19 Kasım 2021 Cuma

Bilmek Üzerine

 

“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

Dikkat edilirse âyette “bilmek”, “mâlûmat-sâhibi olmak”la değil, “îman etmek ve amel-eylem hâlinde olma”nın bir sonucu olarak ortaya konuyor ki, buna da ancak “temiz akıl-sâhipleri”nin ulaşacağı söyleniyor. Bilmeye; mâlumat edinmekle, okuyup bilgi edinmekle değil; amel-eylem ile, en tatlı yerinde uykuyu bölmekle, secde etmekle ve kıyâma durmakla ve de gereğince sakınıp umûd etmekle ulaşılabileceği söyleniyor. Sonra da “bilenlerle bilmeyenler bir olmaz” deniyor. Kur’ân, bilmeyi amel-eylem ile ilişkilendiriyor, sâdece kuru mâlûmat-sâhibi olmakla değil.  

 

Peki bilmek nedir ve nasıl olur?. Mâlûmat-sâhibi olmakla “bilmek” arasında fark vardır ve İslâm’a göre bilmek, “Allah-merkezli bilmek” demektir. Kişi ancak vahiy-merkezli olunca “bilmiş” olur. Değerli mâlûmatlar, kişiyi bilmeye götürebilir yada bilmeye katkı sağlar. Fakat seküler-merkezli olan mâlûmat-sâhipliği, ona ne kadar; aydın, bilgin, bilim-adamı, entelektüel, profesör vs. dense de “bilmek” ve “âlim olmak” anlamına gelmez.

 

Bilmek konusunda; “daha çok bilmek” ile “daha iyi bilmek” farklı şeylerdir. Gereksiz mâlûmatlara boğulmak “bilmek” demek değildir. Bilmiş olmak, “çok bilmiş olmak” demek değildir çünkü. Hattâ “çok bilmiş” olmak, “bilme”nin önünde engeldir çoğu zaman.

 

Bilmek “âlim olmak” demektir. Ancak vahiy-merkezli bilenler ve dolayısı ile amel-eylem ile sâlih amel işleyenler âlimdir. Âlim olmak; bilmek, îman etmek ve îmânın gereğini yapmak yâni amel-eylem hâlinde olmakla açığa çıkar ve tezâhür eder. Dolayısı ile İslâm’a göre “bilmek” demek, “îman etmek ve sâlih amel işlemek” demektir ki Kur’ân’da îman etmek ve sâlih amel işlemek” birbirinden hiç ayrılmaz ve her zaman berâber söylenir:

 

“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr 3).

 

“Şüphesiz îman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Burûc 11).

 

“Kim O’na îman edip sâlih amellerde bulunarak O’na gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır” (Tâ-hâ 75).

 

Demek ki İslâm’a göre “bilmek” demek, “îman etmek ve sâlih amel işlemek” demektir.

 

Okuma-araştırma ile bir şeyin ne olduğu “tam anlamıyla” bilinemez. Tam anlamıyla bilinebilmesi için o şeyin içinde “yaşanması” gerekir. Bilmek, yaşamaktır. Yaşamadan “tam anlamıyla bilmek” mümkün değildir. Okumak, yaşamaya dönmüyorsa “bilenler”den değil, “mâlumat-sâhibi olanlar”dan olunmuş olunur. Okuma-yazma bilenlere; “okuma-yazma yapıyor musun” diye sormak lâzım. “Bilmek”ten ziyâde “yapmak” önemlidir çünkü. 

 

Modern insan, hiç-bir bilgisi olmamasına rağmen mevcut ve popüler olan şeye yalakalık yapmayı “bilmek” zanneden kişidir. Bir şeye körü-körüne bağlı olmak bilmek demek değildir. Bilmek, “bilerek bağlanmak” demektir. Allah bu nedenle “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” demektedir.   

 

Hakîkati sâdece bilmek yetmez, onu dile getirmek, sonra da amel-eylem olarak pratiğe dökmek de şarttır. Şirkten sâdece “şirkin ne olduğunu bilmek”le kurtulmak mümkün değildir meselâ. Amel-eylem olarak da şirkten vazgeçip tevhide dönmedikçe şirkten kurtulmuş olmayız.

 

Bilmek insanın kendini bilmesidir. İnsanın kendini bilmesi “haddini bilmesi”dir. Tasavvufun sandığı gibi; “insanın kendini bilmesi rabbini bilmesi” demek değildir. İnsan, Rabbini ancak O’nun bildirdiği kadar bilebilir. O’nun bildirdiği kadar bilmek ve bilmenin gereğini sâlih amel olarak tezâhür ettirmek, “hakkıyla yapılmış bir kulluk” olacaktır. İslâm demek, “sınır” demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle ifâdesini bulur. İnsanın kendini bilmesi, ilim ile değil, kendini tutmasıyla yâni  haddini bilmesiyle olur. “Kendini bilmek”, “kendini tutmak” demektir. İslâm-merkezli olunca sorun olmaz. Çünkü İslâm-merkezli olunca “sınırlı” olur. Böylece İslâm kişiye haddini bildirir.

 

İslâm’ı bilmek, onun “dâvâsını anlamak” demektir. İslâm’ı bilmek, “Kur’ân’ı okumak ve yaşamak” demektir. Yaşanmadığında bilmek yarım kalır ki modern müslümanların sorunu budur. Tabi “bilme” olmadan doğru yaşamak da mümkün olmaz.

 

Kur’ân’ı bilmek yetmez, “Kur’ân’ı hakkıyla bilmek” gerekir ki bu, eylem hâlinde iken olur ancak. İnsanı iyiye ve cennete götürecek olan şey “Kur’ân hakkında mâlûmat edinmek” değil, “onu bilmek, îman etmek ve amel-eyleme dökmek”tir. Mâlûmat ile değil, îman ve amel ile ulaşılır iyiye ve cennete. Yoksa İslâm düşmanı olan oryantâlistler Kur’ân hakkında bir-çoklarından çok daha fazla mâlûmat-sâhibidirler. Fakat onların derdi îman ve sâlih amel olmadığı için, bu mâlûmatlarının Allah katında bir karşılığı olmayacaktır. Mâlûmat bilmeye ve sâlih amele dönmedikçe tek-başına yetmez. Bilinen şeyin gereğini yapmak önemlidir.

 

Bilmek, amel etmenin bir sonucu olarak da açığa çıkar ve artar. Peygamberimiz: “Siz bildiklerinizle amel ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir” der.

 

Bilmek, okumaktan başka gözlemlemekle de elde edilir. İnsanlık-târihinin bir-çok yılları boyunca bilgi elde etmede gözlemlemeye merkezî bir rôl verilmiştir. Fakat vahiy-merkezli okumak ve gözlem yapmak birlikte olunca, kevnî âyetlere yâni kâinâtın en doğru bilgisine ulaşılır. Kâinât hakkında doğru ve net bilgi ancak, vahiy-merkezli okuma ve gözlem yoluyla elde edilebilir.

 

Bilmek, bir yaraya merhem olmuyorsa ona “bilmek” değil, “mâlûmat-sâhibi olmak” denir. Kuru mâlûmat sâhibi olmanın bir yaraya çâre olduğu görülmemiştir. Meselâ suyun formülünün 2 Hidrojen ve 1 Oksijen olduğunu bilmenin insanlığa bir faydası yoktur. Bilmek, “değiştirmeye başlamak” demektir. “Bilmek için bilmek” gerçek bir bilme değildir. Gerçek bilme, îman ve eylem hâlindeyken olur ancak.

 

Bilmek “fark ede-bilmek”tir. Bilmek, “ancak Allah’ın bildirdiği kadar idrâk etmek” demektir.

 

Her-şeyi bilmeye de gerek yoktur. “Yeterince bilmek” yeterlidir.

 

Bir şeyi gerçekten bilmek, onun hakkında bir şey yapmakla olur. Bir şey bilmek, bir şey yapmaktır.

 

Bilmek, “yapa-bilmek”tir.

 

Şunu da hiç-bir zaman unutmamak gerekir ki:

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder