18 Temmuz 2022 Pazartesi

Kaybedileni Yanlış Yerde Aramak

 

“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).

 

Biz neyimizi kaybettik?. En başta takvâmızı kaybettik, sonra huşûmuzu kaybettik, kanaatkârlığımızı kaybettik, kararlılığımızı, sabrımızı, dirâyetimizi kaybettik, direncimizi, samîmiyetimizi, hedefimizi, amacımızı kaybettik, en sonunda da birliğimizi kaybettik. Çünkü aslında en başta îmânımız zayıfladı, hattâ bir-çoklarımız îmânını kaybetti. Biz gaybımızı kaybettik. Yâni aslında biz neyi kaybettiğimizi çok iyi biliyoruz. Sorun, kaybettiğimiz şeyi bulamamakta ama daha da kötüsü kaybettiğimiz şeyi bulmak istemeyişimizdedir. Hattâ neredeyse “iyi ki de kaybetmişiz” diyecek noktaya gelindi. Kaybettiğinin acısını yaşayanlar ve yitiğimizi arayıp bulmanın çabasını ve gayretini gösterenler elbette müstesnâdır.

 

Kaybettiğimiz şeyi bulmada çok da samîmi ve gayretli olmadığımız için yitiğimizi yanlış yerlerde arıyoruz. Aradığımız yerlerin hemen tamâmı modern alanlar. Çünkü artık bizim gözümüze-gözümüze sokulan modernizme çok alıştık. “Bulunursa modern alanların birinde bulunur” zannediyoruz. Hattâ birileri modernizmi, kaybettiği şey sanıyor. Bâzıları da bulsa bile modernleşmiş bir şekilde bulmak istiyor. O saf, doğal, orijinâl hâliyle bulmak isteyenler çok az. Birileri de o saf şekliyle bulunmasından çok korkuyor. Çünkü modernizmi yâni mevcudu “kazanım” olarak görüyor ve “modern olmadan olmaz” diyor. Yitiğimizin ancak “modernizm ile karışmışsa ve kaynaşmışsa” aranmaya ve bulunmaya değer olduğunu söylüyor.

 

Evet, biz bizi “biz” yapan şeyi kaybettik. An îtibârıyla ellerimizde olanı kaybettik. Kabuğu elimizde ama içini-özünü kaybettik. Hepsinden önemlisi rûhunu kaybettik. Biz elimizde, cebimizde, ekranlarda, kütüphânemizde vs. her-yerde olmasına rağmen Kur’ân’ı kaybettik. Çünkü onu Peygamber’in okuyup idrâk ettiği gibi değil de, modern telakkiyle okuyup anlamak yolundayız ama aslâ hayâta yansıtmak ve yaşamak istemiyoruz, çünkü moderniteyi zâten doya-doya yaşıyoruz. Kur’ân’ın rûhunu kaybedince, ona kâlplerde, zihinlerde, dört duvar arasında ve ekranlarda genişçe yer açarak ve yer vererek açığı kapatmaya râzı olduk. Kur’ân’ı hayâtın içinde ve tam orta yerinde okumayı kaybettik.

 

Biz Sünnet’i kaybettik. “Kur’ân’ı okuyup idrâk ettikten sonra tam da Kur’ân’a göre bir yaşam-tarzı ortaya koymak” demek olan Sünnet’i, Allah’ın, -bâzen düzelterek de olsa- râzı olduğu ve örnek göstererek “güzel örneklik” dediği Sünnet’i kaybettik. Onu öyle bir kaybettik ki artık onun ne demek olduğunu bile bilmiyoruz da tartışıp duruyoruz ne demek olduğu hakkında. Biz dürüstlüğümüzü kaybettik. Biz Sünnet’i sakal-bıyık zannetmeye ve zannetmek istemeye devâm ediyoruz. Oysa Sünnet; küfre, şirke, adâletsizliğe, ahlâksızlığa, eşitsizliğe ve zulme “dur” demenin ve tevhidi hâkim kılmanın adı ve örneğidir. Biz dik durmayı kaybettik. Tevhidi kaybettik ve zulmü bulduk.

 

Kaybettiğimiz şey Kur’ân ve de onun güzel örnekliği olan Sünnet’tir. Bunları kaybedince Allah’ın rızâsını kaybettik. Gayba îmânı kaybettik, sâlih ameli kaybettik. Tüm bunların yerine de şeytanı, nefsi, tâğutları, modernizmi ve ne kadar bâtıl varsa onları bulduk. Üstelik bulduğumuz yeni şeylerden râzı olduk. Bunları kazanımımız olarak gördük.

 

Tabi bir de eleştiren, îtirâz eden ve isyânda bulunanlar var. Bunlar kaybedileni arıyor. Peki bulabiliyorlar mı ve bulabilecekler mi?. Pek kolay gözükmüyor. Çünkü hem kaybedilenin yeri çok az bir kesim tarafından tespit edilmiş durumda, hem de kaybedileni alıp da gelmeye ve onu yeniden içimizde ve dışımızda hâkim kılmaya dermânımız yok, mecâlimiz kalmamış. Zâten gerçek kaybımız olan Kur’ân’ı bulmanın, almanın ve yaşamanın tâlibi çok-çok az. Talep yok, talebe yok. Bu nedenle birileri de oluşan boşluğun içinden, “aradığımız şey o değil” diyor ve kaybedileni başka yerlerde arıyor. Aradıkları yer hep şeytanın, nefsin ve tâğutların gösterdiği ve modernizmin işâret ettiği yerlerdir.

 

Bir-takım insanlar kaybettiklerini felsefede arıyorlar ve bu nedenle de aklı aşırı ön-plâna çıkarıyorlar ve putlaştırıyorlar. Çünkü felsefenin temeli akıldır. Oradan geriye doğru bir adım bile gidilemediği için aslında târih boyunca o kadar okuma, araştırma ve düşünmeye rağmen felsefenin bir yaraya merhem olduğu görülmemiştir. Herkes kendi aklına göre farklı-farklı ve zıt şeyler söylemektedir. Bu yüzden de kaybedilen şeyin Allahsız felsefenin içinde bulunması mümkün değildir.

 

Bir-çokları da kaybettiklerini çok güvendikleri ve olmazsa-olmaz gördükleri modern-bilimde ve teknolojide arıyor. Öyle ki peygamberlerin ve Peygamberimiz’in 1.000 yıl boyunca idrâk edemediği ve bulamadığı şeyleri birileri modern-bilim ve teknolojide bulmaktadır(!). Kaybedilenin ancak ve ancak modern-bilim ile bulunacağından çok eminler. Fakat o kadar aramaya rağmen kaybedilen şeyi bulmuş değiller. Kaybettiklerini Cern’de ve Higgs Bozonu’nda arıyorlar ve değişik bir ses duyduklarında “işte buldum!” diye çığlık atıyorlar. Sonra “yok-yok değilmiş” diyorlar. Böyle demekten bıkmadılar. Oysa modern-bilim ve teknoloji de Allahsızdır. İnsanların bedenlerinden bâzı yükleri kaldırmış olsa da, ruhlarına ağır yükler yüklediği gibi çoğu insanın yükünü arttırmıştır. Modern-bilim ve teknoloji, insanlar için farklı bir yüke dönüşmüştür.

 

Yine kimisi de kaybettiğini modern-beşerî-Allahsız ideoloji, sistem ve düşüncelerde arıyor. Bu uğurda cumhuriyeti, demokrasiyi, lâikliği, sekülerizmi, feminizmi, liberâlizmi, kapitâlizmi, sosyâlizmi, komünizmi, faşizmi vs. şeytanın ürettiği ne kadar izm varsa hepsini din yaparak tapıyor ve kaybettiğini de onların içinde arıyor. Tabî ki de kaybedilen şey bu Allahsız sistemlerin içinde bulunamayacaktır. Üstelik kaybedileni bunların içinde ararken niceleri canlarını-ruhlarını kaybetmişlerdir ve kayıplar gün geçtikçe daha da fazlalaşmaktadır. Hattâ bu bahsettiğimiz Allahsız sistemler yüzünden insanlık-târihinde hiç görülmemiş kayıplar yaşanmıştır. Ne tuhaftır ki modern insan kaybettiğini hâlâ insanlığa en büyük kayıpları yaşatan sistemlerin içinde arıyor.

 

Özellikle modern gençlik, kaybedileni modern ürünler ve uygulamalarda arıyor. Kendilerine hazzın bin türlüsünü veren teknolojik ürünlerde ve kendilerini yozlaştıran ve sûnîleştiren sosyâl medyada arıyor. Aslında kaybedileni hazda, hızda, zevkte, günahta, haramda, ayıpta ve yasak olanda arıyor. Tabî ki de bulamıyorlar. Çünkü kaybedilen şey doğal, normâl ve fıtrata aykırı olan yerlerde bulunamaz. Kayboldukları sosyâl medyada yitiğini arayanların bulacağı şey koca bir kayıptan başkası değildir.

 

Kimileri de kaybettiğini modern sanatta arıyor. Modern edebiyatta, resimde, fotoğraflarda, heykellerde vs. arıyor ama tabi ki bulamıyor. Çünkü kaybedilen şey modern olmadığı için modernin içinde bulunamaz. Kaybedilen şey burâm-burâm rûh içeren soyut sanatta bulunabilir ama “sanat” denilen modern somut etkinliklerde aslâ bulunamaz. Zîrâ kaybedilen o şey Allahsız bir alanda bulunamaz. Peki bulamadıklarında ne yapıyorlar?. Kaybettiklerinin benzerini resimden, heykelden fotoğraftan kendileri yapıyorlar ve sonra da diyorlar ki “bu yaptığımız şey kaybettiğimizden daha gerçek, daha güzel ve daha etkileyici oldu”. Modern Allahsız sanatın içinde kendilerini kaybedenler, kaybettiği şeyi bulamıyorlar.

 

Birileri de Dünyâ’dan umûdunu kesmiş, “artık Dünyâ’da bulunamaz” diyor ve uzayda; Ay’da, Mars’ta, Güneş’te, başka yıldız sistemlerinde, galaksilerde ve evrenlerde arıyor, hiç bulamadığında da “kara-deliklerde olabilir mi?” diye düşünüyor, “acaba ak-deliklerden çıkar mı?” diye bakıyor. Dünyâ’da kaybedileni Dünyâ-dışında arıyorlar. Bakmayın siz onların bir uğraş içindeymiş gibi olduklarına. Aslında Dünyâ’nın dışında olmadığını biliyorlar. Çünkü kaybedilen şeyin Dünyâ’nın dışına çıkmadığını ve çıkamayacağını gâyet iyi biliyorlar.

 

Evet; bunlar boşuna uğraşlar, çünkü kaybedilen şey, bahsettiğimiz aranılan yerlerin hiç-birinde bulunamaz. Çünkü bunların hepsi Allahsızdır, kitapsızdır, dinsizdir, îmansızdır. Bizim kaybettiğimiz bize Allah’ın verdiğidir. Allah’ın verdiği şey Allah’ı işe karıştırmadan nasıl bulunur ki!. Hayır!; Allahsız bulunamaz, aslâ!. O hâlde nerede ve nasıl bulunacak?.

 

Bir kere aramaya “bismillah” diyerek başlanacaktır. Yâni işe en başta Allah karıştırılacak, kaybedilen şey Allah’ın adıyla aranacaktır. Kur’ânî bilinç ile aranacaktır. Peygamber ve o’nunla birlikte olanların aradığı gibi aranacaktır. Kaybedileni bulmada samîmi, ciddî, gayretli ve inançlı olunacak, Allah bu gayreti görünce yardımını ulaştıracak ve bulduracaktır bize kaybettiğimizi. Bulunca da iş bitmeyecek, bulduğumuzla iç-âlemlerimizi tâmir edecek ve dış-âlemi yeniden Allah’ın istediği gibi inşâ ve îmâr edeceğiz. Fakat kaybedileni bulmak “işe başlamanın yarısı” olacağından dolayı işimiz baya bir kolaylaşacaktır.

 

Evet; bizim kaybettiğimiz hak ve hakîkat, adâlet ve eşitlik, takvâ ve ahlâk, samîmiyet ve ciddiyet, gayret ve azim, îman ve sâlih amel, hicret ve kardeşlik, cihad ve şahâdet, birlik ve İslâm toplumu, İslâm Devleti ve İslâm Medeniyeti’dir. İşte kaybettiğimiz bunlardır ve lâyık olduğumuzda, hak ettiğimizde ve Allah dilediğinde bunları yeniden bulacağız ve yeniden Dünyâ’ya hâkim kılacağız inşaallah. Eğer arayıp da bulamazsak Dünyâ’mızı kaybettiğimiz gibi âhiretimizi de kaybetme riskimiz var maazallah.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2021

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder