29 Ekim 2018 Pazartesi

Modern Şirkin Üç Ayağı: Demokrasi, Lâiklik, Kapitâlizm





“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

“Ey îman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir-sâhiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şâyet Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” (Nîsâ 59).

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

Küresel-seküler-modern sistemin (din) siyasâl sistemini demokrasi; inanca ve inançlara bakışını lâiklik; ekonomik ayağını da kapitâlizm oluşturmaktadır. Bu nedenle demokratik bir sistemde lâiklik ve demokrasi ayrılmaz ikilidir. Bir sistem için ekonomi de olmazsa-olmazdır ki bu ekonomi, “ahlâktan yoksun olan kapitâlist ekonomi sistemi”dir.

Seküler-küresel sistem, dîne karşı oluşturulmuş bir sistemdir ve din-merkezlilik yerine beşer-merkezliliği esas almıştır ki, beşer-merkezli olunca nefs-merkezli olması da kaçınılmaz oluyor. Şu da var ki, beşer-merkezli olunca mutlakâ adâlet, hak ve hakîkatten de uzak duruluyor ve her-şey, şeytanın, tâğutların ve “mutlu azınlığın” dileğine ve isteğine göre oluyor. Zâten bahsedilen; demokrasi, lâiklik ve kapitâlizm denen üç şeytâni sistemi çıkaranlar da, “arzularını din edinmiş olanlar”dır.

Yozlaşmış da olsa dînin baskısından dolayı sermâye biriktirmekte ve mal edinmekte belli bir sınırı aşamayan burjuva ve para-severler, bunu nedeni olarak dîni görmüşlerdir. Zîrâ din, birilerinin, halkın genelinden aşırı şekilde ayrışmasını yasaklar. Özellikle İslâm’da bu çok önemlidir ve “servetin birilerinin ellerinde devlet hâline gelerek tekelleşmesi” yasaktır (Haşr 7). İşte bu engelden kurtulmak isteyen şeytanın küresel uşakları, işe paradan başlanamayacağını anlamışlar ve bunun için ilk önce insanların zihinlerini, kâlplerini ve dolayısı ile siyâsetlerini değiştirmeleri gerektiğini ve “ölçü”nün din-merkezlilikten beşer-merkezliliğe kaydırılması gerektiğini anlamışlardır. Çünkü dînin baskısından ancak, din yerine ikâme edilecek olan sistemle ve o sistemin de din gibi sevilmesiyle olacağını, bunun için ise dînin yerine konacak bâtıl sistemlerin yâni dinlerin, tam da nefse uygun olması gerektiğini düşünmüşlerdi. Tabi hristiyanlıktaki yozlaşma ve zulümler de bu iş için çok yararlı ve destekleyici olmuştur. Halk, kilisenin ve yozlaşmış dînin baskısından bunalmış olduğu için, din yerine konacak olan sistemleri seve-seve desteklemeye dünden râzıydı.

İşte bu minvâlde, Amerika’daki kızıl-derilileri sömürerek ve Afrika başta olmak üzere, çeşitli coğrafyaları sömürerek yâni hırsızlık yaparak belli bir sermâyeye sahip olan küresel tâğutlar, çeşitli oyunlarla siyâsetten dîni kaldırıp, onu kiliseye, vicdâna, zihnilere ve kâlplere hapsederek, sözde “halkın belirleyeceği” yöneticilerle ve beşer aklına göre olacak sistemleri öne sürdüler ve bunun için de çeşitli alanlardan kişilerden destek gördüler.

Siyâsette demokrasiyi, kamusal alanda lâkliği, ekonomik alanda da kapitâlizmi din yaptılar. Halk görece baskılardan kurtulmuş, fakat bu sefer de nefsinin baskına girmeye başlamıştı. Maalesef, oluşan furyada buna îtirâz edecek pek de kimse yoktu. Böylece bir parmak balla avunan halk, nefse uygun olan bu sistemlerin güdümüne girmişti. Bu sistemleri kolay kabûl etmelerinin nedeni tabi ki maddî refahtı. Fakat bunun ileride “rûhun bunalımı”na dönüşeceğini düşünememişlerdi. O hâlde, bir baskıdan başka bir baskıya adım atıyorlardı. Fakat bu baskı, “nefsi tatmin ettiği için” umursanmadı ve şirk, küfür, zulüm ve adâletsizlik, nefsin tatmini ve hazzın kuşatıcılığı içindeyken görülemedi. Hâlbuki yapılması gereken şey, dîni ıslah ederek ve aslına çevirerek bir düzen sağlanarak, hakkın, hakîkatin ve adâletin ikâme edilmesiydi. Tahrif olmuş olan Hristiyanlıkta bu pek mümkün olmadığı için böyle bir şey düşünülmedi bile. Öyle ki küresel şeytanlar hâlen bunun ekmeğini yiyor ve batı’lı hristiyan toplumu, “o eski dîni düzeni mi istiyorsunuz” diyerek korkutmaktadırlar. Bizim müslüman câmia da, bunu kendi dinlerine uydurmanın peşine düşmüştür. Hâlbuki bu, kilisenin yozlaştırdığı dinden kurtulmak uğruna verilen bir mücâdeleyken, İslâm’ın öyle bir sorunu olmamıştır. Zîrâ İslâm’da tüm yozlaşmaları denetleyecek ve boşa çıkarak, tahrif olmamış ve ilk günkü gibi korunan bir Kitap bulunmaktadır: Kur’ân.  

Dînin yerine konan bâtıl dinleri yâni demokrasi, lâiklik ve kapitâlizmi ayrı-ayrı olarak kısaca ele alalım..

Demokrasi

Lâiklik ve demokrasi bir dindir. Lâik ve demokratik olduğunu îlân eden tüm devletler aslında “teokratik devletler”dir ve yöneticileri de ruhbanlardır. İslâm’dan başka tüm dinlerde ruhbanlık vardır.

Demokrasi, Allah’ın egemenliğine karşı, halkın egemenliğini ortaya koymaktır. “Allah’ın mutlak hükümranlığı”na karşı, “halkın mutlak hükümranlığı”dır. Demokrasi, “Allah’ın kânunları”na karşı “halkın kânunları”dır. Fakat unutulmamalıdır ki, insanların çıkaracağı kânunlar “şeytan’ın kânunları” olacaktır. Çünkü insan vahyi göz-ardı ettiğinde mutlakâ şeytanın ayartmasındaki ve kontrôlündeki nefsine uygun olarak düşünür ve iş yapar.

Demokrasi, keyfî olduğu ve insan aklı kapasitesi kadar bir gücü olduğundan dolayı tutarsızdır ve tutarsız olmaya mahkûmdur. Bugün dediğini yarın değiştirir ve hattâ inkâr eder. Bir kânun bugün “en iyi kânun” olarak görülebilirken, yarın insanlık-dışı olarak kabûl edilebilir. Bir istatistiğe göre Türkiye’de adliyelerde verilen 100 karardan 62’si, değiştirilip düzeltilmiştir. Yâni insan-merkezli olan demokrasilerde bir tutarlılık yoktur, olamaz da.

“Çoğulculuk” yanlıları en çok şu olayı örnek göstererek İslâm’da çoğulculuk-çoğunlukçuluk-demokrasi olduğunu savunurlar:

“Peygamber, sayıca ve silahça kendilerinden üstün olan Kureyş’li düşmanlarını açık bir alanda karşılamayıp, Medîne’nin surları içinde kalarak yapılacak hücumlara karşılık savunma yapmayı daha doğru buluyordu. Bir-kısım sahabe, Hz. Muhammed’in bu görüşünü destekliyordu. Fakat çoğunluğun Medîne’nin dışına çıkmak görüşünde ısrâr ettiklerini görünce Peygamber de -bu görüşü doğru bulmamasına rağmen- onların görüşlerini kabûl etti”.

Peki sonuçta ne oldu?. 70 şehit. Peygamber’in, vahyin kazandırmış olduğu ferâsetine güvenmeyip de ısrarla farklı görüşler ortaya konduğunda ne olacağının örneğidir bu. Hem de Kur’ânî uyarıya rağmen:

“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).

Tabi İslâm’da şûrâ çok önemlidir ve Peygamber’e de insanlarla (halk) ile şûrâ etmesi emredilir. Fakat şûrâ, vahiy göz-ardı edilerek yapılmamalıdır. Vahiy, şûrâdan önceliklidir.

Demokrasi bir ahlâk içermez. Demokrasiler iyileri seçebileceği gibi kötüleri de, hırsızları seçebileceği gibi kâtilleri de seçebilir, Bush’u, Sarkozi’yi, Blair’i gibi nice …leri de seçebilir. 20. yüzyıldaki büyük kâtilleri hep demokrasiler seçti. 1. ve 2. Dünyâ savaşları, demokrasinin eylemi olan “oy kullanma” ile yapılan seçimlerden sonra başa gelenlerin (Hitler, Mussolini, Franco vd.) çıkardığı savaşlardır. Bu iki savaşta ölen insan sayısı, insanlık târihindeki savaşlarda ölen insan sayılarından daha fazladır. Görüldüğü gibi demokrasi, çok kötü kararlara da imzâ atabilir. Ahlâksız kararlara ve kurallara.

Kur’ân, beşerin aklına, nefsine ve çıkarına yâni demokrasiye göre koyduğu kânunları kabûl etmeyi ve desteklemeyi yasaklar ve tek kânun koyucu olarak Allah’ı gösterir:  

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).

“Hüküm vermek yalnızca Allah’a âittir” (Yûsuf 40).

“İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir” (A’raf 54).

“İhtilâfa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan Allah’tır” (Şûrâ 10)

“Yalnız Allah’ın hükmüne dâvet edildiğiniz zaman kabûl etmiyorsunuz. Fakat şirk unsuru olan başka hükümler bahis konusu olunca kabûl ediyorsunuz. Oysaki hüküm yalnızca, her-şeye gücü yeten Allah’ındır” (Mü’min 12).

“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma!” (En-âm 114).

“Siz yalnızca zannın peşinden gidiyorsunuz ve sürü psikolojisiyle hareket ediyorsunuz” (En-âm148).

Târihte demokrasinin çözmüş olduğu bir zulüm-örneği yoktur. Zâten İslâm’dan başka “sorun-çözücü” bir sistem yoktur. Aksine sürekli yeni sorunlar üretir beşerî-tâğûti sistemler. Sorunlar, sorunları çıkaranların mantığı (demokrasi) ile çözülemez. Yüzyılı aşkın bir süredir demokrasiyi kötü sonuçları ile tecrübe ettik ve gördük ki insanları mutlu edecek bir ideoloji değildir. Sâdece demokrasiyi ortaya çıkaran “mutlu-azınlığı” mutlu ediyor ve zâten onlar tarafından bu sebeple kurulmuştur ve desteklenmektedir.

Demokrasi bir batak(lık)tır. Demokrasi yolunda gittikçe daha fazla batarsınız. Hiç-bir zaman da o bataklıktan kurtulamazsınız. Hattâ demokratik ülkelerde bir sorun/kriz çıktığında, bu sorunun çâresi olarak “daha fazla demokrasi” söylemleri başlar ve bu söylemlerin sonu gelmez. Sonuçta bir yaraya merhem de olunmaz, çünkü “daha fazla” da olsa demokrasi bir çâre değildir. Bu durum aynen; kronik hasta olan birinin hastalığının artması/alevlenmesi durumunda daha fazla ilacın önerilmesi ve uygulanması gibidir. Fakat bu tutum bir tedâvi değildir. Hastalığı daha fazla derinleştirmektir. Hiç-bir zaman şifâ bulun(a)maz ve sürekli arttırılarak ilaç kullanılmaya devâm edilir. Tâ ki Azrâil görünene kadar.

Hiç-bir derde devâ olmayan bu zâlim düzeni değiştirelim artık. Bunun için de, oy kullanmayalım. Aksi-hâlde son pişmanlığın âyeti şu olacaktır:

“Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab 67-68).

Lâiklik

“Ey îman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir-sâhiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız, bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” (Nîsâ 59).

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzûru, millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde, insan-haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyâl bir hukuk devletidir” (Anayasanın 2. maddesi).

“Kimse, Devletin sosyâl, ekonomik, siyâsi veyâ hukûki temel düzenini kısmen de olsa, din-kurallarına dayandırmaz…” (Anayasanın 24. maddesi).

“Lâiklik veyâ laisizm (Fransızca: Laïcisme); “Devlet yönetiminde herhangi bir dînin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensip”. Fransızca‘dan Türkçe‘ye geçmiş olan “lâik” sözcüğü, “din-adamı olmayan kimse; din-adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus” sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din-adamlarına “Clerici” din-adamı olmayanlara da “Laici” adı veriliyordu. Aynı terimin İngilizce karşılığı ise secularity olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir. Latince bir kelime olan “çağ” anlamına gelen “saeculum” kelimesinden geçmiştir. Sekülerizm Türkçeye lâiklik, çağdaşlaşma veyâ dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilmektedir. Fransa‘da lâiklik için Laïcité (Laicisme) terimleri kullanılmaktadır. Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifâde etmektedirler” (Vikipedi).

Lâiklik, insanın Allah’a; -hâşâ ve sümme hâşâ- “haddini bil” demesidir. “Senin yerin göklerdir. Oradan başkasına karışma” demektir. “Güneş’i tam zamânında doğur ve batır, rüzgarları estir, yağmurları yağdır.. fakat bizim sosyâl, siyâsal, ekonomik ve kültürel işlerimize sakın karışmaya kalkma!” demektir. İşte Kur’ân’ın baştan sona “affedilmeyecek günah” dediği şirk budur. Şirk, işe Allah’ı karıştırmamak demektir. Hattâ şirk, “Allah’ı işe, tam anlamıyla karıştırmamak” da demektir. Allah’ı işe “az-biraz karıştırmak” da şirktir. Şirk “Allah’a îman etmeme, güvenmeme, O’na teslim olmama” demektir. Zâten O’na teslim olunmadığında O’ndan başka her-şeye teslim olunmaktadır.  

Lâikliğin batı’ya faydası olmuş olabilir. En azında maddî faydası olmuştur. Yoksa batı bir cehâletten, başka bir cehâlete, bir zulümden başka bir zulme dönmüştür lâiklikle. Yâni batı, lâiklikten önce hak üzere değildi ki, haktan sapıp da başka bir sapıklık olan lâikliğe geçmiş olsun. Tabî ki lâik olmayanları istisnâ ediyoruz. Lâikliğin, batı’ya maddî bir getirisi olduğundan, batı lâikliği benimsenmiştir. Fakat bu benimseyişin bedeli; ahlâktan, merhâmetten, vicdandan ve dolayısı ile adâletten vazgeçmek olmuştur. Ahlâktan vazgeçince de yine farklı bir karanlığa düşmüştür. Demek ki lâikliğin başı da sonu da bâtıldır, karanlıktır. İlk düğme yanlış iliklendiğinde diğerleri de mecbûren yanlış iliklenmektedir.

Lâiklik, Peygamberi ara-kablosuna yada postacıya çevirip işlevsiz hâle getirir. Hâlbuki Peygamberimiz, “usvet-ül hasene”dir. Yâni güzel örneklik:

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır” (Ahzab 21).

Lâiklik, bu “güzel örnek”ten mahrum kalmak demektir. “Güzel örnekten” mahrum kalanlar, sünnetullah gereği mutlakâ kötü ve çirkin örnekliklere kapılırlar ve sonuçta da kötülükle ve çirkinlikle karşılaşırlar.

“Kur’ân’da lâikliğe aykırı bir âyet var mı” diyorlar. Kur’ân’daki âyetlerin tamâmı lâikliğe aykırıdır. Zîrâ Kur’ân bir hayat kitabıdır. O, hakkı ortaya atar ve lâiklik dâhil tüm bâtıllar yok olur gider.

Lâiklik, “din ile devletin ayrılması” değildir. Dînin devlet denetimine alınmasıdır. Bu, “dînin bertarâf edilmesi” anlamına gelir. Oysa İslâm’da devlet; “din-u devlet”tir. Din siyâsete âlet edilmemelidir; tam tersine, siyâset dîne “âlet” edilmelidir. Yine lâiklik, “dîni millîleştirme” girişimidir ki, meselâ lâiklik kapsamında ezan Türkçeleştirilmiştir. “Türkçe ibâdet” tartışmaları başlatılmıştır. Lâiklik “seküler bir inanç şekli”dir.

Lâiklik, Kur’ân’ı kat-kat sarmalayıp yüksek bir yere asmanın moderncesidir. Dînin alanı, lâiklik tarafından sınırlandırılamaz. Hiç-bir şey tarafından sınırlandırılamaz. Aslolan dindir çünkü. Unutulmasın ki Peygamberimiz hem din hem de devlet başkanıydı.

Lâikliğin doğasında bir bozukluk vardır. O bakımdan ondan bir hayır gelmez.

Hiç kıvırmaya gerek yok; lâiklik, “dinsizlik” demektir. “Çok-dinlilik” de bir çeşit dinsizliktir. Zâten Ziyâ Gökalp de; Fransızca olan “lâik”in karşılığı için, Türkçe kelime olan “lâ dînî” yâni “dînî olmayan” kelimesini kullanmıştır.

Lâiklik müslüman Türkiye’ye çok-çok dar gelen bir “deli gömleği”dir. Buna rağmen zorla giydirilmeye çalışılan bu gömleğin sık-sık düğmeleri kopar ve hattâ yırtılır.

Kapitâlizm

“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).

“Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı’. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

Kapitâlizm, biriktirmeyi bir “araç” için değil de “amaç” için yapan sistemin adıdır. Kapitâlizm bir dindir ve bu dînin en büyük ibâdeti “para biriktirmek”tir. Kapitâlizm bir “biriktirme dîni”dir. Oysa İslâm’a göre birikim sâdece ihtiyaç için, o da bâzen güzel (tahsiniyyat) olduğu için olsa da, genelde “zorunlu olan ihtiyaçlar için” olur. İslâm’da “ihtiyaçta zarûret fıkhı” vardır çünkü.

İslâm’da bir şeyi almada “ihtiyaçta zarûret” prensibi benimsendiğinden dolayı, sanâyici de bu prensibi doğal olarak benimser. “Üretim-merkezli tüketim” değil; “tüketim-merkezli bir üretim” anlayışı vardır. Bu nedenle haddinden fazla üretim olmaz. İhtiyaç kadar üretim yapılır. İç ve dış pazarın talebi kadar üretim yapılır. Böylece stokçuluğun önüne geçilmiş ve şeytanın kullanabileceği kapı kapatılmış olur. Haciyyat ve tahsiniyyat denen; “gerekli olan” ve sâdece “güzel olduğu ve beğenildiği için” alınması meşrû olan ürünler de üretilir ve alım-satımı yapılır. Fakat müslümanlar bu konuda haddi aşmamaya özen göstermelidirler.

Kapitâlizmin felsefesinde; “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” (laissez faire, laissez passer) ilkesi vardır. İyi de neyi bırakalım?, neye engel olmayalım?. Kapitâlist zihniyetin bizi sömürmesine mi?. İslâm zâten buna engel olmak için vardır. Aşırı kaçan hiç-bir şeye izin vermez İslâm. İslâm bir “tutma dîni”dir, kapitâlizm ise mottoda da söylendiği gibi bir “tutmama dîni”. “Bırakınız” diyor bu yüzden. İslâm’da her türlü aşırlık yasaktır. Bu yüzden ticârette de 1’e alıp da 10’a satmak olmaz:

“Siz ey îmâna ermiş olanlar!. Birbirinizin mallarını haksız yollarla -karşılıklı rızâya dayanan ticâret yoluyla da olsa- hebâ etmeyin (yemeyin) ve birbirinizi mahvetmeyin; zîrâ Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır” (Nîsâ 29).

Kapitâlizm bir tüketim imparatorluğudur ve yok etme çağrışımı yapan “tüketim” kelimesi kullanılır sürekli olarak. Daha önceleri ihtiyaç, tasarruf, yeme-içme olarak kullanılan kelimeler vardı. Kapitâlizmin ürünleri “tüketilecek” ürünlerdir ve yok olmalıdır ki yenileri üretilsin ve satın alınsın.

Kapitâlizmde insanlar tükettikleri oranda değer kazanırlar. Kapitâlizmde en değerli olan insan, “en çok tüketebilen insan”dır. Müşteriyseniz inanılmaz bir değeriniz vardır.

Kapitâlist sistemin iki esâsı vardır. Birincisi sermâye birikimi, ikincisi de rekâbet. Fakat bu iki unsur; ahlâksızlığı, kul-hakkını, rekâbeti ve dolayısı ile sömürüyü de berâberinde getirmiştir. Bu sömürünün insafsızca her türlü görünümleri olmuştur.

Kapitâlizm bir biriktirme sistemidir, fakat bu İslâm’da yasaktır. Kur’ân biriktirmeyi şu âyetleriyle yasaklar:

“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).

“..Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda “infâk etmeyenler”... Onlara acı bir azâbı müjdele” (Tevbe 34).

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

“Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır” (Âl-i İmran 180).

“Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardır” (Zâriyat 19).

Kapitâlizmin âyeti: “Paranız yoksa kıymetiniz yoktur” iken; Kur’ân’ın âyeti: “Duânız yoksa kıymetiniz yoktur” (Furkân 77) şeklindedir.

Kapitâlizmin panzehiri, İslâm’ın kültürel, sosyâl, siyâsi ve ekonomik modelidir. Bu model, İslâm Devleti ve medeniyetiyle ikâme edilebilir.

Evet; kapitâlizm bir “ihtiraslar dîni” iken; Tek hak din olan İslâm, müslümanlara; “ihtiraslarınız ihtiyaçlarınız değildir” der.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder