“…
zâlikumullâhu rabbukum lehû’l mülkü, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn..
“…İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan
başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?” (Zümer 6).
İslâm, mülkiyeti düzenlemeye
yâni ekonomik adâletsizliği (kapitâlizm) yıkıp, onu adâlet ve eşitlikle
değiştirmeye gelmiştir. Bunu da “lehû’l mülk” yâni “mülk Allah’ındır”
sloganıyla yapmıştır ve tüm zamanlarda da yapılmasını emretmektedir.
Nefis her
dâim daha fazlasını ister. İşte bu daha fazla isteme duygusu ve hırsı, Allah’ın
insanlara eşit olarak verdiği nîmetlerin (Fussilet 10) yâni mülkün, birilerini
elinde toplanmasına-birikmesine neden olmuştur-oluyor. Bunlar kendi paylarına düşene
râzı olmayarak, diğerlerinin ellerindekini de almanın çeşitli yolarını
buluyorlar ve gerek şiddet ve güç ile, gerekse de şerefsizlikle mülkün çoğunu
ellerine geçiriyorlar. Gerçi bununla da doymuyorlar ve Dünyâ’nın tamâmının
kendilerinin olmasını istiyorlar. Siyon Lîderlerinin Protokôlleri’nde şöyle
denir:
“Bizim kuvvetimiz devamlı yiyecek kıtlığı ve işçinin
beden zayıflığında gizlidir. Çünkü bütün bunlar bizim arzularımızın kölesi
olmasına delâlet eder. O kendi yetkileri içinde bizim arzularımıza karşı koyma
kuvvet ve enerjisini bulamayacaktır. Kralların kânunî otoritesinin
aristokrasiye verdiği işçiyi idâre hakkını, açlık daha sağlam bir şekilde bize
verir. Biz, avam tabakasını açlığın doğurduğu sıkıntı, hased ve kin ile
harekete geçirecek ve yolumuzun üzerinde bizi engelleyen ne varsa onların
elleri ile silip yok edeceğiz. Silâhlanmanın hızlandırılması ve polis
kuvvetlerinin arttırılması, yukarıda bahsedilen plânların yerine getirilmesi
için tamâmen elzemdirler. Biz istiyoruz ki Dünyâ’daki bütün devletlerde
bizlerden başka ancak proletarya sürüleri, bizim menfaatlerimize bağlı bir-kaç
milyoner, polisler ve askerler bulunsun”.
Yâni
istiyorlarmış ki, mülkün tamâmını ele geçirsinler de tüm Dünyâ’yı köleleştirsinler.
Kur’ân’da buna benzer şöyle bir örnek vardır:
“Bu benim kardeşimdir, doksan
dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen Onu da benim
payıma (koyunlarıma) kat dedi ve bana konuşmada üstün geldi. (Davud) dedi ki: Andolsun
senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir.
Doğrusu, (emek ve mâli güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu,
birbirlerine karşı tecâvüz ederler; ancak îman edip sâlih amellerde bulunanlar başka.
Onlar da ne kadar azdır. Davud, gerçekten bizim onu imtihan ettiğimizi sandı,
böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize
gönülden) yönelip-döndü” (Sâd 23-24).
Peygamberimiz; “kendisi için
arzu ettiğini kardeşi için de arzu etmeyen, kâmil îmâna erişemez” demiştir.
Mülk konusu insanın en büyük
imtihanıdır. Zîrâ mülk, kardeşler arasında bile düşmanlık başlatabilir ve bu
durum bir fitneye dönüşerek tüm Dünyâ’yı sarar ve günümüzde de olduğu üzere
sarmıştır da. Baksanıza; herkes mülkün çoğunu ele geçirme sevdâsına düşmüş,
bunun hayâliyle yanıyor. Öyle bir duruma gelinmiş ki, çok mülk edinenler,
isterse şerefsiz olsunlar, toplumların en saygın kişileri olarak görülürken;
şerefli, merhâmetli, vicdanlı, nâmuslu tertemiz insanlar ise toplumun en
ezikleri olarak görülüyorlar. Kişiler arasındaki üstünlük farkı, Kur’ân’ın
söylediği gibi “takvâ” ile değil, mülk-sâhibi olmakla ölçülüyor. Mülke biraz
daha çok sâhip olanlar, daha çok arâzi çevirmiş olanlar, daha fazla fâiz-kirâ
alanlar ve daha fazla rant elde edenler kendilerini ilah gibi görüyorlar.
Onlara yalakalık yaparak mülkten biraz pay kapanlar da kendi-kendilerini
avutuyorlar. Elde ettiği mülkle ana-babasına, kardeşlerine, mazlumlara hava atıyor
ve üstünlük taslıyorlar. Mülk Allah’ındır. Allah’ın mülkü ile Allah’ın
kullarına hava atmak çok büyük bir terbiyesizliktir. Hele ki mülkün verdiği
güçle mazlum ve mâsumları ezmek, onları sömürmek âdiliğin daniskasıdır.
Peygamberimiz der ki: “Kim
birisinin önünde sırf zengin olduğu için (yâni mülk sâhibi olduğu için) eğilirse
(ayağa kalkarsa) dîninin yarısı gider” (Beyhakî)…
Peygamberimize-İslâm’a ilk
karşı çıkanlar ve ona savaş açanlar tefecilerdi. Yâni mülkü ribâ-fâiz yoluyla
ellerinde toplayanlardı. Zâten tüm peygamberlere en amansız düşmanlığı da “mülk
hırsızları” yapmışlardır. Şimdi de öyledir. Kur’ân onlara; “lehû’l mülk”, “mülk
sizin değil, Allah’ındır” demişti de kendilerini mülklerinden dolayı ilah
zannedenler afallayıp kalmışlardı.
Târih boyunca tüm fitneler,
gelir-uçurumlarından, yâni “rızıkta eşitsizlik”ten dolayı olmuştur-olmaktadır.
Zâten şeytan da başta Hz. Âdem olmak üzere insanları en çok da bu şekilde mülk
ile kandırmakta ve birbirine düşürmektedir:
“Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: ‘Sana
sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü (mülkü lâ yebla) haber vereyim
mi?” (Tâ-hâ 120).
Fakat bu
çoğaltmanın, ihtiras olarak bir sonu olmasa da, Dünyâ ve de kâinâtın bir sınırı
vardır. Bu sınırı “mülkü çoğaltma tutkusu” nedeniyle göremeyenler sonuçta çok
pişmân olacaklardır. Zâten şu-anda da o pişmanlığın belirtileri olan bir perişanlık
durumu vardır ve “mü’minlerin” de açıkça gördüğü gibi, bu perişanlık bizi uçuruma
doğru yuvarlamaktadır:
“Kesinlikle hayır!. Eğer kesin
(yakîn) bir bilgiyle bilmiş (bakmış) olsaydınız, cehennemi (uçuruma doğru yuvarlanmakta
olduğunuzu) görürdünüz” (Tekâsür
5-6).
İslâmî hareket, yola, “mülkü
düzenleyerek” başlamıştır ve bu nedenle infâk ve paylaşma kaçınılmaz olmuştur.
Şimdi de aynı metotla hareket etmelidir. Bu hem çok büyük bir imtihan ve hem de
çok etkili bir yoldur.
İnsanların mülk edinmeleri
serbesttir ve zâten fıtratlarında da mülk edinme duygusu vardır. Fakat bu,
sınırlı kaldığında iyi bir şeydir ve sınırı ve haddini aştığındaysa mutlakâ
sorun olmaya başlar. Mülk edinme hürriyeti kapitâlizmi doğurmuş, bu doğrultuda
devletler, insanlar sömürülmüştür-sömürülüyor. Çünkü “mülk edinme hakkı”,
“gayr-ı meşrû yoldan da olsa her türlü malı-mülkü edinme özgürlüğü(!)” olarak
ortaya çıkmıştır. Modern insan ihtiyâcı olmamasına ve aslında o şeyi alacak
parası da olmamasına rağmen fâizli alış-veriş yaparak o şeye sâhip olma hırsına
kapılmıştır.
İslâm’da bâzı mülkler
ortaktır ve onalr para ile satılamaz ve onlardan para kaznaılamaz. Bunlar ateş,
su ve meradır. Ebu Davud, İbni Abbas (ra)’dan Nebî (sas)’in şöyle dediğini rivâyet
etti: “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar; su, mera ve ateş”. Enes (ra)’ın İbni
Abbas’tan rivâyet ettiği aynı hadisin metninde; “ondan para kazanmak haramdır”
cümlesi ilâveten rivâyet edilmiştir.
İnsanlar ilk önce mülkten
saparlar. Peygamberimizden hemen sonra da ilk sorun mülk paylaşımı olan zekât
konusunda çıkmıştı. Hz. Ebubekir, zekat vermeyenlere yâni mülkü paylaşmayıp da
ellerinde tutanlara savaş açmıştır. Mülk sâhipleri bâtıl bir iktidar kurarlar,
sonra da bu iktidarla rableşirler ve bu nedenle iktidârının yıkılmasından da
çok korkarlar. Bunu yıkacak tek güç İslâm olduğundan, İslâm’a düşman olurlar.
İslâm’ın en azılı düşmanlarıdırlar mülk sâhipleri. İhsan Eliaçık:
“Size verilen her nîmetten, her emânetten sorguya
çekileceksiniz; sıhhatten, sağlıktan, gençlikten, zenginlikten, maldan,
mülkten, şandan, şöhretten, makamdan, mevkiden, yediğinizden, içtiğinizden, oturduğunuzdan,
kalktığınızdan, hepsinden tek-tek hesâba çekileceksiniz. “Benim” diyenler!,
ellerindekini paylaşmayan, yığdıkça yığan, biriktirdikçe şımaranlar iyi
dinleyin!; hiç-birisi sizin değil!, mülk Allah’ındır. (lehû’l mülk). Varlık
O’nundur. Siz sâdece emânetçisiniz; size “kullanın” diye veriliyor, emânet
ediliyor. Kirâcısınız siz, ev-sâhibi değil. Yolcusunuz siz, hancı değil!. İslâm
diyor ki, mülk Allah’ındır. Yâni, gelir getirecek yer-altı ve üstü ne kadar
kaynak varsa, hepsi kamunundur. Allah’ındır demek, herkesindir, yâni halkındır
demektir” der.
Hacc zamânı
yaklaşık 5 milyon müslümanın hep bir ağızdan bağırarak söylediği: “Lebbeyk
Allahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni’mete leke
velmülk. Lâ şerike lek” telbiyesinin anlamı şudur: “Buyur Allah’ım buyur!.
Buyur ki Senin ortağın (şerik) yoktur. Buyur!. Hamd Sana, nîmet sendendir. Senin
mülkte de ortağın (şerikin) yoktur”.
Kur’ân, insanların çok önem
verdikleri, peşinden koştukları, uğrunda büyük fedâkârlıklar yaptıkları, kimi
insanların, neredeyse tapındıkları mal ve servet üzerinde çok durur ve mü’minleri
bu konuda uyararak, mal ve serveti, yüce Allah’ın rızâsı doğrultusunda
kullanmalarını emr ve tavsiye eder.
“Ey îman edenler, kazandıklarınızın ve yerden sizin
için çıkardığımızın iyilerinden infâk edin, kendinizin göz yummadan alamayacağınız
kötü şeyleri infâk etmeye kalkmayın. Bilin ki Allah, zengindir, hamde lâyıktır” (Bakara 267).
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe gerçek îmâna
ulaşamazsınız. Ne infâk ederseniz Allah onu bilir” (Al-i İmran 92).
“Lehû’l mülk” mülkün Allah’a izâfe edilmesi,
dolayısıyla halka izâfe edilmesi demektir. Allah mülkü halkın tamâmına, “onda
eşit olacak şekilde” yaratmış ve vermiştir:
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti,
onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
İnsanlar servet/mülk
edinemezler. “Kendileri mülktür” zâten. Mülkün mülk edinmesi abestir. Allah
insanlara malı “emânet” olarak vermiştir. Servet tutarında emânet olmaz.
İslâm’ın mülk-servet
hakkındaki hükmü “Kur’ân’ın Kur’ân’ı tefsiri” sadedinde âyetlerin şu
sıralamasıyla idrâk edilebilir:
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr
etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem
büyük günah, hem insanlar için (bâzı) yararlar vardır. Ama günahları
yararlarından daha büyüktür. Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De
ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur
ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde
çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
“Ey îmân edenler, gerçek şu ki, (yahudi)
bilginlerinden ve (hristiyan) râhiplerinden çoğu, insanların mallarını
haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü
biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele” (Tevbe 34).
“Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği
servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle
tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah
yaptıklarınızdan haberi olandır”
(Âl-i İmran 180).
Allah, mülkün birilerinin
elinde toplanıp da devlet hâline gelmesini istemez:
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne
verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara,
yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve
servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın.
Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan
sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli
olandır” (Haşr 7).
Çok olunca “yok olmayacağını” zanneden insanlar, çoğaltmanın peşine
düşüyorlar. Şeytan, Hz. Âdem’i yok olmayacak bir mülk ile kandırmıştı:
“Derken şeytan, Âdem’in kafasını karıştırıp Âdem’e dedi ki; Ey Âdem,
sana ebedilik ağacını, yâni yok olmasından endişelenmeyeceğin bir mülkü
göstereyim mi? (mülkü la yebla)” (Tâhâ 120).
Bu âyet el-an devâm ede-gelen bir konuşmadır.
Şeytan’ın bu vaâdine kapılan-kapılana.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder