9 Haziran 2022 Perşembe

Sistemi Tehdit Etmek

 

“De ki: ‘Gerçekten bana: Sizin ilahınız yalnızca bir tek ilahtır’ diye vahyolunuyor; artık siz müslüman olacak mısınız?’. Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz yakın mı, uzak mı, bilemem” (Enbiyâ 108-109).

 

Dünyâ’daki sorunların ana-nedeni, “ilâhi sistem” yerine, “beşerî sistemler”e uymaktır. Müslimlerin beşerî sistemlere uyması ve eklemlenmesi söz-konusu olamaz. Çünkü Lâilâheillallah sözü, “beşeri sistemleri reddediyorum ve sâdece Allah’ın sistemini, dînini yâni sünnetullahı ve İslâm’ı kabûl ediyorum” demektir. Zîrâ kâfirlerle, müşriklerle, gayr-ı İslâmî sistemlerle ve düşüncelerle ortak bir zeminde buluşmak cehâlettir, şirktir, küfürdür.

 

Modern-seküler sistem, şeytanın insana kurduğu en büyük tuzaktır. Bu nedenle modernizme meftûn ve râm olmuş olanların modern-seküler sisteme bir laf etmesi pek mümkün değildir. Zîrâ modern sistemde “şeytan taşlamak” yasaktır. Şeytanı taşlayamayan modern insan, “sistem” ne dediyse yapıyor ve hiç îtirâz etmiyor. Fakat bilinmelidir ki bu, “sisteme köle olmak” demektir.

 

1.                                Mü’minler, seküler modern sistemde yaşamayı zûl kabûl eden yâni “ayıplanacak ve utanç verici şey, küçültücü davranış, düşkünlük ve alçalma” olarak gören kişilerdir. Modern müslümanlar ise “müslümanım” demelerine rağmen, “İslâm’a göre” değil de “seküler sisteme göre” yiyip-içiyor, giyinip-kuşanıyor, düşünüp-konuşuyor, edip-eğliyor. Yâni modern müslümanların da amelini-eylemini-söylemini seküler sistem belirliyor. Müslümanlar Kur’ân’ı okuyor fakat yorumunu İslâm’ın kendi iç-dinamikleri yerine modern-seküler sisteme göre yapıyorlar. Böylece seküler-modern sistem eleştirisi yerine bu sisteme bağlılık ve bağımlılık ortaya çıkıyor. Bu yüzden müslümanlar(!); bir zamanlar “küfür, şirk ve zulüm” olarak gördükleri “lâik-seküler-modern-demokratik” sistemleri, artık “kazanım” olarak görmektedirler. Müslümanlar, seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik sisteme eleştiri ve îtirâz etmeye cesâret edemeyince, onu onaylamak zorunda kalmışlardır. Oysa “modernizm” olarak görünen tâğutu reddetmekle emr-olunmuşlardı:

 

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi?. Bunlar, tâğut’un önünde muhâkeme olmayı istemektedirler; oysa onu reddetmekle emr-olunmuşlardır. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister” (Nîsâ 60).

 

Tutarlı müslümanlık, “modern-seküler sisteme çomak sokmak”la olur. Zîrâ modern sistem, Allah’a hakkıyla kulluk yapmayı çeşitli şekillerde engellemektedir. Kışkırtılmış nefsten, tâğuttan, seküler-liberâl-kapitâlist sistemden zihnen ve kâlben kurtulup özgürleşmedikçe Allah’a hakkıyla kul olunamaz. Müslümanlar bunu iyi anlamalıdır, zîrâ müslümanların en büyük sorunu budur.

 

Vahyin en güzel örnekleri olan tüm peygamberler hep şeytânî sistemle karşı-karşıya gelmişlerdir. Allah’ın indirdiği vahiyler hep gayr-ı İslâmî sistemlere meydan okuyan ve sistemi tehdit eden âyetler oldukları için, sistemin önde gelenleri peygamberlere en çok karşı çıkan kişiler olmuştur. İslâm yâni Allah’ın indirdiği vahiyler, sisteme apaçık bir meydan okuma olduğu için, peygamberler de bu meydan okumanın ve tehdidin arkasında sonuna kadar durmuşlardır.

 

İslâm ve Allah’ın seçip gönderdiği peygamberler, adâletsizliklere, haksızlıklara, ahlâksızlıklara, bâtıla, cehâlete, küfre, şirke, ve zulme meydan okumak için vâr olduklarından dolayı, gayr-ı İslâmî her sisteme meydan okuyup sistemi tehdit etmişlerdir. Çünkü mevcut şeytânî sistemi ortadan kaldırmadan hiç-bir şeyi değiştirip düzeltmek mümkün değildir. Oysa İslâm’ın tüm amacı, Dünyâ’yı ve insanlar arasındaki bozukluğu İslâm ile değiştirip düzeltmek ve aynen göklerdeki gibi bir düzeni ve nizâmı kurmak, böylece İslâm’ı yâni Allah’ın dînini hayâta hâkim kılmaktır. Bu yüzden tüm peygamberler sisteme meydan okumuş ve sistemi tehdit etmişlerdir. İslâm demek, sistemi tehdit etmek demektir. Mevcut sistemin, İslâm’ı hayattan ve kâlplerden bile silmek istemesi bu nedenledir. Zîrâ İslâm’dan başka, mevcut sistemi tehdit eden bir düşünce ve eylem yoktur.

 

Tabi Dünyâ’yı yada toplumu ağır bir baskı ve kuşatma altına almış olan sisteme meydan okumak ve tehdit etmek kolay değildir ve öyle herkesin yapabileceği bir şey değildir bu. Bunu çok nâdir insanlar yapabilir ki peygamberlik, Allah’ın, sistemle mücâdele edebileceğini hattâ sistemi alt edebileceğini gördüğü-bildiği kişileri seçip-görevlendirmesidir. Sisteme karşı çıkmak ve sistemi tehdit etmek kolay olmadığı hattâ akıl-kârı olmadığı için, sisteme karşı çıkan ve meydan okuyan peygamberler hep “deli, mecnun, büyülenmiş” damgası yemişlerdir. Zîrâ bir kişinin kalkıp da, oturmuş mevcut sistemi eleştirmesi, sisteme îtirâz ve isyân etmesi çok da akıl-kârı değildir. Bu ancak büyük amaçlar ve gâyeler için yapılabilir. Ancak büyük sorumluluklar ve inançlar için yapılabilir. Sisteme meydan okumak ve onu tehdit etmek “akıl-kârı” değildir ama “yürek-kârı”dır. Zîrâ peygamberler ve vahiy, aklı kullanmaya büyük önem verse de, bu iş akıldan ziyâde yürek işidir.

 

Modernizm, eski hâkim paradigma olan İslâm’ı ötekileştirerek ve silmeye çalışarak hâkimiyetini kurmak istiyor ve büyük ölçüde kurdu da. O hâlde İslâmî hâkimiyeti yeniden kurmak için modernizmi ötekileştirmek, ona meydan okuyup tehdit etmek ve silmek şarttır. Zîrâ hiç-bir sistem bir-önceki hâkim sistemi ortadan kaldırmadan hâkim olamaz.

 

İslâm mevcut sisteme karşı aykırı bir söylemle gelir. İslâm’ın özünde vardır bu aykırılık. Çünkü İslâm, “şeytan ve nefsi merkeze almak” yerine “Allah’ı, dîni ve vahyi merkeze almayı hâkim kılmak savaşımı”dır. İşte bu aykırılık şeytanın mevcut sistemi olan moderniteye karşı da gösterilmelidir. Zîrâ İslâm, tüm Allahsızlıklar gibi Allahsız moderniteye de aykırıdır. Gönderilmiş tüm peygamberler sisteme ve mevcuda aykırı söylem ve de eylemlerde bulunmuşlardır. Onlara karşı olunmasının nedeni budur. Yoksa sisteme karşı söylemde bulunmalarına rağmen eylem hâlinde olmasaydılar sistem onlara da bir şey demezdi. Şinasi Gündüz bu konuda şunları söyler:

 

“Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Hicaz Bölgesi’nde yaşayan ve ‘hanifler’ olarak bilinen bir grubun varlığı bilinmektedir. Câhiliye dönemi Arap politeizmiyle paganizminden uzak inançlarıyla dikkati çeken bu grupla ilgili İslâmî kaynaklar; Zeyd ibn Amr ibn Nufeyl, Varaka ibn Nevfel, Kus ibn Saide, Erbab ibn Riab, Suveyd ibn Amir, Umeyr ibn Cundeb, Ebu Amir ibn Seyfi, Umeyye ibn Ebu’s-Salt ve Ebu Kays ibn Eslet gibi hanifler olarak bilinen bu şahısların sünnet olmak ve Kâbe’yi tavâf etmek gibi Hz. İbrâhim’den kalma âdetlere riâyet yanında yine Hz. İbrâhim inancının özellikleri olan putlara tapınmaktan uzak durmak ve tanrı inancına sâhip olmak gibi özellikleriyle Arap müşriklerinden ayrıldıklarını anlatmaktadır. Bu özellikleri doğrultusunda hanifler, putlar için kurban edilen yada putlar adına kesilen şeyleri yemezlerdi. Benzer şekilde Allah’ın adı anılmayan şeyleri de yemezlerdi.

 

Hanifler olarak adlandırılan şahıslarla politeist Mekkeliler arasındaki ilişkiler açısından dikkat çekici bir durum, Mekkelilerin politeizm ve paganizmlerini reddetmelerine ve onların kült ve ritüellerinden uzak durmalarına rağmen, haniflere Mekkelilerce -sonraları müslümanlara karşı tavırlarına benzer- bir şiddet ve ret kampanyasının yapılmamış olmasıdır. Muhtemelen bunun nedeni, haniflerce temsil olunan teolojik inanışların toplumda marjinâl olarak kalması ve toplumsal yapıyla geleneksel Mekke-paganizminin toplumdaki hegemonyâl gücünü tehdit edici boyutta olmamasıdır”.

 

Demek ki sistemi tehdit etmedikleri müddetçe sistem, kimseye bir şey demiyor ve söylemlerinden çok da rahatsız olmuyor. Günümüzün mevcut modern sistemi de böyledir. Bir süre dırıldanmalarına rağmen, en sonunda müslümanların artık sistem için tehdit olmaktan çıktıklarını ve sistemi büyük ölçüde benimsediklerini gördüklerinden dolayı, sakal, başörtüsü, hac, Kur’ân-kursları vs. gibi dîni görünümleri ve eylemleri serbest bıraktı. Önemli olan, sistemin hiç-bir şekilde tehdit edilmemesidir. Şu da var ki sistem, potansiyel tehdit unsuru olabilecek şeyleri ancak, sistem tarafından kabûl edilebilecek şekle sokulduğunda serbest bırakır. Meselâ modern başörtüsü bağlama şekillerinde olduğu gibi. Kur’ân “başörtülerinizle göğüslerinizi örtün” derken, başörtüler bir tek göğüsleri örtmemektedir. Zîrâ müslümanlar da artık söylem ve eylemlerini büyük ölçüde sisteme uydurmuşlardır. Allah’ın kânunları yerine beşerin çıkardığı sistemlerle iyiliğe gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır.

 

Sistem, kişinin ne düşündüğüne ve ne söylediğine değil, ne yaptığına bakar. Sistemi tehdit etmediği müddetçe istediğini oku, düşün, inan ve dile getir fark etmiyor. Fakat eylemsel anlamda bir şey yapmaya yada insanları eyleme sürükleyecek söylemlere zinhar izin verilmez.

 

İki tür insan vardır: 1-İslâm’dan yana olanlar; 2-“Sistem”den yana olanlar. İslâm; yürürlükteki mevcut işleyen sisteme çomak sokan bir dindir. Zâten çomak sokması için gönderilmiştir. Çünkü modern-seküler sistemi esas alarak “İslâm-merkezli” bir yapılanma kurulması imkânsızdır. Bu yüzden İslâm, sisteme meydan okuyan, onu tehdit eden ve mevcut sistemi bir devrimle devirmeye çalışan bir din’dir. Bu İslâmî devrimi yap(a)mayanlar ve yapmayı düşünmeyenler, bir süre sonra “evrim” geçirerek “sistem”e uymaya başlarlar.

 

Mevcut Dünyâ’nın sistemini ve eserlerini beğenen ve benimseyen insanlar, ya dîni bilmiyorlar yada “dinden nefret ediyorlar” demektir. Modern-seküler sisteme laf edilmeyen yerde “dinden bahsedilmiyor” demektir.

 

Ezber-bozucu olmayan tüm söylemler, mevcut sistemi beslemekten başka bir işe yaramaz. Sistemden vazgeçmeden “sistem” içinde kalarak sistemi eleştirmek ve sisteme îtirâz etmek çok da samîmi bir şey olmasa gerek. Çünkü -bir yerden sonra- “sistem” içinde kalarak sistemle mücâdele etmek mümkün olabilseydi, bu mücâdeleyi en iyi şekilde Peygamberimiz yapardı. Hicret, sistem içinde kalarak sistemle “hakkıyla” bir mücâdelenin yapılamayacağının delîlidir.

 

Bir “sistem”i değiştirmek, “o sisteme göre olan felsefeyi ve yaşam-tarzını değiştirmek” anlamına gelir. Modern-seküler sistem, doğal-İslâmî sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırdığı için, doğal-İslâmî sistem de, seküler-modern sistemi “yıkarak” hayattan uzaklaştırmalıdır. Bu bağlamda İslâm, devrimcidir. Kısasa-kısas’ın sosyâl-siyâsal yönü böyle tezâhür eder.

 

Ey müslümanlar!; eğer sistem sizi yada söylediklerinizi-yaptıklarınızı gündem etmiyorsa, söyledikleriniz ve yaptıklarınız yüzünden sizinle dalga geçmiyorsa, sizi görmezden gelmiyorsa ve de en sonunda da size karşı karalamada ve şiddette bulunmuyorsa, “siz İslâm’ı hakkıyla temsil etmiyorsunuz” ve aslında “İslâm’a tam bir teslîmiyetle teslîm olmamışsınız” demektir. İslâm’a tam teslîm ol(a)mayanlar, İslâm’ı tam olarak temsil edemezler. Zîrâ İslâm “yüzde-yüz İslâm” olduğu, aynen peygamberlerde ve Peygamberimiz’de olduğu gibi,  tam bir teslîmiyet ve tam bir temsîliyet ister ve bekler. Eğer bunu yapmazsanız, Allah sizi  başka toplumlarla değiştirir.

 

Sisteme -İslâm’ın bir gereği olarak- meydan okuduğunuzda ve dolayısı ile onu tehdit ettiğinizde, sistem de size meydan okur, tehdit eder ve karşı çıkar. İşte hakkıyla mü’min olmanın göstergesi budur. Tüm peygamberler sisteme karşı çıkmışlar ve sistem de onlara karşı çıkmıştır. Fakat eğer sistem sizi pek de umursamıyorsa, ya siz İslâm’ı yeterli oranda bilmiyorsunuz, ya etkili bir şekilde konuşmuyor ve yazmıyorsunuz yada İslâm’ı eyleme dökmüyorsunuz demektir. Çünkü peygamberler de kendilerine nâzil olan vahiyden başka bir şeyle karşı çıkmadılar ki şeytânî-beşerî sisteme. Peki siz de Kur’ân’ı okuyorsunuz, araştırıyorsunuz, yazıyorsunuz, konuşuyorsunuz da, niçin sistem peygamberlere ve onların vârislerine karşı çıktığı gibi size de karşı çıkmıyor?. Çünkü Kur’ân bugün de aynı şeyleri söylüyor ve “Allah’ın sistemi olan İslâmî sistemden başka tüm sistemler bâtıldır” diyor. Bugün de: “Fitne kalmayıncaya ve dînin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şâyet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir” (Enfâl 39) diyor. Eee; peki niçin sistem bize de karşı çıkmıyor ve bizi de düşman olarak görmüyor?. Çünkü biz Kur’ân’ı kendi iç-bütünlüğü ile sâlih amele dönük olarak okuyup idrâk etmiyoruz. Çünkü biz bu idrak ile apaçık konuşmuyor, tebliğ ve dâvette bulunmuyoruz. Çünkü biz, peygamberler ve onlarla birlikte olanlar gibi îman etmiyoruz, sâlih amel işlemiyoruz. Çünkü biz Sünnet’i yâni Peygamberimiz’in güzel örnekliği (Ahzâb 21) olan İslâmî hareket metodunu es geçiyoruz. Çünkü biz bu şeytânî, nefsî, tâğûtî, şerefsiz zâlim sisteme karşı çıkıp da meydan okumuyoruz. Çünkü biz sistemi tehdit etmiyoruz.   

 

Sisteme karşı çıkıp da meydan okumazsanız, sistem sizi tehdit olarak görmez. Sistem, ancak İslâm-merkezli bir meydan okumayı ağır bir tehdit olarak görür ve “kırmızı alarm” verir. Çünkü İslâmî karşı çıkış, “basit bir program yüklemeyi” değil, “işletim sistemi değişikliğini” hedefler. Sisteme İslâm’dan başka bâzı karşı çıkışlar da olur ama onlar kırmızı alarm vermeyi gerektirmez. Çünkü onların işletim sistemini değiştirme hedefi yoktur ve sâdece birer program yada virüstürler. Onlar temelde aynı şeyde yâni aynı işletim sisteminde birleşirler. Küfür tek millettir çünkü. Meselâ Kapitalizm, Sosyâlizm’i ve Komünizm’i düşman olarak görür fakat ikisi de madde-merkezli sistemler oldukları için birlik olup Faşizm’e karşı savaşmışlardır. Çünkü ikisi birbirinin “sistem-içi karşıtı”dırlar sâdece. İslâm ise “sistem-dışı bir karşıtlıktır” ki zâten sisteme karşı İslâm’dan başka sistem-dışı bir karşıtlık yoktur. 

 

Tabi şu da var ki, insanın gücü sınırlıdır. Birleşmiş ve kararlı bir toplum ve güç olmadığında yapacak çok da fazla bir şey yoktur. Niyet ve talep yoksa yapacak çok da fazla bir şey yoktur. Zâten insanlarda niyet, kararlılık, azîm ve dirâyet yoksa değişen ve etki eden bir şey olmaz. O zaman da -mücâhede ve mücâdele bâkî olmakla birlikte- Allah’ın yollar açması beklenir. Lâkin Allah o yolları lâyık olanlara açar. O-hâlde, seküler sisteme karşı mücâdele edecek güce, araçlara ve dirâyete sâhip olmayanlar, zihnen ve kâlben dik durmanın imtihanını vermelidirler.

 

Modernizmin ağır kuşatması altında seküler sistemlere îtirâza cesâret edemeyen müslümanlar, “gelenek eleştirisi”yle idâre etmek zorunda kalmaktadır. Sistem bunlardan hiç çekinmemekte ve hattâ onları desteklemektedir.

 

Beşerî sistemler, “kula kulluk” sitemleridir. Allah’a “gönüllü teslîmiyet” göster(e)meyenler, sisteme “koşulsuz teslîm” olmak zorunda kalırlar. Bundan ancak, “sistemi rahatsız ediyorum, öyleyse mü’minlerdenim” diyenler müstesnâdır. 

 

Ey cemaatler-vakıflar-dernekler ve kendilerine “müslümanım” diyenler!; şunu bilin ki, lâik-seküler “sistem” tarafından rahatsız edilmediğiniz oranda, -İslâm’a göre- gittiğiniz yolda bir sapma var demektir.

 

Bu Dünyâ’ya bir format atmak lâzım. Bu format, “vahiy penceresi” yâni “Windows Vahiy” işletim sistemi olmalıdır. Bu formatla ve işletim sistemi değişikliği ile birlikte İslâm hayâta hâkim kılındığında, her tarafa: “İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir sonucu olarak ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.

 

Sistemi tehdit etmek yada etmemek, işte bütün mesele bu!.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2021

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder