“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan,
seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar
ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
“Ey îman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat
edin ve sizden olan emir-sâhiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şâyet Allah’a ve âhiret
gününe îman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” (Nîsâ 59).
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak
şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nâhl 71).
Küresel-seküler-modern
sistemin (din) siyasâl sistemini demokrasi; inanca ve inançlara bakışını
lâiklik; ekonomik ayağını da kapitâlizm oluşturmaktadır. Bu nedenle demokratik
bir sistemde lâiklik ve demokrasi ayrılmaz ikilidir. Bir sistem için ekonomi de
olmazsa-olmazdır ki bu ekonomi, “ahlâktan yoksun olan kapitâlist ekonomi
sistemi”dir.
Seküler-küresel sistem, dîne
karşı oluşturulmuş bir sistemdir ve din-merkezlilik yerine beşer-merkezliliği
esas almıştır ki, beşer-merkezli olunca nefs-merkezli olması da kaçınılmaz
oluyor. Şu da var ki, beşer-merkezli olunca mutlakâ adâlet, hak ve hakîkatten de
uzak duruluyor ve her-şey, şeytanın, tâğutların ve “mutlu azınlığın” dileğine
ve isteğine göre oluyor. Zâten bahsedilen; demokrasi, lâiklik ve kapitâlizm
denen üç şeytâni sistemi çıkaranlar da, “arzularını din edinmiş olanlar”dır.
Yozlaşmış da olsa dînin
baskısından dolayı sermâye biriktirmekte ve mal edinmekte belli bir sınırı
aşamayan burjuva ve para-severler, bunu nedeni olarak dîni görmüşlerdir. Zîrâ
din, birilerinin, halkın genelinden aşırı şekilde ayrışmasını yasaklar.
Özellikle İslâm’da bu çok önemlidir ve “servetin birilerinin ellerinde devlet
hâline gelerek tekelleşmesi” yasaktır (Haşr 7). İşte bu engelden kurtulmak
isteyen şeytanın küresel uşakları, işe paradan başlanamayacağını anlamışlar ve
bunun için ilk önce insanların zihinlerini, kâlplerini ve dolayısı ile siyâsetlerini
değiştirmeleri gerektiğini ve “ölçü”nün din-merkezlilikten beşer-merkezliliğe
kaydırılması gerektiğini anlamışlardır. Çünkü dînin baskısından ancak, din
yerine ikâme edilecek olan sistemle ve o sistemin de din gibi sevilmesiyle
olacağını, bunun için ise dînin yerine konacak bâtıl sistemlerin yâni dinlerin,
tam da nefse uygun olması gerektiğini düşünmüşlerdi. Tabi hristiyanlıktaki yozlaşma
ve zulümler de bu iş için çok yararlı ve destekleyici olmuştur. Halk, kilisenin
ve yozlaşmış dînin baskısından bunalmış olduğu için, din yerine konacak olan
sistemleri seve-seve desteklemeye dünden râzıydı.
İşte bu minvâlde, Amerika’daki
kızıl-derilileri sömürerek ve Afrika başta olmak üzere, çeşitli coğrafyaları
sömürerek yâni hırsızlık yaparak belli bir sermâyeye sahip olan küresel
tâğutlar, çeşitli oyunlarla siyâsetten dîni kaldırıp, onu kiliseye, vicdâna,
zihnilere ve kâlplere hapsederek, sözde “halkın belirleyeceği” yöneticilerle ve
beşer aklına göre olacak sistemleri öne sürdüler ve bunun için de çeşitli alanlardan
kişilerden destek gördüler.
Siyâsette demokrasiyi,
kamusal alanda lâkliği, ekonomik alanda da kapitâlizmi din yaptılar. Halk
görece baskılardan kurtulmuş, fakat bu sefer de nefsinin baskına girmeye
başlamıştı. Maalesef, oluşan furyada buna îtirâz edecek pek de kimse yoktu. Böylece
bir parmak balla avunan halk, nefse uygun olan bu sistemlerin güdümüne
girmişti. Bu sistemleri kolay kabûl etmelerinin nedeni tabi ki maddî refahtı.
Fakat bunun ileride “rûhun bunalımı”na dönüşeceğini düşünememişlerdi. O hâlde,
bir baskıdan başka bir baskıya adım atıyorlardı. Fakat bu baskı, “nefsi tatmin
ettiği için” umursanmadı ve şirk, küfür, zulüm ve adâletsizlik, nefsin tatmini
ve hazzın kuşatıcılığı içindeyken görülemedi. Hâlbuki yapılması gereken şey,
dîni ıslah ederek ve aslına çevirerek bir düzen sağlanarak, hakkın, hakîkatin
ve adâletin ikâme edilmesiydi. Tahrif olmuş olan Hristiyanlıkta bu pek mümkün
olmadığı için böyle bir şey düşünülmedi bile. Öyle ki küresel şeytanlar hâlen
bunun ekmeğini yiyor ve batı’lı hristiyan toplumu, “o eski dîni düzeni mi
istiyorsunuz” diyerek korkutmaktadırlar. Bizim müslüman câmia da, bunu kendi
dinlerine uydurmanın peşine düşmüştür. Hâlbuki bu, kilisenin yozlaştırdığı
dinden kurtulmak uğruna verilen bir mücâdeleyken, İslâm’ın öyle bir sorunu
olmamıştır. Zîrâ İslâm’da tüm yozlaşmaları denetleyecek ve boşa çıkarak, tahrif
olmamış ve ilk günkü gibi korunan bir Kitap bulunmaktadır: Kur’ân.
Dînin yerine konan bâtıl
dinleri yâni demokrasi, lâiklik ve kapitâlizmi ayrı-ayrı olarak kısaca ele
alalım..
Demokrasi
Lâiklik ve demokrasi bir
dindir. Lâik ve demokratik olduğunu îlân eden tüm devletler aslında “teokratik
devletler”dir ve yöneticileri de ruhbanlardır. İslâm’dan başka tüm dinlerde
ruhbanlık vardır.
Demokrasi, Allah’ın
egemenliğine karşı, halkın egemenliğini ortaya koymaktır. “Allah’ın mutlak
hükümranlığı”na karşı, “halkın mutlak hükümranlığı”dır. Demokrasi, “Allah’ın
kânunları”na karşı “halkın kânunları”dır. Fakat unutulmamalıdır ki,
insanların çıkaracağı kânunlar “şeytan’ın kânunları” olacaktır. Çünkü insan vahyi
göz-ardı ettiğinde mutlakâ şeytanın ayartmasındaki ve kontrôlündeki nefsine
uygun olarak düşünür ve iş yapar.
Demokrasi, keyfî olduğu ve
insan aklı kapasitesi kadar bir gücü olduğundan dolayı tutarsızdır ve tutarsız
olmaya mahkûmdur. Bugün dediğini yarın değiştirir ve hattâ inkâr eder. Bir
kânun bugün “en iyi kânun” olarak görülebilirken, yarın insanlık-dışı olarak
kabûl edilebilir. Bir istatistiğe göre Türkiye’de adliyelerde verilen 100
karardan 62’si, değiştirilip düzeltilmiştir. Yâni insan-merkezli olan
demokrasilerde bir tutarlılık yoktur, olamaz da.
“Çoğulculuk” yanlıları en
çok şu olayı örnek göstererek İslâm’da çoğulculuk-çoğunlukçuluk-demokrasi
olduğunu savunurlar:
“Peygamber, sayıca ve
silahça kendilerinden üstün olan Kureyş’li düşmanlarını açık bir alanda
karşılamayıp, Medîne’nin surları içinde kalarak yapılacak hücumlara karşılık
savunma yapmayı daha doğru buluyordu. Bir-kısım sahabe, Hz. Muhammed’in bu
görüşünü destekliyordu. Fakat çoğunluğun Medîne’nin dışına çıkmak
görüşünde ısrâr ettiklerini görünce Peygamber de -bu görüşü doğru
bulmamasına rağmen- onların görüşlerini kabûl etti”.
Peki sonuçta ne oldu?. 70
şehit. Peygamber’in, vahyin kazandırmış olduğu ferâsetine güvenmeyip de ısrarla
farklı görüşler ortaya konduğunda ne olacağının örneğidir bu. Hem de Kur’ânî
uyarıya rağmen:
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min
bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir
sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).
Tabi İslâm’da şûrâ çok
önemlidir ve Peygamber’e de insanlarla (halk) ile şûrâ etmesi emredilir. Fakat
şûrâ, vahiy göz-ardı edilerek yapılmamalıdır. Vahiy, şûrâdan önceliklidir.
Demokrasi bir ahlâk içermez.
Demokrasiler iyileri seçebileceği gibi kötüleri de, hırsızları seçebileceği
gibi kâtilleri de seçebilir, Bush’u, Sarkozi’yi, Blair’i gibi nice …leri de
seçebilir. 20. yüzyıldaki büyük kâtilleri hep demokrasiler seçti. 1. ve 2.
Dünyâ savaşları, demokrasinin eylemi olan “oy kullanma” ile yapılan seçimlerden
sonra başa gelenlerin (Hitler, Mussolini, Franco vd.) çıkardığı savaşlardır. Bu
iki savaşta ölen insan sayısı, insanlık târihindeki savaşlarda ölen insan
sayılarından daha fazladır. Görüldüğü gibi demokrasi, çok kötü kararlara da
imzâ atabilir. Ahlâksız kararlara ve kurallara.
Kur’ân, beşerin aklına,
nefsine ve çıkarına yâni demokrasiye göre koyduğu kânunları kabûl etmeyi ve
desteklemeyi yasaklar ve tek kânun koyucu olarak Allah’ı gösterir:
“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten
inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme
olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan
onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
“Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min
bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne isyân ederse, artık gerçekten o, apaçık bir
sapıklıkla sapmıştır” (Ahzâb 36).
“Hüküm vermek yalnızca Allah’a âittir” (Yûsuf 40).
“İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin
Rabbi olan Allah ne yücedir” (A’raf
54).
“İhtilâfa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan
Allah’tır” (Şûrâ 10)
“Yalnız Allah’ın hükmüne dâvet edildiğiniz zaman
kabûl etmiyorsunuz. Fakat şirk unsuru olan başka hükümler bahis konusu olunca
kabûl ediyorsunuz. Oysaki hüküm yalnızca, her-şeye gücü yeten Allah’ındır” (Mü’min 12).
“Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?. Oysa O, size
Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun
gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu hâlde,
sakın kuşkuya kapılanlardan olma!”
(En-âm 114).
“Siz yalnızca zannın peşinden gidiyorsunuz ve sürü
psikolojisiyle hareket ediyorsunuz” (En-âm148).
Târihte demokrasinin çözmüş
olduğu bir zulüm-örneği yoktur. Zâten İslâm’dan başka “sorun-çözücü” bir sistem
yoktur. Aksine sürekli yeni sorunlar üretir beşerî-tâğûti sistemler. Sorunlar,
sorunları çıkaranların mantığı (demokrasi) ile çözülemez. Yüzyılı aşkın bir
süredir demokrasiyi kötü sonuçları ile tecrübe ettik ve gördük ki insanları
mutlu edecek bir ideoloji değildir. Sâdece demokrasiyi ortaya çıkaran
“mutlu-azınlığı” mutlu ediyor ve zâten onlar tarafından bu sebeple kurulmuştur
ve desteklenmektedir.
Demokrasi
bir batak(lık)tır. Demokrasi yolunda gittikçe daha fazla batarsınız. Hiç-bir
zaman da o bataklıktan kurtulamazsınız. Hattâ demokratik ülkelerde bir sorun/kriz
çıktığında, bu sorunun çâresi olarak “daha fazla demokrasi” söylemleri başlar
ve bu söylemlerin sonu gelmez. Sonuçta bir yaraya merhem de olunmaz, çünkü “daha
fazla” da olsa demokrasi bir çâre değildir. Bu durum aynen; kronik hasta olan
birinin hastalığının artması/alevlenmesi durumunda daha fazla ilacın önerilmesi
ve uygulanması gibidir. Fakat bu tutum bir tedâvi değildir. Hastalığı daha
fazla derinleştirmektir. Hiç-bir zaman şifâ bulun(a)maz ve sürekli arttırılarak
ilaç kullanılmaya devâm edilir. Tâ ki Azrâil görünene kadar.
Hiç-bir derde devâ olmayan bu
zâlim düzeni değiştirelim artık. Bunun için de, oy kullanmayalım. Aksi-hâlde son pişmanlığın âyeti şu
olacaktır:
“Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize,
beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve
sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları
büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab 67-68).
Lâiklik
“Ey îman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat
edin ve sizden olan emir-sâhiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Allah’a ve âhiret gününe
îman ediyorsanız, bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” (Nîsâ 59).
“Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzûru, millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde, insan-haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyâl bir hukuk devletidir” (Anayasanın 2.
maddesi).
“Kimse, Devletin sosyâl,
ekonomik, siyâsi veyâ hukûki temel düzenini kısmen de olsa, din-kurallarına
dayandırmaz…” (Anayasanın 24. maddesi).
“Lâiklik
veyâ laisizm (Fransızca: Laïcisme); “Devlet yönetiminde herhangi bir dînin
referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan
prensip”. Fransızca‘dan Türkçe‘ye geçmiş olan “lâik” sözcüğü, “din-adamı
olmayan kimse; din-adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus”
sözcüğünden gelmektedir. Roma döneminde din-adamlarına “Clerici” din-adamı
olmayanlara da “Laici” adı veriliyordu. Aynı terimin İngilizce karşılığı ise
secularity olup, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması anlamına gelir. Latince
bir kelime olan “çağ” anlamına gelen “saeculum” kelimesinden geçmiştir.
Sekülerizm Türkçeye lâiklik, çağdaşlaşma veyâ dünyevileşme olarak üç farklı
terimle çevrilebilmektedir. Fransa‘da lâiklik için Laïcité (Laicisme) terimleri
kullanılmaktadır. Kavramlar, her iki biçimde de cismi ve bilimsel olan ile
soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifâde etmektedirler”
(Vikipedi).
Lâiklik, insanın Allah’a;
-hâşâ ve sümme hâşâ- “haddini bil” demesidir. “Senin yerin göklerdir. Oradan
başkasına karışma” demektir. “Güneş’i tam zamânında doğur ve batır, rüzgarları
estir, yağmurları yağdır.. fakat bizim sosyâl, siyâsal, ekonomik ve kültürel işlerimize
sakın karışmaya kalkma!” demektir. İşte Kur’ân’ın baştan sona “affedilmeyecek
günah” dediği şirk budur. Şirk, işe Allah’ı karıştırmamak demektir. Hattâ
şirk, “Allah’ı işe, tam anlamıyla karıştırmamak” da demektir. Allah’ı işe
“az-biraz karıştırmak” da şirktir. Şirk “Allah’a îman etmeme, güvenmeme, O’na
teslim olmama” demektir. Zâten O’na teslim olunmadığında O’ndan başka her-şeye
teslim olunmaktadır.
Lâikliğin batı’ya faydası
olmuş olabilir. En azında maddî faydası olmuştur. Yoksa batı bir cehâletten,
başka bir cehâlete, bir zulümden başka bir zulme dönmüştür lâiklikle. Yâni
batı, lâiklikten önce hak üzere değildi ki, haktan sapıp da başka bir sapıklık
olan lâikliğe geçmiş olsun. Tabî ki lâik olmayanları istisnâ ediyoruz.
Lâikliğin, batı’ya maddî bir getirisi olduğundan, batı lâikliği benimsenmiştir.
Fakat bu benimseyişin bedeli; ahlâktan, merhâmetten, vicdandan ve dolayısı ile
adâletten vazgeçmek olmuştur. Ahlâktan vazgeçince de yine farklı bir karanlığa
düşmüştür. Demek ki lâikliğin başı da sonu da bâtıldır, karanlıktır. İlk düğme
yanlış iliklendiğinde diğerleri de mecbûren yanlış iliklenmektedir.
Lâiklik, Peygamberi ara-kablosuna
yada postacıya çevirip işlevsiz hâle getirir. Hâlbuki Peygamberimiz, “usvet-ül
hasene”dir. Yâni güzel örneklik:
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü
umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek
vardır” (Ahzab 21).
Lâiklik, bu “güzel örnek”ten
mahrum kalmak demektir. “Güzel örnekten” mahrum kalanlar, sünnetullah gereği
mutlakâ kötü ve çirkin örnekliklere kapılırlar ve sonuçta da kötülükle ve
çirkinlikle karşılaşırlar.
“Kur’ân’da lâikliğe aykırı
bir âyet var mı” diyorlar. Kur’ân’daki âyetlerin tamâmı lâikliğe aykırıdır.
Zîrâ Kur’ân bir hayat kitabıdır. O, hakkı ortaya atar ve lâiklik dâhil tüm
bâtıllar yok olur gider.
Lâiklik, “din ile devletin
ayrılması” değildir. Dînin devlet denetimine alınmasıdır. Bu, “dînin bertarâf
edilmesi” anlamına gelir. Oysa İslâm’da devlet; “din-u devlet”tir. Din siyâsete
âlet edilmemelidir; tam tersine, siyâset dîne “âlet” edilmelidir. Yine lâiklik,
“dîni millîleştirme” girişimidir ki, meselâ lâiklik kapsamında ezan
Türkçeleştirilmiştir. “Türkçe ibâdet” tartışmaları başlatılmıştır. Lâiklik
“seküler bir inanç şekli”dir.
Lâiklik, Kur’ân’ı kat-kat
sarmalayıp yüksek bir yere asmanın moderncesidir. Dînin alanı, lâiklik
tarafından sınırlandırılamaz. Hiç-bir şey tarafından sınırlandırılamaz. Aslolan
dindir çünkü. Unutulmasın ki Peygamberimiz hem din hem de devlet başkanıydı.
Lâikliğin doğasında bir
bozukluk vardır. O bakımdan ondan bir hayır gelmez.
Hiç kıvırmaya gerek yok;
lâiklik, “dinsizlik” demektir. “Çok-dinlilik” de bir çeşit dinsizliktir. Zâten
Ziyâ Gökalp de; Fransızca olan “lâik”in karşılığı için, Türkçe kelime olan “lâ
dînî” yâni “dînî olmayan” kelimesini kullanmıştır.
Lâiklik müslüman Türkiye’ye
çok-çok dar gelen bir “deli gömleği”dir. Buna rağmen zorla giydirilmeye
çalışılan bu gömleğin sık-sık düğmeleri kopar ve hattâ yırtılır.
Kapitâlizm
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne
verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara
ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar
arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse
artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan
korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).
“Ve sana
neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı’. Böylece
Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
Kapitâlizm, biriktirmeyi bir “araç” için değil de “amaç”
için yapan sistemin adıdır. Kapitâlizm bir dindir ve bu dînin en büyük ibâdeti “para
biriktirmek”tir. Kapitâlizm bir “biriktirme dîni”dir. Oysa İslâm’a göre birikim
sâdece ihtiyaç için, o da bâzen güzel (tahsiniyyat) olduğu için olsa da,
genelde “zorunlu olan ihtiyaçlar için” olur. İslâm’da “ihtiyaçta zarûret fıkhı”
vardır çünkü.
İslâm’da bir şeyi almada “ihtiyaçta zarûret” prensibi
benimsendiğinden dolayı, sanâyici de bu prensibi doğal olarak benimser. “Üretim-merkezli
tüketim” değil; “tüketim-merkezli bir üretim” anlayışı vardır. Bu nedenle
haddinden fazla üretim olmaz. İhtiyaç kadar üretim yapılır. İç ve dış pazarın
talebi kadar üretim yapılır. Böylece stokçuluğun önüne geçilmiş ve şeytanın
kullanabileceği kapı kapatılmış olur. Haciyyat ve tahsiniyyat denen; “gerekli
olan” ve sâdece “güzel olduğu ve beğenildiği için” alınması meşrû olan ürünler
de üretilir ve alım-satımı yapılır. Fakat müslümanlar bu konuda haddi aşmamaya
özen göstermelidirler.
Kapitâlizmin felsefesinde;
“bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” (laissez faire, laissez passer)
ilkesi vardır. İyi de neyi bırakalım?, neye engel olmayalım?. Kapitâlist
zihniyetin bizi sömürmesine mi?. İslâm zâten buna engel olmak için vardır.
Aşırı kaçan hiç-bir şeye izin vermez İslâm. İslâm bir “tutma dîni”dir,
kapitâlizm ise mottoda da söylendiği gibi bir “tutmama dîni”. “Bırakınız” diyor
bu yüzden. İslâm’da her türlü aşırlık yasaktır. Bu yüzden ticârette de 1’e alıp
da 10’a satmak olmaz:
“Siz ey îmâna ermiş olanlar!. Birbirinizin mallarını
haksız yollarla -karşılıklı rızâya dayanan ticâret yoluyla da olsa- hebâ
etmeyin (yemeyin) ve birbirinizi mahvetmeyin; zîrâ Allah, sizin için bir rahmet
kaynağıdır” (Nîsâ 29).
Kapitâlizm bir tüketim
imparatorluğudur ve yok etme çağrışımı yapan “tüketim” kelimesi kullanılır
sürekli olarak. Daha önceleri ihtiyaç, tasarruf, yeme-içme olarak kullanılan
kelimeler vardı. Kapitâlizmin ürünleri “tüketilecek” ürünlerdir ve yok
olmalıdır ki yenileri üretilsin ve satın alınsın.
Kapitâlizmde insanlar
tükettikleri oranda değer kazanırlar. Kapitâlizmde en değerli olan insan, “en
çok tüketebilen insan”dır. Müşteriyseniz inanılmaz bir değeriniz vardır.
Kapitâlist sistemin iki
esâsı vardır. Birincisi sermâye birikimi, ikincisi de rekâbet. Fakat bu iki
unsur; ahlâksızlığı, kul-hakkını, rekâbeti ve dolayısı ile sömürüyü de
berâberinde getirmiştir. Bu sömürünün insafsızca her türlü görünümleri
olmuştur.
Kapitâlizm bir biriktirme
sistemidir, fakat bu İslâm’da yasaktır. Kur’ân biriktirmeyi şu âyetleriyle
yasaklar:
“Sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki:
ihtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki
düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne
verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara
ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin
olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne
verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve
Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır” (Haşr 7).
“..Altını
ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda “infâk etmeyenler”... Onlara acı
bir azâbı müjdele” (Tevbe 34).
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr
etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere
oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün
kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak
şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı
ediyorlar?” (Nâhl 71).
“Allah’ın, bol ihsanından kendilerine verdiği
servette cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Hayır!; bu, onlar için şer’dir; kıyâmet günü, cimrilik ettikleriyle
tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır. Allah
yaptıklarınızdan haberi olandır”
(Âl-i İmran 180).
“Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden
dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardır” (Zâriyat 19).
Kapitâlizmin âyeti: “Paranız
yoksa kıymetiniz yoktur” iken; Kur’ân’ın âyeti: “Duânız yoksa kıymetiniz yoktur” (Furkân 77) şeklindedir.
Kapitâlizmin panzehiri, İslâm’ın
kültürel, sosyâl, siyâsi ve ekonomik modelidir. Bu model, İslâm Devleti ve
medeniyetiyle ikâme edilebilir.
Evet; kapitâlizm bir
“ihtiraslar dîni” iken; Tek hak din olan İslâm, müslümanlara; “ihtiraslarınız
ihtiyaçlarınız değildir” der.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder