“Yoksa (elinizde) ders
okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ
sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir
yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).
Aldatmanın bir çeşidi de,
“Kur’ân ile aldatmak”tır. Bu aldatma, “modern Kur’ân okuma metodu” yoluyla
yapılıyor. İslâm’a birebir aykırı olan modern yorumlar, Kur’ân’a “etimolojik
işkence” altında söylettirilen sapık sözler ve düşünceler ortaya çıkarıyor.
Müslümanlar Kur’ân’ı okuyor fakat yorumunu İslâm’ın kendi iç-dinamikleri
yerine, modern-seküler sisteme göre yapıyorlar. Böylece seküler-modern sistem
eleştirisi yerine, bu sisteme sıkı bir bağımlılık ortaya çıkıyor. Bu bağımlılık
da, Kur’ân’ı modernizme uydurmaya dönüşüyor ve artık modernizme uymayan Kur’ân’ın
apaçık âyetleri, aşırı yorumlamaya uğratılıyor ve modernizme “tam uyar” hâle
gerilerek bambaşka anlamlar ortaya çıkarılıyor. Öyle ki, ortaya konan bu anlamları
Peygamber ve sahabe gelip okusa idi, içten bir “eyvahhh!” derlerdi.
Modern müslümanlar, îtikatta
Kur’ân’a bağlı olduğunu söylerlerken, amelde-eylemde modern ideolojilere göre
hareket ediyorlar ki bu ideolojilerden en yaygını demokrasidir. Kur’ân’ı okuyup
da “güzel örnekliğe” (Ahzâb 21) göre hareket edeceklerine, İslâm’a düşman bir
ideoloji beşerî bir sistem olan demokrasiye göre hareket ediyorlar.
Sünnet göz-ardı edildiği
için, Kur’ân’ın “modern” yorumları, vahyin gerçek yorumları zannediliyor. Böyle
olunca da demokrasinin, tam da Kur’ân’ın istediği bir yönetim-biçimi yada
sistemi olduğu düşünülmeye başlıyor.
Kur’ân’ı modernizme
uydurmak için yapılan modern Kur’ân araştırmaları, “dananın altında buzağı
arama” faaliyetleridir. Aranan dana, “modernizm danası”dır. Bu bağlamda modern Kur’ân çalışmaları, hayattan kopuk “arapça
gramer dersleri”nden ibâret hâle gelmiştir. Hayâta dönük olmayan bu çalışmalar,
mevcut modern sisteme uymakla sonuçlanıyor. Çünkü ortaya “İslâmî bir hayat-sistemi”
koymak düşüncesi oluşturmuyor. Modern Kur’ân çalışmaları, “Kur’ân’ı hayâta
sokmama” merkezli çalışmalardır.
Kur’ân’ı hayat rehberi
yapmak için, onu amel ve eylemin kaynağı olan “sünnet-merkezli” olarak hayâta
hâkim kılmak gerekir. Uydurulmuş ve İslâm ile hiç alâkası olmayan rivâyetlere
(haklı olarak) düşman olan müslümanlar, bu konuda zamanla aşırıya kaçmışlar ve
bâtıla olan nefret, sahih olan sünnetin de göz-ardı edilmesine sebep olmuştur.
Modern Kur’ân çalışmaları, sünneti göz-ardı ettiğinden dolayı, müslümanlar büyük
bir yanlışlık ve haksızlıkla Peygamber’e ve sünnete de düşman olmaya
başlamışlardır. Çünkü Kur’ân’ı modernizme uyduran modern Kur’ân çalışmalarında
“İslâm’ın hayâta hâkim kılınması”nın “düşüncesi bile” olmadığından ve yapılan
şey de sâdece “gelenek eleştirisi” ve “Kur’ân’ı moderniteye uygun yorumlamak”
olduğundan dolayı, bu tarz çalışmalar zamanla insanları Peygamber ve sünnetten
soğutuyor ve hattâ bâzılarını da Peygamber-sünnet düşmanı yapmaya başlıyor.
Sanki Kur’ân 1.400 yıldır
bir türlü anlaşılamıyordu da, modern çağ, modern teknoloji ve modern
müslümanlar ortaya çıktı ve Kur’ân’ı anlamaya başladık(!). İyi de, Kur’ân’ın
“kendisiyle amel edilmesi ve hayâta hâkim kılınması gereken bir kitap” olduğunu
yine anlayamıyoruz ki. Değişen pek bir şey yok. Böylece olunca da şeytâni-tâğuti
bir sistem olan modern seküler sistemin hâkimiyeti sağlamlaşarak devâm etmiş
oluyor. Çünkü müslümanlar, Kur’ân’ın sosyâl, ekonomik ve siyâsal bir boyutu
yokmuş gibi davranıyorlar ve Kur’ân’ı zihinlere ve kâlplere hapsediyorlar.
Böylece Kur’ân, bir türlü hayatta “görünür” kılınıp hâkim olamıyor.
“Kur’ân okumak” demek,
“modern kânunlara karşı gelmek”, “modern kânunları çiğnemek” demektir. Çünkü
modernizm, “İslâm’a karşı oluşturulmuş” bir sistemdir. Bu nedenle de olumsuz
yönleri apaçık olan modernizmin “günah dünyâsı”na karşı içinde bir bulantı
duymayanlar, Kur’ân’ı henüz idrâk edememişler demektir. Kişisel şartları ve
toplumsal şartları değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan
açar ve açmaktadır.
Modern Kur’ân çalışmaları
yapanlar ve vahyi modernizm-merkezli yorumlayanlar, sürekli olarak; “acaba
Allah ne demek istiyor” diye Kur’ân’ı didikleyip durmaktadırlar. Allah’ın “ne
demek istediği”, “ne dediği”dir. Ne dediği ise Kur’ân’daki âyetlerle apaçık
gösterilmiştir. Allah’ın “dediği”ni yapmayanlar, “acaba ne demek istedi”nin
peşine düşmüşlerdir-düşmektedirler. Herkes Kur’ân’ın, tam da kendi düşündükleri
gibi söylemesini-söylememesini istiyor. Olmadı, bunu zorluyorlar. Bu zorlama
İslâm’ın kendi iç-dinamikleriyle yapılmadığından, mevcut seküler düzene yâni
modernizme göre yapılıyor ve sonuçta mevcut modern sistemi onaylayan yorumlar
çıkıyor meydana. Böylece Kur’ân modernizme uydurulmuş oluyor. Fakat unutulmamalı
ki bu, “Kur’ân’ı modernizmin güdümüne sokmak” anlamına geliyor.
Hurâfeye; Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, modern seküler
batı-merkezli eleştiri ve îtirazda bulunmak, tersinden hurâfe üretmektir.
“Klâsik hurâfe” yerine, “modern hurâfe” ortaya çıkıyor böylece. Modern
müslümanların gittiği yön-yol budur. Geleneğe aşırı düşmanlık, moderniteye
aşırı bağlılıkla sonuçlanıyor ve modernizm ile Kur’ân aynılaştırılarak, Kur’ân
modenizme uydurulmuş oluyor. Fakat Kur’ân modernizme uydurulunca bir zaman
sonra Kur’ân nesneleşirken, modern olan ise özne oluyor ve modernizm, -her
şeyde olduğu gibi- Kur’ân’ı tam da kendine uydurmaya başlıyor.
“Aman modernizmi eleştirme,
moderniteye aykırı söz söyleme!, çünkü gençler ateist-deist-agnostik olurlar-oluyorlar”
diyorlar. Furkân olan Kur’ân’ın apaçık âyetlerine bakarak ateist-deist olanlar,
olurlarsa da olsunlar. Onlar zâten modernizme gönül verdikleri ve de tam da
modernizme uygun bir yaşam üzere oldukları için ateist-deist olmak için mâzeret
arayıp durmaktadırlar.
Târihin hiç-bir döneminde
(bir ideâl olsa da) insanlar kitleler hâlinde hak yoluna girmemişlerdir. Önemli
olan, belli bir sayıya ulaşmış ve İslâmî bilince ermiş olan “kurucu kadro”nun
oluşmasıdır. Yoksa, İslâm hayâta henüz hâkim olmadığında, toplumun tamâmının
İslâmî yönde bir değişim geçirmesini beklemek boşunadır. Bu bir süreçtir.
Toplumun geneli, bir güç hâline gelerek hayâta hâkim olmuş olana uyar.
İnsanların yetiştirilmesi kolay bir süreç değildir. Bu nedenle de toplumun
tamâmının, bir-anda büyük bedelleri göze alarak değişmesini bekleyemeyiz. Zâten
bu pratik olarak da mümkün değildir. Çünkü bir nesli tam “düzelttik” ve
“yetiştirdik” derken, düzeltilecek ve yetiştirilecek yeni bir nesil yetişmiş
olur. Böylece insanı düzeltmenin ve yetiştirmenin sonu gelmez. Sonuçta da
harekete geçilemediğinden dolayı Dünyâ düzeltilmeden kalmış olur. Tabi bu,
insan yetiştirme konusunu önemsiz görmek demek değildir. Ne Dünyâ’yı
düzeltmeden insanı, ne de insanı düzeltmeden Dünyâ’yı düzeltebilirsiniz.
İkisinin berâber düzeltilmesi şarttır. Nitekim Peygamberimiz de Kur’ân
(düzeltici) tamamlanmadan yâni daha yarısı inmemiş iken Dünyâ'yı düzeltme işine
(hicret) başlamıştı.
Birileri; Kur’ân’ı çok iyi
anlayınca tam olarak ahlâklı bir insan-müslüman olacağını zannediyor. Fakat
ahlâkın salt bilgisi ahlâk değildir. Kur’ân; “iç-âlemleri aydınlattıktan ve
ahlâkî hâle getirdikten” sonra, dış âlemi de aydınlatıp ahlâkî hâle
getirmelidir. Böylece ahlâk, “potansiyel ahlâk” olmaktan kurtulur ve “yaşayan
ahlâk” hâline gelir. Zâten Kur’ân; siyâsal, sosyâl ve ekonomik hayâta
karışmayacak bir kitapsa, “kitaplardan bir kitap” olur. Hattâ çoğunluk için “olsa
da olur, olmasa da olur” cinsinden bir Kitap hâline gelir. Amele-eyleme
dökmedikten sonra, Kur’ân’ı, “dönüp-dönüp Arapça okumak”la, modernizmin tam da
istediği gibi, “dönüp-dönüp Türkçe okumak” arasında bir fark yoktur.
Kur’ân’ı modern-merkezli
okumak, Kur’ân’ın “modernizme uygun” anlaşılmasına ve modernizme göre yorumlanmasına
neden olur. Böyle olunca da bir-çok âyet için ya “nesh edilmiştir” denilir yada
“o âyetin anlamı o değil” diyerek mevcut modern-seküler sisteme uygun yorumlar
yapılmakta ve anlamlar verilmektedir. Tabî ki bu, aşırı zorlayarak yapılan
yorumlamalardır. Gerek klâsik dönemde gerekse de modern dönemde bâzı
müslümanlar, Kur’ân’ın bâzı âyetlerinin nesh edildiği için, yaşadıkları dönemde
geçerli olmadığını söylemişlerdir.
Hz.
Muhammed’in, “Kur’ân’ın birebir uygulaması” olan sünnetini (yâni hayat tarzını)
inkâr edenler, eski-yeni önderlerinin yada lîderlerinin bâtıl batı’dan ilhamla
ortaya koyduğu sünnetini (yâni hayat tarzını) harfiyen yerine getirmekten geri
durmuyorlar. Yâni modern müslümanlar ve genel insanlar için sorun,
“Peygamber’in sünnetini kabûl etmemek”tir. Yoksa onlar çoğu kişinin sünnetini
yâni hayat-tarzını kabûl edip, adım-adım uygulamaktadırlar.
Modern telakkiyle
Kur’ân’ı yorumlamak modern müslümanlar için bir zevke dönüştü. Böyle olunca da
sanki Kur’ân’ın hayât için söylediği bir şey yokmuş gibi konuşuyorlar. Hattâ
artık bunu savunuyorlar ve bu bağlamda Resûl-Nebi’ ayrımı yapılıp, “Nebi’nin
-güyâ- örnek alınmasına gerek olmadığı”nı kabûl ediyorlar. Sünnetin inkâr
edilmesinin bir nedeni de budur. Sünnetin inkâr edilmesi, “Kur’ân’ı hayâta dâir
söylediği bir şeyin olmadığı” anlamına gelir.
İslâm’ı “İslâm
düşmanları”ndan oryantâlistlerden öğrenenler “İslâm düşmanı” oluyorlar. Oysa
İslâm, Kur’ân’la öğrenilir, Sünnet ile uygulanır. Oryantâlizm merkezli Kur’ân
okumaları, “kelle başı müslümanlık tipi” ortaya çıkarıyor. Bu müslümanlık
tipinin, modernite ile hiç-bir sorunu olmuyor. Abdurrahman Arslan bu konuda
şunları söyler:
“Bugünün müslümanları neyi bulmak istiyorlarsa Kur’ân’da onu arıyorlar.
Bağlamlarından kopartılmış âyetlerin başka bağlamlar içerisinde yeniden
anlamlandırıldığı bir süreç yaşıyoruz. Bu, yeni bir
dindarlık olarak da geliyor. Müslüman içsel olarak fakirleşiyor, ama dış
görünüş îtibâriyle de dindarlığı yoğun bir şekilde çağrıştıracak bir görüntünün içerisinde oluyor.
Müslümanın âfâki ve enfüsi dünyâsındaki uyum alabildiğine bozulmuş durumda.
‘Kur’ân anlaşılarak hayâta geçirilmesi gerekir’ diye inanan
dindar aydınlar, dindar yazarlar, dindar akademisyenler, batı’nın düzenine
uyarak, kapitâlizmin ekmeğini yiyerek, müslümanların kurtuluşundan söz
edemezler. Çünkü sorunun asıl kaynağı batı’nın sömürgeci düzeni, batı’nın
yaşam-biçimi, batı’nın ekmeğini yemektir. Bütün bu oluşumlar batı kültürüyle dünyâyı
öğrenmekten, batı kültürüyle Kur’ân okumaktan, batı kültürüyle Kur’ân’ı
anlamaya çalışmaktan geçer. Batı kültürüyle dünyâyı öğrenenler, batı kültürüyle Kur’ân’ı anlayıp
bir batı’lı gibi Kur’ân’ı hayâta geçirmeye çalışanlar, batı’nın köleliğinden
aslâ kurtulamazlar. Çünkü batı-kültürü baştan-aşağıya şirktir. Şirki reddetmeyen bir topluluk İslâm’ın
hidâyetini anlayamaz”.
O hâlde
yapılması gereken şey, “Kur’ân’ı, İslâm’ın kendi iç-dinamiklerini gözeterek
okumak ve de o şekilde anlamak” olmalıdır. Bunun için de yapılması gereken şey,
Peygamberimiz’in “güzel örnekliği”nin târihi olan “asr-ı saadet” sürecini
göz-önüne alarak okuma yapmak ve amel-eylemde bulunmaktır. İslâm târihini de
göz-önüne alarak okumaktır. Çünkü 1.400
yıl önce vahyin indiği Mekke ve çevresinin târihini, sosyo-kültürel ortamını,
fakat özellikle de “23 yıllık yaşanmışlık” olan ve “usvetun hasenetun” denilen
“güzel örnekliği” (sünnet) bilmeden, Kur’ân’ı öğrenmek, bilmek, anlamak ve
idrâk etmek imkânsızdır. Bu süreçte tabî ki, Peygamber adına uydurulmuş
zırvalıkların ayıklanması ve amel-eyleme dönük özveriyle ve fedâkârlıkla yapılan
eylemlere ve eylemcilere ihtiyaç olacaktır.
Geleneğe
olan aşırı düşmanlığın arkasında bile modern telakki vardır. Çünkü modernizm “eski
olan”dan nefret eder ve bu nedenle de onu boğmak ister. Çünkü modernizmin ilk
ve en önemli düşmanı “gelenek”tir. Fakat gelenek, modernizme hem sahih hem de uydurma
rivâyetlerle karşı çıkar. Oysa modernizme ancak Kur’ân ve Sünnet ile karşı
çıkıldığında bir farkındalık ortaya konulabilir.
Şu-an
Dünyâ’ya hâkim olan modernitenin söylediğinin-yaptığının %90’ına îtirâz etmeyen
ve eleştirmeyen kişiler, İslâm dîninin ne olduğunu hiç anlamadıkları gibi,
Kur’ân’dan da bi-haberdirler.
Ey müslüman!. Allah’ın sana
bir mesajı var: Kur’ân... Kur’ân’daki mesaj ise, sapık modern seküler sisteme
karşı çıkmak ve Peygamberimiz gibi o sistemden uzaklaşarak İslâmî sistemi
yeryüzüne kurmak ve onu Dünyâ’ya hâkim kılma yoluna sokmaktır. Çünkü Dünyâ bir “zulüm
diyârı”na dönmüştür ve gidişâta ve müstakbel projelere bakılırsa bu zulüm
katlanarak artacaktır. Bu, “adâletsizliğin de artması” anlamına gelir. O hâlde
mevcut modern sistem yıkılıp, yerine İslâmî sistem gelmeli ve bu sistemin
anayasası da Kur’ân olmalıdır. Zîrâ ancak 2
maddeden oluşacak bir anayasa zulmü ber-tarâf edip adâleti sağlayabilir:
1-Anayasa Kur’ân’dır. 2-Kur’ân’ın uygulaması Peygamber örnekliğine (sünnet)
göre olur.
Kur’ân’ın,
günümüzün (ve de tüm zamanların) problemlerini çözebilecek formüllere sâhip “tek
Kitap” olduğunu idrâk edemeyenler, sürekli Kur’ân okusalar da, Kur’ân’dan hâlâ
habersizdirler demektir.
Vel hâsıl kelam; Modernizme
öfkeli bir “lâ” demeden Kur’ân’ı ne idrâk edebilirsiniz, ne de onu hayâta hâkim
kılabilirsiniz.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder