22 Ocak 2019 Salı

Teknolojik Esâret

 

“İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır” (Rûm 41).

 

Âyette bahsedilen “fesad”, modern/post-modern zamanlarda en çok teknoloji ile açığa çıkıyor. Günümüzde bâriz olarak görüldüğü gibi, teknoloji insanların akıllarını blôke etmekte ve dikkatlerini dağıtmaktadır. Ayrıca, insanları sorumsuzlaştırmakta ve oyalamaktadır. Zîrâ doğal, normâl ve fıtrî olanın yerine sanalı ve sûni olan ikâme edilmiştir ve insanlar artık sanal ve sûni bir ortamda-zamanda yaşamaktalar; duyguları, tasavvurları, akılları ve eylemleri de sanal ve sûni olmaktadır. Teknoloji, insanın dolu-dolu yaşamasını engellemekte ve maddî ve daha çok da mânevi yönünü baltalamaktadır.

 

Teknoloji’nin insanlığa çok fayda sağladığı büyük bir palavradır. Modern Dünyâ’da insanı en çok aptallaştıran şey, teknolojidir. Meselâ modern gençliğin elinden akıllı telefonları, teknolojik ürünleri ve sosyâl medyayı aldığınızda, dımdızlak ortada kalırlar. Modern gençliğin sorunu, “sorunu” olmamasıdır. Modern gençlik mahrûmiyetten mahrumdur. Modern insan hiç-bir şeyi dert etmediği gibi, dert etmenin düşüncesinden bile rahatsız olmaktadır. Oysa insanı “insan” yapan etkenlerden biri de, varlığın yapısından ve “imtihan”dan kaynaklanan “doğal sorunlar”la karşılaşmak ve bu sorunların üstesinden gelebilmektir. Zâten insanı tatmin edecek olan şey budur.

 

Modern dünyâ, “teknolojik bir esâret” altındadır. Dolayısı ile modern insan teknoloji ile kuşatılmış ve hapsedilmiş durumdadır. Zîrâ liberâl kapitâlizm, -her şeyde olduğu gibi- teknolojiyi de, “ihtiyaçtan kaynaklanan arz”dan dolayı değil, “üretimden kaynaklanan taleb”e çevirmiştir. Zîrâ teknolojiyi üreten küresel sermâyedarların hırsı ve ihtirasları bitmek bilmiyor.

 

Teknolojiyi tâkip etmek artık “üstün ve bilgili insan” imajı oluşturuyor. Tüm Dünyâ’da büyük bir rağbet görmesi, teknolojinin eleştirilmesini ve hattâ en ufak bir söz bile söylenmesini imkânsızlaştırıyor. Teknolojiye laf edenler ve eleştirenler “bilim düşmanlığı” ile yaftalanıyor ve karalanıyor. Çünkü teknoloji, modern dünyânın ve insanın kutsalı hâline gelmiştir. Fatih Topaloğlu:

 

“Bilim bu-gün teknoloji aracılığıyla günlük yaşantımızı öyle radikâl bir şekilde değiştirmiştir ki, ona yönelik eleştirel her bakış ilerlemeye ve teknolojik gelişmelere karşıtlıkla suçlanmaktadır” der.

 

Bilim ile “bilimcilik” yâni “her şeyi ancak bilimin çözebileceği ve açıklayabileceği” iddiası farklıdır. Kapitâlizm, “bilim”i “bilimcilik”e dönüştürmüştür. “Bilimlilik”e evet; ama “bilimcilik”e hayır! diyoruz. Bilim doğayı araştırmamıza/anlamamıza yarayabilir, fakat bilimciliğin derdi başkadır. Bilim, insanları “teknolojinin kölesi” hâline getirmek istemektedir ve bu yolda epey bir mesâfe kat-etmiştir. Oysa bilim ve teknoloji, hiç-bir insanî soruna cevap verememiş ve insanî sorunu çözememiştir.

 

Aslında insanların bilim ile direkt bir ilişkisi yoktur. Daha çok, bilimin ürünleri olan teknoloji ile yoğun bir ilişki içindedirler. Teknolojiye sâhip olmayı “bilimsel olmak” zannediyorlar. Bilimin görünen yüzü olan teknoloji ilâhlaştırılmaya çok müsâit ve bilimin en sâdık pohpohlayıcısıdır. Teknoloji, yararlarının yanında zararları da birlikte getiriyor.

 

Modern bilim, teknolojinin kölesi durumuna gelmiş bilimdir. Öyle ki artık teknolojiye yaptığı kölelik nedeniyle yeni şeyler de söyleyemiyor. Teknoloji, bilimi duraklattı. Zîrâ son 50-60 yıldır bilimin söylediği yada ürettiği yeni bir şey yoktur. Sâdece, vâr olan teknolojinin “bir tık” ileriye gitmesi durumu vardır ki insanlar bunu, “bilim çok ilerledi” zannı ve ifâdesiyle dile getiriyorlar.

 

Teknoloji, insanları bilim-perest bir hâle getirildi. Teknoloji bu bağlamda ilahlaştı. İnsanlar teknoloji ile istisnâsız her-şeyin yapılabileceğini zannediyorlar ve umutlu bir beklenti içine girmiş durumdadırlar. Teknolojinin daha da gelişmesi(!) ile birlikte hayatlarının kolaylaşacağını zannetmekte ve ummaktadırlar. Oysa son 50 yılda teknoloji insanların yüklerini almaktan çok, onlara yeni-yeni yükler yüklemiştir. Modern bilim ve teknolojiye tapılmaya başlandı. Bu, “teknoloji hayranlığı” sâyesinde yapıldı. İnsanlar, “henüz bilmiyoruz, ama bilim bize öğretecek” yada; “ileride bilim ve teknoloji çok gelişecek ve insan kâinâtın tüm sırlarını çözecek” tarzındaki sihirli sözcüklere ne kadar da inanıyor. Ivan İllich:

 

Deneyimli bir tüketici için büyüsel teknolojilere safça bir güven duymaktan başka bir yol yoktur” der.

 

Kemâl Sayar ise:

 

“Teknoloji hayâtın kendiliğine ve doğallığına müdâhale ediyor. Böyle olunca da doğallık tarafından denetlenemeyen bir standart belirleniyor ve herkesin bunu kabûl etmesi isteniyor” der.

 

Neil Postman, toplumsal ilişkiler ve çocuk tasarımı gibi kültürün bütünü üzerinde büyük değişikliğe yol-açan teknolojinin giderek tanrısal bir statüye kavuştuğunu ve bu nedenle de sorgulanmadığını düşünmektedir. Ona göre, teknolojik gelişmelerin sonuçlarının olumlu yada olumsuz olması, toplum tarafından irdelenmemektedir; çünkü insanın anlama ve duyumsama yetenekleri teknolojinin egemenliği altına girmiştir. Teknolojiye olan bu “körü-körüne inanç” bir “teknoloji çokluğu ve egemenliği” yaratmaktadır. Üzerinde fazla durmamakla birlikte Postman, teknolojik egemenliğin toplumsal temellerinin “kapitâlist dizgenin” içinde olduğunu düşünmektedir.

 

Modernizmin beşiği olan “batı’nın ahlâkını, siyâsetini ve sosyo-kültürel yapısını almayalım ama bilimini alalım” demek hem beyinsizlik hem de bir düşüklük göstergesidir. “Teknolojisini alalım fakat ahlâkını almayalım” dediler ama tersi oldu. Teknolojisini aldığınızda otomatikman ahlâkını da almış oluyorsunuz zâten. Zîrâ batı, teknolojisini, modern batı telâkkisi ile ortaya çıkarmıştır. Batı’nın ahlâkı, teknolojisinin içinde mündemiçtir. O teknolojiler, mevcut ahlâk(sızlık)larının bir ürünüdür. O ahlâksızlık, kitleleri yok edecek silahlar üretir meselâ. Müslümanlar, batı’nın teknolojilerini bir-türlü alamazlarken yada aldıkları teknolojilerin sâdece “kabuğunu” alıp içeriğini alamamışlarken; ne kadar ahlâksızlıkları varsa aldılar ve alıyorlar. İşte bu bir cezâdır. Zîrâ kendi iç-dinamikleri ile üretim yap(a)mayıp, batı’nın hazır ürünlerini almışlardır. Tabi yanında ahlâk(sızlık)larını da..   

 

Ey müslüman bilim-adamı!; eğer modern-bilime hiç-bir eleştirin yoksa, anlattığın şeyler sâdece modern-bilimin hikâyesi ise ve kendi kişisel bir düşüncen-teorin-hipotezin yoksa, sen aslında “modern-bilimin büyüsü altında onun taşeronluğunu yapıyorsun” demektir. Yine; yaratılışın aşamalarını-sürecini inançsızlar gibi anlıyorsan, yâni ilmini onlardan alıyorsan, inancını da paylaşıyorsun demektir. Yâni ilmini aldığının ahlâkını da inancını da almışsın demektir. Bu nedenle Pozitivist Dünyâ’nın bilimini aldığınızda, “pozitivist ahlâkını” (daha doğrusu etiğini) da almış olursunuz. Ahmet Kalkan bu konuda şunları söyler:

 

“Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: ‘Batı’lıların sâdece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır’. Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünyâ-görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zâten bunlar, belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka-plândan koparılamaz. Söz-gelimi, ‘buzdolabı’, kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıdâ depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, ‘verme’yi unutturan ‘egoist’ kültürüyle, kullananlara sâdece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır-makinesi alınca ister-istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç-sökücü gibi yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır-almaz, artık  aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir”.

 

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl 60).

 

Artık müslümanlar da Kur’ân’ı, İslâm’ı, Peygamber’i, Sünnet’i değil de, modern dünyâyı referans-ölçü almaya başladılar ve işlerini buna göre yapmaya çalışıyorlar. Kur’ân’ı modern dünyâya uydurmaya çalışıyorlar. Hâlbuki doğru olan, modern dünyânın vahye uygun hâle getirilmesidir. Çünkü Kur’ân, “dinsiz dünyâ”yı Kur’ân’a, Allah’a göre değiştirmek için vardır.

 

Deniyor ki, Kur’ân’da bahsedilen; “savaş için hazırlanılması istenen atlar” sözü artık, “savaş için tanklar hazırlayın” sözüne dönmüştür. Tabî ki günümüzde tanklara karşı atlarla savaşa çıkmayacağız ama, doğal ve normâl hayat, yâni Allah’ın istediği hayat da, “atların binek olarak kullanıldığı” hayattır. “Allah’ı referans almak” bu demektir.

 

Kur’ân’da bahsedilen “savaş atları”nın günümüzde tanklar olarak yorumlanması gerektiğinin delîli nedir?. Başka bir Kur’ân âyeti yada sünnet mi?. Hayır. Öyleyse bu delil “modern dünyâ”dır. Fakat o zaman da Kur’ân “nesne”, modern dünyâ “özne” olmuş olmuyor mu?. İyi de biz âhirette Kur’ân’dan sorulmayacak mıydık?. Yoksa herkes kendi yaşadığı, kendine göre “modern” olan zamandan mı sorulacak?. Fakat bunun bir delîli yoktur ki!. O hâlde şunu söylemek gerekir: “En ideâl hayat-şekli, atların binek olarak kullanıldığı, tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr topluluğudur”. Kur’ân’daki atları da modern zamanlarda yorumlamayacağız. Çünkü onlar, tarım toplumunun binekleridir. Kur’ân’daki “savaş atları”nı, bir-gün gelip de Dünyâ’nın altı üstüne geldiği zaman ve artık hiç-bir teknoloji işe yaramadığında yorumlayacağız. Şimdi ise, bize tankla saldıranlara karşı biz de benzer silahlarla saldıracağız, o kadar.

 

Modern insan; bir cep telefonuna, kendisini uzak diyarlara bir-kaç saatte taşıyan uçağa, televizyona, arabalara vs. modern teknolojik araçlara mest oluyor ve  referans olarak artık hep modern dünyâyı ve teknolojiyi alıyor. Zîrâ “teknolojik bir esâret” altında yaşamaktadır ve teknolojiyi “ilah” edinmiş durumdadır. Modern insan, modern dünyâyı ve teknolojiyi referans edinmeyenleri ise; bağnaz, yobaz, isyankâr, câhil, gerici ve hattâ artık “terörist” îlân ediyor. Hâlbuki teknolojik ürünlerle kuşatılmış mevcut modern dünyânın durumu ve gidişâtı hiç de iyi değildir. Cehennem, modern dünyâyı ve modern insanı kuşatmış olduğu hâlde, insanlar, “modern dünyânın en ileri gelişmişlik düzeyinde” olduğu saçmalığını ağızlarında geveleyip duruyorlar. Aykut Erdoğdu bu konuda şöyle der:

 

“İnsanlık karanlık çağa giriyor. Teknoloji hızla ilerken medeniyet geriliyor. Teknoloji hayâtımızı kolaylaştırırken rûhumuzu çalıyor. Artık yeni şiirler yazılmıyor. Yüreğimizi yakan türkülerin hepsi geçmişten. Tiyatro can çekişiyor. Yeni slogan bile bulamıyoruz. Ama otomobillerimizin konforu arttı. El çırpınca ışıklar yanıyor. Yoksulluğumuzun gece-kondulardan zenginliğimizin sitelerine, plâzalarına, akıllı evlerine taşınıyoruz.

 

Teknoloji, insana olan ihtiyâcı azaltıyor. Eskiden bizim yaptığımız işleri hatâsız bir biçimde yazılımlar ve robotlar yapıyor. Muhâsebeci yerine muhâsebe yazılımları var. Avukatlar yerine hukuk yazılımları gelişiyor. Doktorların yerini test cihazları almaya başladı. İşçilerden çok daha güçlü makineler 7/24 yük taşıyor. Yazılımlar ve robotlar insanoğlundan çok daha düşük mâliyetlerle çok daha fazla üretiyor. Ama bizler yâni işsiz bırakılan insanların bu üretileni tüketecek geliri yok. Bu yüzden batı’lı ekonomistler şu günlerde insanların üzerine helikopterlerden para saçmaktan bahsediyorlar”.

 

Bülent Akyürek ise:

 

“Bizim medeniyetimiz var, batı’nınki ise medeniyet değil teknoloji. Bize; ‘sizin kişi-başına düşen buzdolabı sayınız şu kadar, bilgisayarınız bu kadar. Siz üçüncü dünyâ ülkesi vatandaşsınız’ dediler. Bir sabah uyandık ve psikolojik olarak karatahtada yenildik. Ben de diyorum ki; müslümana göre bu böyle değil. Bize göre âilemizden biri hastalandığında ‘bir saat içinde refâkatçi olmak için hastâne bahçesinde toplanan kişi sayısıdır’ medeniyet. Güç de, medeniyet de budur. Âilenizden biri vefât ettiğinde bir saat içinde bir ölü başına düşen diri miktârıdır. Biz kendi değerlerimizde diretebilirsek bu terâzi bunu tartamayacak. Onlar tank, top diyecek, biz refâkatçi diyeceğiz. O zaman da oturup tekrar medeniyeti tartışacağız. Ortada 2 medeniyet yok, bir tâne var; o da İslâm Medeniyeti” der.

 

Müslümanlar kendilerini modern zamanların bilim ve teknoloji ile renklendirilmiş dünyâsına öyle bir kaptırmışlar ki, kendilerinden geçmişler. “İyi olmayan hiç-bir şey yok”, “ilerlemeyen hiç-bir şey yok”, “her-şey çok gelişmiş” cümleleri müslümanların da dillerine pelesenk olmuş. Nihâyetinde öyle bir duruma gelinmiş ki, sanki; “Allah bile kullarından işte tam da böyle bir Dünyâ istiyordu” denilecek. Allah sanki -hâşâ- bu modern sapmayı onaylıyor. Allah şimdi murâdına erdi mi yâni?. Allah -hâşâ- sanki kullarının elindeki akıllı telefonlarla internette fink attıklarını görünce onlardan çok hoşnut ve râzı. Mağdur olanlar dese ki; “ama modern sapma yüzünden bu duruma gelmenin bedelini birileri çok ağır ödedi-ödüyor”; hemen deyiverecekler ki; “kader”. -Hâşâ- sanki Allah da “Makyavelist” bir düşünceyle şöyle diyor: “Amaca-hedefe ulaşmak için yâni mevcut ve sözde gelişmiş böyle teknolojik bir dünyâ kurmak için bu bedellerin ödenmesi gerekir”. Peki bu bedelleri kim ödeyecek?. Tabî ki; toplumun en garibanları, fakirleri, güçsüzleri, teknolojiye ulaşamayanlar, “yeryüzünün lânetlileri”..

 

Eskiye göre “şimdi”nin daha iyi olduğunun delîli nedir?. Meselâ deniyor ki; “eskiden vebâ vardı ve insanlar ölüyordu, şimdi aşılarla bu önlendi”. Bir-çok şey gibi bu da bir yanılgıdır. Dünyâ’nın modern hâlinin çok gelişmiş olduğunu söyleyenler özellikle tıp alanında büyük bir ilerlemenin olduğunu söylerler câhillikle. Aslında eskiye göre değişen pek bir şey yok. Dünyâ Sağlık Örgütü (WHO) 2015 yılında 13.000 kişinin domuz gribinden öldüğünü açıkladı. (Bunlar resmî rakamlar. Gayr-ı resmî rakamlar çok daha fazla). Hem de bu ölümlerin 7.000’i -güyâ en gelişmiş ülke olan- ABD’de yaşandı. Daha önceki yıllarda ölü sayısı daha fazla idi. “Doğal bağışıklık” ile birlikte azaldı gripten ölüm oranı. Aslında son 100 yılda gripten ölenlerin sayısı yaklaşık olarak 150 milyon. Üstelik aşı-maşı hiç-bir fayda sağlamadı. Daha, gribin bile önlenemediği bir Dünyâ’da “eskiden vebâ vardı” demek ne derece önemlidir ki?.

 

Yine hasta-hâneler de lüksleşti ama hastalıklar hızla ilerliyor ve hastalıklara bir derman bulunamıyor. Bu açık da hasta-hânelerin lüks ile donatılmasıyla kapatılmaya çalışılıyor. Değişik ve gelişmiş(!) tıbbî cihazlarla hastalıklar teşhis ediliyor fakat iş tedâviye gelince çâresiz kalıyorlar. Tıbbın çok geliştiğinden bahsedilerek insanlar kandırılıyor. Aslında gelişen şey tıp ve tedâvi değil, “tıbbi cihaz teknolojisi”dir. Lüks cihazlardır. Tabi bu gelişme, hastaları tedâvi etme aşamasında pek de işe yaramaz. O “süper cihaz”lar! aslında bir sömürü aracıdır. Sürekli yapılan şey hastalık belirlemektir modern tıp anlayışında. Oysa hastalığı belirlemek demek, “tedâvi etmek” demek değildir. Hastalığı tedâvi edecek ilacınız yoksa bu lüks cihazların olmasıyla olmaması arasında bir fark yoktur. Teknoloji “ilaç” olamamaktadır. Belki de tam-aksine, “dert” olmaktadır yeni hastalıkları belirleyerek.

 

Teknoloji teslimiyeti blôke ediyor ve hattâ tam-aksine bir müstağnilik, bir kibir ortaya çıkarıyor.

 

Teslimiyetten (îman) doğan basit araçlar, teknolojinin üstün araçlarını alt edebilir. Bunun en iyi örneği, Firavun’un sihirbazlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz. Mûsâ’nın “âsâ”sı tarafından yok edilmesidir. Mûsâ’nın ağaçtan âsâsı, büyücülerin teknolojik âletlerini yenivermiştir: 

 

“Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hîlesidir. Büyücü ise nereye varsa kurtulamaz...” (Tâ-hâ 69).

 

Îmandan yoksun olan insanlar “akıllarına göre” düşünceler ürettiklerini ve ona göre üretim yaptıklarını zannederler. Oysaki ürettikleri bu düşüncelerin büyük bir çoğunluğu, “nefislerine göre” ürettikleri düşüncelerdir. Bu yüzden îmansız aklın ortaya çıkardığı teknoloji, hem aklı yok ediyor, hem de nice zulümler ortaya çıkarıyor. Bu nedenle post-modern ve ultra teknolojik zamanlarda ise, gürültüyle de paralel şekilde, katlanarak fazlalaşan, târihte hiç olmadığı seviyede bir zulüm, adâletsizlik ve ifsâd oluşmuştur. Atasoy Müftüoğlu, teknoloji hakkında şunları söyler:

 

“İçerisinde yaşadığımız dönemde toplumların dijitalleşmesi, insani ilişkileri de dönüştürüyor; ilişkiler insani sıcaklığını, içtenliğini, derinliğini kaybediyor. Kalıcı hassasiyetleri kaybediyoruz. Toplumların dijitalleşmesi, gözetleme toplumuna dönüşmesi, dijital teknoloji, özel hayat hakkını, mahremiyet hakkını tehdit ediyor. ‘Teknolojik akılcılık’, bilimsel-teknik uzmanlaşmayı mutlaklaştıran teknokrasi, teknolojik ön-yargılar, insanlığa mekanik kitle-katliamları çağını yaşattığı gibi, insâni vâroluşun ve değerler dünyâsının parçalanmasını/yıkılışını da yaşattı. Teknolojik başarılar ‘insanlıktan çıkmak pahasına’ gerçekleştirildi. Modern-seküler iktidarlar; mitolojileri, bilimi, sanatı, felsefeyi araçsallaştırarak bir ideolojiye dönüştürüyor. Bilim ve teknoloji daha çok kapitâlist çıkarlar adına kullanılıyor; bilim, sanâyileşme ve askerî-teknoloji üzerinde yoğunlaşıyor. Din’den bağımsız akıl, tek-bilgi biçimi olarak bilimsel bilgiye yaslandı. Bu durum, ‘insanî anlam ve değerlerin, insanî durumların ve yönelişlerin, bilimsel bilginin ilgi-alanı dışına çıkarılması’ demekti. Sınırları teknik akılcılık tarafından belirlenen bilim-anlayışı, insânî değerlere îtibâr etmedi. Bütün mutlaklara karşı savaşan modern-bilim, sonunda kendi-kendisini mutlaklaştırarak içerisinden çıkamayacağı derin bir çelişkiye düştü. Kibirli bir bilim-zihniyeti insânî vâroluşun ahlâkî/mânevî boyutlarına yabancı kaldı”.

 

Teknoloji de bir ideolojidir. Aklın ortaya çıkardığı teknoloji, aklı yok etmektedir. Zîrâ teknoloji, “modern bir hurâfe”dir. İnsânî değerler bu teknoloji ideolojisi ve hurâfesine fedâ edilmektedir.

 

Birilerini F-16'larla bombalayıp öldürünce “demokrasi getirmek/silah gücü/savunma hakkı” vs. oluyor; fakat kişi kendisini (mecbûren) “canlı bomba” yapıp patlattığında ve karşı taraftan birilerini öldürdüğünde “terörist” oluyor. Kendisine müslüman diyenlerin büyük çoğunluğu da buna inanıyor ve bu yaftalammayı kabûl ediyor. İşte medya/teknoloji büyüsü bu. Bu oyuna ancak câhiller inanır ve katılır.

 

Dünyâ’daki savaş, silah üreticileri ile, teknoloji-yazılım-internet üreticileri arasında sürüyor. Biri savaş isterken diğeri barış istiyor. İkisi de, “kendi istedikleri ortam olduğunda” zenginliklerine zenginlik katabiliyorlar çünkü.

 

Modern teknoloji, “yıkım teknolojisi”dir. Teknoloji ilerledikçe yıkım-gücü artan silahlar ve makineler çıkıyor ortaya. Teknoloji geliştikçe insan sınırlanıyor. Teknoloji, insanın o özel insânî özelliklerini körelttiği için, insan o kendine has özelliklerini kullanamıyor. Teknoloji, insanın sanat ve kültür duygusunu ve özelliğini yok ediyor. Teknoloji geliştikçe, sanat ve estetik zayıflar. Zîrâ teknoloji ruhsuzdur. Teknoloji “sanat” üretemiyor. Zîrâ içine rûh katılmamış hiç-bir şey sanat değildir. Bu nedenle teknolojinin ürünleri “sanat” değildir.

 

Müslümanlarda son 150 yıldır gündemde olan; bilgi-kalkınma-teknoloji-ilerleme gibi söylemler, hristiyan batı-dünyâsı bunlara sâhip olduğu ve tüm Dünyâ’ya bunu dayattığı içindir. Yoksa İslâm’da bunlar öncel konular değildir.

 

Afrika’nın kahredici yoksulluğunun ve açlığının nedeni, “teknolojik kuşatma”dır. Zîrâ teknolojiyi elinde tutan şeytan uşakları olan tâğutlar, Afrika’nın kalkınmasını ve kendi-kendine yetmesini teknolojik silahlar ve araçlar ile önlemektedirler. Teknolojiyi kullanarak Afrika’nın doğal kaynaklarını da sömürenler, Afrika’nın açlığına ve susuzluğuna neden olanların ta kendileridir. 

 

Teknolojinin ortaya çıkardığı kolaylıklar, yine “teknolojinin ortaya koyduğu zorluklar”ın bir sonucudur. Teknoloji, nefse dönük ve nefse yöneliktir. Bu yüzden teknoloji geliştikçe(!) açlık çoğalıyor. Hâlbuki tam tersi olması gerekmiyor mu?. Olmuyor, çünkü teknoloji ruhsuz olduğu için, zor durumda olanları göremiyor.

 

Evet; teknoloji çıktı, mertlik bozuldu.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Temmuz 2018 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder