“Rabbinin yoluna hikmet
ve güzel öğütle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Çünkü Rabbin
kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O hidâyete erenleri de en iyi
bilendir” (Nâhl 125).
“Kullarıma söyle; sözün en
güzelini söylesinler. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şüphesiz şeytan
insanın apaçık düşmanıdır” (İsrâ
53).
Dünyâ’daki imtihan, Allah’ın
kânunları ve yasaları yâni “sünnetullah” çerçevesinde olur. Bu yasalar hiç
şaşmaz ve -Allah’ın dilemesi hâriç- en ufak bir sapma bile göstermediğinden
dolayı da değişmez: “...Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik
bulamazsın” (Ahzâb 62). Tabi Allah yasalarının -hâşâ- mahkûmu olmadığından
dolayı, istediğinde yasalarını askıya alabilir ve “üst yasalar”ını ortaya
koyabilir ki mûcizeler bunun örnekleridir.
Dünyâ’nın “doğal bir zorluğu”
vardır (soğuk-sıcak, hastalık, çalışmak, ağırlık vs.) ama bu zorluklarla insanlar
çok da zorlanmadan başa çıkabilir. Zâten “Dünyâ’nın doğal zorluğu ve imtihanı”
insana zevk de verir. İnsanları asıl yoran ve hattâ perişân eden şey, “insanların
elleri yüzünden” ortaya çıkan şeylerle imtihan olmaya mecbur olmasıdır. Böylece
imtihan ağırlaşır, insana artı yük biner ve belini büker.
Dünyâ’nın doğal zorlukları
yâni “doğal imtihan” aslında insanı çok da yormaz, fakat bu kişi “hasta, kör,
topal ve de gariban” ise, Dünyâ’nın doğal zorlukları yâni “doğal imtihan” da bu
kişilere zor geldiğinden dolayı onları ezer ve yıpratır. Bu kişilerin başına
üst-üste bir şey geldiğinde bu yükü taşımakta çok zorlanırlar ve çoğu zaman da
taşıyamazlar. Tabi sonuçta bu durum bu kişilerin bellerini büker ki, bu nedenle
de “imtihan”ın en iyi farkında olanlar, yerin en düşük rakımında yaşayan bu
hasta, kör, topal ve de gariban insanlar olur. Ne acıdır ki, Dünyâ’da zorlukla
karşılamış olan bu insanlar “farkındalık” yerine isyânı seçip de kendilerini
bitirecek haramlara bulaşınca, âhiretini de mahvetmiş olurlar.
Dünyâ’daki imtihan aslında
şöyledir; meselâ domino taşlarını düşünelim.. bir tânesi devrildiğinde
diğerleri de devriliyor ya!, işte “imtihan” budur. Çünkü biri devrildiğinde
diğeri de devrilir ve bu sürer gider. Fakat taşlardan biri devrilmediğinde
diğerleri de devrilmez. Sâdece bir tânesi devrilse onu kaldırması kolay olur
ama diğerleri de devrilmeye başladığında zorluk ve imkânsızlık başlar. Bir
musîbet, bin musîbete daha yol açar. Bir musîbet başka musîbetleri de açığa
çıkarır ve imtihan zorlaşır. Zorlaşan bu imtihan ise, hasta, kör, topal ve
gariban için çok daha zor hâle gelir.
İşte tüm bunlardan dolayı,
normâl insana çok da zor gelmeyecek ve onu çok da fazla etkilemeyecek olan
zorluklar; hasta, kör, topal ve gariban olanları çok zorlar. Bu zorluk onların
yüzlerinde, sözlerinde yâni üslûplarında bir sertlik, öfke ve keskinlik
oluşturur. Bu negatif özellikler, karşıdaki insanları onlardan uzaklaştırır
yada araya mesâfe koyulmasına neden olur. Zâten bu kişiler kendilerinde bulunan
hastalık ve engellilik nedeniyle normâl insan gibi çalışamadıklarından dolayı, “gariban”
da kalmışlardır ki, insanlar, belki de fıtraten “En Yüce Güce Sâhip Olan”a
meylinden dolayı, garibanı değil güçlü olanı sever ve onun çevresinde kalmaktan
hoşlanırlar. Sonuçta da güçsüz ve gariban insanlarla muhâtap olmak istemezler ve
onların söyledikleri çok da fazla etki etmez kendilerine.
“Allah ilmi isteyene verir”
denir. İşte ilmi isteyenlerden bir kesim de; hasta, kör, topal ve gariban olan
bu kişilerden bâzıları da olabilir. Bu kişiler yoğun gayretleriyle ve cins akıl
yürütmelerle farklı ve çarpıcı bilgilere ve görüşlere ulaşmış olabilirler. Bu
görüşler gerçekten de hem doğru hem de çarpıcı olabilir. Çünkü Allah imtihan
gereği kişiyi, mevcut her durumuyla ilme yönlendirir, mevcut durumuyla cihat ve
takvâda ilerlemesini bekler ve bu nedenle de herkesle birlikte bu kişilere de
istedikleri takdirde ilim vermiş ve ilimlerini arttırmıştır. Tabi bu kişiler
hem kendilerinde bulunan hastalıkların vermiş olduğu zorluklardan ve de
garibanlıktan dolayı bilginin kaynaklarına ulaşmada zorluk çekebilirler ve de
mutlakâ çekerler. En azından o bilgilere geç ulaşırlar. Ama Allah her halükârda
ilim yolunda olana yollarını açar ve bu nedenle gayretli olanlar kim
olursa-olsun o bilgiye ve hikmete ulaşabilir.
İşte hasta, kör, topal ve
gariban olanlar içinden de bilgiye ve bilince ulaşmış olup da çarpıcı görüşler
ortaya koyanlar ve bu görüşlerini söze ve yazıya dökenler de vardır. Fakat bu
insanların ağır bir imtihanları vardır. Bu imtihanı “Bilinçli Garibanın Üç Zindanı”
olarak adlandırmak istiyorum. Ali Şeriati, tüm insanlar için söylediği “insanın
dört zindanı”nı, çok isâbetli olarak belirtmiştir. “Doğa-tabiat-coğrafya,
Toplum, Târih ve Benlik zindanları”ndan bahseder. Tüm insanlar bu zindanlara
mahkûmdur ki bu mahkûmiyet aslında imtihanın bir sonucudur. İşte biz de diyoruz
ki, “bu dört zindan tüm insanlar içindir, fakat hasta, kör, topal ve gariban
için ayrıca bir üç zindan daha vardır ki, bunlar da; “Yüz, söz ve hastalık-garibanlık
zindanlarıdır”. Aslında bu zindanların yolu bir, bu üç zindana çıkan yol
ortaktır.
Hasta, kör, topal ve gariban
kişilerin, diğer insanlardan fazla olarak omzuna binen “artı-yük” onların bellerini
büktüğünden dolayı, bu zorluk onların yüzlerine yansır ve relâks ve huzûr dolu
yumuşak bir yüz ifâdesi yerine; yorgunluğun, zorluğun, öfkenin, acının vs.
vermiş olduğu, sert, gergin ve itici bir yüz ifâdesi oluşur. Bu yüz, “mahkeme
duvarı” tâbir edilen bir şekilde olduğu için, böyle bir yüze sâhip olan kişiler
çok bilgili, bilinçli ve de çarpıcı görüşlere de sâhip olsalar, karşısındaki
kişiler bu kişileri odaklanarak dinle(ye)mezler. Çünkü bir negatif durum vardır
ve bir iticilik oluşmuştur, karşı tarafta bir anti-pati meydana gelmektedir.
Böylece bahsedilen bilinçli kişi söylemek istediğini çok açık ve sarih ifâdelerle
anlatsa da, karşı taraftaki kişi onu tam odaklanarak dinle(ye)mediği için
meseleyi anlayamaz yada söylenene önem vermez. Zâten bu durum esnaflıkta da
böyledir. Adam bal satar ama yüzü sirke satmaktadır. Bu da insanları o kişiden
alış-veriş yapmaktan vazgeçirir. Aslında bilinçli gariban bu durumun farkındadır
ve elinden geldiğince yüzünü yumuşatmaya çalışır fakat çok da başarılı olamaz.
Çünkü yılların vermiş olduğu çizgiler ve o sert ifâde kolay-kolay
değiştirilemez. Bu da o kişileri kendi içlerine tutsak eder ve “yüzleri”
onların “ilk zindanları” olur.
Hasta, kör, topal ve gariban
kişilerin, diğer insanlardan fazla olarak omzuna binen artı yük, onların bellerini
büktüğünden dolayı, bu zorluk onların sözlerine de yansır. Öyle ki, aslında çok
yoğun okumalardan ve düşünmeden sonra vardığı çok önemli ve çarpıcı düşüncelerini
açıklamaktadırlar ama, ses rengi, söz söyleme şekli yâni üslûbu, zor yılların sonunda
oluşmuş o sesin rengini ve ifâdesini örtemediğinden dolayı, karşıdaki kişiler onu
odaklanarak dinleyemezler ve de dinlemek de istemezler. Çünkü bilinçli gariban
konuşurken, karşıdaki kişi kendisini sanki azarlanıyormuş ve hattâ kendisine küfür
ediliyormuş gibi hissetmektedir. Tabi garibanın sesindeki ve sözündeki bu
olumsuz ifâde -biraz da kişisel özelliğinden kaynaklansa da- genelde hayâtın
zorlukları nedeniyle değiştiğinden ve de sözlerini sertleştiğinden dolayı, bilinçli
gariban sesini ve sözünü ne kadar yumuşatmaya çalışsa da, karşıdaki kişi bu
üslûptan rahatsız olacaktır. Sonunda da söylenen sözü dinlemeyecektir. Aslında
bilinçli gariban bu durumun farkındadır ve elinden geldiğince sözünü
yumuşatmaya çalışır ama çok da başarılı olamaz. Çünkü yılların vermiş olduğu
artı-yük nedeniyle kendisinde oluşmuş olan o sert üslubu kolay-kolay
değiştiremez. Bu da o kişileri kendi içlerine tutsak eder ve “sözleri” onların
“ikinci zindanları” olur.
Bir de şu vardır ki, “mutlak
doğru” ve çok net olduğundan dolayı hakîkati “yavşayarak” söylemek doğru olmaz.
Tabî ki hakîkat tatlı bir dille ve yumuşak bir şekilde söylenmelidir ama bu, “yavşamak”
anlamında değildir. Hakîkat aslında biraz sert söylenir. “İki kere iki dörttür”
derken, biraz sert ve kesin ifâde kullanırız. Bilinçli gariban bir şey anlattığında,
bir şey söylediğinde yada kendi başından geçmiş olduğu için tecrübeye sâhip
olduğundan dolayı bir tavsiyede bulunduğunda bile, karşısındaki kişi bunu çok da
kâle almaz. Zâten bilinçli gariban, bir süre sonra fişlenir de. Ama muhâtap, ne
zaman ki aynı sözü ve tavsiyeyi başka birinden duyar, hemen o şeyi benimseyip yerine
getirmeye koşar. Hâlbuki daha önce çok daha ayrıntılı bir şekilde bilinçli
gariban bunu ona söylemiştir. Fakat gerek yüzündeki, gerekse de sözündeki
sertlik, karşıdaki kişinin bunu o anda dinlemesini ve düşünmesini engellemiştir.
Hasta, kör, topal ve gariban
kişilerin, diğer insanlardan fazla olarak omzuna binen artı-yük, onların bellerini
büktüğünden dolayı, bu zorluk onların, diğer insanlara göre maddî ve fizîki
açıdan “geri” kalmasına da neden olmuştur ki, işte asıl mesele de burasıdır.
Çünkü, yılların zorlukları kişinin yüzünde ve sözünde ister-istemez bir sertlik
oluşturabilir ve insanlar bundan olumsuz etkilenebilirler. Fakat asıl mesele,
bilinçli kişinin “gariban” olmasıdır. İnsanlar genelde garibanları çok da
sevmezler aslında. Çünkü bu durum insanlara ya “haksız kazançlarını” yada
“yapmaları gereken şeyleri” hatırlatır. İşte bu nedenlerden dolayı gariban
kişinin sözleri ne kadar çarpıcı olsa da, karşısındaki kişi, garibanı çok da kâle
almadığından dolayı onu dinlemez ama, aynı şeyi başka birinden duyduğunda hemen
baş-tâcı yapar. Özellikle bu kişi “titr” sâhibi yâni makâm ve unvân sâhibi kişi
ise..
Bilinçli gariban, bir sorun
hakkında çok çarpıcı ifâdelerle karşı tarafı iknâ edecek bir söz söylese bile,
karşıdaki kişi garibana göre madden daha ileri bir durumda olduğundan dolayı
onun sözünü dinlese ve hattâ çok çarpıcı bulsa da o söze hemen güven(e)mez ve garibanın
dediğini yerine getirmez ama aynı sözü, daha kaba ifâdelerle, meselâ bir doktor,
hâkim, yönetici, zengin yada fizîken güçlü birinden duysa, zâten onu
odaklanarak da dinleyeceği için o söze inanır ve o sözü baş-tâcı yaparak hemen
yerine getirme yoluna düşer.
Düşünsenize; sizin maddî
yardımda bulunduğunuz, gerçekten de çok gariban olan biri var. Bu kişi
gerçekten madden çok zor bir durumdadır. Çünkü hastalık, körlük, topallık vs.
nedeniyle çalışamadığından dolayı çok zor geçiniyor ve yardıma muhtaç. Fakat çalışamama
durumu onu boş durmaya itmemiş ve mevcut durumunu bir fırsata çevirerek ilme
yönelmiş ve zamânını ilimle doldurmuştur. İşten ve çalışmaktan mecbûren geri
kaldığından dolayı bol-bol zamâna sâhip olmuş ve böylece bilgiye ve de bilince
ulaşmıştır. Bu uğurda üstün gayret de gösterdiğinden ve kendini buna
adadığından dolayı da bir fark oluşmuş ve de belli bir ilmî seviyeye gelmiştir.
Siz ise çok zenginsiniz ve madden, fizîken ve çevre olarak çok ileridesiniz.
Şimdi bu kişi, sizin hayatınızla ilgili olan bir konuda yanlışınızı söylese
yada kendi başından geçtiği için o konuda tecrübeli olduğundan dolayı size bir
tavsiyede bulunsa, onu ne kadar dinlersiniz?. Tabî ki garibandaki maddî
yetersizlikten ziyâde ondaki mânevîyat ve bilgi-bilinç yeterliliğini
gördüğünden dolayı onun her sözünü dikkatle dinleyenler ve icâbında dediklerini
yerine getirenler de olacaktır ama, özellikle onu yakından tanıyanlar böyle bir
şey yapmayacaktır. Çünkü onlar zâten garibana destek olmakla, kendilerini ondan
üstün görmektedirler. İşte bu durum yâni “garibanlıkları ve güçsüzlükleri” de,
bilinçli garibanı kendi içine hapseden “üçüncü zindanları”dır.
Kişinin özel zorluklarından
dolayı yüzünde, sözünde ve maddî durumunda meydana gelen olumsuzluklar,
karşıdaki kişinin onu dinlememesine, kâle almamasına ve hattâ küçük görmesine
neden olur. Zâten Hz. Eyyûb’da bile bu böyle olmuştu da, önceden çevresinde
pervâne olanlar etrâfından dağılıp gitmişti. Çünkü Hz. Eyyûb’daki hastalık, o’nun
yüzüne, sözüne ve maddî durumuna olumsuz bir şekilde yansımıştı. Fakat Allah sabrından
dolayı onu yeniden eski durumuna getirdi ve hattâ eskisinden de iyi bir duruma
geldi. O hâlde; hasta, kör, topal ve garibana düşen şey, bu konuda sabretmekten
başkası değildir. Şikâyetini ise sâdece Allah’a yapacaktır. Çünkü maddî ve
mânevî dertlerin devâsını verecek olan Tek İlah, “Şâfî olan Allah”tır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder