30 Ocak 2022 Pazar

Dînin Dili

 

“İşte böylece biz onu (Kur’ân’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların hevâ(istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir yardımcı-dost, ne bir koruyucu vardır” (Ra’d 37).

 

Sürekli olarak söylenen; “Kur’ân’ın dilini günümüze göre değiştirmeliyiz” sözüyle Kur’ân’ı günümüzün yâni modernitenin nesnesi yapmaya kalkıyorlar. Vahyin dilini niçin günümüze göre değiştirmeliyiz?: Çünkü günümüz zaman ve mekânı vahiy-merkezli olmayan bir şekilde değişmiştir ve bu değişim kendine has bir dil de ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan bu dil vahyin dili ile uyuşmuyor. Uyuşmayınca da uyacak hâle getirilmesi isteniyor. Peki böyle yapıldığında ne olur?. Aynen günümüzde olan şey olur. Vahyin dilini günümüze uyarlayacağız diye dînin dili bambaşka bir hâle getirildi. Öyle ki Kur’ân’ın söylediklerinden, 1.400 yıl önce Peygamberimiz ve sahabenin anladığından çok farklı bir şey anlamaya başladık. Din-dilinin değişmesinden amaç bu mudur yâni?. 

 

Din-dilini neye göre değiştireceğiz?. Neye uyarlayacağız?. Klâsik dilin değişmesi söylendiğine göre demek ki dil moderniteye uyarlanacaktır. Meselâ Cumhûriyet ile birlikte Türkçe’den 60.000 kelime atıldı ve Türkçe’ye de Frenk dillerinden 15.000  kelime eklendi. Böylece Türkçe özünden uzaklaştı, modernleşti. Sonuçta, aslında “Türkçe” olan Kur’ân dili anlaşılmamaya başlandı. İşte bu nedenle de Türkçe meâllerin sayısı 300’leri geçmesine rağmen yine de anlamama sorunu devâm ediyor. Bir türlü modern insana uygun bir meâl yapılamıyor. Dile ne kadar takla attırırsanız attırın, değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü değişmesi gereken şey dil değil, nefislerdir. Nefisler değişmedikçe dili uzaydan da getirseniz bir şey değişmez.

 

İnsanların nefisleri değişti-değişiyor. Modern insanın nefsi ise târihte hiç olmadığı kadar değişti ve dönüştü. Artık ona ne deseniz kâr etmiyor. Zîrâ kışkırtıldıkça kışkırtıldı. Nefisler artık dizginlenemiyor. Bunu hangi dille ve ne tür bir dil-üslup kullanarak yaparsanız-yapın yine de bir yarârı olmuyor. Buna rağmen dînin dilini değiştirmekte yine de ısrar ederseniz din-dilini nefislere uyarlamış olursunuz. Böylece dîni de nefsîleştirmiş olursunuz. Yada bu uğurda boşuna yorulmuş olursunuz. Çünkü dînin dilini değiştirmek bir şeyi olumlu yönde değiştirmez. Şu da var ki, vahiy “korunmuş” olduğundan dolayı onu aslâ nefse uyarlayamazsınız. O kendi orijinâl diline sâhip çıkar ve rûhunu kaybetmez. Değişen şey ancak yeni ve modern yorumlar olabilir ki zâten dînin dilinin yenilenmek istenmesi, moderniteye daha kolay uyarlayabilmek içindir.  

 

Biz bu değişimden şimdi yâni modern zamanlarda bahsediyoruz. Peki Peygamberimiz’in vefâtından sonra, meselâ 632 ile 1.200’lü yıllar arasında da farklı bir dile ihtiyâcın olduğu bir durum olmuş mudur?. Din-dilinin değişmesi konusu eski zamanlarda da gündem olmuş mudur?. Elbette hayır!. Doğal durumda ve doğanın ve de insanın normâl değişimde dilin değişimine gerek yoktur. Yada en azından bu değişim, insanların farkına varmayacakları şekilde çok yavaş olur. Hızlı değişimi bize zorlayan şey ise modernite ve onun kışkırttığı nefislerdir.

 

Modernitenin dili ile dînin dili birbirine aykırı ise, modernitenin soruları din-dili ile hâlledemiyorsa, o zaman değişmesi gereken şey din yada din-dili değil, modernitenin dili yada modernitenin kendisidir. Niçin her zaman dînin değişmesinden söz ediliyor?. Değişim niçin sâdece dinde oluyor-olacak?. Niçin tâviz vermesi istenen hep din oluyor?. Mevcut zaman dinden üstün müdür ki?. Klâsik dil, modern dilden daha mı kötüdür?. Klâsik din-dilini anlamayanlar ve bunu sorun edenler mevcut modern dillerini değiştirsinler ve dînin diline âşinâ olmaya çalışsınlar. Niçin din modern dile uymak zorunda olsun ki?.

 

Modernite karşısında ezikliği, kuşatmayı ve baskıyı iliklerinde hissedenler sürekli olarak din-dilini değiştirmekten söz ediyorlar. Bir şeyin dilini değiştirmek o şeyin kendisini değiştirmek demektir. Bu ilk başta öyle gözükmese de dili değiştirince zamanla başka bir dinden bahsetmeye başlarsınız ki modern müslümanların bahsettiği ve kullandığı, amel-eylemden kopuk, peygambersiz din ve din-dili buna örnektir.

 

Kâinatta, Dünyâ’da ve doğal işleyişte ne değişiyor?. Hiç-bir şey. Kâinatta bir uygunsuzluğun ve düzensizliğin olmamasının nedeni budur. Kâinatta bir ilerleme yoktur ve muhteşem ve kusursuz bir döngü vardır. Muhteşem ve hiç-bir düzensizlik göstermeyen döngü. Bu döngü sâdece insanlar arasında bozuluyor ve farklılaşıyor. Yeni bir yörünge çiziliyor ve o yörüngeden gidilmeye başlanıyor. Fakat bu yörünge eğer doğal bir yörünge değilse din ile bir zıtlaşma ve farklılaşma başlıyor. İşte tam da bu noktada dînin ve din-dilinin değişmesi ihtiyâcı açığa çıkıyor. Yâni aslında bu Allah’ın bir emri ve isteği olmadığı gibi, doğal, normâl ve fıtrî de değildir. Sünnetullah bunu zorlamaz ki!. Bu bir fitne durumudur, bir sapmanın sonucudur. Modernite dinlerin ve dilin değişmesini zorluyor. Bu değişim nefsin lehine olan bir değişim oluyor. Dîn yeni bir dille anlatıldığında karşıdaki kişi bunu bir tâviz olarak görüyor ve nefse yönelik şeyleri daha rahat ve kolay bir şekilde yapmaya başlıyor. Zîrâ modernite “nefsin kışkırtılması uygarlığı”dır. Nefsi kışkırtmayı engelleyen her-şey aykırı, ilkel ve yozlaşmış kabûl ediliyor ve de değişmesi isteniyor. Bu bağlamda nefse en çok engel olan dînin ve din-dilinin değişmesi gerektiği söyleniyor.

 

Dînin değişmesini istemek ve zorlamak sağlam bir dirençle karşılaştığı için, bu değişimin, dînin dilini değiştirmekle olacağı sanılıyor. Böylece moderniteye meftûn ve râm olanlar ve sisteme göbekten bağlı olanlar dînin değişmesini mâkûl görebiliyorlar. Bu değişimin de din-dilinin değişmesiyle olacağını düşünerek başlıyorlar yeni şeyler söylemeye. Yeni şeyler söylene-söylene başka bir din ortaya çıkıyor ve artık nefse uygun olan yeni din ile hakîki din arasında da bir çelişki ortaya çıkmaya başlıyor. Bu çelişki moderniteye uygun olan yeni din lehine desteklenince hakîki din ve dînin dili kötü görülmeye ve mevcut sorunların kaynağı olarak görülmeye başlıyor.

 

Îmanlarını ve amellerini düzelt(e)meyenler din-dili üzerinden dîni değiştirmeye kalkıyorlar.

 

Tabi din diye din-dışı bâtıl inançların dilini kullananlar da vardır ki onlar zâten dînin yâni İslâm’ın dilini kullanmamaktadırlar. Nasıl ki modernitenin dilini kullananlar insanları bu dille sapkınlığa itiyorlarsa, bâtıl inançların ve hurâfenin dili de insanları sapıklığa yönlendiriyor. Zâten modernler din-dilini bu sapkınlar yüzünden değiştirmek istiyor gözüküyorlar. Fakat onlar da İslâm’a yabancı olan bir dile yöneliyorlar.

 

Dînin dili Kur’ân’ın ve Peygamber’in dili ve mantığıdır ki bu dil tam da doğala, normâle ve fıtrata uygun olan bir dildir. Bu dilin rûhu hiç-bir zaman değişmez ve farklı dillerde bile yine bu dil rûhuyla birlikte o dile taşınır. Çünkü bu dil fitne ve fesad üretmez. Zîrâ Allah’tan geldiği için doğaya ve fıtrata uygundur.

 

Din ve dînin dili hiç kimsenin hatırına ve çıkarına göre değiştirilemez. Hele ki modernitenin nefs-merkezli arzularına, plânlarına ve projelerine uygun olarak değiştirilmesi, “dînin değiştirilmesi” anlamına geleceği için değiştirilmesi söz-konusu bile olmaz. Dîn-dilinin değiştirilmesi “dînin değiştirilmesi” olacağı için, din-dilinin değiştirilmesi teklif dâhi edilemez.

 

Eğer dînin dili yeni nesle uymuyorsa, o-hâlde dînin dilini değil, yeni neslin dilini değiştirmek gerekir. Zîrâ din yeni nesle değil, yeni nesil dîne uyacak yada uymayacaktır. Yeni neslin sapkınlığına dînin dilini uydurma düşüncesi ve gayreti, “dîni yeni nesle kurbân etmek” anlamına gelir. Din, dil dâhil her-şeyi değiştirmek için gelmiştir, yoksa her-şey ve herkes tarafından ama özellikle de -dîne uyum sağlaması zinhar mümkün olmayan- modernite tarafından belirlenmek için gelmemiştir. Bizim modern gençlik, dînin dilini beğenmiyor diye dînin o kendine-has rûhî-mânevî ve derinlikli dilini niye değiştirelim yada güncelleyelim ki!. Haa, derseniz “dînin dilini o kendi has rûhuna döndürelim” tamam eyvallah. Tabî ki bunu yapmak gerekir ve dînin o zihinlere ve kâlplere hitâp ederek hem iç-âlemleri hem de dış-âlemi değiştirip hayâtın her alanına hâkim olacak dilini yeniden ortaya koymalıyız. Fakat dînin dilini, gençlerin yada dibine kadar modernleşmiş birilerinin hoşuna gitmiyor diye değiştirmek düşüncesi bâtıldır. Dînin dilini; moderniteye, zamâna, mekâna, çağa, sapkın mevcut sisteme, beşerî ideolojilere, bâtıl düşüncelere ve mevcut paradigmaya uymuyor diye değiştirmek ve güncellemek istemek, “dîni mevcudun nesnesi yapmak” anlamına gelir ki bu, dîne yapılan bir zulüm ve ihânetten başka bir şey olmaz.

 

Bir toplumun, kültürün, dînin ve medeniyetin değişimi, dilinin değişmesiyle başlıyor. Modernizm bir dil değişimi (filoloji) ile başladı. Çünkü dil üzerinde çalışmak yorum yapmayı gerekli kılar. Yorum merkeze alınır ve aşırı yorum sonunda oluşan zihniyetle dil de, kültür de, insan da değişmeye başlar. Dîni değiştirmek de dînin diline değiştirmekle başlar. Dînin dili dil üzerinde yapılan yorum ve aşırı yorumlarla ve sonunda da eleştiriyle başlar. Oysa hak din eleştirilebilir değildir. Dînin dilini değiştirmek için din merkezden çıkarılıp yerine başka bir kaynak konur ve o kaynak üzerinden din eleştirisi başlar. Bu eleştirisi çoğaldıkça dînin dili ve zamanla da reform isteği ile birlikte dînin kendisi değişir. Modernizm, greko-romen uygarlığı merkeze alarak dîni eleştirmek ve dilini değiştirmekle başlamıştır. Din-dilinin değişimiyle birlikte insanlar artık merkeze dîni değil, temel kaynak olarak belirlediği ve benimsediği din-dışı şeyleri alır. Bir tepki ile karşılaşmadığında merkeze alınan şey dîni de kapsamına alır.  

 

Sözler iki yolla karşıdaki insana geçer. 1- Dilden dile. 2- Kâlpten kâlbe. Bir söz, insanın neresinden çıkarsa, karşıdaki insanın da orasına gider. Hakîkati sâdece bilmek yetmez, onu dile getirmek de şarttır. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Fakat doğruyu, hakkı ve hakîkati tatlı dilden ziyâde öfke daha iyi dile getirir. İki kere ikinin dört olduğunu sert bir şekilde söylersiniz meselâ. Kur’ân sürekli doğruları ifâde ettiği için dili serttir. Hakîkati sert sözlerle söylemek onun hakîkat olduğunu değiştirmez. Fakat hakîkatin têsir etmesi için onu güzel bir dille söylemek gerekir. Müslümanların ana-sorunu, İslâm’ın ne olup-olmadığını net bir şekilde dile getir(e)memeleridir.

 

Hayvanın, taşın-toprağın, suyun vs. bir dili vardır. Bitkilerin dilini botanikçi, taşın dilini jeolog anlar. İşte Hz. Süleyman da karınca ve kuş-dilini, hayvan-dilini bu şekilde biliyordu. Her meslek erbâbı, mesleğinin dilini iyi bilir.

 

Birileri de Peygamber’i “dilsiz” zannediyor. Yâ bu Peygamber hiç ağzını açıp da bir laf etmedi mi?. Hiç durmadan sürekli konuşan bir Peygamber olmadığı gibi, hiç konuşmayan bir Peygamber de yoktur. Tüm peygamberler dînin diliyle konuşmuştur.

 

Kur’ân, Peygamberimiz’e gelene kadar “el” ve “dil” değmeden hazırlanmıştır. Çünkü Kur’ân’ın edebî bir yanı olsa da Kur’ân bir dilbilgisi kitabı değildir. Kur’ân dili ile fazla uğraşıldığında, yâni kelimenin kökeni ve yapısı fazla araştırıldığında, kelime, bütünlüğünden koparıldığı için kelimenin ve sonuçta cümlenin anlamı değişiyor. Ortaya çıkan yeni anlam ise, “Kur’ân’ın asıl bilinmesi gereken gizli anlamı” zannediliyor.

 

Eğer Kur’ân’ı sâdece “yüzünden” okumak yetseydi, Kur’ân’ın Araplara arapça yâni anladıkları dilden gelmesine gerek olmazdı.

 

Eyleme dönmediğinde dile vurur. Müslümanlar, “dil”i (söz), “el”e (eylem) üstün tutuyorlar ve bu nedenle dînin dilini değiştirmek istiyorlar. Oysa değiştirmeleri gereken şey nefisleri ve davranışlarıdır. “Dil” ve “el” birliği olmadıkça samîmiyet ve ciddiyet ispatlanamaz.

 

Diller ile kâlpler ve sonra da eylemler arasındaki çelişki ortadan kalkmadıkça hiç-bir şeyin “iyi” olması mümkün değildir.

 

Dînin dili değiştirilip de dinsizlerin diline benzetilemez.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2020

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder