“De ki: ‘Gerçekten bana: Sizin ilahınız yalnızca bir
tek ilahtır’ diye vahyolunuyor; artık siz müslüman olacak mısınız?’. Buna
rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Size eşitlik üzere açıklamada bulundum.
Tehdit edildiğiniz yakın mı, uzak mı, bilemem” (Enbiyâ 108-109).
Dünyâ’daki sorunların ana-nedeni,
“ilâhi sistem” yerine, “beşerî sistemler”e uymaktır. Müslimlerin beşerî
sistemlere uyması ve eklemlenmesi söz-konusu olamaz. Çünkü Lâilâheillallah
sözü, “beşeri sistemleri reddediyorum ve sâdece Allah’ın sistemini, dînini yâni
sünnetullahı ve İslâm’ı kabûl ediyorum” demektir. Zîrâ kâfirlerle, müşriklerle,
gayr-ı İslâmî sistemlerle ve düşüncelerle ortak bir zeminde buluşmak cehâlettir,
şirktir, küfürdür.
Modern-seküler sistem,
şeytanın insana kurduğu en büyük tuzaktır. Bu nedenle modernizme meftûn ve râm
olmuş olanların modern-seküler sisteme bir laf etmesi pek mümkün değildir. Zîrâ
modern sistemde “şeytan taşlamak” yasaktır. Şeytanı
taşlayamayan modern insan, “sistem” ne dediyse yapıyor ve hiç îtirâz etmiyor.
Fakat bilinmelidir ki bu, “sisteme köle olmak” demektir.
1.
Mü’minler,
seküler modern sistemde yaşamayı zûl kabûl eden yâni “ayıplanacak ve utanç
verici şey, küçültücü davranış, düşkünlük ve alçalma” olarak gören kişilerdir. Modern
müslümanlar ise “müslümanım” demelerine rağmen, “İslâm’a göre” değil de
“seküler sisteme göre” yiyip-içiyor, giyinip-kuşanıyor, düşünüp-konuşuyor,
edip-eğliyor. Yâni modern müslümanların da amelini-eylemini-söylemini seküler
sistem belirliyor. Müslümanlar Kur’ân’ı okuyor fakat yorumunu İslâm’ın kendi
iç-dinamikleri yerine modern-seküler sisteme göre yapıyorlar. Böylece
seküler-modern sistem eleştirisi yerine bu sisteme bağlılık ve bağımlılık
ortaya çıkıyor. Bu yüzden müslümanlar(!); bir zamanlar “küfür, şirk ve zulüm”
olarak gördükleri “lâik-seküler-modern-demokratik” sistemleri, artık “kazanım”
olarak görmektedirler. Müslümanlar, seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik
sisteme eleştiri ve îtirâz etmeye cesâret edemeyince, onu onaylamak zorunda
kalmışlardır. Oysa “modernizm” olarak görünen tâğutu reddetmekle emr-olunmuşlardı:
“Sana indirilene ve
senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?.
Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle
emr-olunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).
Tutarlı müslümanlık, “modern-seküler
sisteme çomak sokmak”la olur. Zîrâ modern sistem, Allah’a hakkıyla kulluk
yapmayı çeşitli şekillerde engellemektedir. Kışkırtılmış nefsten, tâğuttan, seküler-liberâl-kapitâlist
sistemden zihnen ve kâlben kurtulup özgürleşmedikçe Allah’a hakkıyla kul
olunamaz. Müslümanlar bunu iyi anlamalıdır, zîrâ müslümanların en büyük sorunu
budur.
Vahyin en güzel örnekleri olan tüm peygamberler hep
şeytânî sistemle karşı-karşıya gelmişlerdir. Allah’ın indirdiği vahiyler hep
gayr-ı İslâmî sistemlere meydan okuyan ve sistemi tehdit eden âyetler oldukları
için, sistemin önde gelenleri peygamberlere en çok karşı çıkan kişiler
olmuştur. İslâm yâni Allah’ın indirdiği vahiyler, sisteme apaçık bir meydan okuma
olduğu için, peygamberler de bu meydan okumanın ve tehdidin arkasında sonuna
kadar durmuşlardır.
İslâm ve Allah’ın seçip gönderdiği peygamberler,
adâletsizliklere, haksızlıklara, ahlâksızlıklara, bâtıla, cehâlete, küfre, şirke,
ve zulme meydan okumak için vâr olduklarından dolayı, gayr-ı İslâmî her sisteme
meydan okuyup sistemi tehdit etmişlerdir. Çünkü mevcut şeytânî sistemi ortadan
kaldırmadan hiç-bir şeyi değiştirip düzeltmek mümkün değildir. Oysa İslâm’ın
tüm amacı, Dünyâ’yı ve insanlar arasındaki bozukluğu İslâm ile değiştirip
düzeltmek ve aynen göklerdeki gibi bir düzeni ve nizâmı kurmak, böylece İslâm’ı
yâni Allah’ın dînini hayâta hâkim kılmaktır. Bu yüzden tüm peygamberler sisteme
meydan okumuş ve sistemi tehdit etmişlerdir. İslâm demek, sistemi tehdit etmek
demektir. Mevcut sistemin, İslâm’ı hayattan ve kâlplerden bile silmek istemesi
bu nedenledir. Zîrâ İslâm’dan başka, mevcut sistemi tehdit eden bir düşünce ve
eylem yoktur.
Tabi Dünyâ’yı yada toplumu ağır bir baskı ve kuşatma
altına almış olan sisteme meydan okumak ve tehdit etmek kolay değildir ve öyle
herkesin yapabileceği bir şey değildir bu. Bunu çok nâdir insanlar yapabilir ki
peygamberlik, Allah’ın, sistemle mücâdele edebileceğini hattâ sistemi alt
edebileceğini gördüğü-bildiği kişileri seçip-görevlendirmesidir. Sisteme karşı
çıkmak ve sistemi tehdit etmek kolay olmadığı hattâ akıl-kârı olmadığı için,
sisteme karşı çıkan ve meydan okuyan peygamberler hep “deli, mecnun,
büyülenmiş” damgası yemişlerdir. Zîrâ bir kişinin kalkıp da, oturmuş mevcut sistemi
eleştirmesi, sisteme îtirâz ve isyân etmesi çok da akıl-kârı değildir. Bu ancak
büyük amaçlar ve gâyeler için yapılabilir. Ancak büyük sorumluluklar ve
inançlar için yapılabilir. Sisteme meydan okumak ve onu tehdit etmek “akıl-kârı”
değildir ama “yürek-kârı”dır. Zîrâ peygamberler ve vahiy, aklı kullanmaya büyük
önem verse de, bu iş akıldan ziyâde yürek işidir.
Modernizm, eski hâkim
paradigma olan İslâm’ı ötekileştirerek ve silmeye çalışarak hâkimiyetini kurmak
istiyor ve büyük ölçüde kurdu da. O hâlde İslâmî hâkimiyeti yeniden kurmak için
modernizmi ötekileştirmek, ona meydan okuyup tehdit etmek ve silmek şarttır.
Zîrâ hiç-bir sistem bir-önceki hâkim sistemi ortadan kaldırmadan hâkim olamaz.
İslâm mevcut sisteme karşı
aykırı bir söylemle gelir. İslâm’ın özünde vardır bu aykırılık. Çünkü İslâm,
“şeytan ve nefsi merkeze almak” yerine “Allah’ı, dîni ve vahyi merkeze almayı
hâkim kılmak savaşımı”dır. İşte bu aykırılık şeytanın mevcut sistemi olan moderniteye
karşı da gösterilmelidir. Zîrâ İslâm, tüm Allahsızlıklar gibi Allahsız moderniteye
de aykırıdır. Gönderilmiş tüm peygamberler sisteme ve mevcuda aykırı söylem ve de
eylemlerde bulunmuşlardır. Onlara karşı olunmasının nedeni budur. Yoksa sisteme
karşı söylemde bulunmalarına rağmen eylem hâlinde olmasaydılar sistem onlara da
bir şey demezdi. Şinasi Gündüz bu konuda şunları söyler:
“Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde
Hicaz Bölgesi’nde yaşayan ve ‘hanifler’ olarak bilinen bir grubun varlığı
bilinmektedir. Câhiliye dönemi Arap politeizmiyle paganizminden uzak
inançlarıyla dikkati çeken bu grupla ilgili İslâmî kaynaklar; Zeyd ibn Amr ibn
Nufeyl, Varaka ibn Nevfel, Kus ibn Saide, Erbab ibn Riab, Suveyd ibn Amir,
Umeyr ibn Cundeb, Ebu Amir ibn Seyfi, Umeyye ibn Ebu’s-Salt ve Ebu Kays ibn
Eslet gibi hanifler olarak bilinen bu şahısların sünnet olmak ve Kâbe’yi tavâf
etmek gibi Hz. İbrâhim’den kalma âdetlere riâyet yanında yine Hz. İbrâhim
inancının özellikleri olan putlara tapınmaktan uzak durmak ve tanrı inancına
sâhip olmak gibi özellikleriyle Arap müşriklerinden ayrıldıklarını
anlatmaktadır. Bu özellikleri doğrultusunda hanifler, putlar için kurban edilen
yada putlar adına kesilen şeyleri yemezlerdi. Benzer şekilde Allah’ın adı
anılmayan şeyleri de yemezlerdi.
Hanifler olarak adlandırılan
şahıslarla politeist Mekkeliler arasındaki ilişkiler açısından dikkat çekici
bir durum, Mekkelilerin politeizm ve paganizmlerini reddetmelerine ve onların
kült ve ritüellerinden uzak durmalarına rağmen, haniflere Mekkelilerce
-sonraları müslümanlara karşı tavırlarına benzer- bir şiddet ve ret
kampanyasının yapılmamış olmasıdır. Muhtemelen bunun nedeni, haniflerce temsil
olunan teolojik inanışların toplumda marjinâl olarak kalması ve toplumsal
yapıyla geleneksel Mekke-paganizminin toplumdaki hegemonyâl gücünü tehdit edici
boyutta olmamasıdır”.
Demek ki sistemi tehdit etmedikleri müddetçe sistem,
kimseye bir şey demiyor ve söylemlerinden çok da rahatsız olmuyor. Günümüzün
mevcut modern sistemi de böyledir. Bir süre dırıldanmalarına rağmen, en sonunda
müslümanların artık sistem için tehdit olmaktan çıktıklarını ve sistemi büyük
ölçüde benimsediklerini gördüklerinden dolayı, sakal, başörtüsü, hac, Kur’ân-kursları
vs. gibi dîni görünümleri ve eylemleri serbest bıraktı. Önemli olan, sistemin
hiç-bir şekilde tehdit edilmemesidir. Şu da var ki sistem, potansiyel tehdit
unsuru olabilecek şeyleri ancak, sistem tarafından kabûl edilebilecek şekle
sokulduğunda serbest bırakır. Meselâ modern başörtüsü bağlama şekillerinde
olduğu gibi. Kur’ân “başörtülerinizle göğüslerinizi örtün” derken, başörtüler
bir tek göğüsleri örtmemektedir. Zîrâ müslümanlar da artık söylem ve eylemlerini
büyük ölçüde sisteme uydurmuşlardır. Allah’ın kânunları yerine beşerin çıkardığı
sistemlerle iyiliğe gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet ve ağır bir
ahmaklıktır.
Sistem, kişinin ne düşündüğüne ve ne söylediğine
değil, ne yaptığına bakar. Sistemi tehdit etmediği müddetçe istediğini oku,
düşün, inan ve dile getir fark etmiyor. Fakat eylemsel anlamda bir şey yapmaya
yada insanları eyleme sürükleyecek söylemlere zinhar izin verilmez.
İki tür insan vardır:
1-İslâm’dan yana olanlar; 2-“Sistem”den yana olanlar. İslâm; yürürlükteki
mevcut işleyen sisteme çomak sokan bir dindir. Zâten çomak sokması için
gönderilmiştir. Çünkü modern-seküler sistemi esas alarak “İslâm-merkezli” bir
yapılanma kurulması imkânsızdır. Bu yüzden İslâm, sisteme meydan okuyan, onu
tehdit eden ve mevcut sistemi bir devrimle devirmeye çalışan bir din’dir. Bu İslâmî
devrimi yap(a)mayanlar ve yapmayı düşünmeyenler, bir süre sonra “evrim”
geçirerek “sistem”e uymaya başlarlar.
Mevcut Dünyâ’nın sistemini
ve eserlerini beğenen ve benimseyen insanlar, ya dîni bilmiyorlar yada “dinden
nefret ediyorlar” demektir. Modern-seküler sisteme laf edilmeyen yerde “dinden
bahsedilmiyor” demektir.
Ezber-bozucu olmayan tüm
söylemler, mevcut sistemi beslemekten başka bir işe yaramaz. Sistemden vazgeçmeden
“sistem” içinde kalarak sistemi eleştirmek ve sisteme îtirâz etmek çok da
samîmi bir şey olmasa gerek. Çünkü -bir yerden sonra- “sistem” içinde kalarak
sistemle mücâdele etmek mümkün olabilseydi, bu mücâdeleyi en iyi şekilde
Peygamberimiz yapardı. Hicret, sistem içinde kalarak sistemle “hakkıyla” bir
mücâdelenin yapılamayacağının delîlidir.
Bir
“sistem”i değiştirmek, “o sisteme göre olan felsefeyi ve yaşam-tarzını
değiştirmek” anlamına gelir. Modern-seküler sistem, doğal-İslâmî sistemi
“yıkarak” hayattan uzaklaştırdığı için, doğal-İslâmî sistem de, seküler-modern
sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırmalıdır. Bu bağlamda İslâm, devrimcidir.
Kısasa-kısas’ın sosyâl-siyâsal yönü böyle tezâhür eder.
Ey müslümanlar!; eğer sistem
sizi yada söylediklerinizi-yaptıklarınızı gündem etmiyorsa, söyledikleriniz ve
yaptıklarınız yüzünden sizinle dalga geçmiyorsa, sizi görmezden gelmiyorsa ve
de en sonunda da size karşı karalamada ve şiddette bulunmuyorsa, “siz İslâm’ı
hakkıyla temsil etmiyorsunuz” ve aslında “İslâm’a tam bir teslîmiyetle teslîm
olmamışsınız” demektir. İslâm’a tam teslîm ol(a)mayanlar, İslâm’ı tam olarak
temsil edemezler. Zîrâ İslâm “yüzde-yüz İslâm” olduğu, aynen peygamberlerde ve
Peygamberimiz’de olduğu gibi, tam bir
teslîmiyet ve tam bir temsîliyet ister ve bekler. Eğer bunu yapmazsanız, Allah
sizi başka toplumlarla değiştirir.
Sisteme -İslâm’ın bir gereği
olarak- meydan okuduğunuzda ve dolayısı ile onu tehdit ettiğinizde, sistem de
size meydan okur, tehdit eder ve karşı çıkar. İşte hakkıyla mü’min olmanın
göstergesi budur. Tüm peygamberler sisteme karşı çıkmışlar ve sistem de onlara
karşı çıkmıştır. Fakat eğer sistem sizi pek de umursamıyorsa, ya siz İslâm’ı
yeterli oranda bilmiyorsunuz, ya etkili bir şekilde konuşmuyor ve yazmıyorsunuz
yada İslâm’ı eyleme dökmüyorsunuz demektir. Çünkü peygamberler de kendilerine
nâzil olan vahiyden başka bir şeyle karşı çıkmadılar ki şeytânî-beşerî sisteme.
Peki siz de Kur’ân’ı okuyorsunuz, araştırıyorsunuz, yazıyorsunuz,
konuşuyorsunuz da, niçin sistem peygamberlere ve onların vârislerine karşı
çıktığı gibi size de karşı çıkmıyor?. Çünkü Kur’ân bugün de aynı şeyleri
söylüyor ve “Allah’ın sistemi olan İslâmî sistemden başka tüm sistemler
bâtıldır” diyor. Bugün de: “Fitne kalmayıncaya ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını
görendir” (Enfâl 39) diyor. Eee; peki niçin sistem bize de karşı çıkmıyor
ve bizi de düşman olarak görmüyor?. Çünkü biz Kur’ân’ı kendi iç-bütünlüğü ile
sâlih amele dönük olarak okuyup idrâk etmiyoruz. Çünkü biz bu idrak ile apaçık
konuşmuyor, tebliğ ve dâvette bulunmuyoruz. Çünkü biz, peygamberler ve onlarla
birlikte olanlar gibi îman etmiyoruz, sâlih amel işlemiyoruz. Çünkü biz
Sünnet’i yâni Peygamberimiz’in güzel örnekliği (Ahzâb 21) olan İslâmî hareket
metodunu es geçiyoruz. Çünkü biz bu şeytânî, nefsî, tâğûtî, şerefsiz zâlim sisteme
karşı çıkıp da meydan okumuyoruz. Çünkü biz sistemi tehdit etmiyoruz.
Sisteme karşı çıkıp da
meydan okumazsanız, sistem sizi tehdit olarak görmez. Sistem, ancak İslâm-merkezli
bir meydan okumayı ağır bir tehdit olarak görür ve “kırmızı alarm” verir. Çünkü
İslâmî karşı çıkış, “basit bir program yüklemeyi” değil, “işletim sistemi değişikliğini”
hedefler. Sisteme İslâm’dan başka bâzı karşı çıkışlar da olur ama onlar kırmızı
alarm vermeyi gerektirmez. Çünkü onların işletim sistemini değiştirme hedefi
yoktur ve sâdece birer program yada virüstürler. Onlar temelde aynı şeyde yâni
aynı işletim sisteminde birleşirler. Küfür tek millettir çünkü. Meselâ Kapitalizm,
Sosyâlizm’i ve Komünizm’i düşman olarak görür fakat ikisi de madde-merkezli sistemler
oldukları için birlik olup Faşizm’e karşı savaşmışlardır. Çünkü ikisi birbirinin
“sistem-içi karşıtı”dırlar sâdece. İslâm ise “sistem-dışı bir karşıtlıktır” ki
zâten sisteme karşı İslâm’dan başka sistem-dışı bir karşıtlık yoktur.
Tabi şu da var ki, insanın
gücü sınırlıdır. Birleşmiş ve kararlı bir toplum ve güç olmadığında yapacak çok
da fazla bir şey yoktur. Niyet ve talep yoksa yapacak çok da fazla bir şey
yoktur. Zâten insanlarda niyet, kararlılık, azîm ve dirâyet yoksa değişen ve
etki eden bir şey olmaz. O zaman da -mücâhede ve mücâdele bâkî olmakla birlikte-
Allah’ın yollar açması beklenir. Lâkin Allah o yolları lâyık olanlara açar.
O-hâlde, seküler sisteme karşı mücâdele edecek güce, araçlara ve dirâyete sâhip
olmayanlar, zihnen ve kâlben dik durmanın imtihanını vermelidirler.
Modernizmin ağır kuşatması
altında seküler sistemlere îtirâza cesâret edemeyen müslümanlar, “gelenek
eleştirisi”yle idâre etmek zorunda kalmaktadır. Sistem bunlardan hiç
çekinmemekte ve hattâ onları desteklemektedir.
Beşerî sistemler, “kula
kulluk” sitemleridir. Allah’a “gönüllü teslîmiyet” göster(e)meyenler, sisteme
“koşulsuz teslîm” olmak zorunda kalırlar. Bundan ancak, “sistemi rahatsız
ediyorum, öyleyse mü’minlerdenim” diyenler müstesnâdır.
Ey
cemaatler-vakıflar-dernekler ve kendilerine “müslümanım” diyenler!; şunu bilin
ki, lâik-seküler “sistem” tarafından rahatsız edilmediğiniz oranda, -İslâm’a
göre- gittiğiniz yolda bir sapma var demektir.
Bu Dünyâ’ya bir format atmak
lâzım. Bu format, “vahiy penceresi” yâni “Windows Vahiy” işletim sistemi
olmalıdır. Bu formatla ve işletim sistemi değişikliği ile birlikte İslâm hayâta hâkim kılındığında, her tarafa:
“İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir sonucu olarak ciddî bir sapmadan
kurtarıldı” diye yazılacaktır.
Sistemi tehdit etmek yada
etmemek, işte bütün mesele bu!.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder