25 Ocak 2022 Salı

Modern Paradigmayı Benimsemek

 

“Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).

 

Mevcut hâkim paradigma üzerinden konuşmak çok kolaydır. Üstelik mevcut hâkim paradigmaya uygun konuşunca “daha haklı” olursunuz ve toplum da modern paradigmaya uygun konuştuğunuzda ve hareket ettiğinizde sizi haklı görür ve sizden taraf olur. Fakat bu durum “zor yokuşa tâlip olma” ve “o zor yokuşu göze alma”nın önündeki en büyük engeldir. Çünkü zor yokuş, hâkim paradigmanın aksine düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı ve hareket etmeyi gerektirir. Zîrâ küresel ölçekteki hâkim paradigma, -İslâm istisnâsı hâriç- her zaman şeytan, nefs ve tâğutların ortaya çıkardığı ve kontrôl ettiği paradigmadır.

 

Dünyâ nereye gidiyor ve ilerliyor?. Gerçekten de her alanda ve her anlamda iyiliğe, güzelliğe ve Yaratıcı’nın istediği ve râzı olduğu bir yere doğru mu gidiyor; yoksa; şirke, küfre, adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve dolayısıyla zulme doğru mu gidiyor?. Apaçıktır olumsuz olan şeyler çok fazlalaşmıştır ve günden-güne de artmaktadır. Zâten -görece- iyi olan şeylere de herkes ulaşamıyor. O hâlde buna “ilerleme” ve “iyilik” değil, “gerileme” ve “kötülük” demek gerekir ki bu kötü gidişâta mâni olmak şarttır. Bunu yapacak olanlar elbette, Dünyâ kurulalıdan bêri olduğu gibi, yine mü’minler olacaktır.

 

Mevcut dünyâ iyi bir dünya mıdır?. İnsan şu mevcut yaşamında, birilerinin “ilkel” ve “geri” dediği daha önceki zamanlara göre daha iyi bir durumda mıdır ve insanlar daha mı mutludur?. Tabî ki değil. Yaşı 40’ın üzerinde olanlar yada 1990’lardan önce bir şeylere aklı erenler, 90’dan sonra yâni tek kutuplu bir dünyâdan bêri, Dünyâ’nın çivisinin çıkmaya başladığını ve çıktığını çok net olarak görürler. Yeter ki bunda inat etmesinler. İnat edenlerin, mevcut durumun daha iyi olduğunu söylemeleri sâdece madden bâzı iyiliklerin olmasından dolayıdır. Bu kişiler insanların sosyâl, psikolojik, mânevî, ahlâkî ve adlî yönden çöküşte olduğunu gör(e)miyorlar yada görmek istemiyorlar. Çoğunluk göremiyor. Çünkü İslâmî bilinçten yoksunlar. 1.000 yıllık İslâm medeniyetinden bi-haberler ve modern paradigmayı iyice benimsemiş durumdadırlar. Bu yüzden meselâ şöyle demektedirler; “bundan daha iyisi nasıl olabilir ki!”..

 

Peygamberimiz’in başlattığı ve kurduğu İslâm Devleti ve Medeniyeti’nde yaşanmadığı ve bundan daha da kötüsü, o târih iyice bilinmediği için, modern paradigmayı benimsemiş olanlar mevcut dünyâdan daha iyisini hem bilmiyorlar hem de düşünemiyorlar. Böyle olunca da “batı uygarlığı ile birlikte gün-yüzü gördük” düşüncesine ve zannına kapılıyorlar. Zîrâ modern paradigmaya meftûn ve râm olup da onu kayıtsız-şartsız ve sorgusuz-suâlsiz benimsemek, insanı zan içinde bırakır ve cehâletin içinde körü-körüne yaşamasına sebep olur.

 

Cehâlet, bir şeyin neye kıyasla tanımlandığına bağlıdır. İslâm’a göre cehâlet, Allahsız yaşamdır. Mevcut modern sistem günümüzün Allahsızlığıdır. Bir sistem ve yaşayış İslâmî değilse câhiliyedir. Modernite apaçıktır ki İslâm’dan nefret eder ve yaptıklarını da zâten İslâm’ın yâni hakîkatin tam tersine yapar da ortaya seküler bir hayât-tarzı çıkar. İslâm vahiy-merkezli inşâ olmuş akla göre tezâhür ederken, modernite ise şeytan, nefs ve tâğutların ortaya çıkardığı akla ve zanna göre düşünür ve hareket eder.

 

Modern paradigma, İslâm’ı çok sıkı kontrôl altına almak ve kontrôl altında tutmak ister. Zîrâ ona karşı çıkacak olan sâdece İslâm Dîni’dir. Bu nedenle de İslâm’ı ancak modern paradigmayı benimsedikten sonra kabûl edebilir ve hoş görebilir yada ona katlanır. Fakat İslâm, şeytânî bir paradigma içinde, yozlaştırılmadıkça yaşanamayacağından dolayı, modern paradigmayı benimseyenlerin çok da uzak olmayan bir vâdede yozlaştıklarını gördük ve görüyoruz. Neredeyse tüm iddiâlarından modernitenin lehine vazgeçmiş bulunuyorlar. Kur’ân âyetleri varken, “kevnî âyetler”den bahsetmeye başladılar, sanki ikisi birbirine aykırıymış gibi. Aslında “kevnî âyetler” dedikleri, Allah’sız modern-bilim ve teknolojinin ortaya koyduğu sonuçlardır ki çoğu yanlıştır. Kevnî âyetler ancak Kur’ân âyetleriyle uyum içindeyse doğru yorumlanmış olur. Modernleşme, sekülerizasyon, bireycilik gibi modern düşüncelerle bırakın iyi bir dünyâ kurmayı ve hayâlleri gerçekleştirmeyi, bunları yerin dibine sokmadan insanın mutlu, huzurlu ve Dünyâ’nın da güven içinde olması imkânsızdır.

 

Dünyâ’yı gayr-i İslâmî merkezde şekillendirenlere saygı duyulması isteniyor ve sürekli bu söyleniyor. Bunlara saygı duyulduğu takdirde müslümanlar hiç-bir zaman İslâm’ı hakkıyla yaşayamazlar. O hâlde “ben de müslümanım” demelerine rağmen modern paradigmayı benimseyenlere, İslâm’a göre değil de benimsedikleri modern paradigmaya göre düşünen, konuşan ve edip-eyleyenlere saygı duyulması ve onların hoş görülmesi mümkün değildir. Onlara düşman olmaktan bahsetmiyorum ama, onların kulvar değiştirmelerine elbette hoş bakamayız.

 

Müslümanların bir-kısmı, batı’nın, “İslâm’ın rüyâlarını söndürdüğünü” zannediyor. Hâlbuki batı’nın, İslâm yeniden hâkim oluverecek diye ödü patlıyor. Bunu da, sürekli şiddet göstererek, saldırarak gösteriyor. Çünkü İslâm’ın, modernite karşısındaki tek hakîki cephe olduğunu biliyorlar.

 

Moderniteyi hazırlayan Rönesans, Sanâyi Devrimi gibi süreçler, bir hırsızlığın sonucu ve zulmün bir tezâhürüdür. İnsanlara -küçük bir şerefsiz azınlık dışında- mutluluk getirmemiştir, getirmemektedir ve getirmeyecektir. Hiç-bir zaman da getiremez. Zîrâ fıtrata aykırıdır. Bu nedenle de övülecek ve benimsenebilecek bir tarafı yoktur.

 

İslâm’a-fıtrata aykırı ve dolayısı ile insana zarar veren bir süper teknoloji yapmak mı daha iyidir; yoksa insana zarar vermeyen ve onu tutsak edip sömürmeyen “fıtrî olan”da kalmak mı daha iyidir?. Modern paradigma, insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar verip-vermediğine bakmadan insana zarar verecek şeyleri üretmekten hiç çekinmemektedir. Çünkü mantığı nefs-merkezli çalışır.

 

İslâm, “modern paradigma”nın şeytan-işi pislik bir câhili küfür sistemi olduğunu öğretir, fakat seküler modern akıl, modern paradigmayı iyice benimsediğinden dolayı bunu görememektedir, görebilecek gibi de değildir.

 

Modernite çoğunluğa göre hareket eder yada en azından öyle görünür. Oysa çoğunluk  genelde yanlış yolda gider. Çünkü sürüler, bir sesle hep birden yol alırlar ve yön değiştirirler. Kur’ân boyunca “çoğunluk” için iyi bir şey söylenmez ve çoğunluğun “saptırıcı” olduğu ifâde edilir: “Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

 

“Her ne kadar aksini arzu edenler varsa da, geldiğimiz bu aşamadan geriye dönüş söz-konusu değildir” deniyor. Bu bir öngörüden çok temennîdir. Modern paradigmayı benimseyenlerin temennîsidir bu. Oysa Peygamberimiz ve onunla birlikte olanlar, kendilerine inen vahiy ile birlikte o çok sağlam görülen sistemi bozmuşlar ve yıkmışlar, yerine de İslâm’a göre olan bir hayat kurmuşlardır. İslâm ile birlikte bâtıl sistem tümden çökmüş ve değişmiştir. Tabi o zaman câhiliye yaşamı da doğal yaşama uygundu. Bu yüzden doğaya uygun olmayan değişimler çok olmadı. Modernitenin farkı, doğal yaşamdan uzaklaşılmış olmasının sonunda Dünyâ’nın bambaşka bir görünüme dönmesidir. Bunu tersine döndürmek imkânsız değildir elbette. Baktığınızda 20 yıl önceki kentlerin ve yerleşim yerlerinin, nasıl da yavaş-yavaş değişmiş ve şimdiki duruma gelmiş olduğu görürsünüz. O hâlde İslâm’a ve doğala göre de yavaş-yavaş değişmesi mümkündür.

 

Müslümanların birbirlerine girmelerinin bir nedeni de ulus-devlet, milliyetçilik, lâiklik, demokrasi ve modernitedir. Batı’nın ortaya attığı bu fitneler nedeniyle müslümanlar birbirlerine düşman olmuşlar-oluyorlar. Parçalanmalarının ve birbirlerine düşman olmalarının nedeni budur. Batı’nın o çok övülen kânunları ve kurallarıdır insanları birbirine düşman eden.

 

Çoğunluk tarafından benimsenmiş olan modern paradigmayı değiştirmek herkesi memnun ederek olmayacaktır elbette. Bu nedenle bu değişim sessiz-sedâsız olacak değildir. Zâten gerçek değişimlerin güle-oynaya ve gürültüsüz-patırtısız olduğunun târihte bir örneği yoktur. Herkesi memnun etme diye bir şey yoktur. “Sen ne kadar istesen de insanların tümü îman  etmeyecektir” diyor Allah. O hâlde neden herkesin modern paradigma yerine İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni, medeniyetini ve paradigmasını kabûl etmesini bekleyelim?. “Sizden emr-i bil mâruf yapan bir topluluk bulunsun” diyor Allah. Böyle bir topululuk oluştuğunda “iş” başlar ve Allah’ın izniyle biter.

 

“İdeâl bir Dünyâ için cumhûriyet, demokrasi, modernleşme, insan hakları, serbest pazar, küreselleşme-küresel sisteme entegrasyon ve batı ile iyi ilişkiler içerisinde olmak ve bunlara eklemlenmek şarttır” diyorlar. Bunlar Kur’ân-Sünnet-merkezli bir müslümanın söyleyeceği sözler olamaz. Bu söz ancak, muhâfazakâr milliyetçi demokratlara yakışabilir. Çünkü bunlar İslâm düşüncesinden vazgeçmiş ve modern paradigmayı benimsemeden söylenebilecek sözler değildir.

 

İslâm’ı, Müslümanlığı Avrupa’lının gözünden anlamak zorunda değiliz. Zâten bu doğru bir anlama şekli olmaz. Oryantâlist bakış-açısı ancak ifsâd etmiştir-eder. İslâm’ı batı paradigmasına göre anlama iddiâsı ve düşüncesi, ahmaklıktan ve ciddiyetsizlikten başka bir şey değildir. Allah, teslîmiyetin adını İslam-Müslümanlık olarak belirtmiştir, modernlik olarak değil.

 

Son 200 senede müslümanlar yozlaştı. Çünkü modern paradigmaya göre düşünmeye, konuşmaya ve hareket etmeye başladılar. Çünkü modern paradigmayı baya bir benimsemişlerdir. Fakat bilinsin ki modern paradigma şeytan, nefs ve şeytanın dostları olan tâğutlara göre oluşturulmuştur.

 

Muhâfazakâr demokrat -sözde- İslâmcılıkla; “Kur’ân’ı ve Sünnet’i her alanda merkeze almanın olmazsa-olmaz olduğunu söyleyen İslâmcılığı ayırmayanlar, modern paradigmayı benimsemiş olanlardır. Muhâfazakâr-milliyetçi-liberâl demokratlar batı’nın sözünü-ilmini-bilimini-ideolojisini vs. üstün kılmaya çalışırlarken; mü’minler, onları yıkarak Allah’ın sözünü Dünyâ’ya hâkim kılmak isterler. “İslamcı” sözüne de gerek yoktur. Onlar müslümlerdir, mü’minlerdir. İslâmcılık aslında -adı üstünde- “İslâm’ı hayâta hâkim kılma düşüncesi ve çabası içinde olmak” anlamındadır ve öyle anlaşılmalıdır.

 

Modern paradigmayı benimsemiş olanlar modernitenin zulümlerini görmezden gelirler. Bu yüzden binlerce metre yükseklikten atılan bombalarla sevdiklerini, can-pârelerini fecî bir şekilde kaybedenlerin acılarını ve feryatlarını göremezlerken, kendilerini canlı bomba yaparak intikâm (kısas) alanları terörist olarak görürler. Zîrâ modern paradigmayı benimsemiş olanlar, zulüm profesyonelce yapılınca alkışlarlarken, şiddet  profesyonelce yapılmadığında teröristlik olarak görürler.

 

Yapılmaya çalışılan şey, modernite lehine yeni bir din kurmaktır. Allah’ın “İslâm” diye adlandırdığı din kendisine yetmeyenler, modern dinlere meftûn ve râm olmaktadır.

 

Modern paradigmanın üreticileri olan “küresel güçler” (yoksa “küresel götler” mi demeliydim?) hiç-bir sorun ile başa çıkamıyorlar ve tam-aksine sorun üretip duruyorlar. Garibanları bombalayarak insanlara güç gösterisi yapmaktan başka bir şey yaptıkları yoktur. Modern paradigmayı benimseyenler de onların bu güç-gösterisi karşısında kedinin köşeye sıkıştırdığı fâre gibi olmuşlardır. Oysa zâlimler, karşılarında sağlam ve dirâyetli duran hiç-bir topluluğa karşı savaşamazlar. Savaşsalar da kazanamazlar da ağır bir tokat yemiş olarak dönüp giderler. Bu nedenle de küresel şerefsizler, devamlı olarak sâdece zayıf olanlara binlerce metre yukarıdan saldırıp dururlar.

 

Mesele dirâyetli bir müslüman toplum kurabilmektir. Kimseyi zorla müslüman yapamazsınız, İslâm’da bu yasaktır zâten. Ama insanları esâretten-mazlûmiyetten kurtarmak için dirâyetli olmaya zorlayabilirsiniz tatlı-sert şekilde. Çünkü Nûr Sûresi 55. âyetinde, Peygamberimiz ve sahabenin yaptığı gibi, aynı şartları yerine getirdiğimizde Allah bize de iktidâr (İslâm Devleti) vereceğini söylüyor:

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

Müslümanların önündeki en büyük engel; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’ân’a gerektiği gibi îman etme ve güvenme probleminden başka, modern paradigmayı körü-körüne benimsemiş ve bu paradigmaya körü-körüne bağlanmış olmalarından başka bir şey değildir. Bu cehâletten kurtulduklarında ve eleştiri, îtirâz ve isyân süreci başlattıklarında Dünyâ bambaşka bir Dünyâ olmaya doğru gider. İslâm Güneş’i yeniden Dünyâ’yı aydınlatmaya başlar. Böylece küfür, şirk, adâletsizlik, ahlâksızlık ve de zulüm yeryüzünden kalkar yada görünemez olur. İşte insan ancak o zaman insanca yaşamanın ne demek olduğunu görür.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2020

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder