunu
önlemek isteyen Allah onlara Peygamber hanımları üzerinden şunu emreder:
“Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin
kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların
(özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.
Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Ahzab 59).
“Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi
örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik (vâr-ettik).
Takvâ ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın âyetlerindendir.
Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın
çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları
cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve
taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz
gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. Onlar, çirkin bir hayâsızlık
işlediklerinde: “Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti”
derler. De ki: Şüphesiz Allah, çirkin hayâsızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir
şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?” (A’raf
26-28).
Tesettürlü kadın zımnen
şöyle demiş olur: “Benim kişiliğim ile ilgilen, dişiliğim ile değil”. Çıplak
kadın ise tam tersini söylemiş olur ve bu nedenle de çıplaklık aslında dişiliği
aşırı bir şekilde ön-plâna çıkardığından, kişiliğin üstünü örter ve zamanla
kişilik kalmaz. Artık çıplak kadın, karşı cinsin şehvetini kışkırtan bir
nesne-obje durumuna gelir.
Kişi, çıplak olanı-çıplaklığı
görmese de etkilenebilir. Yâni arkası dönük olan kişi, arkasındaki çıplak
olandan etkilenir. Meselâ kör (âmâ) biri, çıplak yada açık-saçık olan bir
kadının ortama saldığı o enerjiden etkilenir. Şu hadis bu konuda örnek
olabilir:
“Peygamberimiz,
zevceleri Ümmü Seleme ve Meymûne vâlidelerimizle oturuyorlarken, ashâb-ı kirâm’dan,
görme özürlü Abdullah ibn Ümm-i Mektûm çıka-gelince, Peygamberimiz eşlerine:
“Bu zâttan korunun, ona karşı örtünün” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Yâ Resûlallah!
bu zât âmâ değil midir?. O bizi görmez, tanımaz ki (ondan sakınalım)!”
deyiverdi. Bu söz üzerine Peygamberimiz mü’min kadınlara ölçü olan şu cevâbı
verdi: “Evet (o âmâdır, görmüyor), ama siz de mi körsünüz?. Siz de mi onu
görmüyorsunuz?. (Gözlerinizi koruyun ve tesettüre uyun)” (Ebû Dâvud, Libas 37,
hadis no: 4112; İbn Kesir, Tefsîr, 3/283).
Ayşegül Görmüş, çıplaklık
hakkında şunları söyler:
“Kadınlar
‘kadınlar için’ giyinirler ama erkekler için soyunurlar. Eğer ortada bir
çıplaklık varsa bu bir kadın için değildir, zîrâ aynı şey diğer kadınlarda da
vardır. Fakat kadın giysilerle güzel bir kombin yapmış, takıp-takıştırmışsa bu
diğer kadınlar için olabilir. Çünkü erkek kadının gözlerine yada tırnaklarına
sürdüğü simi çok-çok büyük ihtimâlle zâten fark etmeyecektir. Yada kadının
kolyesinin ortasında küçük bir kâlp olduğuna, parmaklarında küçük ‘eklem
yüzükleri’ olduğuna yüksek oranla dikkat etmez. Bu tür incelikler diğer
kadınlar içindir. Ama kadının mini eteği, göğüs dekoltesi, kalça şekli, sırt
dekoltesi ve göbek dekoltesi bir kadın için değildir. Başka bir kadın kendinde
olan bir şeye neden gıpta etsin ki?. Çıplaklık varsa bu erkekleri etkilemek
içindir. Birini etkilemek için çok da ucuz bir yoldur. Kalıcı bir etki
bırakmaz. Zîrâ dışarıda aynı yöntemle etkilemeye çalışan yüzlercesi vardır.
Birinden sıkılan erkek diğerine koşar, zîrâ çıplaklığın hiçbir ‘gizem’i yoktur.
Çıplaklıkta her-şey ortadadır, derinliği yoktur. Gizemi ve derinliği olmayan
şey çabuk sıkar. Tesettür ise gizemlidir. Kadına değer katar ve onu yüceltir.
Yeni şeyler
öğrenirken yaşadığını hissedersin. Hiç tanımadığın birini tanırken merak
dolusundur. Eğer toysan, hayâtın anlamını bilmiyorsan onu anlamak için
düşüncelere dalar, zihinsel haz alırsın. Bir şeyler ‘gizemli’ iken güzeldir.
Gizemi gidince bütün büyüsü bozulur. Her-şeyi ortada olmak ve her-şeyi
ortalıkta yaşamak ‘özgürlük’ değil ‘ruhsuzluk’tur. Zîrâ bâzı şeylerin kendine
özel olması, bâzı şeylerin mahremiyet sınırları içerisinde yaşanması o şeylere
‘anlam ve mânâ’ katar. Hayat işte o zaman mutluluk verir. Modern insanın mutsuz
olmasının sebebi her-şeyin serbest olması ve sınırı aşmasıdır. Bunlar hayâtın
tadını alır götürür ve yaşamı anlamsızlaştırır. Yaşamı anlamsızlaşan insan
elbette depresyona girecek ve psikolojik ilaçlar kullanacaktır”.
Çıplaklık
bir fitnedir. Hem de bu fitne, çarçabuk yayılıp kısa-zamanda toplumu ifsâd
edecek olan bir fitnedir:
“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece
zulmedenlere erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişân eder). Bilin
ki, Allah’ın azâbı şiddetlidir” (Enfâl 25).
Modernizm bir “çıplaklık uygarlığı”dır.
Modern çıplak kadın, şeytanın vesveselerine kanan kadındır. Ey çıplak (az
giyinik) kadınlar ve erkekler!.. şeytan ve tağutlar sizi; “modern ve çıplak olduğunuzda
“melek gibi” olacağınızı ve ebedî bir yaşama kavuşacağınızı” söyleyerek
kandırıyor. Tıpkı şeytanın Âdem ve Havvâ’yı kandırdığı gibi.
Günümüzde çıplaklık bir îtibar
kazanma şekline dönüşmüştür. Bu durum “doğal olana” bir karşı duruştur.
Doğallık bozulduğunda mutlakâ bir bedeli olur. Allah’ın emri olan tesettür
bozulduğunda ve tesettüre aykırı davranıldığında da çıplaklık olur ki, Dünyâ’daki
bedeli-cezâsı “çıplak kalmak”tır. Evet; çıplaklık bir cezâdır. Tesettürsüzlüğün
cezâsı.
Çıplaklık; günah, ayıp ve
suçtur. İnsanı cennetten çıkarır mâzallah!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Mart 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder