“Kendi istek ve
tutkularını (hevâsını-nefsini) ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi
vekil olacaksın?” (Furkân 43).
Nefs kelimesine lûgatta; “can,
kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zâtı olan, kendisi. Göz. Şehvet ve gadâbın
mebdei olan kuvve-i nefsâniye. Fıtrî meyil, bedenin hissî istekleri. Rûh,
hayat, asıl. Maya. Hamiyet” anlamları verilmiştir.
Nefs, canlı ve irâdeli
varlıkların bir güdüsüdür. Hayvanlarda nefs vardır ve her hareketleri
nefislerine göredir. Zâten nefsine göre yaşayan insanlar için, “hayvan gibi
yaşıyor” denir. Bitkiler de kendilerine has olan nefislerine göre yaşarlar ve
nefislerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını beklerler. Tabi bitkiler harekete sâhip
olmadıkları için bir eylemde bulunamazlar. Demek ki terbiye edilmemiş olan
nefs, maddî olan taraf içindir ve bu nedenle de bilinçsizdir. Hattâ nefs, bilincin
kendisini kısıtlamasına da dayanamaz. Fakat maddî bir varlığı olmayan cinlerin
de nefsleri vardır. O hâlde nefs, “çıkar içindir” denebilir. “Sâdece irâdeli
varlıklarda nefs bulunur” düşüncesi yanlıştır. Çünkü meleklerde de irâde vardır
fakat nefs yoktur. Onlar Allah’a kayıtsız-şartsız itaat ederler.
Nefs, gafletten beslenir.
Gâflet hâlinde olanları yönlendiren şey nefstir. Kişinin nefsi onu yönlendirmeye
başladığında, bencilliğe yönelik yollara yönelir. Öyle ki, kişi artık buna
alışır ve bu durumdan kurtulamaz. Yâni nefsinin esiri hâline gelir. Bu kişilere,
bilince yönelik en küçük bir şeye kafa yormak bile zor gelmeye başlar. Artık
ona haz veren her şey onun için “iyi” hâline gelirken, hazzını engelleyen
her-şey de “kötü” hâline gelir.
İşte Dünyâ’ya hâkim olan ve
Dünyâ’yı son 200 yıldır yönlendiren modernite, nefs-merkezli bir uygarlık
kurmuştur ve nefse uymak hem çok kolay hem de haz veren bir şey olduğu için,
insanlar bu akıma hemen kapılmışlar ve moderniteye yâni nefse göre düşünmeyi ve
yaşamayı seçmişlerdir. Artık bu yaşam tarzına uygun olmayan ve aykırı olan
anti-nefsî düşünceler ve yaşamlar modern insanı korkutmakta ve
tiksindirmektedir. Öyle ki, bilinç-merkezli olmak kötülenirken, nefs-merkezli
olmak üstün tutulmaktadır. Nefs-merkezli yaşamayanlar “aptal” olarak görülmekte
ve kınanmaktadır. İnsanlar nefsine göre yaşamamayı anlamamaktadırlar. Bir ideâl
uğruna nefsinden ve hazzından vazgeçmek düşüncesi modern insanı dehşete
düşürmektedir. Öyle ki, bu tarz tutumda bulunanlar alaya alınmakta, bir süre
sonra da çeşitli dayatmalara mâruz bırakılmaktadır. Âileler nefsine göre
yaşayan ve hedef koyan çocuklarını sever ve takdir ederken, bilince ve îmâna
yönelik düşünceler ve hedefler peşinde koşan çocuklarının “beyninin yıkandığı”nı,
yanlış yollara kapıldığını düşünmektedirler. Eski nefs-merkezli yaşamlarından
vazgeçmiş çocuklarının yada yakınlarının yeni hâlleri onları rahatsız
etmektedir.
İnsanlığın
bu çağda en büyük sorunu, bedeninin=nefsinin hoşuna giden şeylerin “doğru”
olduğunu zannetmesidir. Tabi bedene sıkıntı veren ve hazzı engelleyen şeylerin
de “kötü” olduğunu düşünmektedirler.
Akıl; doğu’da “Allah’ın
kontrôlü”nde iken, batı’ya yâni Yunan’a ve Roma’ya gidince “nefsin kontrôlü”ne
girmiştir. Dünyâ’da Greko-Romen bir nefsî uygarlık oluşmuştur. Bu uygarlık “akla
göre” düşündüğünü ve yaşadığını söylemekte ve bunun en üstün düşünce ve yaşam-tarzı
olduğunu söylemektedir. Bu nedenle de tüm Dünyâ’ya nefis-merkezli ve nefse
yönelik uygarlığını (medeniyet değil) dayatmakta, kabûl etmeyenleri de askerî, ekonomik,
siyâsi ve kültürel baskı altına almaktadır. Böylece Dünyâ’da şeytanın güçlü bir
iktidârı kurulmaktadır. Zîrâ îman-merkezli olmayanların nefsi şeytanın
elindedir ve onun kontrôlündedir.
“İslâm’dan kopuk olan akıl-merkezlilik”
aslında, “nefis-merkezlilik”tir. Bâzıları,
nefislerini akılları zannediyor. Bunlara göre akıllı yaşamak, “nefsine göre
yaşamak”tır. Îman ile sınırlanmayan akıl, nefsin güdümüne girer ve ancak
fitne üretir ve ifsâd eder. Îmâna taâllûk etmeyen akıl, nefsin güdümünde
olacağından dolayı, ancak ifsâd eder.
Müslümanlar da nefs-merkezli
bu uygarlığın kuşatması altındadırlar ve artık bu hayat-tarzı müslümanlar
tarafından da uygun görülmeye başlanmıştır. Bu nedenle de İslâm’ın evrensel
değerleri seküler bir yorumlamaya tâbi tutularak ve nefse uygun hâle
getirilerek, “beşerî değerler” olarak sunuluyor. Kur’ân’ı; moderniteye, nefse
ve çıkara uydurmak için yorumlamaya bir başladınız mı, şeytan en büyük
destekçiniz olur. Zamâna göre nefsin değişmesi, zamâna göre vahyin değişmesini
gerektirmez.
Nefsin en bâriz görünümlerinden
biri de kibirlilik hâlidir. Kibir, ancak nefstendir ki o da şeytandan
kaynaklanır. İlk kibir gösterisi şeytana âittir ve âlemlerin rabbi olan Allah’ın
emrine karşı gelerek secde etme emri verilen kişiyi küçük görerek “ben ondan
üstünüm” demesi, tamâmen nefs ile ilgilidir. Çünkü şeytan da cin tâifesindendir.
Kibir, “kul”luğu kabûl edememekten doğar. Allah’a teslim olamayan, nefsine
(kendisine) teslim olarak kibirlileşir.
Kötülük,
insanın nefsi ile ilgilidir, fıtratı ile değil. Zîrâ insanın fıtratı İslâm ile
birebir örtüşür. Kriter olarak Allah’ı-Peygamber’i-Kur’ân’ı yâni İslâm’ı kriter
almayanların kriterleri, “nefs”tir. Böyle kişiler artık nefsin kılavuzluğunda
yol alırlar.
Modern
özgürlük telâkkisi, “ilâhi olan”ın güdümünden çıkıp, “bedenî-nefsî olan”ın
güdümüne girmekle oluyor. Modernizm, insanın
nefsini güçlendirirken, rûhunu zayıflatıyor. Modern sistemin en büyük düşmanı,
“nefsin dizginlenmesi” düşüncesi ve ameliyesidir. Zîrâ modernite hayâtiyetini,
“nefsin kışkırtılması”ndan ve azdırılmasından alır.
Modern insan; “değer
bilinci” olmayan insandır. Olmazsa-olmaz olan bir değeri bulunmadığı için,
görüşlerinin sağlamasını yapacak bir dayanağı yoktur. Böylece mecbûren nefsine
göre düşünmekte ve yaşamaktadır. Böylece nefsinin peşine takılır ve nefsi onu
nereye sürüklerse oraya gider.
Nefs şiddetle kötülüğü
emreder. Çünkü terbiye edilmemiş olan nefsin bir ölçüsü-kriteri yoktur. Tek
kriteri çıkar, haz ve hayvânî güdülerin ve dürtülerin tatminidir. Nefsini
kontrôl altında tutanlar ise, nefsin potansiyel kötülüğünün olduğunu kabûl
ederler ve nefsin ayartmasından Allah’a sığınırlar:
“Ben
yine de nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis şiddetle kötülüğü emreder.
Ancak Rabbimin rahmetiyle yarlığadığı müstesnâ. Muhakkak ki, Rabbim bağışlayıcı
ve merhâmetlidir”
(Yûsuf 53).
Allah rızâsı
için yapılmayan işler, nefsin rızâsı için yapılır. Fakat nefsin rızâsı için
yapılan işler boşa gider. Zîrâ gidecek başka bir yeri yoktur. Maddeden başka
bir ölçü tanımayan seküler batı uygarlığı ve modern insan, her-şeyi nefsin rızâsına
göre plânlar ve nefsine uyarak yapmaya başlar. Çünkü ona göre kendisine haz
veren her-şeyi “iyi” ve “doğru” görmeye başlamıştır. “Hazdan ödün vermek”
düşüncesi modern insan için bir felâkettir. Hattâ hazzı erteleyen yada iptâl
eden düşünce ve davranışlar yobazlık ve terör ile bile yaftalanmaktadır.
Nefs-merkezli dünyâ,
nefs-merkezli dayatmalarını seküler siyâsetler ile yapmaktadır. Bu uygulamalar
ve ideolojiler tam da nefse uygun sistemlerdir. Bu ideolojilerden günümüzde en
popüler olanı demokrasidir. Demokraside işe Allah karıştırılmaz ve insanın nefsi
serbest bırakılır. Demokrasideki “özgürlük”, Allah’tan, dinden, îmandan,
günahtan özgür olmaktır. Nefs-merkezli bir ideoloji olan demokrasi, insanı her-şey
için özgür bırakır ve böylece nefsini kışkırtır. Demokrasi, İslâmî-fıtrî
kânunların iptâli; şeytânî-tâğûtî-nefsî arzuların ikâmesidir.
İnsanların, bâtıl ve nefs-merkezli
olan modern bilimi de ortaya koyarak savunduğu sapıklıklar, nefsin
kışkırtılmasından dolayı iyi ve doğru gibi gözükmektedir. Açıkça kötü olan bir
şey, doğala, fıtrata ve normâle aykırı olan nefs-merkezli düşüncelerle
normâlleştiriliyor ve popülerleştiriliyor. Öyle ki artık tüm sapıklıklar “modernite”
adı altında kabûl edilebiliyor ve nefse uygun olduğu için kabûl edilmekte
zorlanılmıyor. Zâten şeytan da, nefse uygun olan şeylerle insanları kolayca kandırıp
iknâ edebiliyor.
Mevcut
sistem bağlamında düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ne kadar da kolaydır,
zîrâ “nefsi merkeze almak” yeterlidir. Sisteme aykırı bir din (İslâm)
bağlamında düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ise ne kadar da zordur. Zîrâ
nefsi karşınıza almanız gerekir.
Allah’ın kânunları, beşerin
nefsine uyana kadar yorumlanıp değiştirilirken, beşerin kânunlarının
değiştirilmesi teklif bile edilemiyor. Şirk, küfür ve zulüm denen şeytan-işi
pislik budur işte.
Dünyâ’ya “nefsin
penceresinden” bakmaya alışmış olanlar, nefse uygun olmayan şeyleri idrâk
edemezler. İdrâk etseler de kabûl etmek istemezler. Bu nedenle de şeytan-işi
pislik düzenlere uyanların gittikleri bâtıl yolun farkına varamazlar
En büyük sefillik, nefsin
peşinden hırsla koşmaktır.
İşin ilginç ve üzücü yanı da
şudur ki, artık müslümanlar da kitleler hâlinde nefs-merkezli bâtıl düşüncelerin
ve sistemlerin peşine takılıp nefse uygun hareket eder hâle gelmişlerdir. Bakıldığında
görülen şey şudur: Hz. Muhammed’in vahiy-merkezli yaşam-tarzı “out”, bâtıl
batı’nın nefsî yaşam-tarzı “in”.
Uyuyan insan mâsum görünür.
Zîrâ nefsi o anda etkisizdir. Ölüm ise nefsin işlevsiz kalması durumudur. Âhirette
nefs geçersizdir ve insanlar nefse göre değil Hakka ve hakîkate göre konuşmak
zorunda kalacakları için yalan söyleyemeyeceklerdir. Böylece her-şey apaçık
ortaya dökülecektir.
“Kim de Rabbinin divânında durmaktan korkmuş,
nefsini boş heveslerden menetmiş ise, kuşkusuz onun varacağı yer cennettir” (Nâziât 40-41).
Modernizm, bir nefs uygarlığıdır ve modern insan
nefsinin kılavuzluğu altında hevâ ve heveslerinin peşinde oyalanmakta ve
savrulmaktadır. Fakat Allah’ın sistemi olan sünnetullah, sapıklık belli bir
kriteri aşında devreye girecek, kurunun yanında yaşı da yakacaktır. O hâlde
bilince ve îmâna ermiş olan mü’minlerin âcil olarak yapması gereken şey, tüm
gayretleriyle ilk önce nefisleriyle mücâdele edip iç-âlemlerini (o)nurlandırdıktan
sonra, bu minvâlde dış-âlemi de aydınlatmak ve Dünyâ’yı şirkten, küfürden,
adâletsizlikten yâni zulümden kurtarmanın peşine düşmek olmalıdır. Bu uğurda sergilenecek
samîmiyet, ciddiyet, gayret ve azmin sonucunda Allah’ın yardımı mutlakâ
yetişecektir. Allah’ın yardım ettikleri ise mutlakâ gâlip gelir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder