15 Ocak 2022 Cumartesi

Küresel Tûfan: Modernizm

 

Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feverân ettiği zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, âileni ve îman edenleri ona yükle’. Zâten onunla birlikte çok azından başkası îman etmemişti” (Hûd 40).

 

Nûh Kıssası’nın anlattığı şey, tûfânın büyüklüğü ve kapsama alanı değildir. Anlatılan şey, “1.000 seneden 50 yıl eksik” yâni 950 yıl boyunca bir Peygamber’in, toplumuna sürekli olarak çeşitli şekillerde tebliğde bulunarak onları İslâm’a dâvet etmesi, içinde bulundukları cehâlet ve şirk batağından kurtulmaları için onları yıllar boyunca uyarması, bu uğurda her yolu denemesi, fakat sonunda küçük bir azınlık dışında ona îman eden olmaması ve en sonunda da “sünnetullahın tezâhür etmesi”dir. Yâni bir tebliğ ve dâvet yolunda olan kararlılık, azim ve sebattır asıl konu. Anlatılan şey, dâvetin metodu, îman ve kararlılıktır. Yine; “Allah’a olan güven”dir. Zîrâ “karada” gemi yapılmaktadır. Zımnen; “Allah’a îman edip O’nun emrinin gereği olarak karada gemiyi yaparsanız, Allah suyu ayağınıza getirir” denmek isteniyor. Îmânın ve görevin hakkını vermekten bahsediyor kıssa. Bu tûfândan alınacak ana-ders herhâlde şudur: “Nûh tûfânı, alt-yapı eksikliğinden dolayı olmadı” ve “îman ve güven varsa korkmayın, Allah sizinledir”.

 

Tâğutların hüküm sürdüğü yâni “tuğyân” olan her-yerde aslında bir “tûfân” da var demektir ve orada hâli-hazırda “tandır” kaynamaktadır. Bu nedenle tuğyânın sonu hem Dünyâ’da hem de âhirette “acı azap”tır

 

Târihte meydana getirdiği keskin değişim-dönüşüm açısından modernizm süreci Nûh Tûfânı’na benzetilebilir. Nasıl ki Tûfan yeryüzünden her-şeyi silip-süpürdü ve sonrasında tüm insanlık için yeni bir dönem doğduysa, benzer şekilde modernizm de her-şeyi silip-süpürmekte ve Dünyâ’yı “modernizm tûfânı” kuşatmaktadır. Tabi Nûh Tufânı’nın sonuçları olumlu, modernizm tufânının sonuçları olumsuz olmuştur-olmaktadır. Bu tûfandan kurtulacak olanlar sâdece “bir gemicik insan” olacağa benzemektedir. Zîrâ “modernizm tûfanı” tüm Dünyâ’yı sarıp kuşatmış ve küreselleşmiş durumdadır. Artık bu tûfânın uğramadığı yer ve kişi kalmamıştır. Gemi’ye binip kurtulacak olanlar elbette bu “tûfâna karşı dik duranlar ve  mücâdele edenler” olacaktır. Bu tûfâna su taşıyanlar ve tüm Dünyâ’ya yayılması için uğraşanlar ise en sonunda hem Dünyâ’da modernizm tûfânında hem de cehennemde “ateş tûfânı”nda boğulacaklardır. Zîrâ varlığın yegâne sâhibi olan Allah’ın hem dîni hem de mülkü modernizm tufânı tarafından kuşatılmakta ve dîne, tevhide ve adâlete alan bırakmayarak küfrü, şirki ve zulmü sürdürmektedir.       

 

“(Elçiler) dediler ki: ‘Ey Lût!; biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında âilenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiç-biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat karın başka. Çünkü onlara isâbet edecek olan (azap), ona da isâbet edecektir. Onlara vaâdolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?. Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık” (Hûd 81-82).

 

Hz. Lût, sabah erkenden, azâba uğrayacak olan kavminden ve o bölgeden ayrılarak ve uzaklaşarak o acı azaptan kurtulmuştur. Fakat Hz. Nûh’a gelince iş değişmiş, ona; “bırak o kavmi, sana inananlarla birlikte ayrıl o bölgeden de şuraya git” gibi bir şey denmemiştir. Zîrâ gelecek azap tüm Dünyâ’yı kapsayacaktır ve bu nedenle gidilecek bir yer yoktur. Yürüyerek ve bineklerle gidilebilecek kuru-kara bir yer olmayacaktır. Dolayısı ile Allah o’na azaptan önce hem “imtihan” için hem de “kurtuluş” için bir gemi yapmasını söyler ve azap sırasında da gemiye binmesini ister. Çünkü başka alternatif yoktur. Yürüyerek yada bineklerle gidiverecek bir yer yoktur, olmayacaktır. Sular gökten ve yerden fışkırmış ve tüm yeryüzü sular altında kalmıştır. Sâdece “gemiyle” kurtuluş söz-konusudur. Allah şimdi de bir peygamber gönderseydi, bize “modernizm tûfânı”ndan herhâlde bir gemiye yada hava-taşıtına binerek kurtulmamızı emrederdi. Fakat buna gerek yoktur. Zîrâ “Kur’ân ve Sünnet Gemisi” elimizdedir. Kur’ân ve Sünnet gemisine binerek kurtulmaktan başka çâremiz yoktur. “Gemi”den başka bir seçeneğin olmaması, yeryüzünde, “uzaklaşıp gidilecek kara-kuru bir yerin olmaması”ndan dolayıdır. Çünkü modernizm tûfânının ulaşmadığı yer kalmamıştır. Yâni tûfan her yeri sarmıştır. Bir mağaralık da olsa yer yoktur. O hâlde bize de bir “gemi” lâzımdır. O gemi “Kur’ân ve Sünnet gemisi”dir. Kur’ân ile projesi çizilmiş ve Sünnet ile îmâl edilmiş bir gemi. O “kurtuluş gemisi”ni tüm zamanlarda ve mekânlarda yapmak mümkündür. Zâten Hz. Nûh da böyle yapmış ve gemiyi îmâl etmişti.

 

Dünyâ’da sosyoloji temelli küresel bir tûfan vardır. Bu tûfân tüm Dünyâ’yı sarmış durumda ve kaçacak bir yer yok. Sosyolojik sapma, yanında mutlakâ ekonomik, siyâsî ve ahlâkî sapmaları da getirir ve getirmiştir. Modernite küresel bir tûfâna dönmüştür. Tüm Dünyâ’yı sarmıştır ve sığınacak bir yer kalmamıştır. Tûfânın içindeyken tûfânın etkisinden kurtulmak mümkün değildir. Zîrâ tûfânın dalgaları dağlar gibidir ve tûfan olmayan yoktur. Vahyi kılavuz etmiş olanlar, kurtuluş için oğullarını ve kızlarını Kur’ân ve Sünnet Gemisi’ne çağırmasına rağmen gelmemekte ve “dağlara-tepelere sığınmakla” kurtulacaklarını sanmaktadırlar. Tâ ki, tûfânın dalgaları araya girene ve onları boğana kadar.

 

Modernizm olarak görünen küresel tûfân, tüm Dünyâ’ya yayılmış durumdadır ve tüm Dünyâ’yı boğmaktadır. Müslümanlar da İslâm’dan koparak tufâna gark olmaktadırlar. Bu tûfândan kurtulmanın tek yolu İslâm’dır. Zâten tûfan bir tek İslâm’ı etkileyememektedir. İslâm’a olan düşmanlığın temelinde bu vardır. Zîrâ İslâm, tûfân karşısında “kurtuluş gemisi”dir. Celaleddin Vatandaş, bu yayılma ve kurtuluş hakkında şunları söyler:

 

“Batı, küreselleşme adı altında hegemonyasını tüm Dünyâ’ya zor ve iknâ araçlarıyla dayattı, dayatıyor. Geleneksel kültürler, dinler ya yok oldular yada asimilasyona uğradılar. Modem kültür karşısında asimile olan geleneksel kültürler ve dinler ‘kendisi’ olmaktan uzaklaştığı gibi ‘öteki’ de olamadı ve melezleşip yozlaştılar. Artık ismen varlar ama cisimleri ve işlevleriyle târihin sayfalarındaki yerlerini çoktan almış durumdalar. Târihin derinliklerinden çıkıp tekrar hayâtın içinde yerlerini alırlar mı bilinmez; fakat imkânsız denecek kadar zor olduğu da kesin. Çünkü temel kodlarını kaybettiler; modernite seli her-şeylerini silip-süpürdü; artık ilke ve sınırlarını belirleyemiyorlar. Ve tüm bunlar gerçekleşirken dimdik ayakta kalan sâdece İslâm oldu. Süreç içerisinde yıpranması veyâ zayıflaması söz-konusu olmadığı gibi, hattâ daha da yalın ve dinamik hâle geldi. Ayakta durmakla kalmadı, insanlığa ebedî saadet rehberliğinin gereğine uygun mesajları daha diri bir şekilde vermeye başladı. Modernite selinde insanlık için gerçek tek sığınağın sâdece kendisi olduğunu her geçen günle birlikte biraz daha güçlü şekilde ortaya koydu. ‘Modernite kralının’ çıplaklığını her fırsatta gözler önüne serdi ve sermeye devâm ediyor. Modernite seli bir türlü İslâm’ı silip-süpüremedi. Her yeni günle birlikte, aldatıcı deccallığının İslâm tarafından biraz daha açığa çıkarıldığını fark ediyor. Batı işte bunu kabûl edemiyor, fakat rakibinden kurtulma yolunda bir şey de yapamıyor. Sorgulanamaz bir irâde ve güce erişmesinin önündeki engelin, gerçekleştirdiklerinin içyüzünü açığa vurup hakîkati insanlığa sunma potansiyeline sâhip tek referansın, büyüsü bozulan Dünyâ’nın tekrar büyüsünü inşâ edebilecek gücün İslâm olduğunu biliyor. Çünkü İslâm’ı çoğu müslümandan daha doğru ve ayrıntılı biliyor. Üstelik müslümanların tüm edilgenliklerine, dağınıklıklarına, düşünce karmaşalarına rağmen, İslâm’ın her geçen gün insanlığın daha fazla umûdu hâline geldiğini korku dolu gözlerle seyretmek zorunda kalıyor”.

 

Tûfânın su ile olması mı yoksa ideolojiyle ve beşerî sistemlerle olması mı daha kötüdür?. İkisi de kötüdür. Fakat su ile olan tûfanda en azından bir gemicik de olsa insan Allah yolunda olabiliyor ve dîni yaşamak için kendine bir zaman sonra da olsa kara-kuru bir alan bulabiliyor. Fakat sosyolojik küresel tûfanda İslâm’ı yaşayacak bir alan olmadığı gibi, her-şeyden vazgeçerek gemiye binecek adam bulmak da çok zor. Modernizm tûfânının içinde İslâm’ın hayâta hâkim olması da mümkün değil yada çok zor. O yüzden mü’minlere sâdece bu tûfan ile mücâdele etmek kalıyor. En iyi mücâdele edenler “en iyi ve en takvâlı mü’min” oluyor. Lâkin tûfan her yeri kuşatmış olduğu için yapılan mücâdele somut bir fayda vermiyor ve gün geçtikçe umutlar zayıflıyor ve suya düşüyor. Sonuçta mücâhitler azalıyor, mücâhitlikten müteahhitliğe dönüyorlar ve tûfânın dalgaları arasına bırakıyorlar kendilerini. Zîrâ Kur’ân ve Sünnet Gemisi’ne binmenin ve o gemide olmanın bedelini göze alamıyorlar. O geminin kurtuluşa götüreceğinden emin olamadılar ve modernizm tûfânını “kurtuluş gemisi” sandılar.

 

İşin en acı tarafı, bu küresel modernite tûfânında o gemiyi yapmaya kalkacak bir ehliyete, liyâkate, dirâyete ve cesârete sâhip değiliz. Modern gemilerde “yalancı esintiler” eşliğinde gitmek daha çok hoşumuza gidiyor. Mevcuda iknâ oluyoruz. Tâ ki bir fırtınaya yakalanana kadar. İşte o anda aklımız başımıza geliyor:

 

  “Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dîni yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarıp-yakarırlar (duâ ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim âyetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkâr etmez” (Lokmân 32).

 

 “Onlar gemiye bindikleri zaman, dîni yalnızca O’na hâlis kılan gönülden bağlılar olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar” (Ankebût 65).

 

Karaya çıkınca çok geçmeden tekrar sapma başlıyor. Çünkü insan acı azâbı görmeden îman etmez:

 

“Mûsâ dedi ki: Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünyâ-hayâtında bir çekicilik (güç, ihtişâm) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?). Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kâlblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azâbı görecekleri zamâna kadar îman etmeyecekler” (Yûnus 88).

 

Bu modernite tûfânı böyle giderse, yeryüzünde zamanla mü’minlerden hiç kimseyi bırakmayacağı gibi, kâfirlerden de hiç kimseyi bırakmayacaktır.

 

Peki bu tûfan niçin ortaya çıkmıştır?.

 

Kur’ân ve Sünnet-merkezli îman, takvâ, ahlâk, düşünce-amel-eylem pratikliği aksadığında ve insanların iç ve dış-âlemlerini şekillendirmede etkisi azaldığında, ilâhî olanın yerine ortaya mutlakâ şeytânî ve beşerî olan şeyler çıkar. Müslümanlar Me’mun zamânında felsefe, Selçuklular zamânında da Moğol işgâline mâruz kalarak çok yıpransalar da kendilerini toparlayabilmişlerdir. Ama Endülüs’ün yıkılışı ve Osmanlı’nın ilme yeterli ilgiyi göster(e)memesi -çünkü Osmanlı’da Kitap ve Sünnet merkezlilik yoktu-, sonunda batı’nın bâtıl ve beşer-merkezli yapılanması karşısında durgunlaşmış ve geri kalmıştır. Bu geri kalış cehâleti, dolayısı ile küfrü-şirki ve adâletsizliği-zulmü de yanında getirmiştir. Batı’nın çok muhteşem görülmesinin bir nedeni de, aslında müslümanların çok durgunlaşmasıdır. İşte tüm bunlardan dolayı ve -sünnetullah gereğince hayat boşluk kabûl etmeyeceği için-, boşalan ilâhî alanın yerini beşerî ve tâğûtî alan doldurmuştur. Fakat bu alan tümden nefis-merkezli olduğu için, insanlık târihinde görülmemiş oranda talep edilmiş ve desteklenmiştir. Buna bir süre sonra müslümanlar da dâhil olmuştur. Nefisten aşırı destek gören modernizm en nihâyet Nûh Tûfânı gibi bir tûfâna dönüşmüştür ve kuşattığı insanları boğmaktadır. Öyle ki, câhil, kâfir, müşrik ve zâlimlerden tekini bile bırakmayacaktır. Ondan sâdece bir avuç mü’min müstesnâdır. Fakat modernizm tûfânının her yanı kuşatmasına baktığımızda, Allah’a hakkıyla kulluk eden o bir gemicik insanın bulunacağı konusunda bile karamsarlığa düşmemek elde değildir. Modernizm belki de, kıyâmeti celbeden ve kaçınılmaz kılan bir etkendir. Çünkü insanlık târihinde bu derece bir sapma ve yoldan çıkma görülmemiştir. Modernizm bir tûfâna dönmüştür ve kıyâmete dönmesi an meselesidir. 

 

Evet; tuğyânın olduğu yerde mutlakâ tûfan da olur. Güncel tûfan modernitedir. Modernite bir tûfan olmuş ve tüm Dünyâ’yı sarıp-kuşatmıştır. Tüm Dünyâ’nın altını-üstüne getirmek üzeredir.

 

Dünyâ’yı ve insanlığı Allah’ın izniyle bu durumdan kurtaracak, “bir gemicik de olsa” mü’minlere ihtiyaç vardır. Bu mü’minler îcâbında mallarını ve canlarını (yâni her-şeylerini) Allah yoluna adamış insanlardan oluşacaktır. Allah zâten bunu istemekte ve emretmektedir:

 

“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104).

 

 Allah, insanlığı cehâletten, şirkten, küfürden ve zulümden kurtaracak mü’minlerin olmasını ister ve insanları her türlü tûfandan kurtaracak mü’minler tüm zamanlarda bulunmuştur. Bu, Zerdüştlük’te bile böyledir. Zerdüşt’e göre din, “inanmak, îtikat sâhibi olmak ve inandığı değerlerin ilkelerine uygun amel etmek” demektir. O, dîne tâbi olanların doğru düşünce, iyi söz ve güzel davranışa sâhip olacaklarına inanmaktadır. Bu durumda dîne inanan hem kendine hem de diğer insanlara faydalı olacaktır. Dînî telkinlerine başladığı zaman Zerdüşt’ün temel hedefi, “insanları kurtarmak ve Dünyâ’yı düzeltmek” olmuştur.

 

İslâm; cehâletin, küfrün, şirkin ve dolayısıyla zulmün yâni bâtılın ortadan kalkması için bir müfredat ortaya koymuştur. Buna göre ilk önce iç-âlemler vahiy ile temizlenecek ve iç-âlemlerini temizleyenler dış-âlemi de temizlemeye başlayacaklardır. İç-âlemler ve sonra da dış-âlemler temizlenmediğinde ortalığı pislik götürür. Hz. Nûh zamânında ortalık küfür, şirk ve zulüm ile pislenince ve Hz. Nûh’un tüm tebliğ, dâvet ve uyarıları göz-ardı edilince, tüm Dünyâ sulara gark olmuş ve küresel bir tûfan ve “küresel bir temizlik” gerçekleşmiştir. Çünkü o anda “bir gemicik adam” vardır ve onlar bâtıl toplumdan ayrılmışlar ve bâtıl toplumu karşılarına alma cesâretini gösterebilmişlerdir. Modern zamanlarda da tevhidi bilen insanlar olmasına rağmen Allah yolunda olmaya ve ölmeye adanmış insanlardan mahrumuz. Bu durum Dünyâ’nın, hakkıyla yapılan tebliğ, dâvet ve uyarılardan mahrûm kalmasına neden oluyor. Böyle olunca da ortalığı pislik götürüyor. Allah pisliğin su ile temizlenmesi için bir talep, liyâkat ve adanmışlık görmeyince, “pisliğin pislik ile temizlenmesi” yoluna gidiyor ve ortalığı “modernizm pisliği” sarıyor ve bu pislik zamanla tüm Dünyâ’yı kuşatıp “tûfan” hâline geliyor. Böylece “… O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100) âyeti tezâhür ediyor. O pislik, “modernizm pisliği”dir.

 

Modernite kendini “gelişmişliğin en ileri ucu” olarak görmekte ve “benden sonrası tûfandır” demektedir. Aslında tûfan başlamıştır bile. Çünkü modernizmin kendisi bir tûfandır ve gelişmişliğin değil, “bâtılın en ileri ucu” durumundadır.

 

Modernite tûfan olmuş tüm Dünyâ’yı boğmaktadır. Bu tûfandan kurtulmanın tek yolu, mü’minlerin, Allah’ın gösterdiği yola baş koyarak ve kendilerini adayarak, tevhid gemisine, tevhid adasına ve tevhid mağarasına sığınmaktır. Kurtuluş ancak böyle olur. Batmayacak olan gemi Titanic değil, Kur’ân ve Sünnet Gemisi’dir. Modernite tûfânında boğulmaktan kurtulmanın başka da bir yolu yoktur. Bilen varsa söylesin.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2019

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder