“Sonunda emrimiz
geldiğinde ve tandır feverân ettiği zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift
(hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, âileni ve îman edenleri
ona yükle’. Zâten onunla birlikte çok azından başkası îman etmemişti” (Hûd
40).
Nûh Kıssası’nın anlattığı
şey, tûfânın büyüklüğü ve kapsama alanı değildir. Anlatılan şey, “1.000 seneden
50 yıl eksik” yâni 950 yıl boyunca bir Peygamber’in, toplumuna sürekli olarak
çeşitli şekillerde tebliğde bulunarak onları İslâm’a dâvet etmesi, içinde
bulundukları cehâlet ve şirk batağından kurtulmaları için onları yıllar boyunca
uyarması, bu uğurda her yolu denemesi, fakat sonunda küçük bir azınlık dışında
ona îman eden olmaması ve en sonunda da “sünnetullahın tezâhür etmesi”dir. Yâni
bir tebliğ ve dâvet yolunda olan kararlılık, azim ve sebattır asıl konu.
Anlatılan şey, dâvetin metodu, îman ve kararlılıktır. Yine; “Allah’a olan
güven”dir. Zîrâ “karada” gemi yapılmaktadır. Zımnen; “Allah’a îman edip O’nun
emrinin gereği olarak karada gemiyi yaparsanız, Allah suyu ayağınıza getirir”
denmek isteniyor. Îmânın ve görevin hakkını vermekten bahsediyor kıssa. Bu
tûfândan alınacak ana-ders herhâlde şudur: “Nûh tûfânı, alt-yapı eksikliğinden
dolayı olmadı” ve “îman ve güven varsa korkmayın, Allah sizinledir”.
Tâğutların hüküm sürdüğü
yâni “tuğyân” olan her-yerde aslında bir “tûfân” da var demektir ve orada
hâli-hazırda “tandır” kaynamaktadır. Bu nedenle tuğyânın sonu hem Dünyâ’da hem
de âhirette “acı azap”tır
Târihte meydana getirdiği keskin değişim-dönüşüm
açısından modernizm süreci Nûh Tûfânı’na benzetilebilir. Nasıl ki Tûfan
yeryüzünden her-şeyi silip-süpürdü ve sonrasında tüm insanlık için yeni bir
dönem doğduysa, benzer şekilde modernizm de her-şeyi silip-süpürmekte ve
Dünyâ’yı “modernizm tûfânı” kuşatmaktadır. Tabi Nûh Tufânı’nın sonuçları
olumlu, modernizm tufânının sonuçları olumsuz olmuştur-olmaktadır. Bu tûfandan
kurtulacak olanlar sâdece “bir gemicik insan” olacağa benzemektedir. Zîrâ
“modernizm tûfanı” tüm Dünyâ’yı sarıp kuşatmış ve küreselleşmiş durumdadır.
Artık bu tûfânın uğramadığı yer ve kişi kalmamıştır. Gemi’ye binip kurtulacak
olanlar elbette bu “tûfâna karşı dik duranlar ve mücâdele edenler” olacaktır. Bu tûfâna su
taşıyanlar ve tüm Dünyâ’ya yayılması için uğraşanlar ise en sonunda hem Dünyâ’da
modernizm tûfânında hem de cehennemde “ateş tûfânı”nda boğulacaklardır. Zîrâ
varlığın yegâne sâhibi olan Allah’ın hem dîni hem de mülkü modernizm tufânı tarafından
kuşatılmakta ve dîne, tevhide ve adâlete alan bırakmayarak küfrü, şirki ve
zulmü sürdürmektedir.
“(Elçiler) dediler ki:
‘Ey Lût!; biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin
bir parçasında âilenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç-biriniz dönüp
arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isâbet edecek olan
(azap), ona da isâbet edecektir. Onlara vaâdolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah
yakın değil mi?. Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve
üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık” (Hûd 81-82).
Hz. Lût, sabah erkenden,
azâba uğrayacak olan kavminden ve o bölgeden ayrılarak ve uzaklaşarak o acı
azaptan kurtulmuştur. Fakat Hz. Nûh’a gelince iş değişmiş, ona; “bırak o kavmi,
sana inananlarla birlikte ayrıl o bölgeden de şuraya git” gibi bir şey
denmemiştir. Zîrâ gelecek azap tüm Dünyâ’yı kapsayacaktır ve bu nedenle
gidilecek bir yer yoktur. Yürüyerek ve bineklerle gidilebilecek kuru-kara bir
yer olmayacaktır. Dolayısı ile Allah o’na azaptan önce hem “imtihan” için hem
de “kurtuluş” için bir gemi yapmasını söyler ve azap sırasında da gemiye
binmesini ister. Çünkü başka alternatif yoktur. Yürüyerek yada bineklerle
gidiverecek bir yer yoktur, olmayacaktır. Sular gökten ve yerden fışkırmış ve
tüm yeryüzü sular altında kalmıştır. Sâdece “gemiyle” kurtuluş söz-konusudur.
Allah şimdi de bir peygamber gönderseydi, bize “modernizm tûfânı”ndan herhâlde
bir gemiye yada hava-taşıtına binerek kurtulmamızı emrederdi. Fakat buna gerek
yoktur. Zîrâ “Kur’ân ve Sünnet Gemisi” elimizdedir. Kur’ân ve Sünnet gemisine
binerek kurtulmaktan başka çâremiz yoktur. “Gemi”den başka bir seçeneğin
olmaması, yeryüzünde, “uzaklaşıp gidilecek kara-kuru bir yerin olmaması”ndan
dolayıdır. Çünkü modernizm tûfânının ulaşmadığı yer kalmamıştır. Yâni tûfan her
yeri sarmıştır. Bir mağaralık da olsa yer yoktur. O hâlde bize de bir “gemi”
lâzımdır. O gemi “Kur’ân ve Sünnet gemisi”dir. Kur’ân ile projesi çizilmiş ve
Sünnet ile îmâl edilmiş bir gemi. O “kurtuluş gemisi”ni tüm zamanlarda ve
mekânlarda yapmak mümkündür. Zâten Hz. Nûh da böyle yapmış ve gemiyi îmâl
etmişti.
Dünyâ’da sosyoloji temelli
küresel bir tûfan vardır. Bu tûfân tüm Dünyâ’yı sarmış durumda ve kaçacak bir
yer yok. Sosyolojik sapma, yanında mutlakâ ekonomik, siyâsî ve ahlâkî sapmaları
da getirir ve getirmiştir. Modernite küresel bir tûfâna dönmüştür. Tüm Dünyâ’yı
sarmıştır ve sığınacak bir yer kalmamıştır. Tûfânın içindeyken tûfânın
etkisinden kurtulmak mümkün değildir. Zîrâ tûfânın dalgaları dağlar gibidir ve
tûfan olmayan yoktur. Vahyi kılavuz etmiş olanlar, kurtuluş için oğullarını ve
kızlarını Kur’ân ve Sünnet Gemisi’ne çağırmasına rağmen gelmemekte ve “dağlara-tepelere
sığınmakla” kurtulacaklarını sanmaktadırlar. Tâ ki, tûfânın dalgaları araya
girene ve onları boğana kadar.
Modernizm olarak görünen küresel tûfân, tüm Dünyâ’ya
yayılmış durumdadır ve tüm Dünyâ’yı boğmaktadır. Müslümanlar da İslâm’dan
koparak tufâna gark olmaktadırlar. Bu tûfândan kurtulmanın tek yolu İslâm’dır.
Zâten tûfan bir tek İslâm’ı etkileyememektedir. İslâm’a olan düşmanlığın
temelinde bu vardır. Zîrâ İslâm, tûfân karşısında “kurtuluş gemisi”dir.
Celaleddin Vatandaş, bu yayılma ve kurtuluş hakkında şunları söyler:
“Batı, küreselleşme adı altında
hegemonyasını tüm Dünyâ’ya zor ve iknâ araçlarıyla dayattı, dayatıyor.
Geleneksel kültürler, dinler ya yok oldular yada asimilasyona uğradılar. Modem
kültür karşısında asimile olan geleneksel kültürler ve dinler ‘kendisi’
olmaktan uzaklaştığı gibi ‘öteki’ de olamadı ve melezleşip yozlaştılar. Artık
ismen varlar ama cisimleri ve işlevleriyle târihin sayfalarındaki yerlerini
çoktan almış durumdalar. Târihin derinliklerinden çıkıp tekrar hayâtın içinde
yerlerini alırlar mı bilinmez; fakat imkânsız denecek kadar zor olduğu da
kesin. Çünkü temel kodlarını kaybettiler; modernite seli her-şeylerini
silip-süpürdü; artık ilke ve sınırlarını belirleyemiyorlar. Ve tüm bunlar
gerçekleşirken dimdik ayakta kalan sâdece İslâm oldu. Süreç içerisinde
yıpranması veyâ zayıflaması söz-konusu olmadığı gibi, hattâ daha da yalın ve
dinamik hâle geldi. Ayakta durmakla kalmadı, insanlığa ebedî saadet
rehberliğinin gereğine uygun mesajları daha diri bir şekilde vermeye başladı.
Modernite selinde insanlık için gerçek tek sığınağın sâdece kendisi olduğunu
her geçen günle birlikte biraz daha güçlü şekilde ortaya koydu. ‘Modernite kralının’
çıplaklığını her fırsatta gözler önüne serdi ve sermeye devâm ediyor. Modernite
seli bir türlü İslâm’ı silip-süpüremedi. Her yeni günle birlikte, aldatıcı
deccallığının İslâm tarafından biraz daha açığa çıkarıldığını fark ediyor. Batı
işte bunu kabûl edemiyor, fakat rakibinden kurtulma yolunda bir şey de
yapamıyor. Sorgulanamaz bir irâde ve güce erişmesinin önündeki engelin,
gerçekleştirdiklerinin içyüzünü açığa vurup hakîkati insanlığa sunma
potansiyeline sâhip tek referansın, büyüsü bozulan Dünyâ’nın tekrar büyüsünü
inşâ edebilecek gücün İslâm olduğunu biliyor. Çünkü İslâm’ı çoğu müslümandan
daha doğru ve ayrıntılı biliyor. Üstelik müslümanların tüm edilgenliklerine,
dağınıklıklarına, düşünce karmaşalarına rağmen, İslâm’ın her geçen gün
insanlığın daha fazla umûdu hâline geldiğini korku dolu gözlerle seyretmek
zorunda kalıyor”.
Tûfânın su ile olması mı
yoksa ideolojiyle ve beşerî sistemlerle olması mı daha kötüdür?. İkisi de
kötüdür. Fakat su ile olan tûfanda en azından bir gemicik de olsa insan Allah
yolunda olabiliyor ve dîni yaşamak için kendine bir zaman sonra da olsa
kara-kuru bir alan bulabiliyor. Fakat sosyolojik küresel tûfanda İslâm’ı
yaşayacak bir alan olmadığı gibi, her-şeyden vazgeçerek gemiye binecek adam
bulmak da çok zor. Modernizm tûfânının içinde İslâm’ın hayâta hâkim olması da
mümkün değil yada çok zor. O yüzden mü’minlere sâdece bu tûfan ile mücâdele etmek
kalıyor. En iyi mücâdele edenler “en iyi ve en takvâlı mü’min” oluyor. Lâkin
tûfan her yeri kuşatmış olduğu için yapılan mücâdele somut bir fayda vermiyor
ve gün geçtikçe umutlar zayıflıyor ve suya düşüyor. Sonuçta mücâhitler azalıyor,
mücâhitlikten müteahhitliğe dönüyorlar ve tûfânın dalgaları arasına
bırakıyorlar kendilerini. Zîrâ Kur’ân ve Sünnet Gemisi’ne binmenin ve o gemide
olmanın bedelini göze alamıyorlar. O geminin kurtuluşa götüreceğinden emin
olamadılar ve modernizm tûfânını “kurtuluş gemisi” sandılar.
İşin en acı tarafı, bu
küresel modernite tûfânında o gemiyi yapmaya kalkacak bir ehliyete, liyâkate,
dirâyete ve cesârete sâhip değiliz. Modern gemilerde “yalancı esintiler”
eşliğinde gitmek daha çok hoşumuza gidiyor. Mevcuda iknâ oluyoruz. Tâ ki bir fırtınaya
yakalanana kadar. İşte o anda aklımız başımıza geliyor:
“Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dîni
yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarıp-yakarırlar
(duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir
kısmı orta yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası
inkâr etmez” (Lokmân 32).
“Onlar gemiye bindikleri zaman, dîni yalnızca
O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama
onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar” (Ankebût 65).
Karaya çıkınca çok geçmeden
tekrar sapma başlıyor. Çünkü insan acı azâbı görmeden îman etmez:
“Mûsâ dedi ki: Rabbimiz,
şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünyâ-hayâtında bir çekicilik
(güç, ihtişâm) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için
(mi?). Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kâlblerinin üzerini
şiddetle bağla; onlar acı azâbı görecekleri zamâna kadar îman etmeyecekler” (Yûnus 88).
Bu modernite tûfânı böyle
giderse, yeryüzünde zamanla mü’minlerden hiç kimseyi bırakmayacağı gibi, kâfirlerden
de hiç kimseyi bırakmayacaktır.
Peki bu tûfan niçin ortaya çıkmıştır?.
Kur’ân ve Sünnet-merkezli îman, takvâ, ahlâk, düşünce-amel-eylem
pratikliği aksadığında ve insanların iç ve dış-âlemlerini şekillendirmede
etkisi azaldığında, ilâhî olanın yerine ortaya mutlakâ şeytânî ve beşerî olan
şeyler çıkar. Müslümanlar Me’mun zamânında felsefe, Selçuklular zamânında da
Moğol işgâline mâruz kalarak çok yıpransalar da kendilerini
toparlayabilmişlerdir. Ama Endülüs’ün yıkılışı ve Osmanlı’nın ilme yeterli
ilgiyi göster(e)memesi -çünkü Osmanlı’da Kitap ve Sünnet merkezlilik yoktu-,
sonunda batı’nın bâtıl ve beşer-merkezli yapılanması karşısında durgunlaşmış ve
geri kalmıştır. Bu geri kalış cehâleti, dolayısı ile küfrü-şirki ve adâletsizliği-zulmü
de yanında getirmiştir. Batı’nın çok muhteşem görülmesinin bir nedeni de,
aslında müslümanların çok durgunlaşmasıdır. İşte tüm bunlardan dolayı ve -sünnetullah
gereğince hayat boşluk kabûl etmeyeceği için-, boşalan ilâhî alanın yerini
beşerî ve tâğûtî alan doldurmuştur. Fakat bu alan tümden nefis-merkezli olduğu
için, insanlık târihinde görülmemiş oranda talep edilmiş ve desteklenmiştir.
Buna bir süre sonra müslümanlar da dâhil olmuştur. Nefisten aşırı destek gören
modernizm en nihâyet Nûh Tûfânı gibi bir tûfâna dönüşmüştür ve kuşattığı insanları
boğmaktadır. Öyle ki, câhil, kâfir, müşrik ve zâlimlerden tekini bile
bırakmayacaktır. Ondan sâdece bir avuç mü’min müstesnâdır. Fakat modernizm
tûfânının her yanı kuşatmasına baktığımızda, Allah’a hakkıyla kulluk eden o bir
gemicik insanın bulunacağı konusunda bile karamsarlığa düşmemek elde değildir.
Modernizm belki de, kıyâmeti celbeden ve kaçınılmaz kılan bir etkendir. Çünkü
insanlık târihinde bu derece bir sapma ve yoldan çıkma görülmemiştir. Modernizm
bir tûfâna dönmüştür ve kıyâmete dönmesi an meselesidir.
Evet; tuğyânın olduğu yerde mutlakâ tûfan da olur. Güncel
tûfan modernitedir. Modernite bir tûfan olmuş ve tüm Dünyâ’yı sarıp-kuşatmıştır.
Tüm Dünyâ’nın altını-üstüne getirmek üzeredir.
Dünyâ’yı ve insanlığı Allah’ın izniyle bu durumdan
kurtaracak, “bir gemicik de olsa” mü’minlere ihtiyaç vardır. Bu mü’minler
îcâbında mallarını ve canlarını (yâni her-şeylerini) Allah yoluna adamış insanlardan
oluşacaktır. Allah zâten bunu istemekte ve emretmektedir:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve
kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte
bunlardır” (Âl-i İmran 104).
Allah, insanlığı
cehâletten, şirkten, küfürden ve zulümden kurtaracak mü’minlerin olmasını ister
ve insanları her türlü tûfandan kurtaracak mü’minler tüm zamanlarda
bulunmuştur. Bu, Zerdüştlük’te bile böyledir. Zerdüşt’e göre din, “inanmak,
îtikat sâhibi olmak ve inandığı değerlerin ilkelerine uygun amel etmek” demektir.
O, dîne tâbi olanların doğru düşünce, iyi söz ve güzel davranışa sâhip olacaklarına
inanmaktadır. Bu durumda dîne inanan hem kendine hem de diğer insanlara faydalı
olacaktır. Dînî telkinlerine başladığı zaman Zerdüşt’ün temel hedefi, “insanları
kurtarmak ve Dünyâ’yı düzeltmek” olmuştur.
İslâm; cehâletin, küfrün,
şirkin ve dolayısıyla zulmün yâni bâtılın ortadan kalkması için bir müfredat
ortaya koymuştur. Buna göre ilk önce iç-âlemler vahiy ile temizlenecek ve iç-âlemlerini
temizleyenler dış-âlemi de temizlemeye başlayacaklardır. İç-âlemler ve sonra da
dış-âlemler temizlenmediğinde ortalığı pislik götürür. Hz. Nûh zamânında ortalık
küfür, şirk ve zulüm ile pislenince ve Hz. Nûh’un tüm tebliğ, dâvet ve
uyarıları göz-ardı edilince, tüm Dünyâ sulara gark olmuş ve küresel bir tûfan ve
“küresel bir temizlik” gerçekleşmiştir. Çünkü o anda “bir gemicik adam” vardır
ve onlar bâtıl toplumdan ayrılmışlar ve bâtıl toplumu karşılarına alma
cesâretini gösterebilmişlerdir. Modern zamanlarda da tevhidi bilen insanlar
olmasına rağmen Allah yolunda olmaya ve ölmeye adanmış insanlardan mahrumuz. Bu
durum Dünyâ’nın, hakkıyla yapılan tebliğ, dâvet ve uyarılardan mahrûm kalmasına
neden oluyor. Böyle olunca da ortalığı pislik götürüyor. Allah pisliğin su ile
temizlenmesi için bir talep, liyâkat ve adanmışlık görmeyince, “pisliğin pislik
ile temizlenmesi” yoluna gidiyor ve ortalığı “modernizm pisliği” sarıyor ve bu
pislik zamanla tüm Dünyâ’yı kuşatıp “tûfan” hâline geliyor. Böylece “… O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç
bir pislik kılar” (Yûnus 100) âyeti tezâhür ediyor. O pislik, “modernizm
pisliği”dir.
Modernite kendini “gelişmişliğin
en ileri ucu” olarak görmekte ve “benden sonrası tûfandır” demektedir. Aslında
tûfan başlamıştır bile. Çünkü modernizmin kendisi bir tûfandır ve gelişmişliğin
değil, “bâtılın en ileri ucu” durumundadır.
Modernite tûfan olmuş tüm
Dünyâ’yı boğmaktadır. Bu tûfandan kurtulmanın tek yolu, mü’minlerin, Allah’ın
gösterdiği yola baş koyarak ve kendilerini adayarak, tevhid gemisine, tevhid adasına
ve tevhid mağarasına sığınmaktır. Kurtuluş ancak böyle olur. Batmayacak olan
gemi Titanic değil, Kur’ân ve Sünnet Gemisi’dir. Modernite tûfânında
boğulmaktan kurtulmanın başka da bir yolu yoktur. Bilen varsa söylesin.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder