“Hayır!; siz ölçüyü
taşıran bir kavimsiniz” (Yâsin 19).
Artık bir şey,
müslümanlar(!) tarafından bile; “İslâm’a uyup-uymaması” ile değil; “moderne
uyup-uymaması” ile ölçülüp değerlendiriliyor. Modernizme uyup-uymaması ise,
modern insana uyup-uymaması anlamına geliyor.
Doğru, iyi ve güzel herkese
göre değişen bir değer ölçüsü değildir. Doğru, iyi ve güzel, “Allah’a göre
doğru, iyi ve güzel olan”dır. O-hâlde her-şeyin ölçüsü olmak ancak Allah’ın
hakkıdır ve her-şeyin ölçüsü olmaya en lâyık olan da O’dur. İnsan ise ancak
Allah-merkezli düşündüğünde, konuştuğunda ve yaşadığında ölçü yada örnek
olabilir. Peygamberlerin insanlara “örnek” oluşlarının nedeni budur.
Protagoras’a göre, insan her-şeyin ölçüsüdür. Şöyle
der:
“Nesnelerin özü herkese göre değişir. Nesneler bana belli bir biçimde
gözükürler ve öyledirler, sana belli bir biçimde gözükürler ve öyledirler. Bu
nedenle insan her-şeyin ölçüsüdür. Dolayısıyla, ‘kendinde iyi’den söz etmenin
bir anlamı yoktur, çünkü her-şey insana yâni bireye göre değişir”.
“İnsan nasıl görüyorsa,
düşünüyorsa, vehmediyorsa ve zannediyorsa hakîkat odur” diyor. Böylece hakîkat,
insanın sınırlı aklı, zihni, duyguları ve yargısına göre belirlenerek
basitleştirilmiş oluyor. Oysa insan, bugün “böyle” dediğine yarın tam-aksi bir
şekilde “şöyle” diyebilen varlıktır. O-hâlde insana “her-şeyin ölçüsü”
diyeceksek, ölçü herkese göre farklı olacağı için, “kesin bir ölçü yoktur” dememiz
gerekir ki bu “hakîkat diye bir şey yoktur” demektir. Böyle olunca da şeytana,
nefse ve insana ama özellikle de ilahlaşmış (tâğut) olan insana göre tasavvur
etmek, düşünmek, konuşmak ve yapıp-etmek kaçınılmaz olacaktır. Lâkin târih
boyunca böyle yapmak insana acıdan, yıkımdan ve maddî-mânevî gaflet ve
perişanlıktan başka bir-şey getirmemiştir.
İnsan her-şeyin ölçüsü olunca tek hakîkat rölativizm
oluyor. Her-şey kişiye göre değişiyor çünkü. Ama şeyler, en çok da “kader
belirleyici” gücü elinde tutan insanlara göre değişiyor. İnsanın algısı,
psikolojisi, ihtirâsı vs. gerçeğin tek ölçüsü oluyor. İyi de herkes farklı
algılayacaksa ve farklı görecekse, o zaman neye ve kime güveneceğiz?. Elbette
hiç-bir şeye ve hiç kimseye güvenemeyiz. Çünkü insan her-şeyin ölçüsü ise tüm
insanlar her-şeyin ölçüsüdürler. O-hâlde hakîki ölçü ne ve kim olacaktır?
Sorunu ortaya çıkar ki tüm kavganın sebebi budur.
İnsan her-şeyin ölçüsü yapılınca, aslında nefsimiz,
arzularımız, isteklerimiz ve ihtiraslarımız ölçü olur. Canımızın istediğine ve
işimize gelen şeye hakîkat demeye başlarız ki modernizm sonrası post-modernizm
ve post-truth ile gelinen nokta budur. İnsan nasıl görüyorsa ve nasıl
hissediyorsa öyledir. Bir şey insana göre neyse odur. İnsan ne derse odur. Ne
söylese öyledir. İşte bu durum insanı önce mânevî olarak içten, sonra da maddî
olarak dıştan çürütür ve çer-çöpe dönüştürür. Sonuçta gelinen yer mutlak bir
nihilizmdir, bir boşluktur, bir “yokluk”tur, anlamsızlıktır. Zâten Protagoras
da en sonunda bombayı patlatır ve şöyle der:
“Hiç-bir şey yoktur. Bir şey vâr olsa
bile onu tanımamız ve bilmemiz mümkün değildir, tanısak ve bilsek bile bir
başkasına aktaramayız bu bilgileri. Dolayısıyla, gerçeklikler değil, görünüşler
vardır ve her birey belli bir dönemde kendisine yararlı olan görünüşleri
başkalarına empoze etme sanatını öğrenmek zorundadır. Böylece insan yâni birey
her şeyin ölçüsüyse eğer, sonuç olarak ölçü yoktur artık, çünkü insanları ölçü
alan yada onlara ölçü veren bir şey yoktur”.
“İnsan her-şeyin ölçüsüdür” ifâdesi,
“adam-başı doğrunun olması” anlamına gelecektir ki bu da “doğru yoktur” demekle
sonuçlanır. Lâkin doğru tektir ve daha az doğru “doğru” olmaz. Çünkü doğru, tam
olmak zorundadır. İnsanı merkeze almak ve onu her-şeyin ölçüsü olarak görmek,
onun doğrularını kabûl etmek anlamına gelir. Fakat her insanın kendi doğrusu ve
doğru kabûl ettikleri şeyler vardır. Bu durum sözde doğruların çatışmasını
başlatacaktır. Sonuçta doğru kabûl edilen kişisel doğrular bir yaraya merhem
olamazlar.
Protagoras’a göre, doğru
olan şey, şu-anda algılanan, duyulan, istenilen ve özlenilen durumdur. İnsan,
şu-andaki algıları, duyguları, istekleri ile her-şeyin ölçüsüdür”. Fakat doğru “sâdece
şu-anda doğru olan” değil, “her zaman doğru olan”dır ki doğru “mutlak-doğru”
olandır. Mutlak-doğru her-zaman mutlak-doğrudur. Mutlak-doğruyu insanın
üretebilmesi mümkün değildir. Mutlak-doğruyu ancak Allah belirleyebilir. Belki
de bu nedenle olsa gerek, Platon: “Tanrı bizim için her-şeyin ölçüsüdür”
demiştir.
En nihâyet gelinecek olan yerde kim daha güçlüyse
onun dediği doğru olmaya başlar ve “güçlü azınlıklar” “zayıf çoğunlukları”
yönetir, yönlendirir ve üzerlerinde kader belirleyiciler hâline gelirler.
Kallikles şöyle diyor: “Doğrunun işâreti güçlünün zayıf üstündeki egemenliği ve
kabûl edilen üstünlüğüdür”. Thrasimakhos da şöyle diyor: “Bana göre adâlet, en
güçlü olanın çıkarından başka bir şey değildir”. Demek ki her insan her-şeyin
ölçüsü olmuyor ve sâdece bâzı insanlar her-şeyin ölçüsü oluyorlar. Bu modern
dönem dâhil tüm zamanlarda böyle olmuştur.
İnsan her-şeyin ölçüsü yapılmaya başlandığında
gelinen yer kaçınılmaz olarak burasıdır. Zâten Nietzsche’nin; “Tanrı ölmüştür”
demesinin nedeni de budur. Çünkü artık Tanrı “her-şeyin ölçüsü” olmaktan çıkmış
ve insan her-şeyin ölçüsü olarak Tanrılaşmıştır. Lâkin şu apaçık bir gerçektir
ki Allah hiç-bir zaman ölmez ama târih boyunca ilahlaşmış ve ilahlaştırılmış
olan tüm insanlar toprağın altında çürümüşler ve çürümektedirler.
İnsanın her-şeyin ölçüsü
olmasının ideolojisi Hümanizm’dir. Hümanizm “insana tapma dîni”dir. Hümanizm, tanrısal
ve doğal olana karşı insanı yüceltmek ve ilahlaştırmaktır.
Şu da var ki, aslında her-şeyin ölçüsü olarak insanı
görmek, insanın kara-kaşını, kara-gözünü, etini-kemiğini ölçü almak demek değildir.
İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak kabûl etmek, insanın aklını-mantığını ölçü
olarak kabûl etmek demektir. Bu da, aklı ve mantığı tanrılaştırmak anlamına
gelir. Anaksagoras: “Sonuçta her-şeyi düzene koyan zekâdır, her-şeyin nedeni
odur” der. Akla tapan eski yunanda ve bir neo greko-romen uygarlık olan
modernizmde akla bu kadar atıf yapılmasının nedeni budur. İslâm’da da akıl
önemlidir ve aklın kullanılmasına çok değer ve önem verilir. Hattâ Yûnus Sûresi
100. âyette: “O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” denir.
Aklını kullanmayanların çirkefe batacağı söylenir. Fakat İslâm’ın bahsettiği bu
akıl tanrılaştırılmış ve tapılmakta olan akıl değil, vahiy-merkezli olan
akıldır. Zîrâ akıl sonsuz ve sınırsız değildir ve bu yüzden sonsuz ve sınırsız
yetide de değildir. O-hâlde aklın da dayanması gereken bir şey vardır. Bu
dayanak, Allah hesâba katılmadığında mecbûren şeytan, nefs, arzular,
ihtiraslar, tâğutlar, çok üstün görülen kişiler, madde, kısır düşünceler ve
mantıklar olacaktır. Fakat Allah’ı hesâba kattığınızda aklın dayanağı ve
ölçüsü, En Yüce Olan’ın sözü yâni vahiy olacaktır ki insanlara “güzel örnek”
olarak gönderilmiş olan peygamberler, güçlü bir îman ile ve akıllarını
vahiy-merkezli kullandıkları için insanlığa önderler ve örnekler olmuşlardır.
İnsan her-şeyin ölçüsüyse “her
insan her-şeyin ölçüsüdür” düşüncesi de açığa çıkar ve böylece bireycilik bir
din hâline gelir. Bireycilikten en çok faydalananlar ise bireyler değil,
küresel sermâyeyi elinde tutan mutlu azınlıklar olacaktır. Çünkü insan bireyselleştikçe
arzularını “tüketerek” tatmin edecektir ki tüketilen şeyleri üretenler ve satanlar
işte bu mutlu azınlıklardır.
İnsan ne zaman ki her-şeyin
ölçüsü olarak görülmüşse ilahlaşmıştır. İlahlaşan insan hep zulmetmiştir ve
zulmeder. Zîrâ ilahlığı istismâr etmeyecek olan sâdece Allah’tır.
İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak
gördüğünüzde artık tüm kötü şeyler gibi tüm iyi şeylerin de insan kaynaklı
olduğunu söylemeye başlarsınız. Ahlâkın, aklın, rûhun, sevginin, çeşitli
duyguların vs. hep insandan kaynaklandığını söylemeye başlarsınız. Oysa İslâm’a
göre tüm iyilikler Allah’tandır. Tabi tüm kötülükler de insanın kendisinden
kaynaklanır:
“Sana iyilikten her ne
gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni
insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).
İnsanı ruhtan
bağımsızlaştırmak, onun sâdece beşerî-maddî yanını öne çıkarmak anlamına gelir
ki zamanla insan tümden maddî bir varlık olarak görülmeye başlanır. O zaman da
madde her-şeyin ölçüsü olarak görülmeye başlanır. Fakat madde, kaba hâliyle insanlara
farklı-farklı görüneceği için farklı ölçüler ve karışıklıklar ortaya çıkacağından
dolayı maddenin en temel noktası “mutlak ölçü” olarak alınmaya başlanacaktır ki
atomculuk bunu söyler. Artık hakîkati belirleyecek olan şey atomlar ve daha da
alt parçacıklar olacaktır. Modern insanın, büyük çarpıştırıcılarda her-şeye
ölçü olacak bir şeyler aramasının nedeni budur. Zîrâ modern insan Allah’ı hesâba
katmadığı ve onu her-şeyin ölçüsü olarak görmediği için, her-şeyin ölçüsü
olabilecek bir şey aramaktadır. Bunun için elbette maddeyi parçalamak zorundadır.
Çünkü her-şeyin ölçüsü olarak görülen insan da maddedir. İnsan her-şeyin
ölçüsüyse o-hâlde madde her-şeyin ölçüsü olmalıdır. Bu da “en temel parçacık
yâni en temel madde her-şeyin en temel ölçüsü olmalıdır” düşüncesini açığa
çıkarır ki, hırsla ve büyük masraflarla o en temel parçacığı aramalarının
nedeni budur. İnsanı her-şeyin ölçüsü yapmak için bunu yapmak ve bir şeyler
bulmak şarttır. Modern insanın modern-bilime ve teknolojiye tapınmasının ve tüm
umutlarını bunlara bağlamasının nedeni budur.
Peki her-şeyin ölçüsü olan
insan hangi insandır?. Çelişkili ve tam-aksi bir düşünce açığa çıktığında hangi
insan ölçü olarak alınacak ve hangi insanın görüşüyle hareket edilecek?. İşte
burada devreye her zaman; “zengin olan, îtibarlı olan, makam-mevkî sâhibi olan,
akıllı, zekî ve kurnaz olan, sonra da; acımasız, merhâmetsiz ve vicdansız olan,
Dünyâ’yı ve maddeyi daha çok seven, en hırslı olan”, fakat “Allah’ı, Dîn’i,
Kitab’ı, hakkı-hakîkati, adâleti-eşitsizliği, şirki-küfrü ve zulmü göz-ardı
eden insan” öne çıkacaktır. Çünkü tüm zamanlarda böyle olmuştur. Allah’ı
her-şeyin ölçüsü olarak görmeyenler, târih boyunca hep bahsedilen kişileri
her-şeyin ölçüsü ve belirleyicisi olarak görmüşlerdir.
Böyle insanların karşısına da
her zaman peygamberler çıkmıştır ki peygamberler zâten böyle insanların karşısına
çıkmak ve her-şeyin ölçüsünün insan değil, Allah olduğunu söylemek için seçilip
gönderilmişlerdir. Peygamberler örnek kişiliklerdir ve insanlara örnek olmak için
gönderilmişlerdir. Fakat peygamberler her-şeyin ölçüsü değillerdir. Onlar da
şaşmaz-yanılmaz ve hakkın-hakîkatin ta kendisi ve her-şeyin ölçüsü olan aşkın
bir gerçeğe göre düşünürler, konuşurlar ve hareket ederler ki bu aşkın sonsuz
güç elbette âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Peygamberlerin “güzel örnek”
oluşlarını sağlayan şey budur. Dolayısıyla peygamberler her-şeyin ölçüsü olarak
Allah’ı, Dîn’i, Kitab’ı-vahyi alırlar.
Aşkın olanı hesâba katmayan
ve her-şeyin ölçüsü olarak görülen insanın varıp-dayanacağı yer, bir bilinemezlik,
yapamazlık, yıkım ve zulümdür. Zîrâ insanın her-şeyin ölçüsü olmaya ne iç-yapısı, ne de dış-yapısı
uygun değildir ve ne mânevî ne de maddî yapısının buna gücü yeter. Çapı ve
çabası her-şeyin ölüsü olmaya zinhar yetmez. O-hâlde her-şeyin ölçüsü olarak,
sonsuz güç-sâhibi olan Allah’ı görmek zorundadır. Hâbil ile Kâbil’den bêri târih
boyunca tüm savaş, her-şeyin ölçüsünün Allah mı yoksa insan mı olacağının
teorik ve pratik savaşıdır.
İnsanı her-şeyin ölçüsü
olarak görmek düşüncesi aslında hiç-bir zaman tezâhür etmez. Çünkü insan mutlak
anlamda ölçü olamaz. Zîrâ “insanı her-şeyin ölçüsü” olarak ortaya çıkarmak
düşüncesi aslında, insan üzerinden başka şeyleri ölçü yapmak içindir. Meselâ
tüm zamanlarda ama özellikle modern zamanlarda her-şeyin tek bir ölçüsü vardır,
o da paradır. Para -istisnâlar hâriç- insanın tüm zamanlarda ve tüm
mekânlardaki değişmez tek ölçüsüdür. Paranın hesâbını yapmak için matematik
şart olduğundan dolayı, matematik modern dünyânın en önemli öğrenim konusu
olarak görülmektedir. Modernizm, başarının “para ve sayısallık” ile
ölçülmesidir. Modernizmde üstünlüğün ölçüsü “para” iken, İslâm’da ise
üstünlüğün ölçüsü “takvâ” yâni “Allah korkusuna bağlı olan sorumluluk
bilinci”dir.
Ölçü olarak belirlediğiniz
şey yada kişi sizin ilahınızdır. Neye yada kime göre düşünüyor, konuşuyor ve
davranıyorsanız, ona tapıyorsunuz demektir. Zîrâ ölçünüz o oluyor. Ölçü
aldığınız şey ilahınızdır.
İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak görmenin mecbûrî kötü
sonuçlarını bâzı filozoflar şu şekilde ifâde etmişlerdir:
“Tanrı’dan yâni iyiden uzakta
izlediğimiz yol bizi şu düşünceye götürmüştür: Her insan her-şeyin ölçüsüydü,
kendi seyr-u seferinin kaptanıydı ama bu seyr-u sefer hiç-bir yere götürmemiştir
bizi. Dolayısıyla, insan bütün ölçülerini yitirmiştir, her-şeyin ölçüsü
olduğunu söylemesine rağmen eylemleri kötüdür ve anlayışı kıttır. Dolayısıyla,
yön değiştirmemiz gerekir, gerçek bir ölçü bilimi, bir doğru ölçü-cetveli bulmamız
gerekir. Onu keşfedebilmemiz için kendimizde gerçek bir dönüşümün olması
şarttır ve bu değişim bizim ‘her-şeyin ölçüsünün insanın ulaşamayacağı kadar
yüce, yüceden de yüce bir tanrısallık olması’ gerektiğini anlamamızı sağlar; çünkü
iyi, bireylere göre değişen bir ölçü değildir. İyi, varlıklar arasında birlik
oluşturur ve anlaşmazlık oluşturan bir çokluğun yerine sevgi getiren bir
birliği koyar”.
İnsan kendi başına
bırakılmaya gelmez. Çünkü kendi başına bırakıldığı zaman kendini “her-şeyin
ölçüsü” olarak görmeye başlar. Allah bu nedenle insanlar içinden peygamberler
seçmiş ve onlara vahiyler göndererek: “her-şeyin tek ve mutlak ölçüsü
Allah’tır” mesajını vermiştir. Hakîki ölçü işte budur!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Şubat 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder