“Sen onların dinlerine
uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki:
‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur’. Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onların hevâ (istek ve arzu)larına uyacak olursan, senin için
Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara 120).
Mevcut hâkim paradigma üzerinden
konuşmak çok kolaydır. Üstelik mevcut hâkim paradigmaya uygun konuşunca “daha
haklı” olursunuz ve toplum da modern paradigmaya uygun konuştuğunuzda ve hareket
ettiğinizde sizi haklı görür ve sizden taraf olur. Fakat bu durum “zor yokuşa
tâlip olma” ve “o zor yokuşu göze alma”nın önündeki en büyük engeldir. Çünkü
zor yokuş, hâkim paradigmanın aksine düşünmeyi, konuşmayı, yazmayı ve hareket
etmeyi gerektirir. Zîrâ küresel ölçekteki hâkim paradigma, -İslâm istisnâsı hâriç-
her zaman şeytan, nefs ve tâğutların ortaya çıkardığı ve kontrôl ettiği paradigmadır.
Dünyâ nereye gidiyor ve ilerliyor?.
Gerçekten de her alanda ve her anlamda iyiliğe, güzelliğe ve Yaratıcı’nın
istediği ve râzı olduğu bir yere doğru mu gidiyor; yoksa; şirke, küfre,
adâletsizliğe, ahlâksızlığa ve dolayısıyla zulme doğru mu gidiyor?. Apaçıktır
olumsuz olan şeyler çok fazlalaşmıştır ve günden-güne de artmaktadır. Zâten -görece-
iyi olan şeylere de herkes ulaşamıyor. O hâlde buna “ilerleme” ve “iyilik”
değil, “gerileme” ve “kötülük” demek gerekir ki bu kötü gidişâta mâni olmak
şarttır. Bunu yapacak olanlar elbette, Dünyâ kurulalıdan bêri olduğu gibi, yine
mü’minler olacaktır.
Mevcut dünyâ iyi bir dünya
mıdır?. İnsan şu mevcut yaşamında, birilerinin “ilkel” ve “geri” dediği daha
önceki zamanlara göre daha iyi bir durumda mıdır ve insanlar daha mı mutludur?.
Tabî ki değil. Yaşı 40’ın üzerinde olanlar yada 1990’lardan önce bir şeylere
aklı erenler, 90’dan sonra yâni tek kutuplu bir dünyâdan bêri, Dünyâ’nın
çivisinin çıkmaya başladığını ve çıktığını çok net olarak görürler. Yeter ki
bunda inat etmesinler. İnat edenlerin, mevcut durumun daha iyi olduğunu söylemeleri
sâdece madden bâzı iyiliklerin olmasından dolayıdır. Bu kişiler insanların
sosyâl, psikolojik, mânevî, ahlâkî ve adlî yönden çöküşte olduğunu gör(e)miyorlar
yada görmek istemiyorlar. Çoğunluk göremiyor. Çünkü İslâmî bilinçten yoksunlar.
1.000 yıllık İslâm medeniyetinden bi-haberler ve modern paradigmayı iyice
benimsemiş durumdadırlar. Bu yüzden meselâ şöyle demektedirler; “bundan daha
iyisi nasıl olabilir ki!”..
Peygamberimiz’in başlattığı
ve kurduğu İslâm Devleti ve Medeniyeti’nde yaşanmadığı ve bundan daha da kötüsü,
o târih iyice bilinmediği için, modern paradigmayı benimsemiş olanlar mevcut
dünyâdan daha iyisini hem bilmiyorlar hem de düşünemiyorlar. Böyle olunca da
“batı uygarlığı ile birlikte gün-yüzü gördük” düşüncesine ve zannına kapılıyorlar.
Zîrâ modern paradigmaya meftûn ve râm olup da onu kayıtsız-şartsız ve
sorgusuz-suâlsiz benimsemek, insanı zan içinde bırakır ve cehâletin içinde körü-körüne
yaşamasına sebep olur.
Cehâlet, bir şeyin neye
kıyasla tanımlandığına bağlıdır. İslâm’a göre cehâlet, Allahsız yaşamdır. Mevcut
modern sistem günümüzün Allahsızlığıdır. Bir sistem ve yaşayış İslâmî değilse
câhiliyedir. Modernite apaçıktır ki İslâm’dan nefret eder ve yaptıklarını da zâten
İslâm’ın yâni hakîkatin tam tersine yapar da ortaya seküler bir hayât-tarzı
çıkar. İslâm vahiy-merkezli inşâ olmuş akla göre tezâhür ederken, modernite ise
şeytan, nefs ve tâğutların ortaya çıkardığı akla ve zanna göre düşünür ve hareket
eder.
Modern paradigma, İslâm’ı
çok sıkı kontrôl altına almak ve kontrôl altında tutmak ister. Zîrâ ona karşı
çıkacak olan sâdece İslâm Dîni’dir. Bu nedenle de İslâm’ı ancak modern
paradigmayı benimsedikten sonra kabûl edebilir ve hoş görebilir yada ona katlanır.
Fakat İslâm, şeytânî bir paradigma içinde, yozlaştırılmadıkça
yaşanamayacağından dolayı, modern paradigmayı benimseyenlerin çok da uzak olmayan
bir vâdede yozlaştıklarını gördük ve görüyoruz. Neredeyse tüm iddiâlarından
modernitenin lehine vazgeçmiş bulunuyorlar. Kur’ân âyetleri varken, “kevnî âyetler”den
bahsetmeye başladılar, sanki ikisi birbirine aykırıymış gibi. Aslında “kevnî âyetler”
dedikleri, Allah’sız modern-bilim ve teknolojinin ortaya koyduğu sonuçlardır ki
çoğu yanlıştır. Kevnî âyetler ancak Kur’ân âyetleriyle uyum içindeyse doğru
yorumlanmış olur. Modernleşme, sekülerizasyon, bireycilik gibi modern düşüncelerle
bırakın iyi bir dünyâ kurmayı ve hayâlleri gerçekleştirmeyi, bunları yerin
dibine sokmadan insanın mutlu, huzurlu ve Dünyâ’nın da güven içinde olması
imkânsızdır.
Dünyâ’yı gayr-i İslâmî
merkezde şekillendirenlere saygı duyulması isteniyor ve sürekli bu söyleniyor.
Bunlara saygı duyulduğu takdirde müslümanlar hiç-bir zaman İslâm’ı hakkıyla
yaşayamazlar. O hâlde “ben de müslümanım” demelerine rağmen modern paradigmayı
benimseyenlere, İslâm’a göre değil de benimsedikleri modern paradigmaya göre
düşünen, konuşan ve edip-eyleyenlere saygı duyulması ve onların hoş görülmesi
mümkün değildir. Onlara düşman olmaktan bahsetmiyorum ama, onların kulvar değiştirmelerine
elbette hoş bakamayız.
Müslümanların bir-kısmı,
batı’nın, “İslâm’ın rüyâlarını söndürdüğünü” zannediyor. Hâlbuki batı’nın,
İslâm yeniden hâkim oluverecek diye ödü patlıyor. Bunu da, sürekli şiddet
göstererek, saldırarak gösteriyor. Çünkü İslâm’ın, modernite karşısındaki tek
hakîki cephe olduğunu biliyorlar.
Moderniteyi hazırlayan Rönesans,
Sanâyi Devrimi gibi süreçler, bir hırsızlığın sonucu ve zulmün bir tezâhürüdür.
İnsanlara -küçük bir şerefsiz azınlık dışında- mutluluk getirmemiştir,
getirmemektedir ve getirmeyecektir. Hiç-bir zaman da getiremez. Zîrâ fıtrata
aykırıdır. Bu nedenle de övülecek ve benimsenebilecek bir tarafı yoktur.
İslâm’a-fıtrata aykırı ve
dolayısı ile insana zarar veren bir süper teknoloji yapmak mı daha iyidir;
yoksa insana zarar vermeyen ve onu tutsak edip sömürmeyen “fıtrî olan”da kalmak
mı daha iyidir?. Modern paradigma, insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar
verip-vermediğine bakmadan insana zarar verecek şeyleri üretmekten hiç çekinmemektedir.
Çünkü mantığı nefs-merkezli çalışır.
İslâm, “modern paradigma”nın
şeytan-işi pislik bir câhili küfür sistemi olduğunu öğretir, fakat seküler modern
akıl, modern paradigmayı iyice benimsediğinden dolayı bunu görememektedir,
görebilecek gibi de değildir.
Modernite çoğunluğa göre
hareket eder yada en azından öyle görünür. Oysa çoğunluk genelde yanlış yolda gider. Çünkü sürüler,
bir sesle hep birden yol alırlar ve yön değiştirirler. Kur’ân boyunca
“çoğunluk” için iyi bir şey söylenmez ve çoğunluğun “saptırıcı” olduğu ifâde
edilir: “Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna
uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna
uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).
“Her ne kadar aksini arzu
edenler varsa da, geldiğimiz bu aşamadan geriye dönüş söz-konusu değildir”
deniyor. Bu bir öngörüden çok temennîdir. Modern paradigmayı benimseyenlerin temennîsidir
bu. Oysa Peygamberimiz ve onunla birlikte olanlar, kendilerine inen vahiy ile
birlikte o çok sağlam görülen sistemi bozmuşlar ve yıkmışlar, yerine de İslâm’a
göre olan bir hayat kurmuşlardır. İslâm ile birlikte bâtıl sistem tümden çökmüş
ve değişmiştir. Tabi o zaman câhiliye yaşamı da doğal yaşama uygundu. Bu yüzden
doğaya uygun olmayan değişimler çok olmadı. Modernitenin farkı, doğal yaşamdan
uzaklaşılmış olmasının sonunda Dünyâ’nın bambaşka bir görünüme dönmesidir. Bunu
tersine döndürmek imkânsız değildir elbette. Baktığınızda 20 yıl önceki
kentlerin ve yerleşim yerlerinin, nasıl da yavaş-yavaş değişmiş ve şimdiki duruma
gelmiş olduğu görürsünüz. O hâlde İslâm’a ve doğala göre de yavaş-yavaş
değişmesi mümkündür.
Müslümanların birbirlerine
girmelerinin bir nedeni de ulus-devlet, milliyetçilik, lâiklik, demokrasi ve
modernitedir. Batı’nın ortaya attığı bu fitneler nedeniyle müslümanlar
birbirlerine düşman olmuşlar-oluyorlar. Parçalanmalarının ve birbirlerine
düşman olmalarının nedeni budur. Batı’nın o çok övülen kânunları ve
kurallarıdır insanları birbirine düşman eden.
Çoğunluk tarafından benimsenmiş
olan modern paradigmayı değiştirmek herkesi memnun ederek olmayacaktır elbette.
Bu nedenle bu değişim sessiz-sedâsız olacak değildir. Zâten gerçek değişimlerin
güle-oynaya ve gürültüsüz-patırtısız olduğunun târihte bir örneği yoktur. Herkesi
memnun etme diye bir şey yoktur. “Sen ne kadar istesen de insanların tümü
îman etmeyecektir” diyor Allah. O hâlde
neden herkesin modern paradigma yerine İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni, medeniyetini
ve paradigmasını kabûl etmesini bekleyelim?. “Sizden emr-i bil mâruf yapan bir
topluluk bulunsun” diyor Allah. Böyle bir topululuk oluştuğunda “iş” başlar ve
Allah’ın izniyle biter.
“İdeâl bir Dünyâ için
cumhûriyet, demokrasi, modernleşme, insan hakları, serbest pazar,
küreselleşme-küresel sisteme entegrasyon ve batı ile iyi ilişkiler içerisinde
olmak ve bunlara eklemlenmek şarttır” diyorlar. Bunlar Kur’ân-Sünnet-merkezli bir
müslümanın söyleyeceği sözler olamaz. Bu söz ancak, muhâfazakâr milliyetçi
demokratlara yakışabilir. Çünkü bunlar İslâm düşüncesinden vazgeçmiş ve modern
paradigmayı benimsemeden söylenebilecek sözler değildir.
İslâm’ı, Müslümanlığı
Avrupa’lının gözünden anlamak zorunda değiliz. Zâten bu doğru bir anlama şekli
olmaz. Oryantâlist bakış-açısı ancak ifsâd etmiştir-eder. İslâm’ı batı paradigmasına
göre anlama iddiâsı ve düşüncesi, ahmaklıktan ve ciddiyetsizlikten başka bir
şey değildir. Allah, teslîmiyetin adını İslam-Müslümanlık olarak belirtmiştir,
modernlik olarak değil.
Son 200 senede müslümanlar
yozlaştı. Çünkü modern paradigmaya göre düşünmeye, konuşmaya ve hareket etmeye
başladılar. Çünkü modern paradigmayı baya bir benimsemişlerdir. Fakat bilinsin
ki modern paradigma şeytan, nefs ve şeytanın dostları olan tâğutlara göre
oluşturulmuştur.
Muhâfazakâr demokrat -sözde-
İslâmcılıkla; “Kur’ân’ı ve Sünnet’i her alanda merkeze almanın olmazsa-olmaz
olduğunu söyleyen İslâmcılığı ayırmayanlar, modern paradigmayı benimsemiş
olanlardır. Muhâfazakâr-milliyetçi-liberâl demokratlar batı’nın
sözünü-ilmini-bilimini-ideolojisini vs. üstün kılmaya çalışırlarken; mü’minler,
onları yıkarak Allah’ın sözünü Dünyâ’ya hâkim kılmak isterler. “İslamcı” sözüne
de gerek yoktur. Onlar müslümlerdir, mü’minlerdir. İslâmcılık aslında -adı
üstünde- “İslâm’ı hayâta hâkim kılma düşüncesi ve çabası içinde olmak”
anlamındadır ve öyle anlaşılmalıdır.
Modern paradigmayı benimsemiş
olanlar modernitenin zulümlerini görmezden gelirler. Bu yüzden binlerce metre
yükseklikten atılan bombalarla sevdiklerini, can-pârelerini fecî bir şekilde
kaybedenlerin acılarını ve feryatlarını göremezlerken, kendilerini canlı bomba
yaparak intikâm (kısas) alanları terörist olarak görürler. Zîrâ modern
paradigmayı benimsemiş olanlar, zulüm profesyonelce yapılınca alkışlarlarken, şiddet profesyonelce yapılmadığında teröristlik
olarak görürler.
Yapılmaya çalışılan şey, modernite
lehine yeni bir din kurmaktır. Allah’ın “İslâm” diye adlandırdığı din kendisine
yetmeyenler, modern dinlere meftûn ve râm olmaktadır.
Modern paradigmanın
üreticileri olan “küresel güçler” (yoksa “küresel götler” mi demeliydim?) hiç-bir
sorun ile başa çıkamıyorlar ve tam-aksine sorun üretip duruyorlar. Garibanları
bombalayarak insanlara güç gösterisi yapmaktan başka bir şey yaptıkları yoktur.
Modern paradigmayı benimseyenler de onların bu güç-gösterisi karşısında kedinin
köşeye sıkıştırdığı fâre gibi olmuşlardır. Oysa zâlimler, karşılarında sağlam ve
dirâyetli duran hiç-bir topluluğa karşı savaşamazlar. Savaşsalar da kazanamazlar
da ağır bir tokat yemiş olarak dönüp giderler. Bu nedenle de küresel
şerefsizler, devamlı olarak sâdece zayıf olanlara binlerce metre yukarıdan
saldırıp dururlar.
Mesele dirâyetli bir
müslüman toplum kurabilmektir. Kimseyi zorla müslüman yapamazsınız, İslâm’da bu
yasaktır zâten. Ama insanları esâretten-mazlûmiyetten kurtarmak için dirâyetli
olmaya zorlayabilirsiniz tatlı-sert şekilde. Çünkü Nûr Sûresi 55. âyetinde, Peygamberimiz
ve sahabenin yaptığı gibi, aynı şartları yerine getirdiğimizde Allah bize de
iktidâr (İslâm Devleti) vereceğini söylüyor:
“Allah, içinizden îman
edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve
iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine
yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).
Müslümanların önündeki en
büyük engel; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’ân’a gerektiği gibi îman etme ve güvenme
probleminden başka, modern paradigmayı körü-körüne benimsemiş ve bu paradigmaya
körü-körüne bağlanmış olmalarından başka bir şey değildir. Bu cehâletten kurtulduklarında
ve eleştiri, îtirâz ve isyân süreci başlattıklarında Dünyâ bambaşka bir Dünyâ
olmaya doğru gider. İslâm Güneş’i yeniden Dünyâ’yı aydınlatmaya başlar. Böylece
küfür, şirk, adâletsizlik, ahlâksızlık ve de zulüm yeryüzünden kalkar yada
görünemez olur. İşte insan ancak o zaman insanca yaşamanın ne demek olduğunu
görür.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım
2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder