30 Ağustos 2017 Çarşamba

Birden Fazla “Doğru” Var Mıdır?


“De ki: ‘Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. “Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel (doğru) iş yapmakta sanıyorlar” (Kehf 103-104).

Nasreddin Hoca, kadılık yaparken bir gün bir ahbâbı burnundan soluyarak gelmiş. Hasmı için söylemediğini bırakmamış. Sonra: “Hocam, ‘Allah aşkına söyle’ demiş, haklı değil miyim?”. Hoca ne yapsın?. “Haklısın” demiş. Ahbâbı sinirleri yatışmış olarak gitmiş. Onun hemen arkasından adamın hasmı gelmiş. Bu defâ da o başlamış atıp tutmaya; “yok bana şöyle, yok böyle yaptı” demeye. O da Hoca’ya sormuş: “Haklı değil miyim?”. Hoca: “Vallâhi çok haklısın” demiş. Adam da sâkinleşerek gitmiş. Tüm bunlara tanık olan Hoca’nın karısı bu işe şaşırmış kalmış. “Senin kadılığın da bir garip Hoca Efendi. İkisine de “sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu?” demiş. Nasreddin Hoca hanımının yüzüne bakıp: “Hâtun sen de haklısın!” demiş.

Nasreddin Hoca, aslında birbirleri için zıt şeyler söyledikleri hâlde onları sâkinleştirmek için dâvâlıların ikisinin de doğru söylediğini kabûl ederek her-birine “haklısın” demiş. Böylece taraflar sâkinleşerek işi daha fazla uzatmamış.  

Tabi ki bu bir fıkra ve gerçek dâvâlar bu şekilde çözümlenmez ve “haklı ve haksız olan ayırt edilerek” dâvâ bir sonuca bağlanır. Fakat artık modern zamanlarda bu fıkra “gerçek” oldu ve modern-liberâl birey; düşüncelerinin, sözlerinin, bildiklerinin ve yaptıklarının “doğru” olduğunu kabûl ediyor. Aslında zannediyor. Birileri onun bu düşünce, söz ve davranışlarının doğru olmadığını söyleyince de; “o senin doğrun, bu da benim doğrum” deyiveriyor. Karşı taraf bir şey diyemiyor, zîrâ birey; hem karşı tarafın söylediğini de “doğru” kabûl ediyor, hem de modern seküler ideoloji bireyden taraftır. Zîrâ bireyin tasavvurlarını, düşüncelerini, sözlerini ve davranışlarını seküler, liberâl, kapitâlist sistem empoze etmiştir.

“Herkesin kendi doğrusu var” sözü, ahmakça bir sözdür. Zîrâ, “herkesin doğrusu var, o da ona göre doğru” demek, “yanlış diye bir şey yok” demektir. Herkesin düşüncesi, sözü ve davranışı en azından kendisine göre “doğru” olunca, ortada yanlış diye bir şey olmayacaktır, kalmayacaktır. Bu durumda da “herkes doğru yapıyor” sonucu çıkacaktır. İyi de; herkes doğru yapıyorsa Dünyâ’nın bu perişân hâli nedir?. Pratikte durum hiç de söylendiği gibi değildir. Çünkü birileri acı çekmekte, feryâd-u figân etmekte, birileri yerken diğerleri bakmakta, “adamına göre muâmele” gırla gitmektedir. Adâletsizliğin olduğu yerde her-şeye “doğru” demek doğru değildir. 

Doğru; “nefse ve zanna göre doğru olan” değildir. Zâten nefse ve zanna göre bir doğruluk olmaz, yamukluk olur. Doğru “hakka göre olan doğru”dur. Zannınız, doğrunuz değildir. Doğru zannettiğinizdir. Şeytan, insanı aldatarak doğru yolda olduğunu zannettiriyor. Bir tek doğru vardır. O da, “Allah’ın gösterdiği”dir. Bu doğru, “mutlak doğru”dur:

“Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adâlet bakımından da tastamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek (kimse) yoktur. O, işitendir, bilendir” (En-âm 115).

İpek böceği-koza-kelebek süreci, farklı doğruları değil, “kesin doğru”ya giden süreçteki değişimleri gösterir. Doğru, ipek böceği sürecinin tamâmıdır. Zâten bu her-şeyde böyledir. Demek ki doğru, “tamamlanmış olan”dır. “Yarım-yamalak doğru” olmaz. Bir şeyin bir-önceki hâli, o şeyin “tam kendisi” olmadığı için o şeyin “farklı bir doğrusu” değildir.

“Yaklaşık doğru” doğru değildir. İki ayrı noktaya farklı yerlerden gidilebilir. Fakat bu yolların ikisi de “doğru” değildir. Doğru olan, “gidilecek yere en kısa yoldan ulaşılan yol”dur. Sağ kulağını sol elle göstermek de “sağ kulağı göstermektir” ama sağ kulağı sağ elle göstermek varken sol elle göstermek doğru değildir. Doğru, iki nokta arasındaki en kısa yoldur.

İki kişi birbirlerine zıt şekilde farklı düşünüyorlarsa mutlakâ birisi yanlıştır. Zîrâ doğru tektir. Modernizm doğruları çoğaltmakla ve her-şeye “doğru” demekle doğruyu anlamsızlaştırıyor ve ortada bir “doğru” bırakmıyor. Birbirine zıt olan doğrular ol(a)maz. Fakat birbirine aykırı olmayan bir doğrudan “daha doğru” olan doğrular vardır. Meselâ bir yakınımızı arayıp hâlini-hatırını, bir isteğinin olup-olmadığını sormak doğru bir şeydir. Fakat kalkıp bizzat yanına gidip yüz-yüze görüşerek genel durumunu öğrenmek daha doğrudur. O hâlde; doğru tektir, fakat doğrunun dereceleri vardır. Meselâ pamuğun rengi için söylenecek olan şey “beyaz” olduğudur. Pamuğun, -olmayacak şekilde- siyah yada daha başka bir renkte olduğunu söylemek ve “benim doğrum da bu” diyerek -pamuk siyah olmayacağı için- pamuğun renginin siyah olduğunu söylemek kesin olarak yanlıştır. Fakat bâzı pamuklar diğerlerine göre daha da bir beyaz olabilir.  

Bâzen, ne üşünecek ne de terlenecek bir hava olmamasına ve insanların geneline göre çok ideâl bir hava olmasına rağmen, bâriz bir şekilde birisi üşüdüğünü söylerken bir diğeri de çok sıcak olduğunu söyleyebiliyorsa, bu durumda ikisinden birinin doğru söylediğini değil, fizîki durumlarından kaynaklanan tıbbî bir sorunun olduğunu düşünmek doğru olur.  

Doğru, “doğru yolda olmak ve doğru yolda gitmek” demektir. Doğru yolda hedefe varılamasa da yine de “doğru yolda gidiliyor” demektir. O hâlde doğru, “sırât-ı müstakim üzre olmak” demektir. Karınca hac yoluna çıkıyor ve oraya ulaşması mümkün değildir. Fakat doğru bir istikâmet tutturduğundan dolayı yaptığı şey doğrudur. Demek ki doğru yolda olmak ilk başta niyet ile alâkalıdır. Doğru olmak için ilk başta niyetin doğru olması gerekiyor.

Doğrunun bir bedeli vardır. Bedeli olmayan şeyin doğruluğu da yoktur ve o şey bâtıldır. Çünkü bedeli olmayan bir doğru, sünnetullaha (imtihan) terstir. Doğru yolda olmak bâzen mallarla ve canlarla sınanmaya ve bu uğurda malından ve canından vazgeçmeyi de gerektirebilir.

Yamuklarla birlikte yürüdüğünde sen de yamuk gidersin ve yamuk olursun. Doğru yolda gitmek için doğrularla yürümek gerekir. Allah bu nedenle:

“Ey îman edenler!, Allah’tan sakının ve doğru (sâdık)larla birlikte olun” (Tevbe 119) der.

Kâinatta dosdoğru yolda gitmeyen tek varlık insandır. İnsan hâriç tüm kâinat dosdoğru bir yolda gittiğinden, yolundan-istikâmetinden hiç sapmıyor ve dosdoğru yolda kalıyor. Zîrâ Allah’a göre yol alıyor. İnsan ise nefsine-çıkarına-şeytana-tâğuta göre yâni Allah’tan başkalarına göre yol aldığı için daha yolun başında sapmış oluyor ve artık zamanla da doğru yoldan daha fazla uzaklaşıyor. Makas gittikçe açılıyor ve artık geri dönüş ya çok zor yada imkânsız oluyor.

Bâtıla meftûn olmuş çağımız müslümanı, doğrulardan çok rahatsız oluyor. Öyle ki, körü-körüne aşırı bağlı olduğu yapıyı, yaptığı çok açık olan bir yanlışı nedeniyle doğru bir söz ile eleştirince yüzünün rengi atıyor.

İnsanlar çoğunlukla birilerinin yada bâzı kurumların söylediklerini-yaptıklarını sorgusuz-suâlsiz doğru kabûl ediyor. Meselâ Türkiye’de bu, diyânet ve bilim konusunda çok açık şekilde böyledir. İnsanlar “resmî olan”a çok güveniyor ve söylenenlerin doğru olup-olmadığını hiç sorgulamadan kabûl ediveriyor. Bu kurumların belirlemelerini hiç sorgulamazken, diğer birilerinin doğru tespitlerini aşırı sorgulamaya tâbi tutuyor ve kabûl etmiyor. Zîrâ aşırı sorgulanan şeyi kabûl etmek zor olur. Modern-bilim için de geçerlidir bu. İnsanlar bilim-adamlarından ne duysa onu “mutlak doğru” olarak kabûl ediyor ve hiç şüpheye düşüp de sorgulamıyor ve sorgulayamıyor da. Meselâ bir zamanlar Newton’un yerçekimi kuramı “mutlak doğru” kabûl edilirken, şimdilerde ise Einstein’in kütle çekimi kuramı “kesin doğru” olarak kabûl ediliyor. Oysa sürekli olarak döngü ve değişim hâlinde olan evrene bakarak kesin “doğru”ya ulaşılamaz, ancak “şüphe”ye ulaşılabilir. Doğruyu aramak isteyen, vahye bakmalıdır. Vahiyden onay alan doğrular “doğru”dur.

Doğru “mutlak doğru” olandır. İslâm “yaklaşık doğrular”a îtibar etmez ve kesin doğrularla ilgilenir ve kesin doğruları gösterir. Zîrâ İslâm’da sâdece; siyah (yanlış-bâtıl) ve beyaz (doğru-hak) vardır. Gri renk yoktur İslâm’da. “Az-biraz doğru” olmaz. Seküler liberâlizm ise, herkese “doğru” olduğunu söyleyerek onları rahatlatıyor ve bulundukları hâl ve yol üzere devâm etmelerini istiyor. Zâten o yolu da sistemin kendisi belirlediği için, gittiği yoldan gâyet emin olan insanlar, o yolda tam da liberâl-kapitâlizmin istediği gibi giderek bir hayat yaşıyor ve bu şeytâni çarka destek veriyor. Tabi bu-arada kendisi sürekli “kaybeden taraf” oluyor. Çünkü sistemin târif ettiği yolu “mutlak doğru yol” olarak gördüğü için,  sistemin kapitâlizm-merkezli yolda önüne koydukları ürünleri de “mutlak iyi” şeyler olarak görüyor ve onları sâhiplenmek için satın alıyor.

Doğru; “hakka göre doğru olan”dır. “Adamına göre doğru” olmaz. Dostoyevski: “Ne garip; sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız” der.

Bir fikrin doğru-olup-olmadığı, hayâta geçirildiğinde görülüp bilinebilir. Doğrunun sağlaması en iyi şekilde, hayâtın tam ortasındayken pratik sonuçlarına bakılarak yapılabilir ancak. Kısa-uzun vâdede kötü sonuçlanan her-şey yanlıştır. Bir zaman önce “en doğru” sanılarak sıkıca yapışılmış olan “sözde doğru”ların ne kadar da yanlış ve kötü sonuçlara yol açtığına bir-çok kez şâhit olmuşuzdur. Hâlbuki doğru, bir zarâra yol açmaz.

Bir önermenin “tam” doğruluğu, sâdece akla uygun olmasıyla değil, akla uygun olduktan sonra kâlbe de uygun olmasıyla belli olur. Kâlpten onay almayan önermeler eksik yada yanlıştır. Zâten doğru bilgi kendini belli eder.

Kur’ân’ın ifâdeleri “mutlak doğru” olduğu için genelde serttir. Çünkü doğrular sert şekilde söylenir. Doğruyu tatlı dilden ziyâde öfke daha iyi dile getirir. İki kere ikinin dört olduğunu sert bir şekilde söylersiniz meselâ. Kur’ân sürekli doğruları ifâde ettiği için dili tâvizsizdir. Doğru olanda tâviz olmaz.

Modern-dünyâda, modern-insanda (artık müslümanların bir-çoğu da dâhil) şu anlayış var: İslâm/Kur’ân/Sünnet adına yapılan her-şey yanlış; şeytan, tâğut, kapitâlizm ve demokrasi adına yapılan her-şey doğru ve güzel. İnsanlar, “modern Dünyâ’nın gösterdiği yamuk yolda gide-gide yamuldular. O “yamuk yolun yükü”nün ağırlığı altında bitâp düşmüş durumdalar. Bellerini doğrultamıyorlar. Yamuk gidilen yolda zamanla insanlar da yamuklaşıyor.

İnsanlığın bu çağda en büyük sorunu, bedeninin=nefsinin hoşuna giden şeylerin “doğru” olduğunu zannetmesidir. Tabi bedene sıkıntı veren şeylerin de “kötü” olduğunu kabûl ediyor. Modern insan; “haz alıyorum, o hâlde yaptığım doğrudur ve bu nedenle de haklıyım” diyen insandır. Modern insan-müslüman aynı-zamanda, “çok” olanın “doğru olduğu”nu zanneden ahmak kişidir.

Modernizm, doğruların çoğalması ve sonsuzlaşması ideolojisidir. Oysa “doğru” tektir. Herkesin “kendi doğrusu”nun olduğu bir toplumda bir doğru olmaz ve hakîkati anlatmak ne kadar da zor olur. Cehenneme doğru keyifle yol alanlara hiç-bir îkaz tabelası fayda etmez.

Doğru, herkese göre değişen bir değer ölçüsü değildir. Doğru, “Allah’a göre doğru” olandır. Doğrunun bir ağırlığı ve dolayısıyla bir yükü vardır. O yükün altına girmek istemeyenler yalanlara sığınıyorlar ve o yalanları “kendi doğruları” olarak îlan ediyorlar ve bir süre sonra da kendi doğrularına “mutlak doğru” olarak inanıyorlar. Böylece bencillik zirve yapıyor.

En doğru bilgi, inancın ışığında ulaşılan bilgidir. Mutlak bilgi, hem Dünyâ’da hem de âhirette geçerli olan bilgidir. O hâlde kâinâta âit olan bilgi mutlak değildir. Buna vahiy bilgisi de dâhildir. Vahiy bilgisi, insanın “kâinatta ulaşabileceği” en doğru bilgidir?.

Doğru, öyle çok zor bulunacak olan değildir. Doğru apaçıktır zâten. Hattâ bir şeyin doğrusunu öğrenmek için fazla inceleyip araştırmak, onun rûhunu ve doğal fıtrî yapısını zedeleyip parçalayacağı için doğrunun bulunması imkânsızlaşır. Parçalandıkça doğru da parçalanır ve artık parçaların hiç-biri “doğru” değildir. Her-şeyin aşırısı zararlıdır. Buna “araştırma” da dâhildir. Doğruyu bulmak için yapılan aşırı araştırma (yada didikleme) yanlış sonuçlar verir. Zîrâ araştırılan şeyin rûhu parçalandığı için o şey anlamsızlaşmaktadır.  

Peygamberimiz: “Kâlbi dürüst olmadıkça kulun îmânı doğru olmaz” der. Kâlbin doğru olması için, tasavvur, düşünce, söz, amel ve eylemin de doğru olması gerekir. Meselâ kişinin dili doğru olmazsa kâlbi de doğru olmaz. Allah bu nedenle Peygamberimize: “Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir” (Hûd 112) der. Peygamberimiz bu sûre ve âyet için: “Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı” demiştir. Doğru olmak o kadar kolay değildir. Çünkü doğrunun sâdece bilgisi, doğrunun tamâmı değildir. Hayâtın tam ortasında yaşanmayan doğru, “hakkıyla ortaya konmuş doğru” olmaz. Hakkı verilen doğru “doğru”dur. O hâlde hiç-bir şey yapmadan doğru olunamaz.  

Doğru olmak, “dosdoğru olmak” demektir. Yaşamak, “doğru-dürüst yaşamak”tır. Doğruluk, hidâyet üzre olmaktır. Çünkü doğru, “%100 doğru” olandır.

Şu-anda insanların “en kesin doğru” sandıkları şeyler, insanlık târihinin en büyük yalanlarıdır.

“Ve de ki: ‘Rabbim, beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden) doğru bir çıkarışla çıkar ve katından bana yardımcı bir kuvvet ver” (İsrâ 80).

Sadakallâhü’l-âzim=Allah doğruyu söyledi.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Hazîran 2017




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder