“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur
ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).
Teknoloji sözcüğünün kökeni
olan “tekhne” ne demektir?. Tekhne, sanat ve teknolojiyi karşılamadan önce
“bilgi” anlamında kullanılan bir sözcüktü. Ama bu, felsefeye konu olan bilgiden
başkadır. Teknikteki bilgi farklıdır. Teknik olarak nitelediğimiz bilgide “hayret
etme” yoktur. Teknik-bilgi, ilgisini içeride değil dışarıda bulur. Teknik-bilgi
sâdece bir araçtır; belirlenmiş bir hedefe yönelik bilgidir.
Modern-bilim “dîn”in yerine
konmuş, teknoloji ise zanaat ve sanatın yerine geçirilmiştir. Klâsik
zamanlardaki din-adamları modern zamanlarda “bilim-adamları” hâline gelmişken, zanaatkârların
yerini ise teknisyenler almıştır. Tabi bu değişim, en başta rûhu öldürmüş ve
estetiği bozmuştur. Heidegger, “orta-çağ’da kilise doktrinlerinin gördüğü
işlevin, modern çağ’da bilim tarafından yerine getirildiğini” savunur.
İnsan “doğal
olmayan” bir âlet yaptığında, -aynen günümüzde görüldüğü gibi- yaptığı âletin “âleti”
olur. O âleti kullandığı kadar âlet de onu kullanır. Oysa insanın elleri “araç
yapan araçlar”dır. Eller doğal olduğu için, ellerin yaptığı da doğal olmak
zorundadır. Bu bağlamda doğala, normâle ve fıtrata aykırı üretimler olan modern
teknoloji, ellerle ortaya çıkarılır ama sonuçta “ellere” zarar verir. Modern
anlamda ellerin yaptığı “el”e de zarar veriyor. Ellerin doğal olarak yaptıkları
hem kendine hem de “ele” yarar sağlarken, modern anlamda doğala aykırı olarak
yapılanlar ise yapanların hem kendine hem de “ele” zarar vermektedir. Elin
yerine makinenin geçirilmesinin -bâzı yararları olsa da- tüm insanlık için
zararları olmuştur-olmaktadır.
Modernite, “elleri doğal
olmayan yönde kullanmak ve doğala aykırı âletler üretmek” demektir. Bunu artık
modern müslümanlar da “yarârı var” diyerek savunmaktadır. İçki ve kumarın da
bâzı yararları vardır ama zararları daha çoktur. Zararları daha fazla olduğu
için içki ve kumar yasaklanmıştır. Peki zararları daha çok olmasına rağmen
modern-bilim ve teknoloji niçin yasak ve haram îlân edilip vazgeçilmiyor ve
modern-bilim ve teknoloji yerine doğala, normâle ve fıtrata uygun olan “bilim
ve teknik” ikâme edilmiyor?. Konu modern-bilim ve teknoloji olunca niçin
hiç-bir sorgulama yapılmıyor ve bunlar kutsanıyor?. Modern müslümanlar, siyâsi,
sosyâl ve biraz da ekonomik alanda küfre ve şirke dönük olan uygulamaları eleştirirken
ve îtirâz ederken, iş modern-bilim ve teknolojiye gelince sus-pus oluyorlar.
Modern-bilim ve teknoloji sanki insanlığın ortak paydasıymış gibi davranıyorlar.
Modern-bilim ve teknoloji lâik-seküler-modern insanın ortak paydasıdır tabi ki.
Zîrâ onlar modern-bilim ve teknolojiyi, insanlığın “hakîki ortak paydası” olan dînin
yerine koydukları için ortak payda olarak kabûl edebiliyorlar. Fakat modern-bilim
ve teknoloji müslümanlar için ortak payda değildir, olamaz. En azından bir
sınır koymak zorundadırlar. Çünkü o şirk ve küfür olarak gördükleri ve eleştirdikleri
modern hurâfeler, modern-bilim ve teknoloji bağlamında ortaya atılmakta ve tüm
Dünyâ’ya dayatılmaktadır. Hattâ klâsik hurâfeler bile alttan-alta modernite ile
desteklenmekte ve korunmaktadır. Herbert Marcus, teknoloji eleştirisine
girişmeksizin, her-şeyin bir nesne hâline geldiği, teknolojik sistemin birer
öğesi ve aracı hâline getirildiği modern-kapitâlist toplumun eleştirisine
girişmeyi mümkün görmez. Yâni şirk ve küfür eleştirisi modern-bilim ve
teknolojiden kopuk olamaz. Bir yazıda teknoloji hakkında şunlar söylenir:
“Heidegger’e göre modern insanın belirleyici özelliği teknolojiye olan
bağımlılığıdır. Teknolojinin egemenliği altında sâhici olmayan bir hayat yaşar.
Bir teknisyendir o. Âletler tasarlayan, her işini âletler kullanarak
yapan, âletlerle her-şeye biçim ve düzen vermeye ve böylelikle her-şeyi denetim
altına almaya çalışan bir teknisyendir. Gerçekliği kendi zihninin yapısına göre
biçimlendirir. Denetler, ama denetim altına alındığını anlayamaz. Asıl
kötüsü, kullandığı, el altında bulundurduğu âletlerle çevrelenmiştir. Yaşamını
kolaylaştırdığını düşündüğü işlevsel nesnelerce kuşatılmış bir dünyâda yaşar.
Bu kuşatılmış, çevrelenmiş, pratik ve teknik dünyâda kendini güvencede
hisseder; gelgelelim, özgür değildir. Nesnelerle çevrelenmiş modern insan
târihsellikten yoksun olarak yaşamaktadır. Âletler onu canlı tecrübeden
koparırlar. Onun içinde bulunduğu bu durum bir ‘düşmüşlük’tür. Düşmüşlük
dünyâda bulunmayı, ama ‘sâhici bir hayat yaşamaksızın bulunmayı’ ifâde
eder. Bir tür nesneleşmedir düşmüşlük ve Marx’ın şeyleşme,
yabancılaşma nosyonuna yakındır.
Heidegger , Platon’un idealar öğretisini rehber edinen
batı meta-fiziğinin bir üretim meta-fiziği olduğunu ileri sürer. Ona göre
modern insanın teknolojiye bağımlılığının temelinde Yunanlıların üretim meta-fiziği,
‘üretim için üretim’ anlayışı vardır. Yunanlılar için varlıktan, vârolmadan söz
edebilmek için üretilmiş olmak gerekiyordu. Bu anlayış giderek ‘şey’ üzerine
düşünmüş ve vâroluşunun farkında, bilincinde olan varlık’ı gözden
kaçırmıştır”.
Modern-bilim
ve teknoloji; mânâyı, dîni, Allah’ı, aşkınlığı, meta-fiziği, vahyi,
peygamberliği, gaybı vs. hâkim olmaktan ve hattâ görünür olmaktan uzaklaştırmıştır
ki zâten hayâtiyetini bundan alır.
Batı-modernliğini baskın
karaktere dönüştüren şey; onun bilim anlayışı ve o bilime dayalı geliştirdiği
teknolojik üstünlüğüdür. Bu teknolojik üstünlüğünü ise hem siyâsi, hem askerî,
hem de kültürel unsurlarda açık bir şekilde göstermektedir. İktisâdi alana
tahakküm derecesinde sâhip olduğu gerçeği de bu teknolojik gelişmeler ve
üstünlüklerine bağlı olduğu da açıktır.
İnsanlar
tembelliği severler, o yüzden de rahatlığı çok severler. Modern-bilim ve
teknoloji ise bu rahatlığı -görece- sağlayacak ürünler ortaya çıkarır. Gerçi
ortaya çıkanlar insanların aynı-zamanda rahatını da kaçırır. Çünkü aslında modern-bilim
ve teknoloji, yaralarının yanında zararları da birlikte getirir. Zîrâ doğal,
normâl ve fıtrî değildir ve böyle olunca yararlarının yanında mutlakâ zararları
da olur ve hattâ aslında zararları daha çok olur.
Modern-bilim
ve teknoloji insanlığın ortak paydası olamaz. Çünkü modern-bilim ve teknoloji
yüzünden Dünyâ’nın yarısı aç-susuz, evsiz, mahrûm ve mazlum bir şekilde
yaşamaktadır. Buna neden olan şey çok açıktır ki modern-bilim ve teknolojidir.
Modern-bilim ve teknoloji geliştikçe bu durum tersine döneceğine yâni
mazlûmiyet biteceğine, tam tersine sürekli artıyor. Küçük bir azınlık faydalanıyor
ama Dünyâ’nın çoğu aslında modern-bilim ve teknolojinin ortaya çıkardıkları nedeniyle
madden yada mânen muzdariptir. O hâlde müslümanlar için modern-bilim ve
teknoloji insanlığın ortak paydası olamaz. Zîrâ modern-bilim ve teknolojinin
tüm Dünyâ’ya ve tüm insanlığı ortak bir faydası yoktur. Ortak faydası olmayan
şey “ortak payda” olamaz.
Dünyâ’nın
en az yarısının kötü durumda olmasının nedeni, modern-bilim ve teknolojinin
şeytânî bir şekilde kullanılması olsa da, aslında modern-bilim ve teknolojinin
özünde, Allah’sız olması bakımından bir merhâmet, vicdan ve iyilik yoktur. Bu nedenle
“doğal bilim ve teknik” yerine modern-bilim ve teknoloji kullanıldığında şeytan
her zaman işe karışacaktır. Lâkin insanlar parmaklarına çalınan bir damla balın
keyfiyle modern-bilim ve teknolojinin ortaya çıkardığı perişanlığı
göremiyorlar. Çünkü modern-bilim ve teknolojiyi insanlığın ortak paydası
zannediyorlar. Oysa
modern-bilim ve teknoloji insanlığın ortak paydası değildir, olamaz. Bu
bağlamda bir yazıda şunlar söylenir:
“Paul Feyerabend’e göre bilimin
tanımında kesin tartışma ve düşünce özgürlüğü olmasına karşın, yaşamda bunun tam tersinin ortaya
çıktığı, bilimin baskıcı bir otorite işlevine
sâhip olduğu
görülmektedir. Çünkü ona göre bilim de bir ideolojidir ve diğer ideolojilere
göre bir üstünlüğü yoktur. Feyerabend, bilimin
17. ve 18.
yüzyıllarda önemli hizmetler sağladığını ve insanın özgürleşmesine
katkılar yaptığını
kabûl etmektedir.
Ama bu durum artık geçerli değildir; aksine,
bilim anlayış ve
uygulaması özgürleşmenin önünde bir engel konumuna gelmiştir.
Bilimin temeli, ‘önermelerin dış gerçekliği temsil
eden doğrular’ olduğudur. Hâlbuki
Feyerabend’e göre
dış gerçeklik ile kuram arasında bir temsil yoktur ve bilimin
değinilen temel
çıkış-noktası bir dogmatizmden başka bir-şey değildir”.
Modern-bilim
ve teknoloji ruhsuz olduğu için onu kullananları da ruhsuzlaştırıyor. O yüzden
modern-bilim ve teknolojinin en yoğun kullanıldığı yerlerde yaşayan insanlar en
ruhsuz insanlardır. Modern-bilim ve teknoloji arttıkça ruhsuzluk artmaktadır.
Modern insanlar robotlaşmışlardır ve kendileri de makine gibi olmuşlardır. Modern-bilim
ve teknolojiye meftûn ve râm olan insanların bakışı ile bir robotun bakışı arasında
neredeyse bir fark kalmamıştır. İçi boş bakışlı insanlar peydâh olmuştur. O
hâlde bunu ortaya çıkaran modern-bilim ve teknoloji, Dünyâ’yı vahiy-merkezli değiştirmekle
görevli olan mü’minlerin ortak paydası olamaz.
Son 200 yıldır
bizim hayâtımızı kolaylaştıran(!) her teknolojik yenilik belli problemleri de
berâberinde getirmiştir. Çünkü modern-bilim ve teknoloji aslında “insan için”
değil, “modern-bilim ve teknolojiyi yönlendirenler için”dir. Zîrâ modern-bilim,
teknoloji ve bilim-adamları bağımsız değildirler ve onlar küresel şirketlerin
yâni tâğutların yönlendirmesinde ve kontrôlündedirler. Onlar desteğini çektiği
anda ortada bilim ve teknoloji adına pek bir şey kalmaz. Bu tâğutların insanlığın
hayrına ve yarârına bir şey yapmaları söz-konusu değildir. Onların dini-imanı
para kazanmak ve kazançlarını daha da çok arttırmaktır. Zâten modern-bilim ve
teknolojiye bu kadar yatırım yapmalarının nedeni de budur. Tabi bu arada insanların parmaklarına da bal çalmayı
ihmâl etmezler. Modern-bilim ve teknoloji, “ilim-bilim ve teknik” değildir.
Bilim, daha çok kâr yapma uğruna tehlikeli bir şekilde, insanoğlunun önüne
geçemeyeceği bir iç-güdüyle, kendini yok edecek bir sistemi devamlı geliştirmektedir.
İnsanlar
“modem bir dünyâ yarattık” diye övünüyor. Fakat bu dünyâyı yaratıp teknoloji
geliştirmede çok başarılı oldukça insan ilişkileri de o ölçüde bozuldu.
Yaşantımızda başarıların insânî değil kapitâl değerlerle ölçüldüğü bir sistem
ortaya çıktı. Başarılı gibi görünen bir-çok kişi bir-çok vasfını insanlığın
değil kapitâlin hizmetine sunmuş, onun tarafından yönetilmektedir.
Bir tuşla
uzaklardaki insanlara gönderilen bir mesajın, içinde kelime-kelime dokunan bir
rûh ile yazılmış bir mektuptan daha üstün olduğunun delîli nedir?. Bunun delîli
modern-bilim ve teknoloji ile kışkırtılmış nefislerden başkası olamaz. Dünyâ’nın
diğer ucundan bir tuşa basmakla sevdiklerini karşısında görüvermek, insanların
birbirlerine olan sevgisini öldürmüştür. İnsan belli zamanlığına da olsa sıla
hasreti çekmesi gereken bir varlıktır. Formatında ve fıtratında bu vardır.
Aksi-hâlde kavuşmanın bir anlamı olmaz. Çünkü modern teknoloji ile Dünyâ’nın
uzak bir köşesine bir-kaç saatte gidiveren biri, oraya ulaşır-ulaşmaz yakınlarıyla
mesaj ve görüntü ile iletişim kurması bir duygu oluşturmaz. Modern-bilim ve
teknoloji insanın rûhunu ve duygularını baltalamış ve insanın içini zehirlemiştir.
Duygularını, umutlarını, rûhunu, sabrını ve sevgisini yok etmiştir.
Buna rağmen
modern-bilim ve teknoloji sanki müslümanların da ortak paydasıymış gibi
görülüyor ve modern dünyânın her-şeyine îtirâz eden müslümanlar, sıra ekonomiye
gelince biraz, ama modern-bilim ve teknolojiye gelince tümden değişiyor ve
modernitenin safına geçiveriyor. Modern-bilim ve teknolojiye niçin hiç-bir
eleştiri yapmıyorlar?. Modern-bilim ve teknoloji yeterli oranda eleştirilmemiştir
ve eleştirilmemektedir. Çünkü modern-bilim ve teknoloji direkt olarak nefislere
nişan almaktadır ve bu nedenle nefsi kışkırtmakta ama rûhu köreltmektedir.
Nefis, kendisini kışkırtan her-şeyden çok memnun olur ve onu çok sever. Bu
bağlamda ekonomi, modern-bilim ve teknoloji müslümanların yumuşak karnı
olmuştur. Oraya hiç bas(a)mamaktadırlar.
Modernizmin
beşiği olan batı’nın, “ahlâkını, siyâsetini ve sosyo-kültürel yapısını
almayalım ama bilimini alalım” demek hem beyinsizlik hem de bir düşüklük
göstergesidir. “Teknolojisini alalım fakat ahlâkını almayalım” dediler ama
tersi oldu. Teknolojisini aldığınızda otomatikman ahlâkını da almış oluyorsunuz
çünkü. Zîrâ batı, teknolojisini, modern batı telâkkisi, aklı ve ahlâksızlığı
ile ortaya çıkarmıştır. Batı’nın ahlâkı, (daha doğrusu
ahlâksızlığı) teknolojisinin
içinde mündemiçtir. O teknolojiler, mevcut ahlâk(sızlık)larının bir ürünüdür. O
ahlâksızlık, kitleleri yok edecek silahlar üretir meselâ. Müslümanlar, batı’nın
teknolojilerini bir-türlü alamazlarken yada aldıkları teknolojilerin sâdece
“kabuğunu” alıp içeriğini alamamışlarken; ne kadar ahlâksızlıkları varsa
aldılar ve alıyorlar. İşte bu bir cezâdır. Zîrâ kendi iç-dinamikleri ile üretim
yap(a)mayıp, batı’nın hazır ürünlerini almışlardır. Tabi yanında
ahlâk(sızlık)larını da..
Ey
müslüman bilim-adamı!; eğer modern-bilime hiç-bir eleştirin yoksa, anlattığın
şeyler sâdece modern-bilimin hikâyesi ise ve kendi kişisel bir
düşüncen-teorin-hipotezin yoksa, sen aslında “modern-bilimin büyüsü altında
onun taşeronluğunu yapıyorsun” demektir. Yine; varlığı, inançsızlar gibi anlıyorsan
ve anlatıyorsan, yâni ilmini onlardan alıyorsan, onların inancını da
paylaşıyorsun demektir. Yâni ilmini aldığının ahlâkını da inancını da almışsın
demektir. Bu nedenle Pozitivist Dünyâ’nın bilimini aldığınızda, “pozitivist
ahlâkını” (daha doğrusu etiğini) da almış olursunuz. Ahmet Kalkan bu konuda
şunları söyler:
“Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: ‘Batı’lıların
sâdece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır’. Düşünülmez ki, teknik
ve teknolojik aygıtlar, dünyâ-görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zâten
bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka-plândan koparılamaz.
Söz-gelimi, ‘buzdolabı’, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan
yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere
verilirdi. İnsanlar, evlerine gıdâ depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, ‘verme’yi
unutturan ‘egoist’ kültürüyle, kullananlara sâdece kendini düşündüren yaşama
biçimiyle geldi. Çamaşır-makinesi alınca ister-istemez deterjan, yumuşatıcı,
kireç-sökücü gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu
yardıma çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler,
makine alır-almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri
çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kaset-çalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi
kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek
yetecektir”.
Mehmet
Akif Çeç de bu konuda şöyle der:
“Müslüman intelijansiya, batı konusunda iki asırdır
‘eklektik’ bir yaklaşıma sahip olmuş ve kendince batı’nın ‘iyi yanları’ olarak
gördüğü bilim, teknoloji ve modern kurumları almayı âdetâ olmazsa-olmaz bir
dînî vecîbe ve çağdaş bir cihad yöntemi olarak telâkki etmiştir. ‘İyi
yanlar-kötü yanlar’ ayrıştırması temelinde yapılan seçmecilik netîcesinde, iyi
yanlar, Shayegan’ın tâbiriyle kendi geleneğimize ‘yamalama’ yapılacak ve
böylece kendimizi de kaybetmeden yeni bir senteze ulaşmış olacaktık. Böyle bir
senteze hiç-bir zaman ulaşılamadığı gibi, bu yaklaşım modernleşmenin
içselleştirilmesine de verimli bir ortam sağlamış oldu. Açıkça belirtmek gerekirse,
iki asırdır intelijansiyamıza musallat olan hangi batı’cılık ve eklektik
batı’cılığın, daha mâsumâne bir görünüm eşliğinde, âlem-i İslâm’ın
batı’lılaşmasına etki ve katkısı militan batı’cılıktan çok daha fazla olmuştur.
Bugüne kadar ne Hristiyan, ne Hindu, ne Budist, ne Japon, ne
de Çinli kalarak modernleşmenin başarılı bir örneği sergilenemediği ve
sergilenme ihtimâli de olmadığı gibi, müslüman kalarak modernleşmenin de mümkün
olamayacağı iki asırlık tecrübe sonrasında apaçık ortadadır. Bu din-dışı
uygarlık sâdece dinlerin geleceğini tehdit etmekle kalmamış; insanın tanrıyla,
insanlarla ve doğayla olan ilişkisini ifsâd ederek gayr-ı insânî, gayr-ı ahlâkî
ve gayr-ı âdil bir dünyâ inşâ etmiştir”.
Modern-bilim
ve teknoloji, sanatı ve zanaatı yok etmektedir. Eskiden zanaât ile sanat aynı
şeydi. Çünkü meslek erbabları zanaatlarını bir sanat olarak yaparlardı.
Sanatsal meslekler vardı. O yüzden el çok önemli idi. El işlevsiz kalınca yâni
teknolojik âletler elin yerine geçince, zanaât “sanat” olmaktan çıktı. Zâten
bir süre sonra zanaat da kalmadı-kalmayacak. Teknolojik ürünler bir zanaât
değeri taşımazlar. Çünkü sanatsal değildirler. Bu nedenle de sanat ayrı bir şey
olarak görülmeye başlandı. Modern-bilim ve teknoloji zanaât düşmanıdır. Chuang-Tzu:
“Makine kullanan kişi bütün işlerini makine gibi görür; işlerini makine
gibi gören kişinin makine gibi bir yüreği olur. Ve göğsünde makine gibi bir
yüreği olan kişi mâsumiyetini kaybeder. Saf mâsumiyetini kaybeden kişi rûhunun
hareketlerinde kararsız olur” der.
Modern insan kendini Dünyâ’nın
merkezinde görür. Bunu modern-bilim ve teknolojiyle yaptıklarına bakarak söyler.
Aslında modern-bilim ve teknolojiye baktığında kendini aşağılık bir durumda
görmesi gerekir. Zîrâ Dünyâ’nın yarısını perişân eden şey modern-bilim ve
teknolojidir. Bilim-adamları ve teknisyenler “modern Moğollar” hâline gelmişler
ve Dünyâ’yı “yapıyorum” diye yıkmaktadırlar. Bu yıkım sâdece madden değil,
mânen de ağır bir yıkım getirmiştir.
Heidegger’e göre Tekhne,
tamamlanmış bir eserin, meydana getirilmesine iştirâk eden bilginin adıdır.
Yapıp-etme bilgisi değil, daha ziyâde “ustalığa âit olan bilgi” demektir. Usta,
üretirken yapıp-ettiği şeye dâir hiç-bir aşamada bilgi eksiği olmaması gereken
kişidir. Üretimi bilgisi-kontrôlü altında gerçekleştirebilmelidir. Modern
zamanların teknolojisi bu noktada tekhneden uzaklaşır. Teknolojiyi “ustalığı”
öldürmüştür. Teknolojide bir meydan okuma hâkimdir. Teknoloji, meydan okuma
karakteri nedeniyle tekhneden farklıdır. Tekhnede tehdit yoktur. Onun ürünü
olan şeyler doğaya âit ve ona uygun olmalıdır. Ama teknoloji, esas karakteri
meydan okuma olduğu için doğaya saldırır ve onu dönüştürür. Tekhne ile tekniğin
özü arasındaki bu farklılığın nedeni genel olarak rasyonel düşüncede, özel
olarak Descartes’in özne-nesne ayrımında bulunabilir. Modern teknoloji insanı
kuşatır. Böylece insan da artık diğer nesnelerden herhangi biridir. İnsan bu çerçevede
kaldıkça çobanı olduğu varlık geri çekilir. İnsanın varlığın çağrısından uzakta
kalması Heidegger’in düşüncesine göre bir tehdittir. Teknolojideki esas tehlike
de budur.
Modern küfür, insanlığın
ortak paydası zannedilen modern-bilim ve teknoloji ile yapılmaktadır, zîrâ
modern-bilim ve teknoloji hem dîni hem de mânâyı örtmektedir. Modern insana
göre insanlığın ortak paydası modern-bilim ve teknolojidir. Oysa kadim bilgiye,
doğala, normâle ve fıtrata göre insanlığın ortak paydası din, merhâmet, vicdan
ve adâlettir. Dünyâ’nın hâl-i pür melâli, moderniteyle birlikte insanlığın “ortak
paydası”nın değişmesinin bir sonucudur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder