“Şimdi de
Allah size kitabı, içinde her-şey inceden-inceye açıklanmış olarak göndermişken
Allah’tan başkasını mı hakem isteyeceğim?. Kendilerine kitap verdiklerimiz de
bilirler ki, o tamâmıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın
şüphelenenlerden olma!” (En-âm 114).
Modernite: Avrupa’da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civârında ortaya çıkan,
zamanla tüm Dünyâ’ya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna
verilen isimdir. Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun;
bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamâmındaki dönüşümü yada
değişimidir.
Post-modernizm: Modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama
olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre âit temel kavram ve
perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hattâ bunların yadsınmasıyla
birlikte yürütülmektedir. Modern sözcüğü, “tam şimdi” anlamına gelen Latince
kökenli “modo”dan türemiştir. Bu sözcüğün önüne “post” kelimesi gelince
“şimdiden sonra gelen” anlamı kazanmaktadır. Modernizmden sonra gelen, onu
eleştiren, onun özelliklerine karşı gelen veyâ onu tamamlayan bir düşünce
hareketidir. Burada iki nokta vardır. Modernizmden sonra gelmesi ve onun eksik
yönlerini tamamlaması.
Post-modern dönem tüm “mutlak değerlerin”, “kutsal ve sorgulanamaz
doğruların” darmadağın edildiği, insanın elinde güvenebileceği hiç-bir değerin
kalmadığı bir dönemdir. Post-modern insan, bu anlamda kendisinden (vücûdundan),
hazlarından ve bunların dokunulmazlığından başka hiç-bir değere tapınamaz. Post-modern
dönem, yok edilen kutsalların yerine, insanlığın üzerinde anlaşabileceği hiç-bir
değer öneremez.
Post-truth: Bir sıfat olarak, “nesnel hakîkatlerin belirli bir konu
üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az
etkili olması durumu” şeklinde tanımlanıyor. Türkçe’ye “gerçek-ötesi”,
“gerçek-sonrası” şeklinde çevirebiliriz.
Bilindiği üzere “post” ön-eki bir şeyin sonunun geldiğini anlatmak için
kullanılan bir kelime. Kimilerinin post-modernizm diyerek günümüz dünyâsını “modernlik
sonrası” olarak tanımlaması gibi, post-truth da “hakîkatten sonraki” durumu ifâde
etmek için kullanılıyor.
Aslında bu üç kavram
farklı isimlerle isimlendirilse de sonuçta hepsi de aynı şeyin bir sonraki
aşamasıdır. Farklı bir düşünce, ideoloji ve davranış değil, düşünce, inanış ve
davranışların moderniteden post-truth’a doğru bireyselleşmesi demektir. Anthony Giddens bu konuda şöyle der:
“Bağımsız ve ayrı
bir post-modern dönemden bahsedilemez. Modernlik kavramının iyice ve gereğince
anlaşılmaması bu tür bir yanılsamaya yol açmıştır. Eğer bahsedilecekse yeni bir
dönem ve adlandırmadan değil, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok
radikâlleştiği ve evrenselleştiği bir döneme doğru yol aldığımızdan
bahsedilmelidir. Şöyle ki, modernlik, kurumlar düzeyinde çok boyutludur.
Modernliğin kurumsal boyutları; kapitâlizm (rekâbetçi emek ve ürün piyasaları
bağlamında sermâye birikimi), endüstriyâlizm (doğanın dönüştürülmesi, yapay
çevrenin gelişimi), askerî iktidar (savaşın endüstrileşmesi bağlamında şiddet
araçlarının kontrôlü) ve gözetlemedir (enformasyonun ve toplumsal denetlemenin
kontrôlüdür). Yâni modernlik, yapısı gereği küreselleştiricidir.
Küreselleşmenin boyutları ise ulus-devlet sistemi, kapitâlist dünyâ ekonomisi,
askerî dünyâ düzeni ve uluslar-arası iş-bölümüdür. Buna binâen denilebilir ki,
söz-konusu olan post-modern bir dönem değil, modernliğin sonuçlarının
radikâlleşip evrenselleştiği bir durumdur. Çünkü modernliğin temel
parametreleri olan kapitâlizm, endüstriyâlizm ve ulus-devlet sistemi hâlâ
belirleyici bir önemi hâiz durumdadır”.
Modernitenin tüm aşamaları nefislerin daha çok kışkırtılması, çığırından
çıkması ve daha derin bir boşluk ortaya çıkarmasına neden olmuştur. Bunların
tamâmı, şimdiyi, şimdi olanı, yaşanmakta olanı kutsallaştırır ve “ilk baştaki”
ve “ondan öncesi” yada daha da önemlisi, “en son” ve “en sondan sonrasını”
düşünmemek, bunu takmamak ve mânevî ve meta-fizik anlamda önce ve sonraya inanmamak
demektir. Çünkü “öncesi” bağnazdır, gericidir, ilkelliktir, “sonrası” ise belli
değildir ve karanlıktır. Bu nedenle “önceye ve sonraya göre hayâtın
düzenlenmesi gerekmez” inancını ortaya atar. Peki hayat ne ile düzenlenir ve
insanlar neye göre düşünür, konuşur ve yaşar?. İşte modernizm, post-modernizm
ve post-truth bunun cevâbını verir ve insanları aşkın olandan uzaklaştırarak,
“Allah’sız ve hakîkatsiz olarak nasıl yaşanır”ın geçici cevaplarını verir. Dolayısı
ile bunların üçü de ânı yaşam-şeklinin kavramlarıdır ve ânı yaşamaya engel olacak
şeyleri zihinlerden ve kamusal alandan kaldırmak için ilerlenen süreçte gelinen
yada uğranılan noktalardır. Bunlardan sonra da çok farklı bir değişim olmazsa
yeni izmler ortaya çıkacaktır. Bunun ilhâmını şeytan verecektir.
Modernite lâik,
post-modernite seküler, post-truth ise yalan üzerine kurulmuştur. Hepsi de hak
ve hakîkate karşı ve hak ve hakîkatin zıddıdırlar. Her gün başka yalanlar söylenir
ve buna bir îtirâz da gelmez. Böylece yalana göre olan bir hayat normâlleşir. Modernite
kişiyi dinsiz, post-modernite münâfık, post-truth ise kişiliksiz yapar ve öyle
olmaya zorlar. Hiç-bir şey ve hiç-bir kimse göründüğü yada olduğu gibi değildir.
Zâten insanın göründüğü gibi olması çok ilkel olarak kabûl edilir. “Olmadığın
gibi görün” sözü söylenmelidir artık.
Modernite,
post-modernite ve post-truth’ta görünürlük çok önemlidir ve zâten bunlar bir
görünürlük ideolojileridir. İslâm’da ise görünürlük değil, “olmak” önemlidir.
Bu beşerî-şeytânî sistemlerde nasıl olduğun değil, nasıl göründüğün ve nasıl
yaşadığın önemlidir. Aslında görünen sen tam olarak sen olmasan bile fark-etmez.
Önemli olan senin sen olmadığını kabûl ettirebilmendir. Bu kabûlü sağlayabilmek
için de her türlü yalan da dâhil her türlü gayri ahlâkî şeyler bile yapılabilir.
Yalan söylemek meselâ çok normâldir ve zâten hakîkat sevilmez ve bu yüzden de yalana
sığınılır. Böyle olunca da en iyi yalan söyleyenler en üstte olurlar. Îtibârınızın
en yüksek olmasını istiyorsanız en iyi yalanı sizin söylemeniz gerekir.
Artık neyin doğru olduğu değil, insanın “iyi” olarak neyi kabûl
ettiği ve “iyi hissettiği” şey önemli hâle gelmiştir. Bir şey kötü, çirkin,
bâtıl ve çirkef olsa da, önemli olan, insanın ne hissettiğidir (post-truth).
Doğruyu-yanlışı buna göre belirlemektedir. Böylece bireyin ilahlığının(!)
önünde hiç-bir engel kalmamıştır.
İslâm’da “îman
her-şey”ken, bu şeytânî sistemlerde “imaj her-şey”dir. İmaj uğruna îmanlar fedâ
edilmiştir ve îman uğruna hiç-bir şey yapılmazken ve yapılması doğru da
bulunmazken, imaj için bir şeyler yapmak ve hattâ varını-yoğunu imaj için
harcamak çok üstün bir özellik ve övgü nedeni olur.
İslâm
adanmışlık üzerine kuruluyken, modernite, post-modernite ve post-truth denilen
bu şeytânî sistemler haz üzerine kuruludur. Tek-dünyâlı olduklarından dolayı
dünyâda ne kadar uzun süre ve kesintisiz haz alınıyorsa o kadar değerli ve iyi bir
yaşam yaşandığı kabûl edilir. Yaşanılan hayâtın içi boş olsa da fark etmez ki
zâten modernite, post-modernite ve post-truth, anlamı baltalayıp yok etmek için
sürekli güncelleştirilerek ortaya atılmış olan şeytâni ilhâmlardır. Bunlar
Dünyâ’ya bağlar kişiyi, âhireti ise unutturur. Âhiret hesâba katılmayınca ve unutulunca
artık Dünyâ’da iken uzun ve kesintisiz hazzı yakalamak için her-şey yapılır.
Tabi bu düşüncede insanlar çoğaldıkça, modernite, post-modernite ve post-truth
kavramlarını ortaya atan kapitâlist-liberal tâğutlar semirdikçe semirir. Oysa
İslâm âhiret-merkezli olduğu için adanma üzerine kuruludur. Bu nedenle
kişilikli insanların anlamlı bir hayat yaşamasını hedefler. Bir insan ne kadar
adanmışsa ve ne kadar takvâlıysa o oranda âhirette işi kolay olur. İslâm
Allah’a îman-güven işidir. Diğer sistemler ise “yalana ve bâtıla inanma ve
güvenme” üzerine kuruludur ve bu artık normâlleşmiştir.
Modernlikle
başlayan, post-modernlikle ilerleyen ve nihâyet post-truth ile gelinen noktada
yalan ile hakîkat-doğru, siyah ile beyaz, güzel ile çirkin, haram ile helâl,
erkek ile kadın, güzel ile çirkin vs. karışmıştır-karıştırılır ve hangisinin ne
olduğu seçilememektedir. Bu bir proje kapsamında yapılmaktadır ve modernite,
post-modernite ve post-truth süreciyle ortaya konulmaktadır. Üstelik bir-çoklarınca
iyi ve doğru olanın da bu olduğunun borazanlığı yapılmaktadır.
Allah’a
îmandan ve O’nun kontrôlünden çıkmak, insanı ilahlaştırmak ve merkeze koymak,
dîni hayattan uzaklaştırmak ve kâlplere-vicdanlara hapsetmek ve aslında orada bile
bulunulmasına katlanamamak, maddeyi ilahlaştırmak, sevgiyi-saygıyı,
merhâmeti-vicdânı ve adâleti baltalamak, Dünyâ’nın büyük bir kesimini zillete
mahkûm ederken küçük bir azınlığın Dünyâ’yı hâkimiyetlerine alması ve tüm
kaynakları ve serveti ellerinde tutmak gibi konularda Modernite, Post-Modernite
ve Post-truth hepsi de aynıdır. Hepsi de kendi zamanlarının modası ve
modernitesidir. Sâdece bir süreç içinde geliştirilmişlerdir ve moderniteden
post-truth’a ulaşılmıştır. İhtiyaç duyuldukça ve insanları daha profesyonelce
kandırmak için yeni izmler ve kavramlar ortaya atılacaktır; metavers gibi.
Moderniteden
post-truth’a doğru bir gelişme(!) vardır. Bu gelişme küfürde, şirkte, nifakta,
günahta ve zulümde bir gelişmedir. Merhâmet, vicdan ve adâlette ise çöküştür.
Fakat bu kavramlar insanlara öyle bir anlatılır ve kandırılır ki, insanlar
Dünyâ hızla güzelliğe, doğruya, hakîkate, iyiliğe vs. gidiyormuş gibi gösterilir.
İşte modernite, post-modernite ve post-truth, bu zannı ortaya koymak için
gerektiği zaman sırasıyla ortaya atılmış şeytânî düşünceler ve kavramlardır.
Modernizm
ile İslâm’ı yenemeyen modern uygarlık, modernite yerine post-modernite ile
Kur’ân’ı yenmek istemiş ama bu da başarısızlığa uğrayınca ortaya post-truth’u
çıkarmıştır. İlginçtir ki hâkîkatin yerine yalan daha çok îtibâr görmektedir.
Kitleler alsında nefsi kışkırtan ve azdıran bu kavramların ortaya koyduğu
düşüncelere ve hayat-tarzına kolay alışırlar. Fakat mü’minler bu tuzaklara
düşmeyecek kadar ferâsetlidir.
Modernite,
post-modernite ve post-truth kavramlarının üçünde de insanı güyâ ilahlaştırmak
vardır. Fakat aslında bunlar yüzünden her-şeyin kölesi olmaktadır modern insan.
Hakîkatin yerine yalanı kabûl (post-truth) etmek iflâh olmaz bir köleliktir. Bu
şeytânî kavramlar insanın, köle olduğunun farkına varmaması için ortaya atılan
kavramlar ve düşüncelerdir.
Modernite
doğru yola girildiğini, post-modernite en zirveye ulaşıldığını, post-truth ise insanın
artık tanrılaşmaya başladığından söz eder. Oysa kitlelere karşı sâdece çok
küçük bir kesim tanrılaşmış, diğer insanlar ise o tanrılara bilerek-bilmeyerek
kulluk yapmaktadırlar. Çünkü âlemlerin rabbi olan Allah’a kulluktan
vazgeçmişlerdir ki bu vazgeçişi sağlayan en önemli etkenlerden üçü, modernite,
post-modernite ve post-truthtur. İslâm’a göre zirve Dünyâ’da değil, âhirette ve
cennettedir. Cenneti kazananlar zirveye de ulaşmış olurlar. Bu şeytânî sistemler
ise âhireti hesâba katmadıkları için ve zâten inkar da ettiklerinden dolayı cenneti
ve ölümsüzlüğü Dünyâ’da kurmanın derdindedirler.
Bir yazıda
post-modernizm için şunlar söylenir:
“Post-modernizm
kavramı İkinci Dünyâ Savaşı’nın ardından ortaya çıktı. Savaşın yarattığı
korkunç yıkım, batı dünyâsının ahlâkî ve etik değerlerini alt-üst etmişti. O
zamâna kadar entellektüel çevrelerde geniş kabûl gören dünyâ görüşü ve anlayış,
(ki buna o zamanlar ‘modern düşünce’ deniyordu) geçerliliğini kaybetmeye
başladı. Yâni ‘daha iyi ve daha güzel bir dünyâya duyulan özlem ve hayâller’
artık sona ermişti. ‘Toplumsal refah’, ‘anlamlı bir hayat’ vb. kavramlardan
geriye bir avuç hayâl-kırıklığı kalmıştı. Freud ve Marx’ın yöntemleriyle insan
ve toplumun kavranabileceği, değiştirilebileceği ve geliştirilebileceğine dâir
inanç da yavaş-yavaş ortadan kalktı. İşte post-modernizm terimi, bir-önceki
dönemden kopuş anlamında, ‘modernizm’in sonrasını, ‘ötesini’ belirtmektedir.
Bir felsefe
olarak post-modernizm, tâkipçilerine ‘her-şeyi’ ve ‘herkesi’ eleştirme (ve
hattâ aşağılama) hakkı verir. Post-modernist bir akademisyene sorulacak olursa,
hiç-bir şeyin (ahlâken, hukûken, estetik veyâ bilimsel olarak) ‘doğru’ olduğu
ispatlanamaz. Tabî ki post-modernizmin kendisi bu kuralın istisnâsıdır.
(‘Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ sözünü hatırlayınız) Özetin özeti:
Post-modernizm; kuralsızlığın kural , ilkesizliğin ilke olduğu bir görüş-açısı
veyâ yaşam-tarzını ifâde eder”.
Post-modernizm
içinde yer alan unsurlar zâten modernizmin içinde vardır. Post-modernite,
modernitenin kendi-kendini eleştirme denemesidir. Modernizm ve
post-modernizmden bahseden bir yazıda şunlar söylenir:
“Modernizmin
vaâd ettiği şeylerin bir türlü gerçekleşmemesi ve her-şeyi çözebileceğine olan
yanlış inancın somut olarak yalanlanması (nükleer silahlar, kimyâsal atıklar,
açlık, yoksulluk, çevre kirlenmesi gibi konularındaki çözümsüzlük),
modern-bilimin verilerinin kişisel politik tercihlerde kullanılması ve
totaliter devletleri ayakta tutmaya yardım etmekle suçlanması, modern-bilimde
teori ile gerçeklik arasındaki farkların artması, insanın vâroluşunun mistik ve
meta-fizik boyutlarıyla ilgilenmemesi hattâ görmezden gelmesi ve modern-bilimin
fazla somutlaşması ve duyguyu unutması post-modernizmi ortaya çıkarmıştır.
Post-modernizm
olgusunun, İkinci Dünyâ Savaşı’ndan sonra bilimsel ve zihinsel bilgi üretiminde
batı’da yaşanan derin krizin, Aydınlanma filozoflarının genel çerçevesini
çizdiği modern paradigmanın derin bir sarsıntı geçirmesi sonucu ortaya çıktığı
söylenebilir. Post-modernizmin, modernizmden bir kopma olduğunu savunanlar
olduğu gibi modernizmin kendi içindeki bir eleştiri olduğunu iddia edenler de
vardır. Post-modern bilgi modern süreç de oluşan bilimsel bilgi tekeline karşı
bir özgürleşim çabasıdır. Post-modernizm parçalanmayı savunur. Post-modern
insan, ister toplumsal, ister bilgisel ve hattâ estetik tarzda olsun her türlü
bütünleşmeyi, sentezi hor görür, onları dışlar.
Post-modernizm
geleneksel modern kabûlün aksine, bilgilerimizin gerçeğe birebir karşılık
gelmediğini, gerçeğin hep yeniden üretildiğini iddiâ eder ve bunun için de hep
yeni modeller geliştirilmesi gerektiğinin altını çizer. Post-modernist
yaklaşım, her sorunun tek bir doğru cevâbı olduğu düşüncesini yadsımakta,
aksine, her sorunun birden çok doğru cevâbı olabileceğini yada hiç doğru cevâbı
olamayacağını öne sürmektedir”.
Post-modernizm, “evrensel bir doğru”nun
olmadığını veyâ olsa da bilinemeyeceğini söyler. Nietzsche, “ahlâkî iyi”nin bir
temeli olmadığını savunmasının yanında “doğrunun” olmadığını da savunmuştur.
Nietzsche böylece, “anlam” diye bir şeyin olamayacağını söyler ve bu nedenle
“hiççilik”i (nihilizm) tutarlı görür.
Post-modernizm,
“asıl gerçeklik insanın duyguları, düşünceleri ve hayâllerdir” der. Modernizmi
sorgulamakla başlar. 2. Dünyâ Savaşı’yla birlikte modernizmin çöktüğünü söylerler.
Post-modernizm yüksek teknoloji ile kendini bâriz şekilde gösterdi.
Post-modernistler teknoloji arttıkça mesâfeler de kısaldığı için diğer milletlerle
ilişki içinde olunmasını söylerler ve bu bağlamda milliyetçiliğe de
karşıdırlar. Küreselleşmeyi savunurlar. “Gerçeklik” kavramına yeni bakış-açısı
getirmişlerdir. Onlara göre tartışılmaz ve evrensel bir gerçeğin olması mümkün
değildir. Gerçek sandıklarımız gerçekliğin ancak bir parçasını oluşturur ve bu
da yoruma her zaman açıktır. Çünkü gerçeklik kavramı beklentilere, önyargılara
ve kültürlere göre değişkenlik gösterir. Bu bakımdan nesnel bir gerçeklik
yoktur der. Çeşitliliği savunur.
Hakîkat yerine
yalanı seçmek nasıl bir yozlaşmadır!. Doğallık yerine kozmetiği seçmek, gerçek yerine makyajı seçmek..
Hakîkatin buharlaşması ve çoğalması, “anlamın
çoğalarak anlamsızlaşması ve dolayısı ile buharlaşması ve aslında yok olması” demektir. Abdurrahman Arslan bu kavramlar hakkında şunları söyler:
“Hakîkati öldüren şüphedir, şüpheyle hakîkat
bir-arada olmaz. Yâni
bugün post-modernizmin geldiği nokta bu, şüpheyle
berâber hakîkat
de ortadan kalktı. Post-truth dediğimiz bir hadiseyle
bugün karşı-karşıyayız,
herkes istediğini yapar hâlde. Mâdemki ortak bir hakîkat
yoktur, herkese göre bir hakîkat varsa, herkesin kendine
göre bir hakîkati varsa, bu hakîkatin ‘hakîkat’ olduğunu bize kim söyleyecek?.
Beden söyleyecek yâni
insan bedeni, daha doğrusu, arzu
söyleyecek. İnsan arzuları hakîkati temsil eder, gerçekliği temsil eder bugün insan için.
Dolayısıyla da insanın arzuları artık bugün hakîkatin kaynağı durumundadır.
İnsanın gündelik hayâtını düzenleyen otorite hâlindedir ve bu aslına bakarsanız
bedenin öne çıkmasıdır.
Post-modern
felsefe, hudutları ortadan kaldırıyor.
İyiyle-kötüyü, adâlet-zulüm, ahlâklı-ahlâksız arasındaki çağdaş dünyânın hakîkat anlayışının ortadan kalkması ile
sınırlar eriyor. Ama post-modern düşünce, post-modern felsefe,
post-modern siyâset
diyor ki, bunlar arasındaki hudutlar erirse çatışma ortadan kalkar, çünkü diyor
çatışmayı yaratan, bu sınırların keskinliğidir, ayrışmadır.
Oysa hakîkatin
tekilliğinden çoğulluğuna geçebilirsek diyor, dolayısıyla
herkesin kendine göre hakîkati olacağı için, dolayısıyla da insanların
birbiriyle savaşmaları, mücâdele etmesi, kavga etmesi gereksiz olacaktır
büyük bir nispette. Bu da tabî ki hakîkatin ve ona âit bilginin çoğullaştırılmasıyla
ilgilidir.
Bilim bile kesinlik bildiren bir şey değil,
artık o bitti, o dönem kapandı. Artık pozitivist bilgi, doğru bir bilgi değildir”.
Post-truth, “değişimin
artık en hızlı ve kökten olması” demektir. Son darbeyi vurmak ve hakîkat yerine
bâtıl olanı hâkim kılmak için ortaya atılmıştır. Modernite ve post-modernite ile
iyice gardı düşen insanlık, post-truth ile nakavt edilmek istenmektedir. Bu
uğurda hakîkatler bile bir tarafa atılmıştır ve yalanlar hakîkat gibi gösterilmektedir.
Post-truthta hakîkat yoktur, her-an değişen sözde doğrular vardır. Fakat bunlar
aslında “gerçekten doğru” değil, o anda kullanılan ve halkın büyük kesimi tarafından
kabûl edilen geçici doğrular yada aslında yalanlardır.
Post-truth, “hakikat sonrası, gerçek ötesi” gibi
anlamlara geliyor. Gerçeğin çarpıtılması, manipüle edilmesiyle yaratılan sahte
gerçeklik “post- truth” kavramının kilit tanımı. Avrupa’nın, özellikle 2016
yılında dolaşıma soktuğu ve Oxford Sözlük’ün de 2016’nın kelimesi seçtiği
post-truth özellikle politik ve medyatik çıkmazlara işâret ediyor. Yitirilen yada
kendince yaratılan “yeni gerçek” vurgusuyla samîmiyetin, içtenliğin ve
dürüstlüğün hebâ edilmesi, kavramın günümüzde geldiği anlamı karşılıyor. Burada
amaç söylenenin sorgulanması değil, kitleleri iki dudak arasında
coşturabilmektir. Bu da teatral bir şovun gerekliliğini gösterir.
Modern, post-modern ve artık “post-truth”
denilen zamanlarda sanal ve sûnî olan şeyler “gerçek” olan şeylerden
daha değerli ve geçerli kabûl ediliyor. Meselâ doktor size
bilgisayarda-internet ortamında bir ilaç raporu yazıp hazırlar ve onun sûretini
kâğıt şeklinde elinize verir. Siz de eczâneye gidersiniz ve ilaçlarınızı o
rapor ile almak istersiniz. Fakat alamazsınız, çünkü elinizde gözle görünür ve
elle tutulur, kaşelenip imzâlanmış gerçek bir madde olan kâğıttan bir rapor
olsa da, o rapor geçerli olmaz ve sanal ortamdaki raporun sistemde
gözüküp-gözükmediğine bakılır. Sanal ortamda sanal rapor hazır değilse yâni
onaylandığı gözükmüyorsa, onaylanana kadar beklenir. Çünkü önemli ve geçerli
olan rapor sanal olarak imzâlanmış ve onaylanmış olan rapordur. Eğer sanal
ortamdaki rapor henüz imzâlanmamış ve hazır olmamışsa, sanal ortamdaki raporun
gerçeği yâni elle tutulur ve gözle görünür olanı her ne kadar elinizde olsa da o
raporla ilaçlarınızı alamazsınız. Geçerli olan rapor “gerçek olan” değil “sanal
olan”dır. Maddeden yapılmış ve kâğıt şeklinde gözle görülür ve elle tutulur
olan rapor işe yaramaz ve o sâdece bir “kâğıt parçası”dır. Işıktan oluşan ve
sanal olarak görünen rapor ise geçerli ve değerlidir. Üstelik bu durum
“ilerleme” ve “gelişme” olarak görülür ve kabûl edilir. Post-truth ile tüm her-şey bunun gibi olacak. Post-trutha göre “iki kere iki”nin 4 değil de 5 olarak
kabûl edilmesi istenirse insanlar da 5 olarak kabûl edecektir. Yeni hesap
makineleri 2+2=5 sonucunu çıkarırsa, post-modern insan da onu artık o şekilde
kabûl edecektir. Çünkü 2+2’yi 5 olarak kabûl etmeyenler ve 4 olarak kabûl
etmekte ısrâr edenler, gerici, ilkel, yobaz ve hattâ belki de terörist olarak
görülecektir.
Modernizm, post-modernizm ve post-truthta hakîkati belirleyen
şeyler, “mânevî ve ilmî olan” değil; imaj, yalan ve makyaj”dır.
Modernite, post-modernite ve post-truth, bunların
hepsi hakîkatten sapmayla başlamıştır. Bu sapma zamanla iyice artmıştır ve
günümüzde en sapkın hâl olarak “post-truth” denilen ileri bir sapkınlığa ulaşılmıştır. Fıtrattan ve fıtratla
birebir uyumlu olan vahiyden sapıldıkça modernizm, post-modernizm ve post-truth başlamıştır. Sonra da yenileri
(metavers) gelecektir. Bunlar insanın savrulamaya başlamasını ve artık savrula-savrula
sapmasına, yoldan çıkıp uçuruma yuvarlanmasına neden olan şeylerdir. İnsanın
sekülerleşmesi bunlarla başlamış ve artmıştır. Bunlar şeytanın sürekli
geliştirdiği ve insanı saptırdığı modern silahlardır.
Aslında günümüzde
sanal bir gerçeklikten bahsedilemez, çünkü sanal “gerçek” hâline gelmiş ve
“gerçek” olan ortada görünmez, görünse de önemsenmez olmuştur. Böylelikle
gerçeklik anlamını yitirmiştir. Sonuçta da gerçeğin bilgisi değil, sanalın
bilgisi kabûl edilir olmuştur. Elinizde tuttuğunuz gerçek şeyler değil, sanal
ortamda sûnî olanlar geçerlidir ve değerli olanlar da onlardır.
Modern insan
için önemli olan “nasıl olduğu” değil de “nasıl hissettiği”dir. Çünkü o an ne
hissettiği önemlidir. Biraz sonra farklı hissetmesi başka bir durumdur. Fakat
belli bir zamanda iyi hissetmesi gerçek bir iyilik değildir. Çünkü hisler
anlıktır ve bir-anda değişiverir ve biraz önce iyi hissederken biraz sonra ise
kötü hissedilebilir. Bu nedenle “nasıl hissediyorsun” sorusu hem anlamlı
değildir hem de samîmi değildir. “Nasıl hissediyorsun” sorusunda mânevî bir yön
yoktur. Oysa “nasılsın” sorusu maddî ve mânevî yanı kapsar. Zâten ikisinin
birlikteliğidir “iyi olma” hâli.
Müslümanlar
modernizme karşı çıkarlarken, post-modernizm onları da kendine adapte etti ve
müslümanlar bundan gâyet memnun bir şekilde post-moderne uygun yaşıyorlar.
Artık post-trutha göre yaşamak da sorun olmayacaktır onlar için. Zîrâ post-truthu
uygulayan muhâfazakâr-demokrat iktidâra göbekten ve gönülden bağlıdırlar ve
onların gün-aşırı değiştirdikleri fikirlerine yeni yorumlar yapmakta
zorlanmıyorlar. Üstelik bu yorumlar hakîkate aykırı olsa da fark etmiyor.
George
Orwel’in 1984 romanında şöyle bir paragraf geçer: “Gerçi Yoldaş Ogilvy diye
biri yoktu, ama gazetede çıkmış bir-kaç satır yazıyla bir-kaç düzmece fotoğraf
onu vâr edebilirdi. Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar
tuhaf olduğunu geçirdi aklından. Yoldaş Ogilvy şimdi hiç yaşamamıştı ama, artık
geçmişte yaşıyordu; üstelik, bu sahtecilik unutulduktan sonra, varlığı
Charlemagne yada Julius Caesar kadar gerçek, onlar kadar tanıtlı kanıtlı
olacaktı”.
Cehennemi
kışkırtan şey, doğruların, hakkın ve hakîkatin yâni İslâm’ın yerine, yalanın,
sûni olanın ve günahın îtibar görmesidir.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder