1 Ağustos 2018 Çarşamba

Kur’ân’ı Modernizme Uydurmak



“Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz o, mutlakâ sizin kalacak diye” (Kalem 37-39).

Aldatmanın bir çeşidi de, “Kur’ân ile aldatmak”tır. Bu aldatma, “modern Kur’ân okuma metodu” yoluyla yapılıyor. İslâm’a birebir aykırı olan modern yorumlar, Kur’ân’a “etimolojik işkence” altında söylettirilen sapık sözler ve düşünceler ortaya çıkarıyor. Müslümanlar Kur’ân’ı okuyor fakat yorumunu İslâm’ın kendi iç-dinamikleri yerine, modern-seküler sisteme göre yapıyorlar. Böylece seküler-modern sistem eleştirisi yerine, bu sisteme sıkı bir bağımlılık ortaya çıkıyor. Bu bağımlılık da, Kur’ân’ı modernizme uydurmaya dönüşüyor ve artık modernizme uymayan Kur’ân’ın apaçık âyetleri, aşırı yorumlamaya uğratılıyor ve modernizme “tam uyar” hâle gerilerek bambaşka anlamlar ortaya çıkarılıyor. Öyle ki, ortaya konan bu anlamları Peygamber ve sahabe gelip okusa idi, içten bir “eyvahhh!” derlerdi.

Modern müslümanlar, îtikatta Kur’ân’a bağlı olduğunu söylerlerken, amelde-eylemde modern ideolojilere göre hareket ediyorlar ki bu ideolojilerden en yaygını demokrasidir. Kur’ân’ı okuyup da “güzel örnekliğe” (Ahzâb 21) göre hareket edeceklerine, İslâm’a düşman bir ideoloji beşerî bir sistem olan demokrasiye göre hareket ediyorlar.

Sünnet göz-ardı edildiği için, Kur’ân’ın “modern” yorumları, vahyin gerçek yorumları zannediliyor. Böyle olunca da demokrasinin, tam da Kur’ân’ın istediği bir yönetim-biçimi yada sistemi olduğu düşünülmeye başlıyor.

Kur’ân’ı modernizme uydurmak için yapılan modern Kur’ân araştırmaları, “dananın altında buzağı arama” faaliyetleridir. Aranan dana, “modernizm danası”dır. Bu bağlamda modern Kur’ân çalışmaları, hayattan kopuk “arapça gramer dersleri”nden ibâret hâle gelmiştir. Hayâta dönük olmayan bu çalışmalar, mevcut modern sisteme uymakla sonuçlanıyor. Çünkü ortaya “İslâmî bir hayat-sistemi” koymak düşüncesi oluşturmuyor. Modern Kur’ân çalışmaları, “Kur’ân’ı hayâta sokmama” merkezli çalışmalardır.

Kur’ân’ı hayat rehberi yapmak için, onu amel ve eylemin kaynağı olan “sünnet-merkezli” olarak hayâta hâkim kılmak gerekir. Uydurulmuş ve İslâm ile hiç alâkası olmayan rivâyetlere (haklı olarak) düşman olan müslümanlar, bu konuda zamanla aşırıya kaçmışlar ve bâtıla olan nefret, sahih olan sünnetin de göz-ardı edilmesine sebep olmuştur. Modern Kur’ân çalışmaları, sünneti göz-ardı ettiğinden dolayı, müslümanlar büyük bir yanlışlık ve haksızlıkla Peygamber’e ve sünnete de düşman olmaya başlamışlardır. Çünkü Kur’ân’ı modernizme uyduran modern Kur’ân çalışmalarında “İslâm’ın hayâta hâkim kılınması”nın “düşüncesi bile” olmadığından ve yapılan şey de sâdece “gelenek eleştirisi” ve “Kur’ân’ı moderniteye uygun yorumlamak” olduğundan dolayı, bu tarz çalışmalar zamanla insanları Peygamber ve sünnetten soğutuyor ve hattâ bâzılarını da Peygamber-sünnet düşmanı yapmaya başlıyor.

Sanki Kur’ân 1.400 yıldır bir türlü anlaşılamıyordu da, modern çağ, modern teknoloji ve modern müslümanlar ortaya çıktı ve Kur’ân’ı anlamaya başladık(!). İyi de, Kur’ân’ın “kendisiyle amel edilmesi ve hayâta hâkim kılınması gereken bir kitap” olduğunu yine anlayamıyoruz ki. Değişen pek bir şey yok. Böylece olunca da şeytâni-tâğuti bir sistem olan modern seküler sistemin hâkimiyeti sağlamlaşarak devâm etmiş oluyor. Çünkü müslümanlar, Kur’ân’ın sosyâl, ekonomik ve siyâsal bir boyutu yokmuş gibi davranıyorlar ve Kur’ân’ı zihinlere ve kâlplere hapsediyorlar. Böylece Kur’ân, bir türlü hayatta “görünür” kılınıp hâkim olamıyor.

“Kur’ân okumak” demek, “modern kânunlara karşı gelmek”, “modern kânunları çiğnemek” demektir. Çünkü modernizm, “İslâm’a karşı oluşturulmuş” bir sistemdir. Bu nedenle de olumsuz yönleri apaçık olan modernizmin “günah dünyâsı”na karşı içinde bir bulantı duymayanlar, Kur’ân’ı henüz idrâk edememişler demektir. Kişisel şartları ve toplumsal şartları değiştirmeyi düşünmeden okunan Kur’ân, ancak tâğutlara alan açar ve açmaktadır.

Modern Kur’ân çalışmaları yapanlar ve vahyi modernizm-merkezli yorumlayanlar, sürekli olarak; “acaba Allah ne demek istiyor” diye Kur’ân’ı didikleyip durmaktadırlar. Allah’ın “ne demek istediği”, “ne dediği”dir. Ne dediği ise Kur’ân’daki âyetlerle apaçık gösterilmiştir. Allah’ın “dediği”ni yapmayanlar, “acaba ne demek istedi”nin peşine düşmüşlerdir-düşmektedirler. Herkes Kur’ân’ın, tam da kendi düşündükleri gibi söylemesini-söylememesini istiyor. Olmadı, bunu zorluyorlar. Bu zorlama İslâm’ın kendi iç-dinamikleriyle yapılmadığından, mevcut seküler düzene yâni modernizme göre yapılıyor ve sonuçta mevcut modern sistemi onaylayan yorumlar çıkıyor meydana. Böylece Kur’ân modernizme uydurulmuş oluyor. Fakat unutulmamalı ki bu, “Kur’ân’ı modernizmin güdümüne sokmak” anlamına geliyor.

Hurâfeye; Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, modern seküler batı-merkezli eleştiri ve îtirazda bulunmak, tersinden hurâfe üretmektir. “Klâsik hurâfe” yerine, “modern hurâfe” ortaya çıkıyor böylece. Modern müslümanların gittiği yön-yol budur. Geleneğe aşırı düşmanlık, moderniteye aşırı bağlılıkla sonuçlanıyor ve modernizm ile Kur’ân aynılaştırılarak, Kur’ân modenizme uydurulmuş oluyor. Fakat Kur’ân modernizme uydurulunca bir zaman sonra Kur’ân nesneleşirken, modern olan ise özne oluyor ve modernizm, -her şeyde olduğu gibi- Kur’ân’ı tam da kendine uydurmaya başlıyor.

“Aman modernizmi eleştirme, moderniteye aykırı söz söyleme!, çünkü gençler ateist-deist-agnostik olurlar-oluyorlar” diyorlar. Furkân olan Kur’ân’ın apaçık âyetlerine bakarak ateist-deist olanlar, olurlarsa da olsunlar. Onlar zâten modernizme gönül verdikleri ve de tam da modernizme uygun bir yaşam üzere oldukları için ateist-deist olmak için mâzeret arayıp durmaktadırlar.

Târihin hiç-bir döneminde (bir ideâl olsa da) insanlar kitleler hâlinde hak yoluna girmemişlerdir. Önemli olan, belli bir sayıya ulaşmış ve İslâmî bilince ermiş olan “kurucu kadro”nun oluşmasıdır. Yoksa, İslâm hayâta henüz hâkim olmadığında, toplumun tamâmının İslâmî yönde bir değişim geçirmesini beklemek boşunadır. Bu bir süreçtir. Toplumun geneli, bir güç hâline gelerek hayâta hâkim olmuş olana uyar. İnsanların yetiştirilmesi kolay bir süreç değildir. Bu nedenle de toplumun tamâmının, bir-anda büyük bedelleri göze alarak değişmesini bekleyemeyiz. Zâten bu pratik olarak da mümkün değildir. Çünkü bir nesli tam “düzelttik” ve “yetiştirdik” derken, düzeltilecek ve yetiştirilecek yeni bir nesil yetişmiş olur. Böylece insanı düzeltmenin ve yetiştirmenin sonu gelmez. Sonuçta da harekete geçilemediğinden dolayı Dünyâ düzeltilmeden kalmış olur. Tabi bu, insan yetiştirme konusunu önemsiz görmek demek değildir. Ne Dünyâ’yı düzeltmeden insanı, ne de insanı düzeltmeden Dünyâ’yı düzeltebilirsiniz. İkisinin berâber düzeltilmesi şarttır. Nitekim Peygamberimiz de Kur’ân (düzeltici) tamamlanmadan yâni daha yarısı inmemiş iken Dünyâ'yı düzeltme işine (hicret) başlamıştı.

Birileri; Kur’ân’ı çok iyi anlayınca tam olarak ahlâklı bir insan-müslüman olacağını zannediyor. Fakat ahlâkın salt bilgisi ahlâk değildir. Kur’ân; “iç-âlemleri aydınlattıktan ve ahlâkî hâle getirdikten” sonra, dış âlemi de aydınlatıp ahlâkî hâle getirmelidir. Böylece ahlâk, “potansiyel ahlâk” olmaktan kurtulur ve “yaşayan ahlâk” hâline gelir. Zâten Kur’ân; siyâsal, sosyâl ve ekonomik hayâta karışmayacak bir kitapsa, “kitaplardan bir kitap” olur. Hattâ çoğunluk için “olsa da olur, olmasa da olur” cinsinden bir Kitap hâline gelir. Amele-eyleme dökmedikten sonra, Kur’ân’ı, “dönüp-dönüp Arapça okumak”la, modernizmin tam da istediği gibi, “dönüp-dönüp Türkçe okumak” arasında bir fark yoktur.

Kur’ân’ı modern-merkezli okumak, Kur’ân’ın “modernizme uygun” anlaşılmasına ve modernizme göre yorumlanmasına neden olur. Böyle olunca da bir-çok âyet için ya “nesh edilmiştir” denilir yada “o âyetin anlamı o değil” diyerek mevcut modern-seküler sisteme uygun yorumlar yapılmakta ve anlamlar verilmektedir. Tabî ki bu, aşırı zorlayarak yapılan yorumlamalardır. Gerek klâsik dönemde gerekse de modern dönemde bâzı müslümanlar, Kur’ân’ın bâzı âyetlerinin nesh edildiği için, yaşadıkları dönemde geçerli olmadığını söylemişlerdir.

Hz. Muhammed’in, “Kur’ân’ın birebir uygulaması” olan sünnetini (yâni hayat tarzını) inkâr edenler, eski-yeni önderlerinin yada lîderlerinin bâtıl batı’dan ilhamla ortaya koyduğu sünnetini (yâni hayat tarzını) harfiyen yerine getirmekten geri durmuyorlar. Yâni modern müslümanlar ve genel insanlar için sorun, “Peygamber’in sünnetini kabûl etmemek”tir. Yoksa onlar çoğu kişinin sünnetini yâni hayat-tarzını kabûl edip, adım-adım uygulamaktadırlar.

Modern telakkiyle Kur’ân’ı yorumlamak modern müslümanlar için bir zevke dönüştü. Böyle olunca da sanki Kur’ân’ın hayât için söylediği bir şey yokmuş gibi konuşuyorlar. Hattâ artık bunu savunuyorlar ve bu bağlamda Resûl-Nebi’ ayrımı yapılıp, “Nebi’nin -güyâ- örnek alınmasına gerek olmadığı”nı kabûl ediyorlar. Sünnetin inkâr edilmesinin bir nedeni de budur. Sünnetin inkâr edilmesi, “Kur’ân’ı hayâta dâir söylediği bir şeyin olmadığı” anlamına gelir.

İslâm’ı “İslâm düşmanları”ndan oryantâlistlerden öğrenenler “İslâm düşmanı” oluyorlar. Oysa İslâm, Kur’ân’la öğrenilir, Sünnet ile uygulanır. Oryantâlizm merkezli Kur’ân okumaları, “kelle başı müslümanlık tipi” ortaya çıkarıyor. Bu müslümanlık tipinin, modernite ile hiç-bir sorunu olmuyor. Abdurrahman Arslan bu konuda şunları söyler:

“Bugünün müslümanları neyi bulmak istiyorlarsa Kur’ân’da onu arıyorlar. Bağlamlarından kopartılmış âyetlerin başka bağlamlar içerisinde yeniden anlamlandırıldığı bir                  süreç yaşıyoruz. Bu, yeni bir dindarlık olarak da geliyor. Müslüman içsel olarak fakirleşiyor, ama dış görünüş îtibâriyle de dindarlığı yoğun bir şekilde çağrıştıracak bir                       görüntünün içerisinde oluyor. Müslümanın âfâki ve enfüsi dünyâsındaki uyum alabildiğine bozulmuş durumda.

‘Kur’ân anlaşılarak hayâta geçirilmesi gerekir’ diye inanan dindar aydınlar, dindar yazarlar, dindar akademisyenler, batı’nın düzenine uyarak, kapitâlizmin ekmeğini yiyerek,                    müslümanların kurtuluşundan söz edemezler. Çünkü sorunun asıl kaynağı batı’nın sömürgeci düzeni, batı’nın yaşam-biçimi, batı’nın ekmeğini yemektir. Bütün bu                            oluşumlar batı kültürüyle dünyâyı öğrenmekten, batı kültürüyle Kur’ân okumaktan, batı kültürüyle Kur’ân’ı anlamaya çalışmaktan geçer. Batı kültürüyle dünyâyı öğrenenler,                  batı kültürüyle Kur’ân’ı anlayıp bir batı’lı gibi Kur’ân’ı hayâta geçirmeye çalışanlar, batı’nın köleliğinden aslâ kurtulamazlar. Çünkü batı-kültürü baştan-aşağıya şirktir. Şirki                          reddetmeyen bir topluluk İslâm’ın hidâyetini anlayamaz”.

O hâlde yapılması gereken şey, “Kur’ân’ı, İslâm’ın kendi iç-dinamiklerini gözeterek okumak ve de o şekilde anlamak” olmalıdır. Bunun için de yapılması gereken şey, Peygamberimiz’in “güzel örnekliği”nin târihi olan “asr-ı saadet” sürecini göz-önüne alarak okuma yapmak ve amel-eylemde bulunmaktır. İslâm târihini de göz-önüne alarak okumaktır. Çünkü 1.400 yıl önce vahyin indiği Mekke ve çevresinin târihini, sosyo-kültürel ortamını, fakat özellikle de “23 yıllık yaşanmışlık” olan ve “usvetun hasenetun” denilen “güzel örnekliği” (sünnet) bilmeden, Kur’ân’ı öğrenmek, bilmek, anlamak ve idrâk etmek imkânsızdır. Bu süreçte tabî ki, Peygamber adına uydurulmuş zırvalıkların ayıklanması ve amel-eyleme dönük özveriyle ve fedâkârlıkla yapılan eylemlere ve eylemcilere ihtiyaç olacaktır.

Geleneğe olan aşırı düşmanlığın arkasında bile modern telakki vardır. Çünkü modernizm “eski olan”dan nefret eder ve bu nedenle de onu boğmak ister. Çünkü modernizmin ilk ve en önemli düşmanı “gelenek”tir. Fakat gelenek, modernizme hem sahih hem de uydurma rivâyetlerle karşı çıkar. Oysa modernizme ancak Kur’ân ve Sünnet ile karşı çıkıldığında bir farkındalık ortaya konulabilir.

Şu-an Dünyâ’ya hâkim olan modernitenin söylediğinin-yaptığının %90’ına îtirâz etmeyen ve eleştirmeyen kişiler, İslâm dîninin ne olduğunu hiç anlamadıkları gibi, Kur’ân’dan da bi-haberdirler.

Ey müslüman!. Allah’ın sana bir mesajı var: Kur’ân... Kur’ân’daki mesaj ise, sapık modern seküler sisteme karşı çıkmak ve Peygamberimiz gibi o sistemden uzaklaşarak İslâmî sistemi yeryüzüne kurmak ve onu Dünyâ’ya hâkim kılma yoluna sokmaktır. Çünkü Dünyâ bir “zulüm diyârı”na dönmüştür ve gidişâta ve müstakbel projelere bakılırsa bu zulüm katlanarak artacaktır. Bu, “adâletsizliğin de artması” anlamına gelir. O hâlde mevcut modern sistem yıkılıp, yerine İslâmî sistem gelmeli ve bu sistemin anayasası da Kur’ân olmalıdır. Zîrâ ancak 2 maddeden oluşacak bir anayasa zulmü ber-tarâf edip adâleti sağlayabilir: 1-Anayasa Kur’ân’dır. 2-Kur’ân’ın uygulaması Peygamber örnekliğine (sünnet) göre olur.

Kur’ân’ın, günümüzün (ve de tüm zamanların) problemlerini çözebilecek formüllere sâhip “tek Kitap” olduğunu idrâk edemeyenler, sürekli Kur’ân okusalar da, Kur’ân’dan hâlâ habersizdirler demektir.

Vel hâsıl kelam; Modernizme öfkeli bir “lâ” demeden Kur’ân’ı ne idrâk edebilirsiniz, ne de onu hayâta hâkim kılabilirsiniz.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Mayıs 2018




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder