“Allah’a ve Resûlü’ne
itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz
gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle berâberdir” (Enfâl 46).
Biz neyimizi kaybettik?. En
başta takvâmızı kaybettik, sonra huşûmuzu kaybettik, kanaatkârlığımızı
kaybettik, kararlılığımızı, sabrımızı, dirâyetimizi kaybettik, direncimizi,
samîmiyetimizi, hedefimizi, amacımızı kaybettik, en sonunda da birliğimizi
kaybettik. Çünkü aslında en başta îmânımız zayıfladı, hattâ bir-çoklarımız
îmânını kaybetti. Biz gaybımızı kaybettik. Yâni aslında biz neyi kaybettiğimizi
çok iyi biliyoruz. Sorun, kaybettiğimiz şeyi bulamamakta ama daha da kötüsü
kaybettiğimiz şeyi bulmak istemeyişimizdedir. Hattâ neredeyse “iyi ki de kaybetmişiz”
diyecek noktaya gelindi. Kaybettiğinin acısını yaşayanlar ve yitiğimizi arayıp
bulmanın çabasını ve gayretini gösterenler elbette müstesnâdır.
Kaybettiğimiz şeyi bulmada
çok da samîmi ve gayretli olmadığımız için yitiğimizi yanlış yerlerde arıyoruz.
Aradığımız yerlerin hemen tamâmı modern alanlar. Çünkü artık bizim
gözümüze-gözümüze sokulan modernizme çok alıştık. “Bulunursa modern alanların
birinde bulunur” zannediyoruz. Hattâ birileri modernizmi, kaybettiği şey
sanıyor. Bâzıları da bulsa bile modernleşmiş bir şekilde bulmak istiyor. O saf,
doğal, orijinâl hâliyle bulmak isteyenler çok az. Birileri de o saf şekliyle
bulunmasından çok korkuyor. Çünkü modernizmi yâni mevcudu “kazanım” olarak
görüyor ve “modern olmadan olmaz” diyor. Yitiğimizin ancak “modernizm ile
karışmışsa ve kaynaşmışsa” aranmaya ve bulunmaya değer olduğunu söylüyor.
Evet, biz bizi “biz” yapan
şeyi kaybettik. An îtibârıyla ellerimizde olanı kaybettik. Kabuğu elimizde ama
içini-özünü kaybettik. Hepsinden önemlisi rûhunu kaybettik. Biz elimizde,
cebimizde, ekranlarda, kütüphânemizde vs. her-yerde olmasına rağmen Kur’ân’ı
kaybettik. Çünkü onu Peygamber’in okuyup idrâk ettiği gibi değil de, modern
telakkiyle okuyup anlamak yolundayız ama aslâ hayâta yansıtmak ve yaşamak
istemiyoruz, çünkü moderniteyi zâten doya-doya yaşıyoruz. Kur’ân’ın rûhunu
kaybedince, ona kâlplerde, zihinlerde, dört duvar arasında ve ekranlarda
genişçe yer açarak ve yer vererek açığı kapatmaya râzı olduk. Kur’ân’ı hayâtın
içinde ve tam orta yerinde okumayı kaybettik.
Biz Sünnet’i kaybettik.
“Kur’ân’ı okuyup idrâk ettikten sonra tam da Kur’ân’a göre bir yaşam-tarzı
ortaya koymak” demek olan Sünnet’i, Allah’ın, -bâzen düzelterek de olsa- râzı
olduğu ve örnek göstererek “güzel örneklik” dediği Sünnet’i kaybettik. Onu öyle
bir kaybettik ki artık onun ne demek olduğunu bile bilmiyoruz da tartışıp
duruyoruz ne demek olduğu hakkında. Biz dürüstlüğümüzü kaybettik. Biz Sünnet’i
sakal-bıyık zannetmeye ve zannetmek istemeye devâm ediyoruz. Oysa Sünnet;
küfre, şirke, adâletsizliğe, ahlâksızlığa, eşitsizliğe ve zulme “dur” demenin
ve tevhidi hâkim kılmanın adı ve örneğidir. Biz dik durmayı kaybettik. Tevhidi
kaybettik ve zulmü bulduk.
Kaybettiğimiz şey Kur’ân ve
de onun güzel örnekliği olan Sünnet’tir. Bunları kaybedince Allah’ın rızâsını
kaybettik. Gayba îmânı kaybettik, sâlih ameli kaybettik. Tüm bunların yerine de
şeytanı, nefsi, tâğutları, modernizmi ve ne kadar bâtıl varsa onları bulduk.
Üstelik bulduğumuz yeni şeylerden râzı olduk. Bunları kazanımımız olarak
gördük.
Tabi bir de eleştiren,
îtirâz eden ve isyânda bulunanlar var. Bunlar kaybedileni arıyor. Peki
bulabiliyorlar mı ve bulabilecekler mi?. Pek kolay gözükmüyor. Çünkü hem
kaybedilenin yeri çok az bir kesim tarafından tespit edilmiş durumda, hem de
kaybedileni alıp da gelmeye ve onu yeniden içimizde ve dışımızda hâkim kılmaya
dermânımız yok, mecâlimiz kalmamış. Zâten gerçek kaybımız olan Kur’ân’ı
bulmanın, almanın ve yaşamanın tâlibi çok-çok az. Talep yok, talebe yok. Bu
nedenle birileri de oluşan boşluğun içinden, “aradığımız şey o değil” diyor ve
kaybedileni başka yerlerde arıyor. Aradıkları yer hep şeytanın, nefsin ve
tâğutların gösterdiği ve modernizmin işâret ettiği yerlerdir.
Bir-takım insanlar
kaybettiklerini felsefede arıyorlar ve bu nedenle de aklı aşırı ön-plâna
çıkarıyorlar ve putlaştırıyorlar. Çünkü felsefenin temeli akıldır. Oradan
geriye doğru bir adım bile gidilemediği için aslında târih boyunca o kadar
okuma, araştırma ve düşünmeye rağmen felsefenin bir yaraya merhem olduğu
görülmemiştir. Herkes kendi aklına göre farklı-farklı ve zıt şeyler
söylemektedir. Bu yüzden de kaybedilen şeyin Allahsız felsefenin içinde
bulunması mümkün değildir.
Bir-çokları da
kaybettiklerini çok güvendikleri ve olmazsa-olmaz gördükleri modern-bilimde ve
teknolojide arıyor. Öyle ki peygamberlerin ve Peygamberimiz’in 1.000 yıl
boyunca idrâk edemediği ve bulamadığı şeyleri birileri modern-bilim ve
teknolojide bulmaktadır(!). Kaybedilenin ancak ve ancak modern-bilim ile
bulunacağından çok eminler. Fakat o kadar aramaya rağmen kaybedilen şeyi bulmuş
değiller. Kaybettiklerini Cern’de ve Higgs Bozonu’nda arıyorlar ve değişik bir
ses duyduklarında “işte buldum!” diye çığlık atıyorlar. Sonra “yok-yok
değilmiş” diyorlar. Böyle demekten bıkmadılar. Oysa modern-bilim ve teknoloji
de Allahsızdır. İnsanların bedenlerinden bâzı yükleri kaldırmış olsa da,
ruhlarına ağır yükler yüklediği gibi çoğu insanın yükünü arttırmıştır.
Modern-bilim ve teknoloji, insanlar için farklı bir yüke dönüşmüştür.
Yine kimisi de kaybettiğini
modern-beşerî-Allahsız ideoloji, sistem ve düşüncelerde arıyor. Bu uğurda
cumhuriyeti, demokrasiyi, lâikliği, sekülerizmi, feminizmi, liberâlizmi,
kapitâlizmi, sosyâlizmi, komünizmi, faşizmi vs. şeytanın ürettiği ne kadar izm
varsa hepsini din yaparak tapıyor ve kaybettiğini de onların içinde arıyor.
Tabî ki de kaybedilen şey bu Allahsız sistemlerin içinde bulunamayacaktır.
Üstelik kaybedileni bunların içinde ararken niceleri canlarını-ruhlarını
kaybetmişlerdir ve kayıplar gün geçtikçe daha da fazlalaşmaktadır. Hattâ bu
bahsettiğimiz Allahsız sistemler yüzünden insanlık-târihinde hiç görülmemiş
kayıplar yaşanmıştır. Ne tuhaftır ki modern insan kaybettiğini hâlâ insanlığa
en büyük kayıpları yaşatan sistemlerin içinde arıyor.
Özellikle modern gençlik,
kaybedileni modern ürünler ve uygulamalarda arıyor. Kendilerine hazzın bin
türlüsünü veren teknolojik ürünlerde ve kendilerini yozlaştıran ve sûnîleştiren
sosyâl medyada arıyor. Aslında kaybedileni hazda, hızda, zevkte, günahta,
haramda, ayıpta ve yasak olanda arıyor. Tabî ki de bulamıyorlar. Çünkü
kaybedilen şey doğal, normâl ve fıtrata aykırı olan yerlerde bulunamaz.
Kayboldukları sosyâl medyada yitiğini arayanların bulacağı şey koca bir
kayıptan başkası değildir.
Kimileri de kaybettiğini
modern sanatta arıyor. Modern edebiyatta, resimde, fotoğraflarda, heykellerde
vs. arıyor ama tabi ki bulamıyor. Çünkü kaybedilen şey modern olmadığı için
modernin içinde bulunamaz. Kaybedilen şey burâm-burâm rûh içeren soyut sanatta
bulunabilir ama “sanat” denilen modern somut etkinliklerde aslâ bulunamaz. Zîrâ
kaybedilen o şey Allahsız bir alanda bulunamaz. Peki bulamadıklarında ne
yapıyorlar?. Kaybettiklerinin benzerini resimden, heykelden fotoğraftan
kendileri yapıyorlar ve sonra da diyorlar ki “bu yaptığımız şey kaybettiğimizden
daha gerçek, daha güzel ve daha etkileyici oldu”. Modern Allahsız sanatın
içinde kendilerini kaybedenler, kaybettiği şeyi bulamıyorlar.
Birileri de Dünyâ’dan
umûdunu kesmiş, “artık Dünyâ’da bulunamaz” diyor ve uzayda; Ay’da, Mars’ta,
Güneş’te, başka yıldız sistemlerinde, galaksilerde ve evrenlerde arıyor, hiç
bulamadığında da “kara-deliklerde olabilir mi?” diye düşünüyor, “acaba
ak-deliklerden çıkar mı?” diye bakıyor. Dünyâ’da kaybedileni Dünyâ-dışında
arıyorlar. Bakmayın siz onların bir uğraş içindeymiş gibi olduklarına. Aslında
Dünyâ’nın dışında olmadığını biliyorlar. Çünkü kaybedilen şeyin Dünyâ’nın
dışına çıkmadığını ve çıkamayacağını gâyet iyi biliyorlar.
Evet; bunlar boşuna
uğraşlar, çünkü kaybedilen şey, bahsettiğimiz aranılan yerlerin hiç-birinde
bulunamaz. Çünkü bunların hepsi Allahsızdır, kitapsızdır, dinsizdir,
îmansızdır. Bizim kaybettiğimiz bize Allah’ın verdiğidir. Allah’ın verdiği şey
Allah’ı işe karıştırmadan nasıl bulunur ki!. Hayır!; Allahsız bulunamaz, aslâ!.
O hâlde nerede ve nasıl bulunacak?.
Bir kere aramaya “bismillah”
diyerek başlanacaktır. Yâni işe en başta Allah karıştırılacak, kaybedilen şey
Allah’ın adıyla aranacaktır. Kur’ânî bilinç ile aranacaktır. Peygamber ve
o’nunla birlikte olanların aradığı gibi aranacaktır. Kaybedileni bulmada
samîmi, ciddî, gayretli ve inançlı olunacak, Allah bu gayreti görünce yardımını
ulaştıracak ve bulduracaktır bize kaybettiğimizi. Bulunca da iş bitmeyecek,
bulduğumuzla iç-âlemlerimizi tâmir edecek ve dış-âlemi yeniden Allah’ın
istediği gibi inşâ ve îmâr edeceğiz. Fakat kaybedileni bulmak “işe başlamanın
yarısı” olacağından dolayı işimiz baya bir kolaylaşacaktır.
Evet; bizim kaybettiğimiz
hak ve hakîkat, adâlet ve eşitlik, takvâ ve ahlâk, samîmiyet ve ciddiyet,
gayret ve azim, îman ve sâlih amel, hicret ve kardeşlik, cihad ve şahâdet,
birlik ve İslâm toplumu, İslâm Devleti ve İslâm Medeniyeti’dir. İşte
kaybettiğimiz bunlardır ve lâyık olduğumuzda, hak ettiğimizde ve Allah
dilediğinde bunları yeniden bulacağız ve yeniden Dünyâ’ya hâkim kılacağız inşaallah.
Eğer arayıp da bulamazsak Dünyâ’mızı kaybettiğimiz gibi âhiretimizi de kaybetme
riskimiz var maazallah.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder