“..Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp
da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların
dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de
azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz
değildir” (Bakara 85).
Müslümanlar çok
bilen, çok konuşan ama hiç “yapmayan” insanlar olup çıktı. Zîrâ yapmayı
başkalarına bıraktılar. Üstelik bunu yapanlar, bir zamanlar “devlet” hayâli
olanlar, İslâm’ı hayâta hâkim kılma hayâlleri ve plânları olanlardır. Peki ne
oldu da bu hayâllerinden ve plânlarından vazgeçtiler?. Ne oldu da düşünceleri
değişti?. Buna verilecek cevap herhâlde en temelde, bir yorgunluk yaşamaları ve
İslâmî direnç gösterememeleri olsa gerek. Belki modernizmin getirdiği medya ile
görünür-bilinir-tanınır olmak ve dünyevî olanın çoğalarak sûni gündemler ve
modeller ortaya koyması da eklenebilir.
Bu değişimi yâni
eksen kaymasını yaşayanlar, bir zamanlar savunduklarının tam-aksini
savunuyorlar ve bir zamanlar şirk ve küfür olarak etiketlediklerini şimdilerde “İslâm’ın
siyâsi ideolojisi” olarak görmeye başladılar. Demokrasi eksen kayması
yaşayanlar için “İslâm’ın yönetim şekli” oldu. Hâlbuki bir zamanlar küfür ve
şirk olarak görüyorlardı demokrasiyi ve demokratik yönetimleri.
İslâm’a
ucundan-kıyısında îman edenler için bu değişimi yapmak çok da zor olmadı ve
zâten onlar çok da samîmi değillerdi. Fakat bir zaman önce tam tersi bir
düşüncede ve amel-eylemde olanlar nasıl oldu da değişti ve seküler-lâik sistemlerle
uyum sağlayarak bu sistemlere destek vermeye başladılar, bunu çok da anlamak
mümkün değildir. Bu olsa-olsa bir sapmadır. Fakat sapmanın nedeninin ne olduğudur
asıl önemli olan. Herhâlde bu sapmanın nedeni, olması gerekeni, yapılması gerekeni
yeterli ciddiyetle ve gayret harcayarak tam zamânında yerine getirmemek olsa
gerek. Yâni dik duruşu koruyamadılar. Esas duruş bir kere bozulduğunda tekrar
eski hâline getirmek kolay olmamış ve zâten ucundan-kıyısında îman edenler de
bu durumu körüklemiştir:
“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan
ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer
kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı
kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).
Şu da var ki,
şeytanın kontrôlündeki ideolojiler ve bu ideolojilerin taşeronları, eksen
kayması yaşayanlara mal-makam ve görece îtibar kazanacak alan açarak ortam
oluşturmuşlardır. Bu durumun farkında olanlar mevcuda karşı ilk önce eleştiri ve
îtirâzı bırakmış, sonra da yumuşak konuşmaya ve hattâ mevcudu savunmaya
başlamıştır. Zamanla da artık mevcudun sözcülüğünü yapmaya başlamışlardır.
Çünkü kimin ekmeğini yerseniz onun davulun çalmaya başlarsınız.
Müslümanların
İslâmî bir hareketi düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ
ile iyice tatmin olmalarından, yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir.
Böyle olunca da, artık Dünyâ’da “çeşmenin başını tutanlarla iyi geçinmek” hesâbı
yapılmaya başlanıyor. Sonuçta da müslümanlarda İslâm-merkezli düşünceler,
yerini lâik ve seküler parti yada cemaat-merkezli düşüncelere bırakıyor, fakat
bu kısır düşüncelerle de doğru bir değerlendirme yapamıyorlar. Sonuçta da
etkili bir düşünce ve eylem içerisinde olamıyorlar. Aslında iki arada bir
derede kalıyorlar. Kafaları çok fazla karışık. Zîrâ bir tercih yapmak
durumundalar. Çünkü ikisi birlikte gitmiyor. Kur’ân’ın apaçık âyetlerini nasıl
yorumlayacaklar da mevcut sistemi onaylamaya devâm edecekler ki?..
Sonuçta
Kur’ân’ın apaçık olan âyetlerini aşırı yoruma tâbi tutmak ağır basıyor ve müslümanlar,
Kur’ân’ın sosyâl ve siyâsal bir boyutu yokmuş gibi davranarak Kur’ân’ı
zihinlere hapsediyorlar. Böyle olunca da meydan lâik-seküler-demokratik ideolojilere,
yönetimlere ve yöneticilere kalıyor. Müslümanların demokrasiye râzı edilmesi;
“ölümü gösterip sıtmaya râzı etme”nin diğer adıdır.
Müslümanların
anlamak ve yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer müslümanım diyorsanız,
bilginiz arttıkça hayâtınız da mü’mince değişmelidir. Fakat eksen kayması
yaşayanlarda böyle olmamış ve demokratça bir değişme olmuştur. Müslümanların
günümüzdeki temel sorunu, “uygulanan bir fıkıh”larının olmayışıdır. O fıkhı
uygulayacak dirâyetten yoksun olmalarıdır. Bunun için ödenmesi gereken
bedelleri ödemeyi göze alamadılar. Böyle olunca da bir eksen kayması yaşayarak
hazır sistemlere eklemlenmek çok kolay oldu. Demek ki eksen kayması yaşanmanın
nedeni, zorluğa göğüs gerememek ve bunda devamlı olamamaktır. Sarp yokuşa
sabredememektir:
“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp
yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük
vermek)tir; Yada açlık gününde doyurmaktır, Yakın olan bir yetimi, Veyâ sürünen
bir yoksulu. Sonra îman edenlerden, sabrı bir-birlerine tavsiye edenlerden,
merhâmeti bir-birlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın
adamlarıdır (Ashab-ı Meymene)” (Beled 11-18).
Eksen kayması
yaşayan müslümanlar artık Kur’ân'a bakarak hayâtı yorumlamıyor ve
düzenlemiyorlar; mevcut hayâta, konjonktüre bakarak Kur’ân'ı yorumluyorlar ve ona
göre eylemde bulunuyorlar. Ellerinde Kur’ân olmasına rağmen düşüncelerini ve
eylemlerini Kur’ân değil, konjonktür belirliyor. Eylemlerini ekonomileri
belirliyor; partileri belirliyor; üstadları belirliyor; malları-mülkleri,
sevdikleri, işleri vs. belirliyor. Oysa bu bir şirktir.
Müslümanlar
hakîki müslüman olamayınca, sûni milliyetçiliklerle teselli buluyorlar. Artık
milliyetçi ve lâik kurumlarda faaliyetlerde bulunmaktan çekinmiyorlar. Meselâ “Ulustan Ümmete” adında programlar yapıyorlar
ama fiiliyatta tam tersi yönde hareket ediyorlar. Ümmetten ulusa doğru bir
gidişâta destek veriyorlar. Yazdıkları kitabın adı “Hayat Kitabı Kur’ân”, ama
kitabı kapattıkları anda kitaba göre değil de sisteme göre konuşuyorlar,
düşünüyorlar ve amelde-eylemde-söylemde bulunuyorlar.
Eksen kayması
yaşayan müslümanların “gelmiş” oldukları yer, “ulaşmış” oldukları yer değildir.
Eksen kayması yaşayan müslümanların 30 yıllık çalışmalarının sonunda
ulaştıkları yer, liberâl demokrasi ve Ak Parti oldu. Bu sonucu İslâm’ın
başarısı olarak görüyorlar. Oysa mü’min kişi, seküler modern sistemde yaşamayı
zûl kabûl eden kişidir.
Müslüman demek,
“muhâlefet eden” demektir. Zîrâ İslâm, Allah-merkezli olmayan Dünyâ’ya
muhâlefet için gelmiştir. Fakat bu durum günümüzde tersine çevrildi ve müslümanın
tanımı; “etliye-sütlüye karışmayan” anlamına (ç)evrildi. Muhâlefet eden
müslümanlara ise “terörist” denmeye başlandı. Böyle olunca da eksen kayması
yaşayan müslümanlar sisteme muhâlefet etmekten vaçgeçtiler ve mecbûren Kurân’ın
açık ayetlerini aşırı yoruma tâbi tutmaya başladılar. Oysa müslüman,
değerlendirmelerini “güncel” üzerinden değil, Kur’ân üzerinden yapan kişidir.
Çünkü güncel olan, günü-birlik olandır. Kur’ân ise bir hayat kitabıdır, hayâtın
her zerresine-noktasına dokunan..
Eksen, vahiy ve
sünnet eksenidir. Allah-merkezli eksendir. Bu ekseni terk edenler
lâik-seküler-kapitâlist-demokratik eksenlerin sözcülüğünü ve mêmurluğunu
yapmaya başladılar. Böylece dîni resmîleştirdiler. Çoğunlukçu oldular. Çünkü
demokrasiyi İslâm’ın ideâl yönetim şekli olarak görmeye başladılar ve oy
vermeyi “cihad” olarak kabûl ettiler. Hâlbuki bir zamanlar oy kullanmamak
alâmet-i fârikaları idi. Müslüman için meşrûluğun dayanağı “genel çoğunluk”
değil, vahiy ve vahyin örnekliğini en iyi gösteren sünnettir. Müslüman olarak
“mevcut sistem” içinde bir şeyler yapmaktansa, hiç-bir şey yapmamak daha
iyidir.
Müslüman ve
gayr-ı müslim mazlumların, “arkasında duracak” değil, “yanında olacak” adamlar
lâzım. Zîrâ “arkada duranlar”a pek de güvenilmez. Çünkü bu kişiler her an eksen
kayması yaşayabilecek olanlardır. Kendilerinin yanında olduğunu zanneden samîmi
mü’minlerin eksen kayması yaşayanların kendilerini de bu sapmaya doğru götürdüğünü
genelde göremediler. Bâzıları ise bunu fark edince onlardan ayrıldılar. Tabi
sonuçta yalnızlaştılar. Fakat bu yalnızlaşma “Allah için olan bir yalnızlaşma”
olduğundan, gerçek bir yalnızlaşma değildir. Zîrâ yanında Allah olan kişi aslâ
yalnız değildir.
Müslüman;
kâlbinde “kerîm hedefler”e yönelik ajandaları olan kişidir. Başlarda bu
ajandalara sâhip olanlar ne yazık ki bu ajandaları yırtıp attılar ve yeni
demokratik ajandalar edindiler ve bu ajandaları savunmaya başladılar. Apaçık
âyetlere karşı “kevnî ayetler”den bahsetmeye başladılar. Oysa kevnî âyetler ile
Kur’ân’ın âyetleri çelişmez. Kevnî âyetler dedikleri, aslında mevcut
yönetimlerin ortaya koydukları hayat tarzlarıdır, uygulamalardır. Müslümanın
gündemini güncel olan değil, vahiy belirler. Müslümanın hedefi “modern olmak”
değil, “medenî olmak” olmalıdır.
Eksen kayması
yaşayan müslümanlar lâik-seküler ideolojiye göre olan muhâfazakâr demokrat bir
hükümetin kurulmasıyla yelkenleri suya indirdiler. Muhâfazakâr İslâmcılar hükûmet
olunca işler değişti. 28 Şubat’ın korkusuyla oluşan kompleksin ortadan
kalktığını görenler, bu muhâfazakârlığa sıcak baktı ve eklemlendi. Sonunda da
bunu savunmaya başladılar. Oysa müslümanlar, hükûmete değil, devlete tâlip
olmalıdır. Tabi müslümanın gerçek vazîfesi devlet kurmak değil, medeniyet
kurmaktır. Çünkü devlet yıkılır gider ama medeniyet kolay-kolay yıkılmaz.
Öyle bir duruma
gelindi ki, eksen kayması yaşayan bu müslümanlar artık mevcut sistemi ve sistemin
lîderini ölümüne savunmanın farz olduğunu, buna karşı çıkmanın ise vatan
hâinliği ve hattâ küfür olduğunu söylemeye başladılar.
“Kevnî âyetler”
diyorlar, “reel-politik”, “ictihâdi durum” vs. diyorlar, Hz. Yûsuf’un
durumundan, Hudeybiye’den, Medîne Vesîkasından vs. bahsederek peygamberlerin de
tâviz vererek bu sistemlerle iş tuttuğundan bahsederek büyük bir yanılgıya düşüyorlar.
Çünkü işin gerçeğini bilmiyorlar. Bir kere tâviz verince tâviz yerinde
durmuyor. Aslında yaşadıkları eksen kayması tevhidden bir kopuş ve dönüştür.
Artık hakkı hâkim kılmayı değil de, sistemi onaylayıp sağlamlaştırmayı
düşünmektir kaygıları.
Tevhidden bir
sapmadır bu. Zîrâ tevhid, ilâhi düzenin aynen göklerde olduğu gibi tam da
Allah’ın istediği ve emrettiği şekilde yeryüzünde de kurulmasıdır. Tevhid; “Allah’ın
gökte ilah olduğu gibi yeryüzünde de “tek ilah” kabûl etmek ve her-şeyi buna
göre düzenlemek demektir. Eksen kayması yaşayanlar ise, göklerin düzenini mecbûren
Allah’a verirlerken ve hattâ bunu konuşmalarında da dile getirmelerine rağmen,
pratikte tam tersini yaparak Allah’ı yeryüzünün hâkimi kılmaya izin vermeyen
lâik-seküler-demokratik sistemlere göre hareket ediyorlar ve herkesi de buna
çağırıyorlar.
İlk başta
seküler sistemin pasif savunuculuğunu yapanlar, artık sistemin yılmaz savunucuları
olmuşlardır ve herkesi de bir sapma alâmeti olarak buna çağırmaktadırlar. Bu çağrıda
en çok da ekonomik argümanları kullanmaktadırlar.
Demek ki sâdece
bilgiye ve bilince ulaşmak yetmiyor, dik duruş göstermek ve o duruşu korumak
daha önemlidir. Tabi bunun bir bedeli vardır ve bu bedel bâzen çok ağır da
olabilmektedir. Bu zorluğa yeterli süre boyunca göğüs geremeyenler ve dik
duruşlarını koruyamayanlar, maâlesef eksen kaymasına uğrayarak,
İslâm-merkezlilikten çıkarak İslâm-dışı sistemlerin güdümüne girebiliyorlar
yada onlarla barışabiliyorlar. Eksen kayması yaşayan müslümanların başına gelen
budur.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder