“Andolsun,
onların kıssalarında temiz akıl-sâhipleri için ibretler vardır. (Bu Kur’ân)
düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı,
her-şeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve îman eden bir topluluk için bir
hidâyet ve rahmettir”
(Yûsuf 11).
Sünnet: “Kânun, yol, âdet, tarz, tavır,
model” anlamındadır. Özel anlamda ise, “Hz. Muhammed’in Kur’ân’ı uygulama
yöntemi”dir. Sünnet, “Peygamber tecrübesi” demektir.
Kıssa: “Fıkra. Hikâye. İbret verici hikâye.
Vak’a. Mâcerâ. Rivâyet” diye geçiyor sözlüklerde. Kıssa kelimesi; “izlemek, iz,
tâkip” anlamına gelir. Kehf 64 ve Kasas 11’de bu anlamda kullanılır. Kıssa;
“Önceki peygamberlerin ve ümmetlerin yaşantılarıdır. Kur’ân’ın kıssaları “gerçek
hayatlar”dır ve “örnek yaşanmışlıklar”dır. Kur’ân’da bu, şu şekilde söylenir:
“Şüphesiz
bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah’tan başka ilah yoktur. Şüphesiz Allah,
üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Âl-i İmran 62).
Kur’ân’daki kıssaların anlatılmasının
nedeni, kıssalardan ibret ve öernek alınması içindir, yoksa kıssaların târihi
analizini yapmak için değildir. Zâten bu nedenle: “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza
gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle
dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi,
berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin.
Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214) âyeti gönderilmiştir.
Toplumların başına gelebilecek olaylar,
Kur’ân kıssalarında anlatılan olayların benzeridir ve kıyâmete kadar da benzerleri
olacaktır. Zîrâ insan ve varlık “aynı insan ve varlık”tır. Sünnetullahta da bir
değişiklik yoktur ve aynen işlemektedir. İnsan; yaradılışı, eğilimleri ve zaafları
ile aynı insandır. Târihte yaşamış insanlar ve milletler-toplumlar için
söz-konusu olanlar, bugün yaşayanlar için de söz-konusudur. Kur’ân kıssalarının
amacı, geçmişte yaşanmış olayları ve kişileri örnek göstererek, kıyâmete kadar
her dönemde yaşayacak insanların karşılaşacağı aynı olayları, Kur’ân’da
anlatılan kıssalara-sözlere bakarak ibret-örnek almaları içindir. Çünkü “Allah’ın
sünnetinde değişim olmaz”.
Allah’ın toplumlara uyguladığı
sünnetullahı, toplumların sünneti (sünnetün evvelin) ile ilgilidir. O yüzden
Allah: “O’nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri (tâkipçileri)
vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-koruyorlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz) lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar,
bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi,
artık onu geri çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O’ndan
başka bir velî yoktur” (Ra’d 11) der. Yâni Allah’ın
toplumlar üzerindeki sünnetullahı, toplumların sünnetine yâni yaşam-tarzlarına
göre şekillenir.
Kıssalar gaybın konusudur. Zîrâ eski
târihlerin konusudur:
“Bunlar,
Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce
bilmiyordun. Şu-hâlde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takvâ
sâhiplerinindir” (Hûd 49).
“Bu,
sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa
onlar, (Yûsuf’un kardeşleri) o hîleli-düzeni
kurarlarken, yapacakları işe birlikte karar verdikleri zaman sen yanlarında
değildin” (Yûsuf 102).
İlginçtir ki kıssalar için “gayb”
denmektedir. Gayb ise îmânın konusudur. Allah, önceki peygamberlerin yine
vahiy-merkezli ortaya koydukları hayatları yâni “sünnet” denilen güzel
örnekliklerini Kur’ân’a koymuş ve onları ebedîleştirmiştir. Böylece kıssalara
ve dolayısı ile “güzel örneklik” denilen peygamber sünnetlerine îman etmek, -gaybın
konusu olduğundan dolayı- artık “farz” olmuştur. Zâten Kur’ân’da bulundukları
için îmânın konusudurlar.
Kıssalarda anlatılanlar, peygamberlerin
vahiy-öncesi ve sonrası ortaya koyduklarıdır. Meselâ Hz. İbrâhim’in vahiy-öncesi
zamanlardaki Ay, Güneş ve yıldızlar üzerinden “mantık yürütüşü” bir örneklik
olarak Kur’ân’a dâhil edilip ebedîleştirilmiştir. Yine Hz. Yûsuf’un kuyuya
atılmasıyla başlayan süreç de böyledir. Tüm peygamberlerin ahlak-merkezli
yaşamlarında ortaya koyduğu güzel örneklikler, Allah tarafından Kur’ân’da yer
almış ve evrenselleşmiştir. Onlar artık îmânın konusu olmuşlardır. Oysa bu
kıssalarda peygamberlerin hayatları boyunca yaptıklarının ve sözlerinin tamâmı
Allah’ın bir vahyi değildir ve yapılan eylemler ve edilen sözlerin bir-çoğu
peygamberlere âittir. Tabî ki peygamberler bunu vahiy-öncesi temiz fıtrat ve
ahlâklarına göre, vahiy-sonrası da Allah’ın vahyine-emrine göre yapmışlardır.
Fakat önemli olan şey, peygamberlerin bir sözü yada davranışı -ki buna literatürde
“sünnet” denir-, Kur’ân’a alınmış ve îmânın konusu yapılmıştır. O kadar çok değer
verilmiştir yâni. Zîrâ bu davranışlar ve sözler Kur’ân’a alınarak ebedîleştirilmiştir.
Kur’ân kıssalarında bahsedilenler, “usvetun
hasenetun” denilen “peygamber örneklikleri”dir. Bu örneklikleri Allah bize “âyet”
olarak indirmiştir. Zımnen; “bu örnekliklere bakarak ‘İslâmî duruş ve hareket-amel-eylem’
olarak ne yapacağınızı görün ve belirleyin” diyor bize. “Bu kıssalarda yâni
‘sünnet’ denilen peygamber örnekliklerinde sizin için ibretler vardır” diyor. Peygamberlerin
mücâdeleleri âyetlerle örnekleştirilmiştir kıssalarda. Eğer Peygamberimiz
“son peygamber” olmasaydı, ondan sonra gelen peygambere inecek olan vahiylerde
ve kitapta, Peygamberimiz’in yâni Hz. Muhammed’in yaptıkları da “âyet” olarak
intikâl edecekti bize ve belki de şöyle denecekti: “Muhammed’i de an. Hani o,
kâfirlere karşı hiç tâviz vermemişti de, kararlı bir dik duruşla güzel bir
örneklik göstermişti”. Peygamberimiz’in örnekliğinin birileri tarafından kabûl
edilmemesi, o’nun “son Peygamber” olmasındandır. Oysa kıssalarda anlatılan
peygamber hayatları ve davranışları Kur’ân’a girerek ebedîleşmiştir.
Kur’ân kıssaları Kur’ân’ın önemli bir
bölümünü kapsar. Kıssaların çapı konusunda bir kaynakta şunlar söylenir:
“Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlere ve milletlere âit kıssalar
bol miktarda bulunmakta, Kur’ân’ın önemli bir kısmı, geçmiş ümmetler ve
peygamberlerin kıssalarından bahsetmektedir. Taberî başta olmak üzere bâzı
müfessirler kıssaların Kur’ân’ın üçte birini teşkil ettiğini söylerken;
bâzıları da üçte ikisini kapsadığı kanaatindedir. Hattâ Reşid Rıza gibi
“kıssa”nın anlamını geniş tutanlar için bu oran dörtte üçe kadar çıkmaktadır. Bu
tespitler kesin olmamakla berâber nisbî bir gerçeği ifâde etmektedirler.
Peygamberimiz zamânındaki bâzı olay ve haberlerin kıssalara dâhil edildiği
takdirde kıssaların yaklaşık olarak Kur’ân’ın yarısını teşkil ettiğini
söyleyenler de vardır. Kısaca târih boyunca gönderilmiş peygamberlerin ve
onlara muhâtap olanların kıssalarının, Kur’ân’ın önemli bir bölümünü teşkil
ettiğinde şüphe yoktur”.
Demek ki Kur’ân’ın üçte-biri ve hattâ
yarısı, “sünnet” denen “peygamber örneklikleri”dir. Dolayısı ile Kur’ân ya eski
zamanda yaşamış peygamber örnekliklerini ortaya koyar, yada yeni örnekliklerin
ortaya konulmasını ister. Bu da tabî ki, ya eski peygamberlerin Kur’ân’daki
örnekliklerine bakarak, yada Peygamberimiz’in örnekliğine yâni sünnetine bakarak
yapılacaktır. Böylece zımnen: “Kıssalara bakın, peygamberler ne güzel
örneklikler göstermişlerdi. Hadi şimdi siz de bu örneklikler üzerinden yeni
örneklikler gösterin” denilmektedir:
“İbrâhim
ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kendi
kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan
gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, Allah’a
bir olarak îman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve bir kin baş
göstermiştir”. Ancak İbrâhim’in babasına: ‘Sana bağışlanma dileyeceğim, ama
Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez’ demesi
hâriç. Ey Rabbimiz!, biz sana tevekkül ettik ve içten sana yöneldik. Dönüş
sanadır” (Mümtehine 4).
Burada Hz. İbrâhim’in ve onunla birlikte
olanların “güzel örnekliği”ni görüyoruz. Nedir bu örneklik?. Küfre, şirke,
zulme, cehâlete, adâletsizliğe karşı bir dik duruş sergileyerek, “sizin
dîninizi yâni hayat-tarzınızı tanımıyoruz ve inkâr ediyoruz” diyebilmektir. Bu
sözü tâğutların yüzlerine karşı açıkça söyleyebilmektir. Hz. İbrâhim’in ve
onunla birlikte olanların bu örnekliği Kur’ân’a geçerek ebedîleşmiştir. İşte
Peygamberimiz’in örnekliği de böyledir. Onun bağlayıcı olmadığının
zannedilmesi, o’nun “son Peygamber” olması ve bu nedenle de bir sonraki olası
peygamber ve vahiyden oluşan kutsal bir kitapta, Peygamberimiz’in
davranışlarının yâni sünnetinin yer almamasıdır. Çünkü onun pratik
örnekliği “yaşanmışlık” olarak târihe kazınmıştır. Gerçi Peygamber’imizin
hayâtından bâzı kesitler Kur’ân’a alınmıştır. “Hicret”, “İfk Hâdisesi”,
“Fetih”, Zeyd’in hanımı” gibi olaylar Kur’ân’da yer almıştır.
Kur’ân kıssalarında peygamberlerin sâdece
sünnetleri değil hadisleri-sözleri de vardır. Peygamberlerin bir-çok sözleri (hadis)
Kur’ân’a geçip ebedîleşmiştir. Meselâ Hz. Süleyman’ın, Belkıs’a söylediği
sözler yâni hadisleri, Allah’ın, Hz. Süleyman’a: “Belkıs’a de ki” diye
emrettiği sözler değildir. Hz. Süleyman’ın söylediği bu sözler Kur’ân’a
geçmiştir ve kıssalarda anlatılmıştır. .
Kur’ân kıssalarında anlatılan peygamber
örneklikleri, peygamberlerin sünnetleridir. Allah, olmayan bir şeyi
söylememektedir. Allah, yaşanmış olan bir örneklik üzerinden ders vererek bu
örneklikleri onaylamış oluyor. Zâten Kur’ân, hayâta indiği için, âyetlerin
büyük çoğunluğu, yaşanmış olaylar üzerine iner ve onlara çözüm sunar ki, bunlar
tüm zamanlarda benzer olan yaşantılar ve benzer sorunların çözümleridir.
Kur’ân kıssaları, peygamberlerin
ictihadlarının (sünnet) Allah tarafından onaylanmasıdır. Mûsâ Cârullah’ın
tespit ettiği gibi; “bir-çok Kur’ân ahkâmı/farz, Hz. Muhammed ve arkadaşlarının
önceden içtihatları ile vâzettiklerinin (sünnet) onaylanmasıdır”.
Kur’ân’da kısaların hem güzel hem de gerçek
olduğunu dile getirilir ve Peygamberimiz’e bu kıssalardan ibret alması
söylenir. Peygamberimiz’e söylenen aslında, eski peygamberlerin sünnetlerini
göz-önüne alması emridir:
“Biz
bu Kur’ân’ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa)
olarak sana aktarıyoruz, oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın” (Yûsuf 3).
Kur’ân, kıssalardan ders almamızı ister
ki bu, aslında “örnekliklerden yâni sünnetlerden ders alınması” anlamına gelir:
“Andolsun,
Yûsuf ve kardeşlerinde soranlar için âyetler (ibretler) vardır” (Yûsuf 7).
Ashab-ı Kehf için şunlar söylenir ve Ashab-ı
Kehf’in sünneti yâni “güzel örnekliği”nden bahsedilir:
“Biz
sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar
Rablerine îman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidâyetlerini arttırmıştık” (Kehf 13).
Ashâb-ı Kehf, bulundukları toplumdan,
içinde şirk, küfür, adâletsizlik ve zulüm olduğu için ve insanlar uyarılara
kulak asmadığı için ayrılıp gitmişler, şirk ve zulüm ortamında yaşamaktansa,
bir mağaralık yerde yaşamayı her-şeyden vazgeçerek göze alabilmişlerdir. İşte
bu bir örnekliktir ve bu güzel örneklik Kur’ân’a dâhil edilerek ebedîleşmiştir.
Kıssalarda geçen şehirlerin bâzılarının hâlâ
kalıntılarının bulunduğu ve bu kalıntılara bakılması da tavsiye edilir. Bu
kalıntılar aslında, önceki peygamberlerin güzel örnekliklerini yâni
sünnetlerini sergiledikleri “görev yerleri”dir ve bu yerlerde onlardan kalmış
olan izler de vardır. O hâlde târihi eserler ve kentler, sünnetlerin teşhis edilebileceği
yerler de sayılır. Kur’ân, peygamberlerin yaşadığı bu yerlerin gezilmesini ve
buralardan ibretler almamızı emrediyor. Bu, “yaşanmışlıktan ve peygamber
sünnetlerinden ibret almak” anlamına gelir:
“Bunlar,
sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin
haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hâlâ izleri var, kimi de) biçilmiş
ekin (gibi yerle-bir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir” (Hûd 100).
“Andolsun,
biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi
için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidâyet verdi,
kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların
uğradıkları sonucu görün” (Nâhl 36).
Allah’ın Kur’ân’da kıssalara bu kadar yer
vermesinin nedeni, Kur’ân’ın “hayâta ve insanlara göre inmesi”nden dolayıdır.
Aksi-hâlde, Allah Kur’ân’da sürekli olarak; “Allah, göklerin ve yerin
nûrudur. O’nun nrunun misaâli, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ
bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da,
batıya da âit olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki)
neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nûr üstüne nûrdur.
Allah, kimi dilerse onu kendi nûruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için
örnekler verir. Allah her-şeyi bilendir” (Nur 35).
âyetindeki gibi, zâtıyla ilgili sözlerden bahsetseydi, Kur’ân anlaşılmaz ve
yaşan(a)maz bir kitap olur çıkardı.
Hz. Nûh 950 yıl boyunca insanlara sâdece
kendisine indirilen vahiyleri okumakla yetinmemiştir. 950 yıl boyunca İslâm
adına yapılmış bir mücâdele vardır. Bu mücâdele Hz. Nûh’un tâkip edilmesi gereken
örnekliği-sünnetidir.
Peygamberler “numune” insanlardır ve bu
nedenle de tüm müslümanlar, onların kıssalarda ayrıntısıyla anlatılan örnekliğini
tâkip etmekle yükümlüdürler. Çünkü bu dînin bir şeriatı vardır ve peygamberler
bu şeriatı hayâta hâkim kılmak için gönderilmişlerdir. İşte Kur’ân kıssaları, bu
şeriatı hayâta hâkim kılma mücâdelesinin anlatılarıdır.
Evet; kıssalar peygamberlerin güzel örnekliklerinden
yâni sünnetlerinden bahseder ve Allah bu kıssalardan yâni “güzel örneklik”
denen sünnetlerden ibret almamızı ister. Peygamberimiz’in “güzel örnekliği”
ise, kendisi “son peygamber” olduğu için “yaşanmışlık” olarak târihe
kazınmıştır.
Peygamberimiz’in “usvetun hasenetun” denilen “güzel
örnekliği” yâni sünneti, Siyer ve İslâm Târihi okumaları ve (Peygamberimiz’in
ahlâkı Kur’ân olduğu için) Kur’ân süzgecinden geçirilince apaçık ortaya çıkarılabilecektir.
Tabi bu güzel örnekliğin açığa çıkması, birilerini sevindirirken, birilerini ise
fevkalâde rahatsız edecektir. Zîrâ bu örneklik bir “pratik” içerir ve bu
pratiğe göre yapılacak olan kıyaslamada; cehâlet, adâletsizlik ve zulüm çok net
olarak görülebilecek ve yapılan mevcut politikalar ve uygulamalar kitlesel
olarak eleştirilecek ve bunlara îtirâz edilebilecektir. Zîrâ “sünnet” demek, “yaşanmışlık”
demektir ki “yaşanmışlık” yoruma açık değildir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder