13 Temmuz 2022 Çarşamba

İnsanı Her Şeyin Ölçüsü Olarak Görmek

 

“Hayır!; siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz” (Yâsin 19).

 

Artık bir şey, müslümanlar(!) tarafından bile; “İslâm’a uyup-uymaması” ile değil; “moderne uyup-uymaması” ile ölçülüp değerlendiriliyor. Modernizme uyup-uymaması ise, modern insana uyup-uymaması anlamına geliyor.

 

Doğru, iyi ve güzel herkese göre değişen bir değer ölçüsü değildir. Doğru, iyi ve güzel, “Allah’a göre doğru, iyi ve güzel olan”dır. O-hâlde her-şeyin ölçüsü olmak ancak Allah’ın hakkıdır ve her-şeyin ölçüsü olmaya en lâyık olan da O’dur. İnsan ise ancak Allah-merkezli düşündüğünde, konuştuğunda ve yaşadığında ölçü yada örnek olabilir. Peygamberlerin insanlara “örnek” oluşlarının nedeni budur.

 

Protagoras’a göre, insan her-şeyin ölçüsüdür. Şöyle der:

 

“Nesnelerin özü herkese göre değişir. Nesneler bana belli bir biçimde gözükürler ve öyledirler, sana belli bir biçimde gözükürler ve öyledirler. Bu nedenle insan her-şeyin ölçüsüdür. Dolayısıyla, ‘kendinde iyi’den söz etmenin bir anlamı yoktur, çünkü her-şey insana yâni bireye göre değişir”.

 

“İnsan nasıl görüyorsa, düşünüyorsa, vehmediyorsa ve zannediyorsa hakîkat odur” diyor. Böylece hakîkat, insanın sınırlı aklı, zihni, duyguları ve yargısına göre belirlenerek basitleştirilmiş oluyor. Oysa insan, bugün “böyle” dediğine yarın tam-aksi bir şekilde “şöyle” diyebilen varlıktır. O-hâlde insana “her-şeyin ölçüsü” diyeceksek, ölçü herkese göre farklı olacağı için, “kesin bir ölçü yoktur” dememiz gerekir ki bu “hakîkat diye bir şey yoktur” demektir. Böyle olunca da şeytana, nefse ve insana ama özellikle de ilahlaşmış (tâğut) olan insana göre tasavvur etmek, düşünmek, konuşmak ve yapıp-etmek kaçınılmaz olacaktır. Lâkin târih boyunca böyle yapmak insana acıdan, yıkımdan ve maddî-mânevî gaflet ve perişanlıktan başka bir-şey getirmemiştir.

 

İnsan her-şeyin ölçüsü olunca tek hakîkat rölativizm oluyor. Her-şey kişiye göre değişiyor çünkü. Ama şeyler, en çok da “kader belirleyici” gücü elinde tutan insanlara göre değişiyor. İnsanın algısı, psikolojisi, ihtirâsı vs. gerçeğin tek ölçüsü oluyor. İyi de herkes farklı algılayacaksa ve farklı görecekse, o zaman neye ve kime güveneceğiz?. Elbette hiç-bir şeye ve hiç kimseye güvenemeyiz. Çünkü insan her-şeyin ölçüsü ise tüm insanlar her-şeyin ölçüsüdürler. O-hâlde hakîki ölçü ne ve kim olacaktır? Sorunu ortaya çıkar ki tüm kavganın sebebi budur.

 

İnsan her-şeyin ölçüsü yapılınca, aslında nefsimiz, arzularımız, isteklerimiz ve ihtiraslarımız ölçü olur. Canımızın istediğine ve işimize gelen şeye hakîkat demeye başlarız ki modernizm sonrası post-modernizm ve post-truth ile gelinen nokta budur. İnsan nasıl görüyorsa ve nasıl hissediyorsa öyledir. Bir şey insana göre neyse odur. İnsan ne derse odur. Ne söylese öyledir. İşte bu durum insanı önce mânevî olarak içten, sonra da maddî olarak dıştan çürütür ve çer-çöpe dönüştürür. Sonuçta gelinen yer mutlak bir nihilizmdir, bir boşluktur, bir “yokluk”tur, anlamsızlıktır. Zâten Protagoras da en sonunda bombayı patlatır ve şöyle der:

 

“Hiç-bir şey yoktur. Bir şey vâr olsa bile onu tanımamız ve bilmemiz mümkün değildir, tanısak ve bilsek bile bir başkasına aktaramayız bu bilgileri. Dolayısıyla, gerçeklikler değil, görünüşler vardır ve her birey belli bir dönemde kendisine yararlı olan görünüşleri başkalarına empoze etme sanatını öğrenmek zorundadır. Böylece insan yâni birey her şeyin ölçüsüyse eğer, sonuç olarak ölçü yoktur artık, çünkü insanları ölçü alan yada onlara ölçü veren bir şey yoktur”.

 

“İnsan her-şeyin ölçüsüdür” ifâdesi, “adam-başı doğrunun olması” anlamına gelecektir ki bu da “doğru yoktur” demekle sonuçlanır. Lâkin doğru tektir ve daha az doğru “doğru” olmaz. Çünkü doğru, tam olmak zorundadır. İnsanı merkeze almak ve onu her-şeyin ölçüsü olarak görmek, onun doğrularını kabûl etmek anlamına gelir. Fakat her insanın kendi doğrusu ve doğru kabûl ettikleri şeyler vardır. Bu durum sözde doğruların çatışmasını başlatacaktır. Sonuçta doğru kabûl edilen kişisel doğrular bir yaraya merhem olamazlar.

 

Protagoras’a göre, doğru olan şey, şu-anda algılanan, duyulan, istenilen ve özlenilen durumdur. İnsan, şu-andaki algıları, duyguları, istekleri ile her-şeyin ölçüsüdür”. Fakat doğru “sâdece şu-anda doğru olan” değil, “her zaman doğru olan”dır ki doğru “mutlak-doğru” olandır. Mutlak-doğru her-zaman mutlak-doğrudur. Mutlak-doğruyu insanın üretebilmesi mümkün değildir. Mutlak-doğruyu ancak Allah belirleyebilir. Belki de bu nedenle olsa gerek, Platon: “Tanrı bizim için her-şeyin ölçüsüdür” demiştir.

 

En nihâyet gelinecek olan yerde kim daha güçlüyse onun dediği doğru olmaya başlar ve “güçlü azınlıklar” “zayıf çoğunlukları” yönetir, yönlendirir ve üzerlerinde kader belirleyiciler hâline gelirler. Kallikles şöyle diyor: “Doğrunun işâreti güçlünün zayıf üstündeki egemenliği ve kabûl edilen üstünlüğüdür”. Thrasimakhos da şöyle diyor: “Bana göre adâlet, en güçlü olanın çıkarından başka bir şey değildir”. Demek ki her insan her-şeyin ölçüsü olmuyor ve sâdece bâzı insanlar her-şeyin ölçüsü oluyorlar. Bu modern dönem dâhil tüm zamanlarda böyle olmuştur.

 

İnsan her-şeyin ölçüsü yapılmaya başlandığında gelinen yer kaçınılmaz olarak burasıdır. Zâten Nietzsche’nin; “Tanrı ölmüştür” demesinin nedeni de budur. Çünkü artık Tanrı “her-şeyin ölçüsü” olmaktan çıkmış ve insan her-şeyin ölçüsü olarak Tanrılaşmıştır. Lâkin şu apaçık bir gerçektir ki Allah hiç-bir zaman ölmez ama târih boyunca ilahlaşmış ve ilahlaştırılmış olan tüm insanlar toprağın altında çürümüşler ve çürümektedirler.

 

İnsanın her-şeyin ölçüsü olmasının ideolojisi Hümanizm’dir. Hümanizm “insana tapma dîni”dir. Hümanizm, tanrısal ve doğal olana karşı insanı yüceltmek ve ilahlaştırmaktır.

 

Şu da var ki, aslında her-şeyin ölçüsü olarak insanı görmek, insanın kara-kaşını, kara-gözünü, etini-kemiğini ölçü almak demek değildir. İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak kabûl etmek, insanın aklını-mantığını ölçü olarak kabûl etmek demektir. Bu da, aklı ve mantığı tanrılaştırmak anlamına gelir. Anaksagoras: “Sonuçta her-şeyi düzene koyan zekâdır, her-şeyin nedeni odur” der. Akla tapan eski yunanda ve bir neo greko-romen uygarlık olan modernizmde akla bu kadar atıf yapılmasının nedeni budur. İslâm’da da akıl önemlidir ve aklın kullanılmasına çok değer ve önem verilir. Hattâ Yûnus Sûresi 100. âyette: “O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” denir. Aklını kullanmayanların çirkefe batacağı söylenir. Fakat İslâm’ın bahsettiği bu akıl tanrılaştırılmış ve tapılmakta olan akıl değil, vahiy-merkezli olan akıldır. Zîrâ akıl sonsuz ve sınırsız değildir ve bu yüzden sonsuz ve sınırsız yetide de değildir. O-hâlde aklın da dayanması gereken bir şey vardır. Bu dayanak, Allah hesâba katılmadığında mecbûren şeytan, nefs, arzular, ihtiraslar, tâğutlar, çok üstün görülen kişiler, madde, kısır düşünceler ve mantıklar olacaktır. Fakat Allah’ı hesâba kattığınızda aklın dayanağı ve ölçüsü, En Yüce Olan’ın sözü yâni vahiy olacaktır ki insanlara “güzel örnek” olarak gönderilmiş olan peygamberler, güçlü bir îman ile ve akıllarını vahiy-merkezli kullandıkları için insanlığa önderler ve örnekler olmuşlardır.

 

İnsan her-şeyin ölçüsüyse “her insan her-şeyin ölçüsüdür” düşüncesi de açığa çıkar ve böylece bireycilik bir din hâline gelir. Bireycilikten en çok faydalananlar ise bireyler değil, küresel sermâyeyi elinde tutan mutlu azınlıklar olacaktır. Çünkü insan bireyselleştikçe arzularını “tüketerek” tatmin edecektir ki tüketilen şeyleri üretenler ve satanlar işte bu mutlu azınlıklardır.

 

İnsan ne zaman ki her-şeyin ölçüsü olarak görülmüşse ilahlaşmıştır. İlahlaşan insan hep zulmetmiştir ve zulmeder. Zîrâ ilahlığı istismâr etmeyecek olan sâdece Allah’tır.

 

İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak gördüğünüzde artık tüm kötü şeyler gibi tüm iyi şeylerin de insan kaynaklı olduğunu söylemeye başlarsınız. Ahlâkın, aklın, rûhun, sevginin, çeşitli duyguların vs. hep insandan kaynaklandığını söylemeye başlarsınız. Oysa İslâm’a göre tüm iyilikler Allah’tandır. Tabi tüm kötülükler de insanın kendisinden kaynaklanır:

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

İnsanı ruhtan bağımsızlaştırmak, onun sâdece beşerî-maddî yanını öne çıkarmak anlamına gelir ki zamanla insan tümden maddî bir varlık olarak görülmeye başlanır. O zaman da madde her-şeyin ölçüsü olarak görülmeye başlanır. Fakat madde, kaba hâliyle insanlara farklı-farklı görüneceği için farklı ölçüler ve karışıklıklar ortaya çıkacağından dolayı maddenin en temel noktası “mutlak ölçü” olarak alınmaya başlanacaktır ki atomculuk bunu söyler. Artık hakîkati belirleyecek olan şey atomlar ve daha da alt parçacıklar olacaktır. Modern insanın, büyük çarpıştırıcılarda her-şeye ölçü olacak bir şeyler aramasının nedeni budur. Zîrâ modern insan Allah’ı hesâba katmadığı ve onu her-şeyin ölçüsü olarak görmediği için, her-şeyin ölçüsü olabilecek bir şey aramaktadır. Bunun için elbette maddeyi parçalamak zorundadır. Çünkü her-şeyin ölçüsü olarak görülen insan da maddedir. İnsan her-şeyin ölçüsüyse o-hâlde madde her-şeyin ölçüsü olmalıdır. Bu da “en temel parçacık yâni en temel madde her-şeyin en temel ölçüsü olmalıdır” düşüncesini açığa çıkarır ki, hırsla ve büyük masraflarla o en temel parçacığı aramalarının nedeni budur. İnsanı her-şeyin ölçüsü yapmak için bunu yapmak ve bir şeyler bulmak şarttır. Modern insanın modern-bilime ve teknolojiye tapınmasının ve tüm umutlarını bunlara bağlamasının nedeni budur.

 

Peki her-şeyin ölçüsü olan insan hangi insandır?. Çelişkili ve tam-aksi bir düşünce açığa çıktığında hangi insan ölçü olarak alınacak ve hangi insanın görüşüyle hareket edilecek?. İşte burada devreye her zaman; “zengin olan, îtibarlı olan, makam-mevkî sâhibi olan, akıllı, zekî ve kurnaz olan, sonra da; acımasız, merhâmetsiz ve vicdansız olan, Dünyâ’yı ve maddeyi daha çok seven, en hırslı olan”, fakat “Allah’ı, Dîn’i, Kitab’ı, hakkı-hakîkati, adâleti-eşitsizliği, şirki-küfrü ve zulmü göz-ardı eden insan” öne çıkacaktır. Çünkü tüm zamanlarda böyle olmuştur. Allah’ı her-şeyin ölçüsü olarak görmeyenler, târih boyunca hep bahsedilen kişileri her-şeyin ölçüsü ve belirleyicisi olarak görmüşlerdir.

 

Böyle insanların karşısına da her zaman peygamberler çıkmıştır ki peygamberler zâten böyle insanların karşısına çıkmak ve her-şeyin ölçüsünün insan değil, Allah olduğunu söylemek için seçilip gönderilmişlerdir. Peygamberler örnek kişiliklerdir ve insanlara örnek olmak için gönderilmişlerdir. Fakat peygamberler her-şeyin ölçüsü değillerdir. Onlar da şaşmaz-yanılmaz ve hakkın-hakîkatin ta kendisi ve her-şeyin ölçüsü olan aşkın bir gerçeğe göre düşünürler, konuşurlar ve hareket ederler ki bu aşkın sonsuz güç elbette âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Peygamberlerin “güzel örnek” oluşlarını sağlayan şey budur. Dolayısıyla peygamberler her-şeyin ölçüsü olarak Allah’ı, Dîn’i, Kitab’ı-vahyi alırlar.

 

Aşkın olanı hesâba katmayan ve her-şeyin ölçüsü olarak görülen insanın varıp-dayanacağı yer, bir bilinemezlik, yapamazlık, yıkım ve zulümdür. Zîrâ insanın her-şeyin  ölçüsü olmaya ne iç-yapısı, ne de dış-yapısı uygun değildir ve ne mânevî ne de maddî yapısının buna gücü yeter. Çapı ve çabası her-şeyin ölüsü olmaya zinhar yetmez. O-hâlde her-şeyin ölçüsü olarak, sonsuz güç-sâhibi olan Allah’ı görmek zorundadır. Hâbil ile Kâbil’den bêri târih boyunca tüm savaş, her-şeyin ölçüsünün Allah mı yoksa insan mı olacağının teorik ve pratik savaşıdır.

 

İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak görmek düşüncesi aslında hiç-bir zaman tezâhür etmez. Çünkü insan mutlak anlamda ölçü olamaz. Zîrâ “insanı her-şeyin ölçüsü” olarak ortaya çıkarmak düşüncesi aslında, insan üzerinden başka şeyleri ölçü yapmak içindir. Meselâ tüm zamanlarda ama özellikle modern zamanlarda her-şeyin tek bir ölçüsü vardır, o da paradır. Para -istisnâlar hâriç- insanın tüm zamanlarda ve tüm mekânlardaki değişmez tek ölçüsüdür. Paranın hesâbını yapmak için matematik şart olduğundan dolayı, matematik modern dünyânın en önemli öğrenim konusu olarak görülmektedir. Modernizm, başarının “para ve sayısallık” ile ölçülmesidir. Modernizmde üstünlüğün ölçüsü “para” iken, İslâm’da ise üstünlüğün ölçüsü “takvâ” yâni “Allah korkusuna bağlı olan sorumluluk bilinci”dir.

 

Ölçü olarak belirlediğiniz şey yada kişi sizin ilahınızdır. Neye yada kime göre düşünüyor, konuşuyor ve davranıyorsanız, ona tapıyorsunuz demektir. Zîrâ ölçünüz o oluyor. Ölçü aldığınız şey ilahınızdır.

 

İnsanı her-şeyin ölçüsü olarak görmenin mecbûrî kötü sonuçlarını bâzı filozoflar şu şekilde ifâde etmişlerdir:

 

“Tanrı’dan yâni iyiden uzakta izlediğimiz yol bizi şu düşünceye götürmüştür: Her insan her-şeyin ölçüsüydü, kendi seyr-u seferinin kaptanıydı ama bu seyr-u sefer hiç-bir yere götürmemiştir bizi. Dolayısıyla, insan bütün ölçülerini yitirmiştir, her-şeyin ölçüsü olduğunu söylemesine rağmen eylemleri kötüdür ve anlayışı kıttır. Dolayısıyla, yön değiştirmemiz gerekir, gerçek bir ölçü bilimi, bir doğru ölçü-cetveli bulmamız gerekir. Onu keşfedebilmemiz için kendimizde gerçek bir dönüşümün olması şarttır ve bu değişim bizim ‘her-şeyin ölçüsünün insanın ulaşamayacağı kadar yüce, yüceden de yüce bir tanrısallık olması’ gerektiğini anlamamızı sağlar; çünkü iyi, bireylere göre değişen bir ölçü değildir. İyi, varlıklar arasında birlik oluşturur ve anlaşmazlık oluşturan bir çokluğun yerine sevgi getiren bir birliği koyar”.

 

İnsan kendi başına bırakılmaya gelmez. Çünkü kendi başına bırakıldığı zaman kendini “her-şeyin ölçüsü” olarak görmeye başlar. Allah bu nedenle insanlar içinden peygamberler seçmiş ve onlara vahiyler göndererek: “her-şeyin tek ve mutlak ölçüsü Allah’tır” mesajını vermiştir. Hakîki ölçü işte budur!.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder