“Gerçek (hak) Rabbinden
(gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (Bakara147).
İnsan, imtihanın ve sünnetullahın
bir gereği olarak tâ Hz. Âdem ve Havvâ’dan bêri iki yoldan birine uyar. Bu
yolun biri, İslâm’ın doğru yolu, diğeri ise şeytanın, nefsin ve tâğutların
bâtıl yoludur. İslâm’ın yolu sırât-ı müstakîm yâni en doğru ve sağlam yol iken
ve de sonu cennete çıkarken, diğer yol bâtıldır ve sonu cehenneme çıkar. İslâm’ın
gösterdiği “sağlam ve geniş yol”dur ve kişiyi usul-usul ve sağlam adımlarla
cennete doğru götürürken, bâtıl yola kapılanlar ise kapıldıkları akıntıyla
birlikte sürüklene-sürüklene cehenneme kadar giderler.
Bu iki yoldan biri, şeytan,
nefs ve tâğutların izinden gidenlerin kapıldığı ve sonu cehenneme çıkan seküler
akıntı; diğeri ise, rûh-vicdan, vahiy ve peygamberlerin izinden giden ve
âhirette sonu cennete çıkan sırât-ı müstakîm yoludur. İnsanların çoğu maalesef
şeytana, nefse ve tâğutlara uyarak imtihanı kaybetmekte ve sonu âhirette cehenneme
çıkan seküler akıntıya kapılmaktadır. Cennette sonlanan yola girenler ise ne
kadar da azdır.
İnsanı cehenneme kadar
götüren akıntı kuşku-şüphe ile başlar ve kuşatılmışlığın derecesi oranında kişi
o akıntıya kapılır gider. Akıntı ilerledikçe öyle şiddetlidir ki, akıntıdan
kurtulmak pek mümkün değildir ve zâten akıntıya kapılmış olanlar da akıntıdan çok
da kurtulmak istemezler. Yâni akıntıya kapılmak isterseniz kapılırsınız ve o
akıntı sizi sürükler. Kitlelere o akıntıda sürüklenmek Dünyâ’da hoş gelir.
Çünkü ne de olsa -görece- daha hızlı bir yol almaktadırlar ve hız ve haz-merkezli
(dromokrasi) modern dünyâ zâten sürekli olarak bunu pompalamaktadır. Fakat
akıntıya kapılmak istemeyenleri ve kapılmayanları o akıntı aslâ kap(a)maz.
Kitlelerin
kapılmış olduğu akıntı, “haz ve hız akıntısı”dır. Modern toplumla birlikte
ortaya çıkan hız ve haz tutkusu, “dromoloji” (hız bilim) kavramıyla tanımlanmaktadır.
Dromoloji kavramı antik Yunanca’da “dromos”; akıntı, yol, yürüyüş, koşu ve
seyir anlamına gelmektedir. Modern çağla birlikte hız ve haz Dünyâ’nın genel
yasası hâline gelmiştir. Artık dromokrasi çağındayız. Modern insan dromokrasi
seline ve akıntısına kapılmış, sürüklene-sürüklene gitmektedir.
Bu şeytânî akıntı, akıntıya
kapılan kişileri Dünyâ’da rezilliğe, âhirette ise cehenneme kadar sürükler.
Fakat orada da “ateş akıntısı” başlar ve sürüklenme devâm eder. Akıntının cehenneme
yuvarladığı kişiler için orada “yakıntı”dan başka bir şey yoktur. Pişmanlık ve
yakınmaların sesinden başka ses işitilmez:
“Ateşin
halkı cennet halkına seslenir: ‘Bize biraz sudan yada Allah’ın size verdiği
rızıktan aktarın’. (Cennettekiler) derler ki: Doğrusu Allah, bunları, inkâr edenlere
haram (yasak) kılmıştır” (A’raf 50).
Sonra cennettekiler
de cehennemdekilere sorar:
“Sizi şu cehenneme
sürükleyip-iten nedir?. Onlar: Biz namaz kılanlardan değildik dediler. Yoksula
yedirmezdik. (bâtıla ve tutkulara) dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din
(hesap ve cezâ) gününü yalan sayıyorduk” (Müddesir 42-46).
Allah, insanlar “akıntıya
kapılıp sürüklenmesinler” diye sürekli olarak vahyini indirir ve gönderdiği
peygamberler ile uyarmıştır, uyarmaktadır. Fakat insanlar yine de bu uyarıyı
dinlememektedirler. Çünkü Allah’ın gösterdiği ve sonu cennete çıkan yolun bâzı
bedelleri vardır ki bu bedeller bâzen ağır da olabilmektedir. İşte bu bedelleri
ödemek istemeyen ve hafif-ağır yükün altına girmek istemeyenler, İslâm’ın yolu
yerine bâtılın akıntısına kapılıp sürüklenmekte ve en sonunda da cehennemi
boylamaktadırlar. Bedel ödemeyi göze alamayanlar akıntıya kapılıp sürüklenmekle
cezâlandırılırlar.
İslâm
toplumu-devleti-medeniyeti, “akıntıya karşı kürek çekmek”le başlayan bir
süreçtir. İslâmî hareket, “akıntıya karşı yüzmek”le başlar. Zâten Allah’ın
indirdiği vahiyler bunun yolunu ve plânını gösterirken, gönderdiği peygamberler
ise akıntıya karşı kürek çekmenin yada yüzmenin nasıl olacağını, İslâm’ın yolunda
nasıl yürüneceğinin örnekliğini göstermek için gönderilmişlerdir. Peygamberler
hep akıntıya karşı yüzmüşler ve yüzmek gerektiğini söylemişlerdir. Zîrâ ancak
akıntıya karşı yüzüldüğünde bir şeyler değişebilir ve akıntıya kapılıp gitmekten
kurtulunur.
Tabi akıntıya karşı yüzmek
kolay değildir ve hattâ akıntıya karşı yüzenlerin çoğu, gösterdikleri çabayla
sâdece akıntıya kapılmaktan kurtulmuş olurlar. Tabi çok üstün gayretle ve
Allah’ın izni ile akıntıyı yarıp menzile ulaşanlar da olmuştur-olur. Akıntıya
karşı yüzerek hedefe varmak imkânsız değildir. Akıntıya karşı ilerleyip yol
alınamasa da, akıntıya kapılıp sürüklenmekten kurtulmuş olunur. Bu “yerinde
saymak” gibi gözükse de, sürüklenip gidenlere göre “ilerlemek ve yol almak”
demektir. Dücane Cündioğlu bu bağlamda şunları söyler:
“Akıntıya
karşı kürek çekenler ‘ibn’ul-vakt’tir; geçmişin ve geleceğin değil, ânın
(şimdinin) hesâbını yapmakla meşguldürler. Hem geriye doğru gitmeyi,
sürüklenmeyi, akıntıya kapılmayı istemezler; hem de ileriye doğru gidemeyeceklerini,
akıntıyı yaramayacaklarını da bilirler; buna rağmen mücâdeleyi de elden
bırakmazlar, direnmeyi sürdürürler, akıntıya karşı kürek çekmeye devâm ederler.
Çünkü böyle yapmadıkları takdirde vârolma sebeplerini yitireceklerinin
farkındadırlar. O hâlde niçin, evet niçin bir hiç(!) uğruna boğuşup dururlar?. İleri
gidemedikten sonra, akıntıyı yaramadıktan sonra bu insanlar niçin akıntıya karşı
kürek çekip dururlar?. Bu suâlin cevâbı gâyet basittir: Oldukları yerde
tutunabilmek için, akıntıya kapılıp sürüklenmektense aynı yerde saymak için,
ileriye doğru gitmek için değil, akıntının yarılamayacağını bildikleri hâlde
bulundukları mevzîyi terk-etmemek için. Akıntıya karşı kürek çekmiş olanlar
gayet iyi bilirler ki, dikine çekilen her kürek yada akıntıya karşı atılan her
kulaç, sâhibini ilerletmez, sâdece yerinde saydırır, akıntıya kapılıp gitmesini
önler ve bu insanlar sırf bunun için akıntıya karşı kürek çekerler, ileriye gitmek
için değil, geriye gitmemek için çırpınıp dururlar”.
Akıntıya kapılıp da hızla
sürüklenenler; akıntıya karşı kürek çekenleri yada yüzenleri “yerinde sayanlar”
olarak görürler ve “siz hâlâ orada mısınız” sözünü söylerler. Oysa Allah
katında başarı, akıntıya kapılıp gitmek değil, akıntıya kapılmamak uğruna
akıntıya karşı kürek çekmek yada kulaç atmaktır, yerinde saysa bile. Akıntıya
karşı kürek çekenlerden biri gün gelir akıntıyı yarabilir ve akıntıya karşı yol
alır ve yol açar. Bir-çokları da açılan bu yolda olur ve akıntıya karşı yol
alır. İşte bu yolun sonu cennete çıkar. Akıntıya karşı kürek çekmek “cennete
kürek çekmek” demektir. Cennet, akıntıya karşı kürek çekmeden gidilemeyecek ve
ulaşılamayacak olan yerdir.
Akıntıya kapılanlara “akıntıya
kapılmış sürüklenip gidiyorsun, bu akıntı seni en sonunda boğar” dendiği zaman,
akıntıya kapılmış olanlar hemen sûni tedbirler ve çârelerden bahsederek, “bir
kalasa tutunup batmaktan kurtulurum” diyor, oyda kalas onu ancak az sonraki uçurma
ve şelâleye kadar götürebilir. Aslında daha hızlı yol almasını ve daha hızlı
batmasını sağlar. Akıntıya kapılıp gidenler uçuruma doğru sürüklendiklerinin
farkında değildirler. Kendi irâdeleriyle yol aldıklarını sanmaktadırlar.
Zamânında Hz. Nûh’un oğlunun da tûfân sırasında Hz. Nûh’un çağrısı karşısında
“bir dağa çıkıp kurutulurum” demesi ama onu yüce dağların bile kurtaramaması
örneğinde olduğu gibi. Akıntıya kapılanların ve akıntıda olmaktan memnun olanların
sürüklenmekten kurtulması mümkün değildir. Akıntıdan kurtulmak için
sürüklenmekten kurtulma isteği ve çabası olması gerekir. Ancak o zaman bir
liman, gemi ve yol bulunabilir.
İslâm’da aslolan “azîmete
göre yaşamak”tır ve peygamberler hep bunun örnekliğini göstermişlerdir. Fakat
İslâm’da ruhsat kullanmak ve ruhsata göre yaşamak da vardır. Lâkin sürekli olarak
ruhsata göre yaşamak, sürekli ruhsat kullanmak riskli olabilir. Çünkü her-an
düşme yada yoldan çıkmak riski vardır. Çok da gevşetmeye gelmez. Peygamberler
bize azîmete göre yaşamanın örnekliğini gösterirlerken, doğada da azîmete göre
yaşama örnekleriyle karşılaşırız.
Doğada azîmete göre hareket
etmek hâkimdir. Hayatta kalmak ve nesillerini bir sonraki zamâna aktarmak için
çırpınan hayvanlar ve hattâ bitkiler vardır. Meselâ akıntıya karşı yüzen somon,
inci kefali ve alabalıklar vardır. Bu balıkların yaptıkları, “azimetle yapılan
bir iş”tir. Çünkü çoğu balık bu işi başaramaz ve avcılara yem olur. Bunu
başaranlar çok azdır ve söz-konusu balıklar bunu başarmak için aşırı çaba
harcamak zorunda kalırlar yâni azîmetle iş yaparlar. İşte en azından İslâm’ın
ilk zamânlarında, bu balıkların yaptıkları gibi “akıntıya karşı yüzmek”
şeklinde azîmetle iş yapmak şarttır. Öyle ki bu azîmet, akıntıya galebe çalacak
oranda çaba gerektirir. İlk zamanda biraz daha fazla gösterilmesi gereken
azîmetle iş yapmak, sonraki zamanlarda da devâm edecektir tabi. Belli bir
noktadan sonra ise, insanları çok da zorlamamak için ruhsatlar daha fazla
kullanılabilir. Fakat bu, azîmetin elden bırakılacağı anlamına gelmez. Zîrâ
imtihan devâm etmektedir ve şeytanın “son saat”e kadar süresi vardır.
İşte aynen bunun gibi; İslâm’ın
o selâmete çıkaran yolu da böyledir. İslâm “akıntıya karşı kürek çekme yada
yüzme”nin adıdır. Ancak o gayreti gösterenler âhirette selâmete çıkarlar.
Modern dünyâ ise bir günah
uygarlığıdır. Günah akıntısı, coşkun akan bir sel gibi insanları almış
sürüklüyor. İnsanlar ayıp, günah ve haram akıntısına kapılmışlar
sürükleniyorlar. Bu akıntının kendilerini cehenneme kadar sürükleyeceğini bilmediklerinden
yada takmadıklarından dolayı akıntıdan memnunlar. Herkes o akıntıda daha hızlı
yol almanın yarışında. Bu nedenle akıntıdan kurtulmak için hiç-bir çaba göstermiyorlar.
Artık İslâm’ın yolu yerine
akıntıya kapılıp sürüklenmek popüler olmuş ve üstelik sürüklenenler,
sürüklenmeye karşı duranlara ve akıntıya karşı kürek çekenlere alay edip
gülerek ve aşağılayarak bakıyor. Akıntıya kapılıp da sürüklenmekten uzak duranlar
yobaz, gerici, ilkel ve hattâ terörist olarak görülüyor. Tabi bu görüş, akıntı
kendilerini sürükleyip Dünyâ’da rezilliğe yada âhirette cehenneme atınca yerini
pişmanlığa bırakıyor:
“O
gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: Ah!, keşke elçiyle birlikte
bir yol edinmiş olsaydım” (Furkân 27).
Bu seküler akıntı kişiyi Dünyâ’da
helâka ve rezilliğe âhirette ise cehennem azâbına sürükler. Akıntı cehennemde
de devâm eder ve ebedî bir akıntı ve sürüklenme başlar. Lâkin cehennemin (y)akıntısı
ateşten olur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder