“O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân
(olan Allah)’ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 3-4).
Allah’ın,
“yaratmayı ilk başlattığında”, “ol” demesiyle bir-anda yaratılan kâinatta, o
olma gerçekleştikten sonra “bir-anda meydana gelen değişimler” görülmez. Çünkü o
mûcizevî “ilk yaratma”dan sonra tüm kâinât, Allah’ın kâinata koyduğu yasalara
ve sünnetullaha göre hareket eder ve her-şey deverânını yavaş-yavaş ve belli
bir süreç içinde yapar. Kâinatta her-şey bir döngü halinde yavaş-yavaş ve belli
bir süreç içinde değişir. Dünyâ’da da öyledir: Güneş yavaş-yavaş doğar ve
batar; Ay yavaş-yavaş hilâlden dolunaya doğru değişir; yağmur yavaş-yavaş yağmaya
başlar; günler, aylar, mevsimler, yıllar ve bitki örtüsü yavaş-yavaş değişir. İnsanlar
arasında da aynı-şekilde olmalıdır. Zîrâ hiç-bir varlık hızlı ve bir-anda olan
değişimlere ayak uyduramaz ve uyum sağlayamaz. Dünyâ-dışı evrende bu döngü
hâlen aynı şekilde işler ve o “büyük değişim”in başlayacağı kıyâmete kadar da
aynı şekilde olacaktır.
Göklerdeki
“Allah’a göre olma” ve “doğal döngü” gökyüzündeki gibi kusursuz olmasa da, son
200-250 yıl öncesine kadar Dünyâ’da da öyleydi. Her-şey tam da olması gerektiği
gibi ağır-ağır işliyor ve başta insanlar olmak üzere bitki, hayvan ve tüm
varlık bu doğal değişimden etkilenmiyordu. Çünkü değişimler doğal bir şekilde
yavaş-yavaş oluyordu. Fakat Sanâyi Devrimi ve Moderniz ile birlikte bu düzen
bozulmaya başladı ve her-şey gün geçtikçe hızla değişmeye başladı. Hele
milenyum çağından sonra artık değişimler tâkip edilemez hâle geldi. Bu tabî ki
de normâl ve doğru bir şey değildir ve Allah’ın doğaya koyduğu yasalar belli
bir seviyeden fazla zorlandığında ve döngü yavaşlatıldığında yada
hızlandırıldığında çok da uzak olmayan bir vâdede mutlakâ bir belâya uğramak
kaçınılmaz olur. Zîrâ doğa kendi doğal-normâl işleyişine müdâhale edilmesine
bir yerden sonra isyân eder ve doğaya aykırı şeyler ortaya çıkar ve canlılar
zarar görmeye başlar. Doğanın bu isyânı insanlara “haddinizi bilin” mesajıdır. İşte
Korona-virüs (Kovid 19) gibi belâlar, uyarıları dinlemeyen insanları
cezâlandırmak için Allah’ın doğaya koyduğu yasaların devreye girmesinin bir
sonucudur. Târih boyunca kavimlere gelen azaplar da aynı yasalara
baş-kaldırılması sonucunda açığa çıkmıştır. İşte Korona-virüs de benzer bir
azaptır ve azap-şeklidir. Allah Korona-virüs ile zımnen şöyle demektedir:
“Madem siz hızlı değişimi çok seviyorsunuz, o hâlde alın size, sizi çok daha
hızlı bir değişime sokacak bir belâ” demektedir. Doğaya ve kozmik yasalara
aykırı olarak bu kadar hızlı ve fazla değişimin bir yerde patlaması
kaçınılmazdı ve patladı gitti.
İnsanları târih
boyunca sıkıntıya sokan şey, hız ve hazdır. Allah, rahmeti nedeniyle bir-çok
belâyı da -biz fark edelim yada etmeyelim- affetmekte ve başımıza gelmesini
önlemektedir. Modern insan şunu çok iyi anlamalıdır ki, bu virüs, ister
laboratuvarda birileri tarafından yapılmış olsun, isterse hayvanlardan insanlara
geçmiş olsun, insanların Allah’ın emirlerini ve yasaklarını dinlememesi ve o
emir ve yasaklara uymaması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Kur’ân’da bu şu şekilde
dile getirilir:
“Size isâbet
eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu
da affeder” (Şûrâ 30).
Batı Hristiyanlığında
Tanrı, “sevgi tanrısı” olduğu için, Korona-virüs için “Tanrının bir cezâsıdır”
düşüncesi yoktur. Ne de olsa Tanrı onları Îsâ’nın çarmıha gerilmesi ve tüm
günahları yüklenmesiyle birlikte ebediyen affetmiştir(!). Artık kıyâmete kadar
ne kadar günah işlerlerse-işlesinler kurtuluşa ereceklerdir. Bu yüzden bu olayı
doğal bir olay olarak görmekteler ve yeterince ders alıp kendilerine çeki-düzen
vermemektedirler ve vermeyeceklerdir. Tabi onları tâkip eden diğer halklar da
aynı şeyi yapacaklardır.
Aslında Korona-virüs’ün
doğal yollardan kendi-kendine çıkması pek de söz-konusu değildir. Çünkü bu,
doğada bir ârızanın bulunduğu anlamına gelir ki, o zaman da Allah’ın “ârızalı
bir doğa yarattığı” düşüncesi açığa çıkar. Bu ise imkânsızdır ve baştaki âyette
de söylendiği gibi yaratılan varlıkta herhangi bir düzensizlik ve bozukluk
görülemez. O hâlde bu virüse sebep olan şey nedir?. İnsanların hayvanlarla gereğinden
çok daha fazla yakınlaşması, pis şeyleri yemesi-içmesi ve pis yerlerde bulunması
vs.dir. Yâni Allah’ın emrine göre işleyen bir kâinatta nasıl ki bir düzensizlik
görülmüyorsa, Allah’ın emrine ve yasaklarına göre işleyen bir dünyâ’da da bir
düzensizlik olmaz. Allah’ın emrine ve yasaklarına uyulmadığında ise, sünnetullahın
ve imtihanın bir gereği olarak belâlar ile karşılaşmak kaçınılmazdır ki
Korona-virüs işte emir ve yasaklara uymamanın bir cezâsı olarak açığa
çıkmıştır.
Virüsün
hayvanlardan bulaştığını var saydığımızda şu sonuç çıkar: Bu virüs hayvanda
kaldığı müddetçe ona zarar vermemektedir. Fakat insanların yaklaşmaması gereken
hayvanlara aşırı yaklaşması sonucunda virüs insana da geçmektedir. Demek ki
virüs, insanların emir ve yasaklara uymamasının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Fakat virüs birileri tarafından oluşturulmuşsa, bu yine, insanların “emr-i bil
mâruf ve nehyi anil münker” görevlerini yapmamalarının bir sonucu olarak,
uyarılmayan ve engellenmeyip azgınlaşan insanların yaptığı bir şey olmuş olur.
Allah bizi kendi yaptıklarımız dolayısıyla da cezâlandıracağı için cezâ bu
şekilde olmuş olur.
Biz
sünnetullahın işleyişini tüm yönleriyle bilemeyiz, çünkü buna aklımız yetmez.
Fakat şu kesindir ki, kâinatın mükemmel bir işleyişi vardır ve bu işleyişe meşrû
olmayan bir şekilde dokunulmadığı müddetçe bir bozulma olmaz. O hâlde yapılması
gereken şey Allah’ın emir ve yasaklarını dinlemek ve ona göre hareket etmektir.
Çünkü Allah’ın emrine göre seve-seve ve gönüllüce yapmadığımızda, sünnetullaha
göre zorla ve mecbûren yapmak zorunda kalırız.
Bir virüsün
ağırlığının 0.85 atto-gram, yâni “gramın trilyonda birinin milyonda biri” kadar
olduğu ölçülmüş. Bu virüs yaklaşık 1 mm’nin 2 milyonda biri büyüklüğündedir. Bir
insanı hasta edebilecek virüs sayısının 70 milyar tâne olduğu kabûl ediliyor.
Bu da yaklaşık 0.0000005 gramı oluşturuyor. Bütün Dünyâ’daki vâkâ sayısı 5
milyon civarında olsa, şu-anda bütün insanlığı esir alan virüslerin toplam
ağırlığı, ancak 3-5 grama denk gelir. Başka bir ifâde ile insanoğlu bütün
imkânlarını, parasını, teknolojisini, bilgisini, birikimini seferber ederek,
toplam 3-5 gram virüsle mücâdele ediyor. Bütün insanlık görünmez bir düşmanın
her zeminde görülen ve acıklı şekilde hissedilen sonuçlarıyla top-yekûn bir
mücâdele vermektedir.
İslâm’da
zorluk-zorlama yoktur ama sünnetullahta vardır. Sünnetullaha aykırı hareket
edildiğinde insanları zorlayacak ağır sonuçlar açığa çıkar. O zaman da vahyî
âyetlerin (Kur’ân) emirlerine seve-seve uymayanlar, kevnî âyetlerin (sünnetullah)
emirlerine zorla da olsa uymak zorunda kalırlar. Sünnetullah; günah, haram ve
yanlışta kritik-eşik aşıldığında zor kullanmaya başlar. İnsanlar zorluklarla
karşılaşmaya başlar ve bu zorluklara uymak zorunda kalırlar. Korona-virüs işte
bu zorun adıdır.
Tüm mülk
Allah’ındır. Allah, deistlerin zannettiği gibi varlığı yaratıp çekip
gitmemiştir ve onu sürekli kontrôl altında tutar. Yâni mülkünü boş bırakmaz. Bu
yüzden Allah’ın kâinâta koyduğu yasalar yâni sünnetullah, insanları, gönüllüce
yapmadıkları şeyleri zorla yapmak mecbûriyetinde bırakır. Allah’ın emirleri ve
yasakları dinlenilmediğinde sünnetullahın zoruyla karşılaşan insanların, o emir
ve yasakları mecbûren yerine getirdikleri şeylerden bir-kaçını burada örnek
vermek istiyoruz:
“Allah, size
evlerinizi (içinde) ‘güvenlik ve huzûr bulacağınız yerler’ kıldı” (Nâhl 80).
“Evlerinizde
vakarla-oturun, ilk câhiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz
de süslerinizi açığa vurmayın…” (Ahzâb 33).
Evlerde bunalan,
kendini dışarıya atmadan duramayan, çarşı-pazar-kafe vs. gezip duran, evlere
girmek bilmeyen insanlar ve özellikle kadınlar, sünnetullahın zoruyla
karşılaşınca evlerden dışarıya adım atamamak zorunda kalmışlardır. “Kadın evde
oturmamalı, çalışmalı, ayakları üstünde durmalı” diyenlerin sesleri kısılmış ve
kesilmiştir. Allah’ın “ev-merkezli olma” emrini seve-seve dinlemeyenler
mecbûren evlerinde durmak zorunda kalmaktadırlar. Böylelikle evin o kadar da
kötü bir yer olmadığı açığa çıkmıştır. İnsanları ama özellikle kadınları
evlerinden dışarıya çıkartmak için bin-bir takla atan modernitenin, bunu yapmak
için söylediklerinin ne kadar da boş sözler olduğu ortaya çıkmıştır. Korona’dan
önce “hayat dışarıda” diyenler, Korona ile birlikte “hayat eve sığar” demeye
başladılar. Kur’ân’ın “oturun evlerinizde” emrini dillerine pelesenk ettiler.
“Yaratan
Rabbinin adıyla oku” (Alâk
1).
Allah okumayı
emreder. Üstelik bu “ilk âyet” olduğu için en öncelikli olan şeydir okumak.
Fakat modern hayatta o kadar çok yapılacak şey vardır ki, okumaya bir türlü
sıra gelmez. Zîrâ okumak için “oturmak” gerekir. Oturmak için en iyi yer
evlerdir. Şimdi evlerde mecbûri oturma zorunluluğu olduğu için ve oturan
insanın aklına doğal olarak okumak-araştırmak geleceği için, insanlar bir nebze
de olsa okuma-araştırma, dolayısı ile de düşünme yoluna girerler-girdiler. İnsanlar
ancak zora gelince okumaya ve araştırmaya başlarlar. Hemen herkes, kendilerini büyük
sıkıntıya sokan Korona-virüsün neliği ve nasıllığı hakkında uzun okumalar yaptılar
ve yapmaktadırlar. İnsanlar bu okuma-araştırma-sorgulama işini seve-seve
yapmadıklarında, sünnetullah onları buna zorlar. Zîrâ format gereğince
sünnetullah zorlayıcıdır. Sünnetullahın doğal bir zorluğu da vardır, fakat bu
zorlama Korona-virüs örneğinde olduğu gibi “doğal” olmadığında insanları aşırı
sıkıntıya sokar.
“Elbiseni
temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş” (Müddesir 4-5).
İnsanların
çoğunun gönüllü olarak yapmaktan kaçındıkları el, vücut ve elbise temizliği,
sünettullahın zoruyla yâni Korona-virüsün korkusuyla karşılaşılınca mecbûren ve
titizlikle yapılmaya başlanmıştır. Üstelik bu konuda her zamankinden çok da fazla
bir titizlik gösterilmektedir. Eller, evler ve eşyâlar pırıl-pırıl olmuştur.
“Ey îman edenler!; namaza
kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın,
başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer
cünüpseniz temizlenin (gusül edin). … Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama
sizi temizlemek ve üzerinizdeki nîmetini tamamlamak ister. Umulur ki
şükredersiniz” (Mâide 6).
Evet; Dünyâ’daki tüm insanların
sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız bir şekilde tam bir titizlikle uymak zorunda
kaldıkları emirlerdir bunlar. Gönüllü bir şekilde seve-seve ellerini,
yüzlerini, ayaklarını vs. yıkamayanlar, sünnetullahın zoruyla
karşılaştıklarında -başka bir amaçla da olsa- söylenen yerleri yıkamayı mecbûren
yapmak zorunda kalmaktadırlar. Demek ki neymiş?. Allah isterse size sünnetullah
zoruyla abdest aldırmasını da bilirmiş. Öyle ki, târih-boyunca insanlar hiç-bir
zaman bu kadar çok ve bol su, sabun ve deterjan kullanılmamıştı ve de ellerini,
yüzlerini ve ayaklarını bu kadar çok yıkamamıştı. Öyle ki insanların elleri
yara-bere olmaktadır aşırı yıkamaktan dolayı.
“Zinâya
yaklaşmayın, gerçekten o, ‘çirkin bir hayâsızlık’ ve kötü bir yoldur” (İsrâ 32).
Zînâ, -çok uç
örnekler hâriç- kişinin âilesi ile birlikte yaşadığı evde yapamayacağı bir
şeydir. Bu yüzden zînâ demek “dışarıda olmak” demektir. “Zînâ yapmayın” emrine
gönüllüce itaat etmeyenler, Korona-virüs zoruyla evde âileleriyle birlikte
kaldıklarından dolayı mecbûren zînâdan uzak durmak zorunda kalmaktadırlar. Üstelik
“virüs bulaşabilir” endişesiyle dışarıda olup da fırsat bulsalar bile zînâdan
çok büyük oranda uzak durmaktadırlar.
“Haklı bir
sebep olmaksızın Allah’ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin” (İsrâ 33).
Herkes evde
olunca hırsızlıklar ve cinâyetler azalmıştır. Allah’ın emri dinlenilmediği için
her gün cinâyetler işlenirken, sünnetullah zoruyla evde kalmak mecbûriyetinde
kalındığı için cinâyet işleyecek fırsatlar yada gerekçeler ortaya çıkmamakta
yada çok azalmaktadır.
“Yeryüzünde
böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca
erişebilirsin” (İsrâ 37).
Boyundan-posundan,
zenginliğinden, giyinişinden, güzelliğinden vs. dolayı çalım satarak ve hava
atarak yürüyenler, etrâfa “küçük dağları ben yarattım” edâsıyla bakanlar,
sünnetullahın zoruyla karşılaşıp mecbûren evlerine kapandıkları için Allah’ın
bu emrini gönüllüce olmasa da mecbûren dinlemek zorunda kalıyorlar. Zîrâ
evlerde kibirlenmenin ve böbürlenmenin bir mantığı ve anlamı yoktur.
“Rabbiniz
dedi ki: Bana duâ edin, size icâbet edeyim” (Mü’min 60).
Allah’ın emri
olarak sürekli olarak şekilde duâ etmeyenler ve Allah’tan yardım istemeyenler, Korona-virüs
korkusuyla sürekli duâ etmekte ve kendilerini Korona-virüsten koruması için Allah’a
yalvarmaktadırlar. Özellikle âilelerinden yada sevdiklerinden birine Korana-virüs
bulaşan ve tedâvi altında olanların için-için duâ ettiklerini söylemeye gerek
yok. (Onlar için tabî ki biz de duâ ediyoruz. Allah hepsine şifâ versin).
Korona’dan önce gönüllü olarak duâ etmeyenler, gün gelip sünnetullah devreye
girince ve zorla karşılaşınca mecbûren duâya sarılmak zorunda kalmışlardır.
Belki de son 3-5 ayda yapılan duâlar, insanlık târihi boyunca yapılan duâların
sayısına eşittir. Çünkü kendilerine gerçekten yardım edecek olan tek mercînin
Allah olduğunu içten-içe idrâk etmektedirler.
“Ey
insanlar!; yeryüzünde olan şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin ve şeytanın
adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır” (Bakara 168).
Bir teoriye göre
bu virüs, yenip-içilen şeylerden bulaşmıştır ki mümkündür. İnsanlar yediklerine-içtiklerine
dikkat etmiyorlardı ve haram-helâl, temiz-pis dinlemeden her-şeyi yiyip
tüketiyorlardı. Fakat sünnetullahın zoruyla karşılaşınca ister-istemez
gıdaların temizliğine öyle bir dikkat ediyorlar ve öyle bir titizleniyorlar ki,
sebzeler-meyveler, sebze-meyve olalı bu derece yıkanmamıştır. Temiz olduğuna
iknâ olmadıklarında hiç-bir şeye ellerini bile sürmüyorlar.
“Ey îman
edenler!; hepiniz topluca ‘barış ve güvenliğe’ (Silm’e, İslâm’a) girin ve şeytanın
adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (Bakara 208).
Allah’ın emrine
rağmen devletler sürekli olarak savaş, bozgunculuk ve zulüm üzereyken ve Allah’ın
“bozgunculuk yapmayın” emrini tınlamazlarken, sünnetullahın zoruyla karşılaşınca
ve kendi dertlerinin içinde boğulmak zorunda kaldıkları için savaş-mavaş
düşünecek, zulüm plânları yapacak fırsatı pek bulamamaktadırlar.
“Ve sizlerden
yalnızca zulmedenlere isâbet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının.
Bilin ki, gerçekten Allah (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır” (Enfâl 25).
Kritik-eşik
aşıldığında ve sünnetullah devreye girdiğinde artık kuru-yaş demeden herkes
cezâya mâruz kalır. Çünkü “tandır” kaynamaya başladıktan sonra “gemi”ye binmek
mümkün değildir. Sünnetullah gereğince ortaya çıkan fitneler yaş-kuru
dinlemeden herkesi ve her-şeyi yakar geçer. O hâlde ders alınması ve değiştirilmesi
gereken şeyleri değiştirin ki azap başınıza gelmeden önce Allah sizi korusun ve
kurtarsın.
Demek ki
Allah’ın emir ve yasakları dinlenildiğinde ve ona göre yaşanıldığında;
kötülükler, ahlâksızlıklar, çirkinlikler ve zulümler olmayacak yada çok sınırlı
kalacak ve gündemi meşgûl etmeyecektir. Ancak aykırı yaşamlarda her türlü
çirkef fazlalaşacak ve modern zamanlardaki gibi çoğalacaktır. Kritik-eşik
aşıldığında da sünnetullah devreye girecek ve insanları zor bir hayat
bekleyecektir.
İkinci-üçüncü
dalgalardan bahsediliyor. Evet; gerçekten de bilmiyoruz, Allah korusun, belki
bu iş daha bir başlangıçtır. Belki de iş büyüyecek ve farklı azaplar eklenecek
filmin sonu gelecektir. İnsanlar “azap”tan sonra belki de apaçık bir şekilde
“acı azab”ı da göreceklerdir. O zaman söyleyecekleri söz yalnız şunlar
olacaktır:
“Dediler ki: ‘Rabbimiz,
biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten
hüsrâna uğrayanlardan olacağız”
(A’raf 23).
“Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den
yardım dileriz” (Fâtiha 5).
Fakat
“kritik-eşik” aşılınca ve artık sünnetullah son aşamaya gelince çâresizce yalvarıp
tevbe etmeler sonuç vermeyecektir:
“Tevbe; ne, kötülükleri
yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: ‘Ben şimdi gerçekten tevbe ettim’
diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab
hazırlamışızdır” (Nîsâ 18).
Peki bu niçin
böyle olur?. Çünkü:
“Size denizde bir sıkıntı
(tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat
karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür” (İsrâ 67).
Evet; demek ki
sünnetullahtan ve fıtrattan kopulduğunda “ilâhi düzen” bozulacak ve tüm
câhiliye zamanlarında ve aynen günümüzde de olduğu gibi, ifsâd, insandan
başlayarak tüm Dünyâ’yı saracaktır. O hâlde her-şey ya sünnetullaha yâni
Allah’a göre düzenlenerek doğal ve mutlu bir hayat yaşanacak; yada şeytana,
nefse ve tâğutlara göre düzenlenecek ve Dünyâ mecbûren ifsâd olacak ve a-normâl
hayatlar yaşamanın sonucunda pişmanlıkların, feryatların ve figanların sesi
göklere ulaşacaktır. Sünnetullah bu şekilde işler.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder