24 Mayıs 2022 Salı

Allah’ı Merkeze Almak, İnsanı Merkeze Almak

 

“(Yer) üzerindeki her-şey yok olucudur; Celâl ve ikrâm sâhibi olan Rabbinin yüzü (kendisi) bâkî kalacaktır” (Rahmân 26-27).

 

Bu âyete göre biz merkeze, “fânî olan”ı değil, “Bâkî Olan”ı alırız ki bâkî olan tek varlık Allah’tır. İslâm, “Allah’ın merkeze alınması dâvâsı”dır. Zâten insanlık târihi, merkeze insanın mı yoksa Allah’ın mı alınacağının düşünsel ve eylemsel alandaki savaşımın târihidir. Allah, seçtiği elçiler ve gönderdiği vahiyler ile merkeze mutlak anlamda Allah’ın alınmasını emreder. Zîrâ küfür, şirk ve zulüm, “merkeze Allah yerine insanın, aklın, maddenin yâni Allah’tan gayrı şeylerin ve kişilerin alınması” demektir.

 

İnsanlık dönemleri 2’ye ayrılır: 1-Allah’ın merkeze alındığı dönemler; 2-İnsanın merkeze alındığı dönemler. Aslında târih boyunca, merkezde Allah olduğu söylenmiş olsa da eylemde hep insan merkeze alınmış ve “belirleyici” hep insan olmuştur. Bu durum sâdece peygamberler ve onlardan hemen sonra devâm eden kısa sürelerde değişmiş ve “mutlak anlamda” merkeze Allah alınmıştır. Tabi modernizme gelene kadar Allah, merkezde olmasa da merkeze yakın olmuştur yada en azından, ucundan-kıyısından olsa da hesâba katılmıştır. İnsanın ve aklın yâni modernizmin Dünyâ’ya hâkim olduğu son 250 yıldır ise merkeze kesin olarak insan alınmaktadır. İşin tuhaf ve acı tarafı, kendisine “müslüman” diyen ve dört duvar arasında “Kur’ân-Kur’ân” sloganı atanlar da, pratik hayatta merkeze insanı ve aklı almaktan bahsedip durmaktadırlar. Fakat şu iyi bilinmelidir ki, Allah’ı merkeze almayan hiç-bir din “hak din” değildir.

 

Şunu söylemek artık şart olmuştur: “İki çeşit müslüman vardır; 1- Allah’ı merkeze alarak İslâm’ı yaşayanlar. 2- İnsanı merkeze alarak İslâm’ı yaşadığını zannedenler.

 

Modernite bir “insan-altı uygarlık”tır. Modernitede merkeze insan alındığı söylense de aslında merkeze alınan şeyler, insandan aşağı olan maddî şeylerdir, merkezde hep madde vardır. İslâm ise, insan-üstü medeniyettir. Çünkü İslâm medeniyetinin kaynağı Allah’tır. İslâm’da merkeze mutlak anlamda sâdece Allah alınır. Merkeze Allah’ın alınması, merkeze vahyin yâni Kur’ân’ın, Peygamber’in, âhiretin yâni İslâm’ın alınmasıdır. İslâm, “insan yerine mutlak anlamda Allah’ın yâni İslâm’ın merkeze alınması” demektir. Allah’ın merkeze alınması, -aynen göklerde olduğu gibi- “koşulsuz-şartsız Allah’a îman ve itaat etmek” demektir. Zâten Allah yerine insanı merkeze almak küfür, şirk ve zulümdür. Zîrâ insanı merkeze aldığınızda, insanın düşündüğü, söylediği ve yaptığı hiç-bir şeyi eleştiremezsiniz. Yâni insanı ilahlaştırmış olursunuz.

 

İslâm, mevcuda karşı aykırılıkla gelir. Gönderilmiş tüm peygamberler sisteme ve mevcuda aykırı söylem ve eylemlerde bulunmuşlardır. Peygamberlere karşı olunmasının nedeni budur. İslâm’ın özünde vardır bu aykırılık. Çünkü İslâm, “şeytan ve nefsi yâni insanı merkeze almak” yerine “Allah’ı, dîni ve vahyi merkeze almayı hâkim kılmak savaşımı”dır. İşte bu aykırılık moderniteye karşı da gösterilmelidir. Çünkü modernite, insanı merkeze almanın ve ilahlaştırmanın mevcut ideolojisidir. Bu nedenle İslâm, tüm Allahsızlıklar gibi Allahsızlığı merkeze alan moderniteye de aykırıdır ve karşıdır.

 

Mevcut modern sistem bağlamında düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ne kadar da kolaydır, zîrâ “nefsi merkeze almak” yeterlidir. Sisteme aykırı bir din (İslâm) bağlamında düşünmek, okumak, yazmak ve konuşmak ise ne kadar da zordur. Zîrâ nefsi karşınıza almanız gerekir. Nefsi karşınıza almak, şeytanı ve tâğutları karşınıza almayı gerektirecektir. Aslında insanı merkeze almak, başta şeytan olmak üzere nefsi ve kendisinde Allah’tan başka güç vehmedilen kişiler ve şeyler olan tâğutları merkeze almak demektir. İslâm ise; “şeytana, nefse ve tâğuta düşmandır ve tüm çabası onların merkezde olmasını engellemek ve merkeze mutlak anlamda Allah’ı koymak”tır. 

 

İnsanı merkeze almak, “maddeyi merkeze almak” anlamına gelir. Modernizmde -maddeyi merkeze alarak- aşırı araştırma-inceleme yapmak ve madde üzerinde çalışmak, “maddeyi ilahlaştırmak”la sonuçlanmıştır. Madde kutsallaştıkça, madde üzerinde çalışan insan ilahlaşmış ve merkeze iyice yerleşmiştir.

 

İslâm, Allah’a dayanan, Allah’ın onaylandığı “tek hak din”dir. İslâm, Hz. Muhammed ile değil, Hz. Âdem ile yâni ilk insan ile başlar. Hz. Muhammed İslâm’ın son temsilcisidir ve dînin tamamlayıcı elçisidir. Tüm peygamberler müslümandırlar. İnsanlar her peygamberle birlikte İslâm’a yeni isimler vermişlerdir. Tabi Hz. Muhammed’e ve Kur’ân’a gelinceye kadar inen tüm vahiyler tahrif ve tahrip edilmiştir. Bu nedenle de Hz. Muhammed ve Kur’ân ile, tek hak din olan İslâm’a son şekli verilmiştir. Böylece din kemâle erdirilmiş ve tamamlanmıştır.

 

Tek hak din olan İslâm’ın sürekli olarak söylediği bir şey vardır: Merkeze ya Allah’ı, âhireti yâni ölümden sonra dirilmeyi ve yargıyı (cennet ve cehennemi), Kur’ân’ı-vahyi, peygamberi yâni dîni alırsınız; yada aklı, mantığı, nefs-merkezli akla ve mantığa göre ortaya çıkarılmış olan felsefeyi, mistisizmi, bâtınîliği, tasavvufu ve nihâyet modern-bilimi ve teknolojiyi ve de Allahsız ideolojileri, sistemleri, düşünceleri vs. merkeze alırsınız ki bu, “insanı yâni beşeri merkeze almak” demektir. Tüm vahiyler ve peygamberler bunu söylemiştir. Tabi insanı merkeze almamak, insanı ve aklı değersizleştirmek anlamına gelmez. Sâdece, “insanı ve aklı merkeze alıp da ilahlaştırmamak” anlamına gelir. Aklı kullanmak şarttır; aklı merkeze almak ise şirktir. Allah yerine aklı yâni insanı merkeze almak, târih boyunca materyâlizm ile sonuçlanmıştır. Böylece dîn ve vahiy-merkezli akıl değil, madde merkeze alınmaya başlamıştır. İnsanın ve aklın merkeze alındığı tüm süreçlerde madde ilahlaşmış ve maddeye tapılmaya başlanmıştır.

 

İnsanı merkeze aldığınızda artık siz de insan olduğunuz için kendinizi tanrı gibi görebilirsiniz ve görürsünüz de. Çünkü merkezde insan vardır ve insan ne derse ve ne isterse o olur. Dolayısıyla aklınıza-mantığınıza uymayan şeyleri kabûl edemezsiniz, etmezsiniz. Bu nedenle de dîni yâni İslâm’ı ya hiç yada bütünsel olarak kabûl etmeniz veyâ kabûl ettiğinizi söyleseniz de bunu hakkıyla uygulamanız yâni Kur’ân’ın dediği ve tüm peygamberlerin yaptığı gibi kendinizi İslâm’a yâni Allah’a adamanız mümkün olmaz. Sonuçta da âhirette pişmân olanlardan olursunuz. Çünkü insanı merkeze almışsınızdır ve siz de insansınızdır ve de Allah yerine insana tapmışsınızdır. Zîrâ “merkeze neyi yada kimi almışsanız ona tapıyorsunuz” demektir.

 

Allah’ı merkeze aldığınızdaysa, -bırakın ilahlaşmayı ve tanrı olmayı- Allah’tan başka bir yücelikten ve aşkınlıktan bahsedemezsiniz. Zîrâ siz Allah’ı merkeze aldığınızda ancak “kul” olabilirsiniz. En ileri derecedeyse “takvâlı bir kul” olabilirsiniz ki zâten insanın Dünyâ’da iken erişebileceği en büyük makam ve mevkî budur.

 

Merkeze aldığınız şey kânun ve kural koyucunuz, kader belirleyicinizdir yâni ilahınızdır. Merkeze aldığınız şey sizin dîninizi, tasavvurunuzu, düşüncenizi, söyleminizi ve eyleminizi belirler. O-hâlde bunları ne belirliyorsa dîniniz de ilahınız da o olmuş olur.

 

İnsanı merkeze alanlar her-şeyi insana bağlarlar. Ahlâkın kaynağını, bilginin kaynağını, iyiliğin her-şeyin kaynağını insana bağlarlar. Çünkü merkeze insanı almışlardır. Oysa mü’minler her iyiliğin, güzelliğin, bilginin, ahlâkın vs. kaynağını Allah’a bağlarlar. Zîrâ merkeze sâdece Allah’ı almışlardır. Zâten insanın başına gelen tüm iyilikler Allah’tan, tüm kötülükler ise insanın kendi yaptıkları yüzünden gelmektedir: (Nîsâ 79, Şûrâ 30). Allah’ı merkeze almayan ve onun yerine beşeri merkeze alan insan; kötülüğün, yanlışlığın, çirkinliğin, adâletsizliğin, eşitsizliğin, ahlâksızlığın, küfrün, şirkin ve zulmün nedenidir.

 

Tabi İslâm’da insan, Hristiyanlık’taki gibi ille de kötü ve günahkâr bir varlık olarak görülmez. Zîrâ örnek insanlar olan peygamberler gibi on numara insanlar yaşamıştır bu dünyâda.

 

İnsanlık târihi boyunca her zaman merkeze ya Allah alınmıştır yada insan. Merkeze “sâdece Allah” alındığında başka hiç-bir şey ve hiç kimse merkezde olamazken, merkeze insan alındığında ise, insanın onayladığı, Allah’tan başka her-şey merkeze alınabilmektedir. İnsanın merkeze aldığı her-şey ise, kutsallaştırılarak tanrılaştırılır. İşte küfür ve şirk, dolayısıyla zulüm budur. İnsanı Dünyâ’da rezilliğe, âhirette ise sonsuz acı azâba sürükleyecek olan şey budur.

 

Allah’ı merkeze almayanlar, “sâdece Allah’ı” merkeze alan İslâm’ı dinlemek, okumak, anlamak, kabûl etmek ve uygulamak istemedikleri için, “bu devirde olacak şey değil”, “1.400 yıl öncesinin düşüncesi ve uygulamalarını niçin alalım”, “artık zaman değişti” vs. gibi laflar ederler. Fakat beşeri merkeze alanlar, insanı, aklı, mantığı, felsefeyi yâni beşeri mutlak anlamda merkeze alan 2.500 yıl önceki Yunan düşüncesini günümüze taşımaktan çekinmezler. Böylece kendileriyle çelişirler. Çünkü insanı merkeze alanlar aslında; hazzı, zevki, günahı, haramı, ayıp olanı, bencilliği, eğlenceyi, kendinden geçmeyi merkeze almaktadırlar. Böylece tüm zevklerini bu dünyâda iken tüketirler de âhirete bir şey kalmaz:

 

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

 

İnsan merkeze alındığında insanlar kendi-kendilerine yeteceğini zannederler. Fakat merkeze Allah’ı alanlar kendilerini her zaman Allah’a muhtâç olarak görürler. Zîrâ kendi-kendilerine aslâ yetmeyeceklerini bilirler. Kendi-kendine yetme durumu (istiğna) yanında mutlakâ bir kibri de taşır. Fakat Allah’ı merkeze alanlar ve ancak Allah ile yeteceğini bilen mü’minlerde samîmi bir tevâzu vardır.

 

Bâtınîlik ve tasavvuf, “Allah’ı râzı etmek” yerine “insanı râzı etmeyi” merkeze alan bir sapkınlıktır. Zîrâ merkeze Allah’ı değil de insanı alırlar ve hattâ insanın, “insan-ı kâmil” adı altında ilah olduğunu söylerler. “Lâilâhe illâ ene” yâni “benden başka ilah yoktur” sözünü slogan hâline getirirler. Hallac-ı Mansur’a bu kadar sâhip çıkmalarının nedeni budur. 

 

Kur’ân’ı bile “Kur’ân-merkezli” olarak okumak önemlidir. Çünkü Kur’ân ancak o zaman Allah adına okunmuş olur. Nice Kur’ân dersleri yapanlar vardır ki merkeze Kur’ân’ı almamakta, Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumamaktadırlar. Zîrâ teorik anlamda Allah’ı merkeze aldıklarını söyleseler de, bakıldığında pratik anlamda yâni amel-eylem yönünde merkeze insanı almaktadırlar. Çünkü beşerin -İslâm’a aykırı olarak- ortaya çıkardığı düşünceleri, ideolojileri ve sistemleri övmektedirler.  

 

Sünnet, Hz. Muhammed’in, resûl ve nebî olarak 23 yıl boyunca Kur’ân’ı merkeze alarak yaptığı kavlî ve fiîlî yorumlardır. Bu nedenle Sünnet, “Allah’ı merkeze alarak yapılan söylem ve eylemler”dir.

 

Merkeze insan konulduğunda, ortalıkta nice Firavunlar, Kârûnlar, Hâmanlar ve Samîriler cirit atar ve dolayısıyla bir kibir doldurur Dünyâ’yı, sonra da başlarlar insanların kaderlerini belirlemeye. Zîrâ -görece- belli bir güce erişmişlerdir ve tanrılaşmışlardır. Aynen günümüzdeki 3-5 kişinin başını çektiği çetelerin yaptığı yada yapmak istedikleri gibi, tüm insanları önce kobay, ardından da köle hâline getirmek isterler ki bu hedefte epey bir yol almışlardır. Allah yerine beşeri yâni insanı, aklı ve mantığı merkeze almış olan ahmaklar da, insanlık adına iyi ve güzel şeyler yapıldığını zannederek kandırılıp dururlar. Kandırıldıklarını anladıklarındaysa iş işten çoktan geçmiş olur. Sonuçta da Dünyâ’da rezillik, âhirette ise acı azap onları bekler.

 

“Biz yalnızca Sana ibâdet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz” (Fatiha 5) diyebilenler ve bunun gereğini yapanlar sâdece, Allah’ı merkeze alabilirler. Allah’tan başkalarından medet umanlar ise merkeze Allah yerine Allah’tan başka her-şeyi koyarlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Şubat 2022

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder