7 Haziran 2020 Pazar

Vahyin Gönüllüsü Olmak Yada Sünnetullahın Zoruyla Karşılaşmak




“O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)’ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4). 

Allah’ın, “yaratmayı ilk başlattığında”, “ol” demesiyle bir-anda yaratılan kâinatta, o olma gerçekleştikten sonra “bir-anda meydana gelen değişimler” görülmez. Çünkü o mûcizevî “ilk yaratma”dan sonra tüm kâinât, Allah’ın kâinata koyduğu yasalara ve sünnetullaha göre hareket eder ve her-şey deverânını yavaş-yavaş ve belli bir süreç içinde yapar. Kâinatta her-şey bir döngü halinde yavaş-yavaş ve belli bir süreç içinde değişir. Dünyâ’da da öyledir: Güneş yavaş-yavaş doğar ve batar; Ay yavaş-yavaş hilâlden dolunaya doğru değişir; yağmur yavaş-yavaş yağmaya başlar; günler, aylar, mevsimler, yıllar ve bitki örtüsü yavaş-yavaş değişir. İnsanlar arasında da aynı-şekilde olmalıdır. Zîrâ hiç-bir varlık hızlı ve bir-anda olan değişimlere ayak uyduramaz ve uyum sağlayamaz. Dünyâ-dışı evrende bu döngü hâlen aynı şekilde işler ve o “büyük değişim”in başlayacağı kıyâmete kadar da aynı şekilde olacaktır.

Göklerdeki “Allah’a göre olma” ve “doğal döngü” gökyüzündeki gibi kusursuz olmasa da, son 200-250 yıl öncesine kadar Dünyâ’da da öyleydi. Her-şey tam da olması gerektiği gibi ağır-ağır işliyor ve başta insanlar olmak üzere bitki, hayvan ve tüm varlık bu doğal değişimden etkilenmiyordu. Çünkü değişimler doğal bir şekilde yavaş-yavaş oluyordu. Fakat Sanâyi Devrimi ve Moderniz ile birlikte bu düzen bozulmaya başladı ve her-şey gün geçtikçe hızla değişmeye başladı. Hele milenyum çağından sonra artık değişimler tâkip edilemez hâle geldi. Bu tabî ki de normâl ve doğru bir şey değildir ve Allah’ın doğaya koyduğu yasalar belli bir seviyeden fazla zorlandığında ve döngü yavaşlatıldığında yada hızlandırıldığında çok da uzak olmayan bir vâdede mutlakâ bir belâya uğramak kaçınılmaz olur. Zîrâ doğa kendi doğal-normâl işleyişine müdâhale edilmesine bir yerden sonra isyân eder ve doğaya aykırı şeyler ortaya çıkar ve canlılar zarar görmeye başlar. Doğanın bu isyânı insanlara “haddinizi bilin” mesajıdır. İşte Korona-virüs (Kovid 19) gibi belâlar, uyarıları dinlemeyen insanları cezâlandırmak için Allah’ın doğaya koyduğu yasaların devreye girmesinin bir sonucudur. Târih boyunca kavimlere gelen azaplar da aynı yasalara baş-kaldırılması sonucunda açığa çıkmıştır. İşte Korona-virüs de benzer bir azaptır ve azap-şeklidir. Allah Korona-virüs ile zımnen şöyle demektedir: “Madem siz hızlı değişimi çok seviyorsunuz, o hâlde alın size, sizi çok daha hızlı bir değişime sokacak bir belâ” demektedir. Doğaya ve kozmik yasalara aykırı olarak bu kadar hızlı ve fazla değişimin bir yerde patlaması kaçınılmazdı ve patladı gitti.

İnsanları târih boyunca sıkıntıya sokan şey, hız ve hazdır. Allah, rahmeti nedeniyle bir-çok belâyı da -biz fark edelim yada etmeyelim- affetmekte ve başımıza gelmesini önlemektedir. Modern insan şunu çok iyi anlamalıdır ki, bu virüs, ister laboratuvarda birileri tarafından yapılmış olsun, isterse hayvanlardan insanlara geçmiş olsun, insanların Allah’ın emirlerini ve yasaklarını dinlememesi ve o emir ve yasaklara uymaması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Kur’ân’da bu şu şekilde dile getirilir:       

“Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).

Batı Hristiyanlığında Tanrı, “sevgi tanrısı” olduğu için, Korona-virüs için “Tanrının bir cezâsıdır” düşüncesi yoktur. Ne de olsa Tanrı onları Îsâ’nın çarmıha gerilmesi ve tüm günahları yüklenmesiyle birlikte ebediyen affetmiştir(!). Artık kıyâmete kadar ne kadar günah işlerlerse-işlesinler kurtuluşa ereceklerdir. Bu yüzden bu olayı doğal bir olay olarak görmekteler ve yeterince ders alıp kendilerine çeki-düzen vermemektedirler ve vermeyeceklerdir. Tabi onları tâkip eden diğer halklar da aynı şeyi yapacaklardır. 

Aslında Korona-virüs’ün doğal yollardan kendi-kendine çıkması pek de söz-konusu değildir. Çünkü bu, doğada bir ârızanın bulunduğu anlamına gelir ki, o zaman da Allah’ın “ârızalı bir doğa yarattığı” düşüncesi açığa çıkar. Bu ise imkânsızdır ve baştaki âyette de söylendiği gibi yaratılan varlıkta herhangi bir düzensizlik ve bozukluk görülemez. O hâlde bu virüse sebep olan şey nedir?. İnsanların hayvanlarla gereğinden çok daha fazla yakınlaşması, pis şeyleri yemesi-içmesi ve pis yerlerde bulunması vs.dir. Yâni Allah’ın emrine göre işleyen bir kâinatta nasıl ki bir düzensizlik görülmüyorsa, Allah’ın emrine ve yasaklarına göre işleyen bir dünyâ’da da bir düzensizlik olmaz. Allah’ın emrine ve yasaklarına uyulmadığında ise, sünnetullahın ve imtihanın bir gereği olarak belâlar ile karşılaşmak kaçınılmazdır ki Korona-virüs işte emir ve yasaklara uymamanın bir cezâsı olarak açığa çıkmıştır.

Virüsün hayvanlardan bulaştığını var saydığımızda şu sonuç çıkar: Bu virüs hayvanda kaldığı müddetçe ona zarar vermemektedir. Fakat insanların yaklaşmaması gereken hayvanlara aşırı yaklaşması sonucunda virüs insana da geçmektedir. Demek ki virüs, insanların emir ve yasaklara uymamasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Fakat virüs birileri tarafından oluşturulmuşsa, bu yine, insanların “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” görevlerini yapmamalarının bir sonucu olarak, uyarılmayan ve engellenmeyip azgınlaşan insanların yaptığı bir şey olmuş olur. Allah bizi kendi yaptıklarımız dolayısıyla da cezâlandıracağı için cezâ bu şekilde olmuş olur.

Biz sünnetullahın işleyişini tüm yönleriyle bilemeyiz, çünkü buna aklımız yetmez. Fakat şu kesindir ki, kâinatın mükemmel bir işleyişi vardır ve bu işleyişe meşrû olmayan bir şekilde dokunulmadığı müddetçe bir bozulma olmaz. O hâlde yapılması gereken şey Allah’ın emir ve yasaklarını dinlemek ve ona göre hareket etmektir. Çünkü Allah’ın emrine göre seve-seve ve gönüllüce yapmadığımızda, sünnetullaha göre zorla ve mecbûren yapmak zorunda kalırız.

Bir virüsün ağırlığının 0.85 atto-gram, yâni “gramın trilyonda birinin milyonda biri” kadar olduğu ölçülmüş. Bu virüs yaklaşık 1 mm’nin 2 milyonda biri büyüklüğündedir. Bir insanı hasta edebilecek virüs sayısının 70 milyar tâne olduğu kabûl ediliyor. Bu da yaklaşık 0.0000005 gramı oluşturuyor. Bütün Dünyâ’daki vâkâ sayısı 5 milyon civarında olsa, şu-anda bütün insanlığı esir alan virüslerin toplam ağırlığı, ancak 3-5 grama denk gelir. Başka bir ifâde ile insanoğlu bütün imkânlarını, parasını, teknolojisini, bilgisini, birikimini seferber ederek, toplam 3-5 gram virüsle mücâdele ediyor. Bütün insanlık görünmez bir düşmanın her zeminde görülen ve acıklı şekilde hissedilen sonuçlarıyla top-yekûn bir mücâdele vermektedir.

İslâm’da zorluk-zorlama yoktur ama sünnetullahta vardır. Sünnetullaha aykırı hareket edildiğinde insanları zorlayacak ağır sonuçlar açığa çıkar. O zaman da vahyî âyetlerin (Kur’ân) emirlerine seve-seve uymayanlar, kevnî âyetlerin (sünnetullah) emirlerine zorla da olsa uymak zorunda kalırlar. Sünnetullah; günah, haram ve yanlışta kritik-eşik aşıldığında zor kullanmaya başlar. İnsanlar zorluklarla karşılaşmaya başlar ve bu zorluklara uymak zorunda kalırlar. Korona-virüs işte bu zorun adıdır.

Tüm mülk Allah’ındır. Allah, deistlerin zannettiği gibi varlığı yaratıp çekip gitmemiştir ve onu sürekli kontrôl altında tutar. Yâni mülkünü boş bırakmaz. Bu yüzden Allah’ın kâinâta koyduğu yasalar yâni sünnetullah, insanları, gönüllüce yapmadıkları şeyleri zorla yapmak mecbûriyetinde bırakır. Allah’ın emirleri ve yasakları dinlenilmediğinde sünnetullahın zoruyla karşılaşan insanların, o emir ve yasakları mecbûren yerine getirdikleri şeylerden bir-kaçını burada örnek vermek istiyoruz:

“Allah, size evlerinizi (içinde) ‘güvenlik ve huzûr bulacağınız yerler’ kıldı” (Nâhl 80).

“Evlerinizde vakarla-oturun, ilk câhiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın…” (Ahzâb 33).

Evlerde bunalan, kendini dışarıya atmadan duramayan, çarşı-pazar-kafe vs. gezip duran, evlere girmek bilmeyen insanlar ve özellikle kadınlar, sünnetullahın zoruyla karşılaşınca evlerden dışarıya adım atamamak zorunda kalmışlardır. “Kadın evde oturmamalı, çalışmalı, ayakları üstünde durmalı” diyenlerin sesleri kısılmış ve kesilmiştir. Allah’ın “ev-merkezli olma” emrini seve-seve dinlemeyenler mecbûren evlerinde durmak zorunda kalmaktadırlar. Böylelikle evin o kadar da kötü bir yer olmadığı açığa çıkmıştır. İnsanları ama özellikle kadınları evlerinden dışarıya çıkartmak için bin-bir takla atan modernitenin, bunu yapmak için söylediklerinin ne kadar da boş sözler olduğu ortaya çıkmıştır. Korona’dan önce “hayat dışarıda” diyenler, Korona ile birlikte “hayat eve sığar” demeye başladılar. Kur’ân’ın “oturun evlerinizde” emrini dillerine pelesenk ettiler.     

“Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alâk 1).

Allah okumayı emreder. Üstelik bu “ilk âyet” olduğu için en öncelikli olan şeydir okumak. Fakat modern hayatta o kadar çok yapılacak şey vardır ki, okumaya bir türlü sıra gelmez. Zîrâ okumak için “oturmak” gerekir. Oturmak için en iyi yer evlerdir. Şimdi evlerde mecbûri oturma zorunluluğu olduğu için ve oturan insanın aklına doğal olarak okumak-araştırmak geleceği için, insanlar bir nebze de olsa okuma-araştırma, dolayısı ile de düşünme yoluna girerler-girdiler. İnsanlar ancak zora gelince okumaya ve araştırmaya başlarlar. Hemen herkes, kendilerini büyük sıkıntıya sokan Korona-virüsün neliği ve nasıllığı hakkında uzun okumalar yaptılar ve yapmaktadırlar. İnsanlar bu okuma-araştırma-sorgulama işini seve-seve yapmadıklarında, sünnetullah onları buna zorlar. Zîrâ format gereğince sünnetullah zorlayıcıdır. Sünnetullahın doğal bir zorluğu da vardır, fakat bu zorlama Korona-virüs örneğinde olduğu gibi “doğal” olmadığında insanları aşırı sıkıntıya sokar.    

“Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş” (Müddesir 4-5).

İnsanların çoğunun gönüllü olarak yapmaktan kaçındıkları el, vücut ve elbise temizliği, sünettullahın zoruyla yâni Korona-virüsün korkusuyla karşılaşılınca mecbûren ve titizlikle yapılmaya başlanmıştır. Üstelik bu konuda her zamankinden çok da fazla bir titizlik gösterilmektedir. Eller, evler ve eşyâlar pırıl-pırıl olmuştur.

“Ey îman edenler!; namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin). … Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nîmetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz” (Mâide 6).

Evet; Dünyâ’daki tüm insanların sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız bir şekilde tam bir titizlikle uymak zorunda kaldıkları emirlerdir bunlar. Gönüllü bir şekilde seve-seve ellerini, yüzlerini, ayaklarını vs. yıkamayanlar, sünnetullahın zoruyla karşılaştıklarında -başka bir amaçla da olsa- söylenen yerleri yıkamayı mecbûren yapmak zorunda kalmaktadırlar. Demek ki neymiş?. Allah isterse size sünnetullah zoruyla abdest aldırmasını da bilirmiş. Öyle ki, târih-boyunca insanlar hiç-bir zaman bu kadar çok ve bol su, sabun ve deterjan kullanılmamıştı ve de ellerini, yüzlerini ve ayaklarını bu kadar çok yıkamamıştı. Öyle ki insanların elleri yara-bere olmaktadır aşırı yıkamaktan dolayı.  

“Zinâya yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32).

Zînâ, -çok uç örnekler hâriç- kişinin âilesi ile birlikte yaşadığı evde yapamayacağı bir şeydir. Bu yüzden zînâ demek “dışarıda olmak” demektir. “Zînâ yapmayın” emrine gönüllüce itaat etmeyenler, Korona-virüs zoruyla evde âileleriyle birlikte kaldıklarından dolayı mecbûren zînâdan uzak durmak zorunda kalmaktadırlar. Üstelik “virüs bulaşabilir” endişesiyle dışarıda olup da fırsat bulsalar bile zînâdan çok büyük oranda uzak durmaktadırlar.

“Haklı bir sebep olmaksızın Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin” (İsrâ 33).

Herkes evde olunca hırsızlıklar ve cinâyetler azalmıştır. Allah’ın emri dinlenilmediği için her gün cinâyetler işlenirken, sünnetullah zoruyla evde kalmak mecbûriyetinde kalındığı için cinâyet işleyecek fırsatlar yada gerekçeler ortaya çıkmamakta yada çok azalmaktadır.

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin” (İsrâ 37).

Boyundan-posundan, zenginliğinden, giyinişinden, güzelliğinden vs. dolayı çalım satarak ve hava atarak yürüyenler, etrâfa “küçük dağları ben yarattım” edâsıyla bakanlar, sünnetullahın zoruyla karşılaşıp mecbûren evlerine kapandıkları için Allah’ın bu emrini gönüllüce olmasa da mecbûren dinlemek zorunda kalıyorlar. Zîrâ evlerde kibirlenmenin ve böbürlenmenin bir mantığı ve anlamı yoktur.

“Rabbiniz dedi ki: Bana duâ edin, size icâbet edeyim” (Mü’min 60).

Allah’ın emri olarak sürekli olarak şekilde duâ etmeyenler ve Allah’tan yardım istemeyenler, Korona-virüs korkusuyla sürekli duâ etmekte ve kendilerini Korona-virüsten koruması için Allah’a yalvarmaktadırlar. Özellikle âilelerinden yada sevdiklerinden birine Korana-virüs bulaşan ve tedâvi altında olanların için-için duâ ettiklerini söylemeye gerek yok. (Onlar için tabî ki biz de duâ ediyoruz. Allah hepsine şifâ versin). Korona’dan önce gönüllü olarak duâ etmeyenler, gün gelip sünnetullah devreye girince ve zorla karşılaşınca mecbûren duâya sarılmak zorunda kalmışlardır. Belki de son 3-5 ayda yapılan duâlar, insanlık târihi boyunca yapılan duâların sayısına eşittir. Çünkü kendilerine gerçekten yardım edecek olan tek mercînin Allah olduğunu içten-içe idrâk etmektedirler.

“Ey insanlar!; yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).

Bir teoriye göre bu virüs, yenip-içilen şeylerden bulaşmıştır ki mümkündür. İnsanlar yediklerine-içtiklerine dikkat etmiyorlardı ve haram-helâl, temiz-pis dinlemeden her-şeyi yiyip tüketiyorlardı. Fakat sünnetullahın zoruyla karşılaşınca ister-istemez gıdaların temizliğine öyle bir dikkat ediyorlar ve öyle bir titizleniyorlar ki, sebzeler-meyveler, sebze-meyve olalı bu derece yıkanmamıştır. Temiz olduğuna iknâ olmadıklarında hiç-bir şeye ellerini bile sürmüyorlar.

“Ey îman edenler!; hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe’ (Silm’e, İslâm’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (Bakara 208).

Allah’ın emrine rağmen devletler sürekli olarak savaş, bozgunculuk ve zulüm üzereyken ve Allah’ın “bozgunculuk yapmayın” emrini tınlamazlarken, sünnetullahın zoruyla karşılaşınca ve kendi dertlerinin içinde boğulmak zorunda kaldıkları için savaş-mavaş düşünecek, zulüm plânları yapacak fırsatı pek bulamamaktadırlar.

“Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır” (Enfâl 25).

Kritik-eşik aşıldığında ve sünnetullah devreye girdiğinde artık kuru-yaş demeden herkes cezâya mâruz kalır. Çünkü “tandır” kaynamaya başladıktan sonra “gemi”ye binmek mümkün değildir. Sünnetullah gereğince ortaya çıkan fitneler yaş-kuru dinlemeden herkesi ve her-şeyi yakar geçer. O hâlde ders alınması ve değiştirilmesi gereken şeyleri değiştirin ki azap başınıza gelmeden önce Allah sizi korusun ve kurtarsın.

Demek ki Allah’ın emir ve yasakları dinlenildiğinde ve ona göre yaşanıldığında; kötülükler, ahlâksızlıklar, çirkinlikler ve zulümler olmayacak yada çok sınırlı kalacak ve gündemi meşgûl etmeyecektir. Ancak aykırı yaşamlarda her türlü çirkef fazlalaşacak ve modern zamanlardaki gibi çoğalacaktır. Kritik-eşik aşıldığında da sünnetullah devreye girecek ve insanları zor bir hayat bekleyecektir.

İkinci-üçüncü dalgalardan bahsediliyor. Evet; gerçekten de bilmiyoruz, Allah korusun, belki bu iş daha bir başlangıçtır. Belki de iş büyüyecek ve farklı azaplar eklenecek filmin sonu gelecektir. İnsanlar “azap”tan sonra belki de apaçık bir şekilde “acı azab”ı da göreceklerdir. O zaman söyleyecekleri söz yalnız şunlar olacaktır:

“Dediler ki: ‘Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrâna uğrayanlardan olacağız” (A’raf 23).

“Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz” (Fâtiha 5).

Fakat “kritik-eşik” aşılınca ve artık sünnetullah son aşamaya gelince çâresizce yalvarıp tevbe etmeler sonuç vermeyecektir:

“Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’ diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır” (Nîsâ 18).

Peki bu niçin böyle olur?. Çünkü:

“Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür” (İsrâ 67).

Evet; demek ki sünnetullahtan ve fıtrattan kopulduğunda “ilâhi düzen” bozulacak ve tüm câhiliye zamanlarında ve aynen günümüzde de olduğu gibi, ifsâd, insandan başlayarak tüm Dünyâ’yı saracaktır. O hâlde her-şey ya sünnetullaha yâni Allah’a göre düzenlenerek doğal ve mutlu bir hayat yaşanacak; yada şeytana, nefse ve tâğutlara göre düzenlenecek ve Dünyâ mecbûren ifsâd olacak ve a-normâl hayatlar yaşamanın sonucunda pişmanlıkların, feryatların ve figanların sesi göklere ulaşacaktır. Sünnetullah bu şekilde işler.  

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2020









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder