“Yoksa o, gece saatinde
kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten
sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: ‘Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).
Dikkat edilirse âyette
“bilmek”, “mâlûmat-sâhibi olmak”la değil, “îman etmek ve amel-eylem hâlinde
olma”nın bir sonucu olarak ortaya konuyor ki, buna da ancak “temiz
akıl-sâhipleri”nin ulaşacağı söyleniyor. Bilmeye; mâlumat edinmekle, okuyup
bilgi edinmekle değil; amel-eylem ile, en tatlı yerinde uykuyu bölmekle, secde
etmekle ve kıyâma durmakla ve de gereğince sakınıp umûd etmekle ulaşılabileceği
söyleniyor. Sonra da “bilenlerle bilmeyenler bir olmaz” deniyor. Kur’ân, bilmeyi
amel-eylem ile ilişkilendiriyor, sâdece kuru mâlûmat-sâhibi olmakla değil.
Peki bilmek nedir ve nasıl olur?. Mâlûmat-sâhibi olmakla
“bilmek” arasında fark vardır ve İslâm’a göre bilmek, “Allah-merkezli bilmek” demektir.
Kişi ancak vahiy-merkezli olunca “bilmiş” olur. Değerli mâlûmatlar, kişiyi
bilmeye götürebilir yada bilmeye katkı sağlar. Fakat seküler-merkezli olan
mâlûmat-sâhipliği, ona ne kadar; aydın, bilgin, bilim-adamı, entelektüel, profesör
vs. dense de “bilmek” ve “âlim olmak” anlamına gelmez.
Bilmek konusunda; “daha çok
bilmek” ile “daha iyi bilmek” farklı şeylerdir. Gereksiz mâlûmatlara boğulmak
“bilmek” demek değildir. Bilmiş olmak, “çok bilmiş olmak” demek değildir çünkü.
Hattâ “çok bilmiş” olmak, “bilme”nin önünde engeldir çoğu zaman.
Bilmek “âlim olmak” demektir. Ancak vahiy-merkezli
bilenler ve dolayısı ile amel-eylem ile sâlih amel işleyenler âlimdir. Âlim
olmak; bilmek, îman etmek ve îmânın gereğini yapmak yâni amel-eylem hâlinde
olmakla açığa çıkar ve tezâhür eder. Dolayısı ile İslâm’a göre “bilmek” demek,
“îman etmek ve sâlih amel işlemek” demektir ki Kur’ân’da îman etmek ve sâlih
amel işlemek” birbirinden hiç ayrılmaz ve her zaman berâber söylenir:
“Ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka”
(Asr 3).
“Şüphesiz îman edip sâlih amellerde bulunanlara
gelince; onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük
‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Burûc
11).
“Kim O’na îman edip sâlih amellerde bulunarak O’na
gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır” (Tâ-hâ 75).
Demek ki İslâm’a göre “bilmek” demek, “îman etmek ve
sâlih amel işlemek” demektir.
Okuma-araştırma
ile bir şeyin ne olduğu “tam anlamıyla” bilinemez. Tam anlamıyla bilinebilmesi
için o şeyin içinde “yaşanması” gerekir. Bilmek, yaşamaktır. Yaşamadan “tam anlamıyla bilmek” mümkün değildir.
Okumak, yaşamaya dönmüyorsa “bilenler”den değil, “mâlumat-sâhibi olanlar”dan olunmuş
olunur. Okuma-yazma bilenlere; “okuma-yazma yapıyor musun” diye sormak lâzım.
“Bilmek”ten ziyâde “yapmak” önemlidir çünkü.
Modern insan, hiç-bir
bilgisi olmamasına rağmen mevcut ve popüler olan şeye yalakalık yapmayı
“bilmek” zanneden kişidir. Bir şeye körü-körüne bağlı olmak bilmek demek
değildir. Bilmek, “bilerek bağlanmak” demektir. Allah bu nedenle “bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?” demektedir.
Hakîkati sâdece bilmek
yetmez, onu dile getirmek, sonra da amel-eylem olarak pratiğe dökmek de
şarttır. Şirkten sâdece “şirkin ne olduğunu bilmek”le kurtulmak mümkün değildir
meselâ. Amel-eylem olarak da şirkten vazgeçip tevhide dönmedikçe şirkten
kurtulmuş olmayız.
Bilmek insanın
kendini bilmesidir. İnsanın kendini bilmesi “haddini bilmesi”dir. Tasavvufun
sandığı gibi; “insanın kendini bilmesi rabbini bilmesi” demek değildir. İnsan,
Rabbini ancak O’nun bildirdiği kadar bilebilir. O’nun bildirdiği kadar bilmek
ve bilmenin gereğini sâlih amel olarak tezâhür ettirmek, “hakkıyla yapılmış bir
kulluk” olacaktır. İslâm demek, “sınır” demektir. Bu, “haddini bilmek” sözüyle
ifâdesini bulur. İnsanın kendini bilmesi, ilim ile değil, kendini tutmasıyla yâni haddini bilmesiyle olur. “Kendini bilmek”,
“kendini tutmak” demektir. İslâm-merkezli olunca sorun olmaz. Çünkü
İslâm-merkezli olunca “sınırlı” olur. Böylece İslâm kişiye haddini bildirir.
İslâm’ı bilmek, onun
“dâvâsını anlamak” demektir. İslâm’ı bilmek, “Kur’ân’ı okumak ve yaşamak”
demektir. Yaşanmadığında bilmek yarım kalır ki modern müslümanların sorunu
budur. Tabi “bilme” olmadan doğru yaşamak da mümkün olmaz.
Kur’ân’ı bilmek yetmez,
“Kur’ân’ı hakkıyla bilmek” gerekir ki bu, eylem hâlinde iken olur ancak. İnsanı
iyiye ve cennete götürecek olan şey “Kur’ân hakkında mâlûmat edinmek” değil,
“onu bilmek, îman etmek ve amel-eyleme dökmek”tir. Mâlûmat ile değil, îman ve
amel ile ulaşılır iyiye ve cennete. Yoksa İslâm düşmanı olan oryantâlistler Kur’ân
hakkında bir-çoklarından çok daha fazla mâlûmat-sâhibidirler. Fakat onların
derdi îman ve sâlih amel olmadığı için, bu mâlûmatlarının Allah katında bir
karşılığı olmayacaktır. Mâlûmat bilmeye ve sâlih amele dönmedikçe tek-başına
yetmez. Bilinen şeyin gereğini yapmak önemlidir.
Bilmek, amel etmenin bir
sonucu olarak da açığa çıkar ve artar. Peygamberimiz: “Siz bildiklerinizle amel
ederseniz, Allah size bilmediklerinizi öğretir” der.
Bilmek, okumaktan başka gözlemlemekle de elde edilir.
İnsanlık-târihinin bir-çok yılları boyunca bilgi elde etmede gözlemlemeye
merkezî bir rôl verilmiştir. Fakat vahiy-merkezli okumak ve gözlem yapmak
birlikte olunca, kevnî âyetlere yâni kâinâtın en doğru bilgisine ulaşılır.
Kâinât hakkında doğru ve net bilgi ancak, vahiy-merkezli okuma ve gözlem
yoluyla elde edilebilir.
Bilmek, bir yaraya merhem
olmuyorsa ona “bilmek” değil, “mâlûmat-sâhibi olmak” denir. Kuru mâlûmat sâhibi
olmanın bir yaraya çâre olduğu görülmemiştir. Meselâ suyun formülünün 2
Hidrojen ve 1 Oksijen olduğunu bilmenin insanlığa bir faydası yoktur. Bilmek,
“değiştirmeye başlamak” demektir. “Bilmek için bilmek” gerçek bir bilme
değildir. Gerçek bilme, îman ve eylem hâlindeyken olur ancak.
Bilmek “fark ede-bilmek”tir.
Bilmek, “ancak Allah’ın bildirdiği kadar idrâk etmek” demektir.
Her-şeyi bilmeye de gerek
yoktur. “Yeterince bilmek” yeterlidir.
Bir şeyi gerçekten bilmek,
onun hakkında bir şey yapmakla olur. Bir şey bilmek, bir şey yapmaktır.
Bilmek, “yapa-bilmek”tir.
Şunu da hiç-bir zaman
unutmamak gerekir ki:
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder