“Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra
onu iâde eder” (Rum 11).
"O, sizi
yer-yüzünde yaratıp türetendir" (Mü’minûn
9).
“O, yer-yüzü toprağından sizi vâr ederken de”,
“annelerinizin karnında cenin hâlindeyken de” sizinle ilgili her şeyi bilir” (Necm 32).
“Allah sizi(n ilk yaratılışınızı) topraktan, sonra nutfeden/embriyodan
yarattı. Sonra da çiftler (çok sayıda
oluşturduğu âile) hâline getirdi” (Fâtır 11).
Yaratış ve türetiş, “ortaya çıkarmak” anlamında aynı sonucu verse
de, farklı bir işleyişi vardır. Bu işleyişlerden “yaratış”ı yâni
“ilk-yaratılış”ı, mûcize=”âciz bırakan” özelliği nedeniyle tasavvur edemeyiz,
bilemeyiz, anlamlandıramayız. Bu anlamlandırmayı ve bilmeyi meleklerin bile
yapamayacağı kanaatindeyiz. Bu nedenle “ilk-yaratılış”, ilk-prototip”, “ilk
varlığın” nasıl meydana geldiğini sâdece âlemlerin Rabbi olan Allah bilebilir.
“Türetiş” dediğimiz “sonraki yaratmalar” ise zâten gözlemlediğimiz yaratılışlardır
ki bilim ve düşünce bunlar üzerinde çalışır. Bilim ve düşünce, bir çoğunu
gözlemleyebildiğimiz türetişleri bile daha tam olarak anlamlandıramaz ve
açıklayamaz iken, ilk-yaratılışı anlamlandırmasını ve açıklamasını bekleyemeyiz.
Zâten bilim de “metafizik alan” diyerek çalışma konusu dışında tutmuştur bu alanı.
Hattâ pozitivist felsefe ve düşünce böyle bir alanı kabûl de etmez.
Allah yaratmaya başlayan, bu
yaratmayı ilkin yapan, sonra da yenileyerek sürdürendir. İşte bu
“ilk-yaratma”nın nasıl başladığı/nasıl olduğu insanın algısına kapalıdır.
İlk-prototip olan insan-çifti
embriyolojik bir süreç yaşamadığı gibi, “kâinâtın ilk-prototipi”nde de bir “süreç”
yaşanmamıştır. Tüm canlılık “ilk-prototipinden sonra”, “sonraki yaratılış” yâni
türetilişlerinde aşama ve gelişmeler yaşamıştır. İlk-yaratmadan sonraki türetmelerde
geçerlidir bu aşama. Aynı şey evren için de geçerlidir.
Allah bu yüzden kâinâtı yaratırken
bizim “şu-anda” bildiğimiz kânunları kullanarak değil;
bilemediğimiz/bilemeyeceğimiz kânunları kullanarak “ilk-yaratma”yı
başlatmıştır. İşte bu “ilk-yaratma”, bildiğimiz aşamalı kânunlardan mecbûren
farklı olacağı için, dolayısıyla aşamasız olacağı için bir-anda olmak
zorundadır.
Yaratılış ve türetişi ayırmadığımızda gerek bilim-adamları,
gerekse de İslâm düşünürleri (modernizmin de zorlamasıyla) yanlış kanılara varıyorlar
ve zannediyorlar ki kâinatın kendisi, insan ve diğer tüm varlıklar (tam da
bilimin açıkladığı gibi) şu-anda gözlemlediğimiz gibi yavaş-yavaş
yaratılmışlardır. Oysa kâinatın süper kompleks yapısı buna zinhar izin vermez.
Bilim, varlığın mutlak ilk hâline bir açıklama yapamaz, hattâ onunla ilgili bir
tahminde bile bulunamaz ve bulunamıyor. O mâlûm sınırın (Planck zamanı ve
aralığı) bir adım ilerisine ve ötesine nasıl gidileceği hakkında fantastik de
olsa bir fikir ve düşünce üretemiyor, üretemez de.. Çünkü orası “akla kapalı
alan”dır. Mûcizenin alanıdır orası. Mûcize, sâdece Allah’ın bilebileceği
şeydir.
Yaratış ve Türetiş ayrıldığında hem îman ve tevekkül
artacak, hem de varlığın açıklaması daha iyi yapılacaktır. Üstelik insanlar her
şeyi açıklayabildiği zannından ve kibrinden kurtularak, boş işlerlerle
uğraşmaktan mecbûren vazgeçip, gerçekten araştırılması ve çözüm bulunması
gereken konulara yöneleceklerdir. Böylece başta insanlık olmak üzere tüm
canlı-cansız varlık hem huzûra kavuşacak, hem de gerçek anlamda idrâk
edilebilecektir.
Allah “ilk-yaratma”da bilinçsiz
eşyaya iç-dinamiklerini verir ve onlar da işlerini tam bir titizlikle yaparlar.
“İlk-yaratma”nın mekaniksel bir açıklaması yapılamaz. Allah “ilk-yaratma”yı çok
hassas bir ayarla yapmıştır. Allah’ın sürekli müdâhale etmesi bilinçli
varlıklar için geçerlidir. Aksi hâlde taşa-toprağa da yazılı vahiy indirmesi
gerekirdi. Fakat onlara sâdece potansiyel olarak iç-dinamiklerini bildirmiştir.
O yüzden de bozulmaları/kaymaları mümkün değildir. Fakat bir irâdeye sâhip olan
insana sürekli uyarılarda ve müdâhalelerde bulunur.
Sonraki yaratılış, nihâyetinde âhireti
de kapsamakla birlikte, biz, sonraki yaratılış yâni türetişten, mevcut varlığın
hâlen de devâm eden ilk prototipten sonraki, yâni bir-anda olmak/yaratılmak
zorunda olan mûcizevi ilk varlığın bir-anda ortaya çıkıvermesinden (ol) sonraki
yaratılışlardan bahsediyoruz. Âhiret ise, yaratmanın hiç-bir zaman bitmeyeceği
ve bilemeyeceğimiz ve anlamlandıramayacağımız sonraki yaratılışın yine mûcizevi
bir şekli ve devâmıdır.
“De ki: 'Sizin şirk koştuklarınızdan (meselâ bilim-adamlarından) ilk-kez yaratacak, sonra onu iâde edecek olan var mı? De ki: Allah
yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iâde eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?.
De ki: Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı? De ki: Hakka
ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sâhibidir,
yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidâyete ulaşmayan mı? Ne oluyor
size? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yûnus 35).
De ki: 'Yeryüzünde
gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra
Allah âhiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşâ edip yaratacaktır.
Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir” (Ankebût 20).
“Ya Biz artık birinci yaratış ile yorulu mu verdik?
Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindelerdir” (Kâf 15).
Allah’ın yaratmasında aşamalar
yoktur fakat boyutlar vardır. İlk-yaratma mûcize; ikinci yaratma
görüp-bildiğimiz yaratmalar; sonraki yaratma ise âhirette vukû bulacak olan
yaratmadır.
Allah “El Bâri”dir. Yâni “ilk
örnekleri” yaratandır. “El Hâlık ise, genel yaratma, yâni yaratmanın tamâmını
yapan, yaratmaya sürekli devâm edendir. Allah ilk-yaratmayı ansızın yapmıştır,
sonraki yaratmalar ise âheste-âheste devâm ediyor.
Allah hem “hâlık” hem de “hallâk”tır.
İlkin yarattıktan sonra sürekli yeniden yaratır. Mûcid ismi ile ilk-kez
yaratır, hâllâk ismiyle ise sürekli yaratışta bulunarak yaratmayı yeniler. Kur’ân
sonraki yaratılışları “hâlk-ı cedîd” diye adlandırır.
Burada ilginç olan şey,
ilk-yaratmanın belirlilik, sonraki yaratışların ise belirsizlik takısıyla
gelmiş olmasıdır. Çünkü ilk-yaratmada her şey tam/tamamlanmış ve mükemmel
olarak var-edilmiş ve yaratılış bitmiştir. Fakat şu-anda da devâm eden
yaratış/yaratılışlar ise, henüz yaratılma tamamlanmadığı/bitmediği için
insanlar tarafından bilinemeyen, bu yüzden de belirsizlik takısıyla ifâde
edilen yaratılmalardır.
“Ya, biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır,
onlar “karmaşık bir kuşku” içindedirler” (Kâf
15).
“Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra
onu iâde eder” (Rum 11).
“Peki, yaratılışı ilk-defa başlatan (yebdeul halka) ve
sonra da onu aralıksız devâm ettirip yenileyen kimdir?” (Neml 64).
“Allah sizi önce topraktan yarattı, sonra bir damla sudan.
Sonra sizi çift-çift kıldı…” (Fâtır 11).
Âyette ilk yaratılışın topraktan,
sonraki bilindik yaratılışın ise bir damla sudan olduğu belirtilir.
Bâzıları şu-andaki yaratılmayı,
ilk yaratılmanın bir örneği olarak görmek istiyorlar. Hâlbuki Allah benzersiz
ve örneksiz yaratma Sanatkârıdır. İlk-yaratma ile sonraki yaratma arasında fark
vardır. Çünkü ilki tasavvur edilemiyor ama sonraki gözlenebiliyor.
İlk-yaratmadaki “âni yaratma”, sonraki yaratmalarda “aheste-aheste yaratma”ya
dönüşmüştür. Allah, sonraki yaratmayı insan idrâkine sunmak için böyle
yapmıştır. İlk-yaratma örneksiz yaratmayı gerektireceği için, onun yavaş-yavaş
yaratılması gerekmez.
Arapçada “ibda” kelimesi:
“ilk-yaratma”, “örneksiz yaratma”, “yaratmayı başlatma”, “îcat etme”, “ortaya
çıkarma” anlamlarına gelir. “İbda”, “Bedi” kelimeleri bu anlamdadır. “BDE”
kökündendirler. İbdâ, “daha önce hiç yapılmamış bir şeyi örnek almaksızın
yapma ve îcat etme” demektir. Hz. Âdem ve Havvâ da bu şekilde
yaratılmıştır. Onlar, daha önceki atalarından/prototiplerinden örnek alınmadan
yaratılmışlardır.
Bir şeyin “örneksiz” olarak
yaratılması, o şeyin “tam-yetkin”
bir yaratılışla yaratılmasıdır.
Allah’tan “kötü” sudûr etmez. Kötü bir şey yaratmaz Allah. Eksik bir yapı ise
iyi bir yapı değildir. Allah “iyi”nin ta kendisi olduğu için, yaratacağı her
şey de iyi, yâni tam yetkin=eksiksiz olmalıdır/olmuştur. Bu yetkin yapı bu
nedenle ilk başta mûcizevi bir şekilde ve aşama olmadan bir-anda yaratmayı
gerektirir.
Allah’ın yaratması, sâdece madde-enerji-parçacıkları
ortaya çıkarmak değildir. Yaratmak “parçacık yaratmak” demek değildir, yaratma
o şekilde olmaz. Yaratmada eksiklik olmaz. Yaratma, “tam olarak-eksiksiz
yaratma”dır.
Allah, mûcittir. Bedî kökü
aynı-zamanda “bir şeyi ilk olarak ortaya çıkarmak”, îcat etmek demektir.
Eşyâyı yoktan var-etmek ayrı bir
şey; yaratılmış ham-maddeden yeni eşyâ vâr-etmek ayrı bir şeydir. Bu yüzden
insan için; “yoktan yarattı” ifâdesi kullanılamaz. Yâni insan “yoktan”
yaratamaz, “var”dan türetebilir sâdece.
"O, sizi
yer-yüzünde yaratıp türetendir" (Mü’minûn
79).
Aslında yaratma ayrı, türetme ayrı
şeylerdir. Yaratma ilk başta olur. Sonrakilere “türetme” denir. “İlk yaratma”da
aşama olmaz, sonraki “türetme”lerde aşama olur.
“O, yer-yüzü toprağından sizi var ederken de”,
“annelerinizin karnında cenin hâlindeyken de” sizinle ilgili her şeyi bilir” (Necm 32).
Hâlk etmek başka,
yaratmak-türetmek başka şeylerdir. Âyetin dediği gibi; Allah ilkin hâlk ederek
vâr eder. Sonra da hâlk ettiği varlığı aşama-aşama, gözlemlenebilecek şekilde
yaratır-türetir. Halk etmek; ânında vâr etmeyi gerektirir ve bu olay ânında
meydana geldiği için gözlemlenebilecek, anlaşılabilecek ve anlatılabilecek bir
olay değildir. Nasıl olduğunu Allah’tan başka kimse bilemez. Yaratma-türetme
ise aşama-aşama vâr etmeyi gerektirir. Bu yaratma, hepimizin gözlemlediği ve
bildiği yaratma ve türetmelerdir. Hâlk etmede-ilk-yaratmada “ol der ve her şey
bir-anda hemen var olur”; yaratmada-türetmede ise “ol der, o şey olmaya
başlar”.
“İşte gaybı da, müşâhede edilebileni de bilen, üstün ve
güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı
yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden
(sülâle'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu “düzeltip bir biçime
soktu” ve ona rûhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var
etti. Ne az şükrediyorsunuz?” (Secde 6-9).
İlk-insanın yaratılışını
bilemeyiz. Sonraki yaratmalarıysa zâten gözlemliyoruz. Yâni; “ol” felsefesiyle
“oluş”un felsefesi farklıdır. Kâinâtta “oluş” hâlinde olan sâdece insandır. Bu
oluş-hâli insanın fizîki yapısıyla ilgili değil, zihnî yapısıyla ilgili bir
oluş hâlidir. O da “ilk-yaratılış” için değil, “sonraki yaratılmalar” için
geçerlidir.
Netice olarak, “topraktan
yaratılma” ilk-prototip olan Hz. Âdem’in yaratılması; “sudan yaratılma” ise,
meni-alâk-embriyo-bebek süreciyle devâm ede-gelen bildiğimiz yaratmadır.
İlk-yaratma Allah’a hastır. Allah
ilk yaratmaya kimseyi karıştırmıyor. Sonraki yaratmalarda “biz” ifâdesi
kullanılırken, ilk-yaratmalarda “biz” ifâdesi kullanılmaz.
İlk-yaratılış hâlk, sonraki
yaratılmalar hâlk-ı cediddir. “Hâlk” için “ol”ma, “hâlk-ı cedid” için “oluş”
diyebiliriz. Hâlk-ı cedid kıyâmete kadar sürer ve sonunda yeni bir hâlk-ı cedid
başlar. İşte bu hâlk-ı cedid yâni kıyâmet âniden başlar, sonra da yavaş-yavaş
devâm eder.
Kur’ân’da yaratılışla ilgili
vurgular; hâlk, hâlk-ı cedid ve kıyâmet olarak azdan çoğa doğru devâm eder. En
çok kıyâmetten bahseder. Çünkü ebedî olan odur.
Kur’ân iki tür yaratılıştan
bahseder. İki tür oluştan/süreçten bahseder. İlkini açıklamaz, çünkü bu sâdece
Yaratıcının Kendisine mâlûmdur. Yâni bize göre mûcizedir. Diğeriyse zâten bizim
gözlemlediğimiz/bildiğimiz oluş hâlindeki yaratmalardır ki Kur’ân’ın esas
konusu bunlardır. Yâni yoktan-yokken yaratmanın nasıllığını bilemeyiz, fakat “vardan
yaratma” yâni türeme şeklinde hâlen süren yaratmayı gözlemleyip araştırabiliyoruz.
O yüzden Kur’ân ilk-yaratmaya dâir bilimsel bir tez sunmaz, ortaya koymaz.
Açıklama yapmadığı yerlerde bizim algımız bunu kaldıramayacağı ve yapılacak
açıklama algımıza uygun olmayacağı için, yâni mûcize olduğu için, sâdece bir
şuur oluşturuyor. Ama diğer yaratılmaya dikkat çekerek ayrıntılı açıklamalar
yapılıyor. Hattâ o yaratılışların incelenip araştırılmasını da isteniyor.
“İnsan da süper-kompleks bir
yapıdır ve bir noktacık olan spermden aşama-aşama mükemmel hâline gelmiştir.
Demek ki tek bir nokta aşama-aşama bir süre sonra süper-kompleks bir hâle
gelebiliyor” denilirse; Burada ince bir hatâ yapıldığını söyleriz. İlk-yaratma
ile sonraki yaratma-türetme ayrılmadığı zaman böyle bir söyleme varılması
kaçınılmazdır. Fakat biz diyoruz ki; kâinât nasıl her şeyiyle yerli-yerinde
bir-anda yaratıldıysa ve Allah’ın “start”ı vermesiyle hareket başladıysa, ilk
insan/insanlar olan Âdem/Havvâ da tam mükemmel hâlleriyle bir mûcize olarak
bir-anda yaratılmış ve harekete başlamıştır. Daha sonraki türetmeleri zâten
gözlemleyebiliyoruz. Fakat ilk yaratılışlarında her-hangi bir süreç
yaşamamışlardı. Zâten o süreçleri yaşayabilecekleri “ortam”ları da yoktu.
En-nihâyetinde ilk insanın ana-babası yoktur ve ana-karnında geçireceği bir
süreç de olmayacaktır. Yâni ilk insanlar olarak kabûl ettiğimiz Âdem-Havvâ,
anne-babaları olmadığı için o türetme aşamasındaki süreçleri
yaşamamışlar/yaşayamamışlardır. Çünkü dediğimiz gibi o süreçleri yaşayacak
ortamları yoktu. Tüm kâinâtla berâber yada benzer-zamanlı olarak bir-anda
“ol”uvermişlerdir. İşte kâinât da ilk yaratılmasını bu şekilde her-hangi bir
süreç yaşamadan bir-anda ”ol”uvermesine borçludur. Çünkü “hidrojenin ana-babası”
yoktur. “Örneksiz yaratma”=“bir öncesi olmayan yaratma” bunu gerektirir. Gerek
insanda gerekse kâinâtta sonraki türetmeleri gözlemleyebiliyoruz. İşte
“tohum süreci” denilen süreç de bu sonraki yaratmada gerçekleşen olaylar ve
süreçlerdir. Sâdece “sonraki yaratma-türetme”lerde geçerlidir. Çünkü “sonraki
yaratma”lar “örneksiz yaratma” değil, “örnekli yaratma”lardır. Zâten biz bu
süreçleri bu “yaratma”ların “örnekli yaratma” olmasından dolayı
gözlemleyebiliyoruz. “İlk-yaratma”da olduğu gibi “örneksiz yaratma”lar olsaydı,
“örnekler”le kıyas yapamayacağımızdan dolayı mevcut yaratmaları da
anlamlandıramayacaktık.
Allah, yaratmaya başlamaz; yaratır.
Vel hâsıl kelâm: İlk yaratma ile
sonraki yaratma/türetme ayrıldığında, îman ve idrâk açıkça ortaya çıkacaktır. Ondan
sonrası insanın eyleyişine kalır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder