“İnsanların kendi
ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur
ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine
tattırmaktadır” (Rûm 41).
“Andolsun, biz sizi biraz
korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara 155).
İnsanlar en çok ve en kolay
bir şekilde ancak korku ile yönetilebilirler. Eğer insanları yeterli derecede
korkutmayı başarabilirseniz onlara istediğinizi yaptırabilirsiniz. Artık sizin
istediğiniz gibi düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve eylemde bulunurlar.
Korkunun en şiddetlisi ise ölüm korkusudur. İnsanoğlu yaşamak iç-güdüsüne sâhiptir
fakat bu güdü modernite ile birlikte kışkırtılmış ve çok abartılmıştır. Ölüm
hayâtın bir sonucu yada parçası olmasına rağmen modern insan tarafından bir trajedi
gibi görülmekte ve bu nedenle de modern insan ondan alabildiğine kaçıp uzaklaşmak
istemektedir. İşte şeytan ve onun uşakları olan küresel güçler bu korkuyu istedikleri
gibi kullanmak için normâl bir olayı köpürtmekte, korkuyu abartmakta ve
yaygınlaştırmaktadırlar. Bunu yapmak eskiden çok zordu, çünkü belli bir sürede
herkese ulaşmak mümkün değildi. Şimdi ise medya, internet, televizyon ve
çeşitli iletişim araçlarıyla insanlar haberdar edilmekte, doğru yada yalan bir
haberle yada olayla etkilenmekte, kandırılmakta ve dehşete düşürülmektedir.
Paniğe kapılan insan ise akla-mantığa sığmayacak, manyakça şeyleri bile yapar
hâle gelebilmektedir. Medya bir panik motoruna dönmüştür ve insanları sürekli
olarak paniğe düşürmekte ve korku hâlinde tutmaktadır. Böylece amacına çok daha
kolay ulaşabilmektedir.
Korona-virüs denilen şey,
aslında virüslerden bir virüs ve griplerden bir griptir. Korona ve Kovid-19 yeni
bir şey değil, yıllardır var ve diğer virüsler gibi her sene mutasyona uğruyor.
İnsanların bağışıklık sistemi de her yıl güçleniyor. Çünkü çeşitli mikrop,
bakteri ve virüslere bağışıklık kazanıyor. Dolayısıyla geçen yılki grip, insanın
bağışıklık sistemi tarafından tanınıyor ve bir sene sonra insanlar o virüsten daha
az etkileniyor. Kovid-19’un bu yılki mutasyonu, bağışıklık sisteminin ilk kez
karşılaştığı şekilde/biçimde olduğu için onunla tanışma ve onu yok etmek için
bir süreç gerekiyor. Yaşadığımız işte o süreçtir. Tabi bu seferki mutasyonla
ortaya çıkan Kovid-19 virüsünün “bulaşma oranı yüksek olan bir virüs” olduğu
görülüyor. Fakat etkisi aslında söylendiği ve şişirildiği kadar değil. Daha
fazla insana bulaşıyor ama çok sayıda insanı etkilemiyor. Yaptığı hastalık
şiddeti düşük olduğu gibi, aslında öldürme gücü de düşüktür. Medya ise bunu
sanki insanlık târihin gördüğü en ağır felâketmiş gibi gösteriyor ve insanları
paniğe sokuyor. Oysa istatistikler çok nettir ve göz atanlar için korkulacak
çok da fazla bir şeyin olmadığını söylemektedir.
Korona-virüsten kokmanın
derecesi, normâl bir gripten fazla olmamalıdır. Gripten ne kadar korkuluyorsa
korona-virüsten de o kadar korkulmalıdır. Tabi bu “korona-virüse kafa atmak”
anlamına gelmez. Yeteri kadar bir önlem ve tedbir alınmalıdır tabî ki. Fakat
bunu abartmamak gerekir. Zîrâ abartılacak kadar etkili bir virüs değildir.
Hattâ meselâ domuz gribi korona-virüsten daha beterdir. Çok daha ağır seyreder
ve insanı mutlakâ yatağa düşürür. Diğer gripler, üst-alt solunum yolları ve
zâtürre de korana-virüste görülen belirtileri yapıyor ve hattâ daha çok
zorluyor. Zâten ölümler de daha çok korona-virüsten dolayı değil, solunum-yolu
hastalıklarından dolayıdır. Eğer panik yapmayı bırakıp da biraz araştırıp
düşünürseniz, göreceksiniz ki aslında hiç-bir şey söylendiği kadar kötü
değildir ve yıllık olağan sayıdaki vâkâ, hastâneye yatma, solunum güçlükleri ve
ölümler görülmektedir. Bunu fark edenler korona-virüsün iyice şişirilmiş ve
patlamaya hazır bir balon olduğunu görebilirler.
Korona-virüs, aynen
influenza ve diğer solunum-yolu hastalıklarında olduğu gibi bâzı insanları çok
daha fazla etkiler ve hattâ ölüme kadar götürür. Bu durum sâdece korona-virüs
için geçerli değildir. Araştırmalara göre bâzı insanların hastalığı daha ağır
geçirmeleri ve hastalıktan vefât etmelerinin nedeninin “interferon gen
mutasyonu” olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda şunlar söylenir:
“İnterferonlar,
vücut hücreleri tarafından virüslerin çoğalmasını önlemek için enfeksiyonun
erken döneminde üretilen proteinlerdir. Virüs bir hücreye girip üremeye
başladığında hemen bir lokâl cevap başlatırlar ve hücrenin virüse saldırması
için protein üretirler. Bunlar, tabii öldürücü hücreler ve makrofajlar gibi
bağışıklık hücrelerini aktive ederler, MHC antijenlerinin ekspresyonunu
artırarak antijen sunumunun düzenlemesini artırırlar ve komşu hücreleri
enfeksiyonla mücâdeleye hazırlarlar. İnterferonlar, virüs enfeksiyonlarında çok
sık görülen ateş, kas ağrısı, hâlsizlik gibi belirtilerden de mesûldürler.
20’den fazla interferon geni ve proteini vardır ve tip I, tip II ve tip III
olarak sınıflandırılırlar. Bâzı kişilerin Kovid’i çok ağır geçirmesi ve
hayâtını kaybetmesinde bâzı interferon mutasyonların veyâ bağışıklık sistemi
kusurlarının rôlü olduğu gösterildi. İnterferonlar, mutasyon nedeniyle
antikorlar tarafından blôke edilince, interferon mutasyonu olanlar Kovid-19’u
daha ağır geçiriyor ve bir çoğu da vefât ediyor. Bu durum diğer virüsler için
de geçerlidir. Bâzı kişilerin gribi ağır geçirmesi ve pnömoniye (zatürre)
dönüşüp kişiyi öldürmesi bu nedenledir”.
Tabi interferon gen
mutasyonu bir kader değildir. Bu mutasyona neden olan şey, doğadan, doğaldan,
normâlden, fıtrattan kopmak ve yanlış bir beslenme ve hayat-tarzında yaşamanın
bir sonucudur. Elektro-manyetik alanlar çok zarar vermesine rağmen insanlar
bundan yine de vazgeçmiyor meselâ. İnsan, kendisine zarar verecek ne varsa
yapıyor ve sonuçta, aslında çok da zarar vermeden atlatabileceği bir hastalığı
ağır geçirmekte yada bu hastalıklar nedeniyle hayâtını kaybetmektedir.
Modern-bilim ve modern-tıp
ne diyorsa halk ona sanki kesin bir bilgiymiş gibi hemen inanıyor. Hiç-bir
şüphe duymuyor ve sorgulamıyor. Tabi sorgulayanlar da var. Onları istisnâ
ediyoruz.
Ortada bir “pandemi” değil “pandomim”
var.
Korona-virüs küresel bir
hipnozdur, kandırmacadır ve balondur. İnsanların bu kadar çok paniğe
kapılmalarına neden olan şey medya ve sürekli olarak yapılan ve birbirini
tutmayan açıklamalardır. Medya büyük bir kandırma aracına dönüşebilmektedir ve
bu vesîleyle bu çok net olarak görülmüştür. Çin’de insanların bir-anda yere
düşmesi, âni nöbetler geçirenler, ceset torbaları, kanlı görüntüler vs. bunları
zihnimize medya aracılığı ile kazıdılar. İnsanlar da herkesi medyada gördükleri
gibi zannetmeye başladı. Öyle ki insan boğazını temizlemeye çekinir hâle geldi
fişlenme korkusu ve “hasta değilsin değil mi?” diye sormamaları için. Çünkü bu durum,
küresel bir hipnotik seanstır ve bunu medyanın her yerinden sürekli olarak
göstererek insanları hipnotize etmektedirler. Tüm dünyâ insanları hipnoz edilmiş
durumdadır. Koronayla yatıyor, koronayla kalkıyorlar. Önlem olarak yapılanların
çoğu saçma-sapan şeylerdir. Durumdan haberi olmayan biri uzaydan bir yerlerden
insanlara baksa, “ne yapıyor bunlar” diye yaptıkları saçma-sapan hareketlerden
dolayı hayrete düşerdi herhâlde. Bu hipnozun içinde olanlar artık başka bir şey
düşünememekte, korkmakta, bu korkuyla yaşamakta ve böyle yaşamaya alıştırılmak
istenmektedir. İşin garibi, -sözde- salgının başladığı yer olan Vuhan Eyâleti’nden
çıkan virüs tüm Dünyâ’yı sarmasına rağmen Çin’in diğer eyâletlerinde virüsün
görülmemesidir. Çünkü bu bir tiyatrodur; korona tiyatrosu. Bu tiyatroda nice
korona-balonlar havalarda uçmaktadır.
Modern sistem, insanları
komutlarla yönetmeye başladı. Aldığı kararlar ve açıklamalarla insanları
yönetiyor ve yönlendiriyorlar. Amerikan Merkez Bankası FED nasıl ki bir fâiz karârıyla
tüm Dünyâ’yı etkiliyor ve insanlar da ona hiç sorgulamadan uyuyor ve
konumlanıyorlarsa, DSÖ yâni Dünyâ Sağlık
Örgütü de bir sözüyle tüm insanları etkiliyor ve insanlar DSÖ’yü de hiç
sorgulamıyor. Sorgulamayınca da geriye korkmak kalıyor. Bütün sorun buradadır.
Korona-virüsten korkmak bir
inanca dönüşmüştür. Öyle ki özellikle korona-virüsten çok korkanlar, korona-virüsten
korkmayanların yada korona-virüsü “griplerden bir grip” olarak görenlerin
koronaya yakalanmasını ve (ölmelerini istemeseler bile) korona-virüs tarafından
iyice bir hırpalanmasını istemektedirler. Böylece haklılıklarını(!) ispatlamış
olacakladır.
İnsanlarda paranoya hâline
gelmiş olan korona-virüs korkusu, insanların koro hâlinde dile getirdiği bir
gürültü olarak kalmaya devâm ettikçe bitmeyecektir ki zâten amaç da budur.
Korku, insana her türlü saçmalığı yaptırır. Öyle ki, herhangi bir şeyden korkan
insanlar, korktuğu şeyle karşılaştığında ve onu yaşadığında ve de aslında o şeyden
çok da korkmaya gerek olmadığını görüp anladığında bile yine de o şeyden
korkmaya devâm etmektedir. Birileri insanlara “korkulacak!” komutu vermiş ve
insanlar da korkmaya başlamıştır. Olan şey budur. Sistemi tek otorite olarak
görenler de komuta kayıtsız-şartsız ve sorgusuz-suâlsiz uymaktadırlar. Yoksa
korkunun seviyesi, normâl bir gribe yakalanma korkusu- ve çekincesinden öteye
gidecek bir korku ve çekince değildir. Zîrâ korona-virüs genelde, normâl bir
grip virüsü kadar bile insanları etkilememektedir. Solunum güçlüğüne ve zâtürreye
etkisi ise, sâdece korona-virüs değil, normâl grip virüsü de neden
olabilmektedir. Fakat bir-çok insan normâl influenza gribini ölmeden
atlatmaktadır.
Korona-virüs, kendisinden
korkanlara çok bulaşıyor. Köpek nasıl ki kendisinden korkanlara daha fazla saldırıyorsa,
korona-virüs de kendisinden korkanlara daha çok bulaşıyor. Çünkü aşırı korku
ile bağışıklık düşüyor ve vücûd korona-virüse ve diğer hastalıklara daha açık
hâle geliyor.
İnsanları sürekli olarak bir
şeylerden korkar hâle getirdiler. Bir şeylerden korkmadan yapamaz hâle
geldiler-getirildiler. Öyle ki insanlar korkacak şeyler aramaya başladılar.
Sonra da korktukları şeylere karşı aşırı bir gard alıyorlar. Oysa korkulması
gereken âlemlerin rabbi olan Allah iken, sakınılması gereken şey ise nefs ve
şeytandır. İnsanlar korona-virüsten Allah gibi korkmaya başladı. Oysa basit
önlemler yeterlidir.
İnsanlar artık maskesiz
dolaşamıyorlar ve maskeleri olmadığında pencereden bile bakmaya çekinenler var.
“Acaba havadan bir yerlerden virüs gelir de bulaşır mı?” diye. Önlerini
süpüre-süpüre temizleyen ve yürüyen Caynizm’in maskeli râhiplerine çevirdiler
herkesi.
İstatistiklere baktığımızda,
yapılan testlerde pozitif çıkan ve enfekte olanların %99,99’u hayatta kalmış,
iyileşmiş ve hayatlarına devâm ediyorlar. Aynen normâl gripte olduğu gibi. Aslında
bu oran diğer griplerden çok daha az. Hattâ 70 yaş üzerinde koronaya yakalananların
bile %95’i hayatta kalmış. Oysa bu yaş ve üstünde olup da normâl bir grip yada üst-alt
solunum yolu hastalığına yakalanıldığında, hayatlarını kaybedenlerin sayısı çok
daha fazla oluyor. Fakat sanki korona testi pozitif çıkan ve enfekte olanların
hepsi ölecek yada yoğun bakıma yatacak gibi bir inanç var. Hattâ testi pozitif
çıkanlara acıyarak ve üzülerek “eyvah!” deniyor. Sanki korona-virüse yakalanmak
ölmek demekmiş gibi.
Kânunlara taparcasına bağlı
olanlar ve aşırı kuralcı ahmak insanlar da bu balona üflüyor ve olayın
köpürtülmesine çanak tutuyorlar. Bu hipnozun ve tiyatronun ameleliğini yapıyorlar.
İnsanlık şişirilmiş -sözde- salgınlarla kontrôl altına alınmak ve kontrôl
altında tutulmak isteniyor. Çünkü küresel güçler insanları en kolay şekilde
korku ile denetim altına alabiliyor ve denetim altında tutabiliyor. “2.000
yılında îtibâren korkuyu kullanarak toplumları dizayn etme modeli geliştirildi.
Üzerimizde sürekli deneniyor” deniyor. Sürekli bir felâket tellallığı
yapılıyor. Belirsizlik ve korku, insanları sistemin kölesi hâline getiriyor.
PCR testleri güvenilir değildir
ve bir gün aralıkla yapılan iki testte, ilk sonuç negatif çıkarken ikincisi
pozitif çıkabiliyor. Elon Musk, aynı gün içerisinde dört defâ korona-virüs
testi yaptırdığını, bu testlerden ikisinin pozitif, ikisinin ise negatif
çıktığını söyledi. Oysa kişi o sırada başkalarıyla hiç temasta olmamış oluyor.
Bu testler normâl gripleri de gösteriyor olabilir ve aslında testi pozitif
çıkan kişilerde hangi hastalığın olduğu ayırt edilemiyor.
Şöyle bir ilginçlik de var
ki, korona çıkalı diğer gripler ve zâtürre, üst-alt solunum yolu hastalıkları
sayısı istatistiklerde azaldı. Normâl grip ve solunum yolu hastalıklarının sayıları
nedense belirgin şekilde azaldı. Peki niçin?. Çünkü onların yerini Kovid-19
aldı ve gribâl hastalıkların neredeyse hepsine Kovid-19 denilmeye başlandı. Kayıtlara
“korona-virüs” diye kaydedildi. Ölümlerin de aynı nedenden dolayı olduğu
söyleniyor. Kayıtlara ölüm-şeklinin korona-virüs olduğu yazıyor.
Dünyâ’da koronadan başka,
insanların tanımadığı binlerce hattâ milyonlarca virüs var ve bunlar her virüs
gibi sürekli olarak mutasyona uğruyor. Mehmet
Ceylan; “korona-virüs 50 binin üzerinde mutasyon geçirdi. Bu da demek oluyor ki
bu kadar mutasyon geçiren bir virüsün aşısı yapılamaz. Bugün izole ettiğimiz
virüs, yarın başka bir forma girer. Virüsün insanları ve Dünyâyı terk etme
ihtimâli yoktur” diyor. Bulaşıcı hastalık defterini kapatıldığı 1967’den
bugüne, hayvanlardan insanlara en az 50 tehlikeli virüs bulaştı. Son yüzyılda
yeni bulaşıcı hastalıkların sayısı dört kat arttı. Peki, virüslerle
yolumuzun bu kadar sık kesişmeye başlamasının nedeni nedir?.
Vahşi yaşam ve insan birbirine
yakınlaştıkça, virüs riski de artıyor. Bir diğer neden ise küreselleşme. Dünyâ’nın
ayrı uçları arasında 7/24 yapılan uçuşlar da bir salgını kolayca pandemiye-salgına
dönüştürebiliyor. Milyarlarca insanı besleyen endüstriyel gıdâ üretimi;
sığır, tavuk, domuz gibi besi hayvanlarının üretimindeki muazzam artış
da doğal bağışıklığımızın olmadığı virüslerin bize ulaşma ihtimâlinde
muazzam bir artış yaratıyor. Ama en önemli neden, gezegenin doğal yapısını
bozacak düzeydeki müdâhale kapasitemiz. Ormanlarda, özellikle de yağmur
ormanlarındaki hızlı tahribat, insanı tehlikeli virüslerle temâsa
geçiriyor. HIV, Ebola, Zika, sarı humma ve daha bir-çokları yağmur
ormanlarındaki canlılardan insanlara geçti.
Kevin
Olival, Malezya’nın Borneo Yağmur Ormanları’na gördüğü virüsler için “bu
virüsler yeni değil, sâdece onlardan yeni haberimiz oluyor” demişti. Öyle ya;
yarasalar, maymunlar, kemirgenler, türümüz için öldürücü olabilen bu virüsleri
binlerce yıldır yaşıyor. Bugün tehdide dönüştülerse, sebebi insanın
yağmur ormanlarına müdâhalesidir. Son 40 yılda Borneo Yağmur Ormanları’nın
üçte biri yok edilerek, yerine ucuz bitkisel yağ elde etmekte kullanılan palmiyeler
dikildi. Amazon Ormanları soya fasulyesi veyâ şeker kamışı tarlası, Kuzey
Amerika’da ormanlar banliyö siteleri inşâ etmek için yok ediliyor. İnsanın
haddini bilmediğinden ve kendini eko-sistemin yöneticisi veyâ sâhibi zannetmesinden
dolayı istediği gibi hareket ediyor ve hiç gerek yokken, dokunmaması gereken
yerlere ve şeylere dokunuyor. Böylece yeni virüsler bulaşıyor ve yaygınlaşmaya
başlıyor.
Bir de aşı konusu var. Sanki
influenza gribinden yâni bildiğimiz gribe karşı gerçek bir aşı yapılmış ve bu
aşılar insanlara çok da fayda veriyormuş gibi, korona-virüs aşısı yapıp
hastalığı bitirebileceklerini söylüyorlar. İ Virüsten korunmaya ne bahsedilen
tedbirler yeterli olur ne de korona-virüs bir gün gelip bitecektir. Önemli olan
şey, bağışıklığımızı bozan ve düşüren şeylerden uzak kalmak ve onu
güçlendirecek şeyler yapmaktır. Mehmet Özdemir bu konuda şunları söyler:
“Maske,
Mesâfe, Musluk’tan oluşan 3M pandomim tedbirlerini bırakın, salın kendinizi,
diyen birisi değilim. Ancak kalıcı tedbirler MMM’den ibâret değil. Bedeninizin
D vitamini, Magnezyum, Çinko düzeylerini biliyor musunuz?. ADSL cihazınızı
yatak odalarınızda tutuyor musunuz?. Akşam erken saatte kapatıyor musunuz?. Ne
kadar açık tutuyorsunuz?. Cep telefonlarınızı açık ve başucunuzda tutarak nasıl
bir fayda sağlamayı umuyorsunuz?. Wireless ADSL cihazlarının kaç Ghz
frekansında mikrodalga yayınladığını biliyor musunuz?. Çok kurnaz telefonunuzun
hücresel yayınını 3 G’ye indirdiniz mi?. Çevrenizde yeni yerleştirilmiş 4,5 dan
5 G anteni var mı?. Bu vericilere ne kadar yakınsınız?. Meselâ bir tomografi
çekiminde kaç tâne düz röntgene eşdeğer radyasyon alacağınızı yada MR
çektirdiğinizde hücrelerinizin ne kadar ısındığını anlatmadılar mı size?. Yoksa
yalnızca hangi siyâsî görüşten olursa-olsun size hikâyeler anlatan
politikacılara, onların liyâkatsiz, itaatkâr sağlık yöneticilerine,
televizyonlara çıkabiliyorlar diye ağzının içine baktığınız doktorların
söylediklerine mi güveniyorsunuz?. Meselâ sigara içmekten veyâ fabrikalarda,
atölyelerde sürekli solunan kimyâsallardan ölmek neredeyse garanti olmasına
rağmen bunları umursamayıp da, hastalananların yüzde 99,94 oranında sağ
kalacağı bilinen bir gariban virüsten dolayı mı bu panik ve dehşetli korkunuz?.
Hangi korkuyla zihinlerinizi, aklınızı üst-akıllara sorgusuz emânet ettiniz?.
Bundan
sonraki binlerce, yüz binlerce yıl boyunca, insanlar ve hayvanlar vâr olduğu
sürece vâr olacak olup sürekli mutasyon geçirerek salgın yapacak olan
korona-virüs ve benzerlerine de maskeyle mi karşı koyacaksınız?. Bunlara karşı
bez maske mi elyaf maske mi kullanıp korunacaksınız?. Yoksa maske ve gözlükleri
takınca Azrâil sizi tanıyamayıp pas geçecek mi zannediyorsunuz?.
Siz
kafanızı çevirseniz de ‘Kral çıplaktı ve hâlâ çıplak!'. ‘Kral çıplak’ diyene
‘komplo teorisyeni’ diyen yönlendirilmiş zihinler sâyesinde bu acıları ve
eziyetleri çekiyoruz. Sağlığın şifresini, kısaca rahmetli Ahmet Mete
Işıkara’nın aşağıdaki cümlesi ile özetleyeyim: Depremler hep olacak, siz binâyı
sağlam tutun”.
talyanların dünyâca ünlü
viroloji uzmanı Giulio Tarro aşı hakkında şunları söyler:
“Bâzı
virüsler için -Covid-19 da bunlardan biri- aşı gerçekçi bir yaklaşım değil. Tüm
virüsler mutasyon geçiriyor; bunların pek-çoğu da bizim zarârımıza mutasyonlar
değil. Korona-virüs, 2002-2003 yılında ortaya çıkan SARS salgınının da
sorumlusudur, ama şimdi bu virüs yok meselâ, ortadan kayboldu. Aynı durumun
Covid-19 için de geçerli olmaması için hiçbir sebep yok”.
Dr. Stefano Montanari de
şöyle der:
“Hızla
mutasyona uğrayan, antikor oluşturmayan korona-virüse karşı aşı hiç-bir işe
yaramaz. Kızamığın aşısı olur, soğuk-algınlığının, nezlenin aşısı olmaz. Kişi
hayâtı boyunca 200 kez nezleye, soğuk algınlığına yakalansa dâhi vücûdunda
antikor oluşmaz. Bu yüzden, hızla mutasyon geçiren korona-virüse karşı da aşı
geliştirmek teknik olarak mümkün değil. Korona-virüse karşı aşı diye
tutturmaları tam bir küresel sahtekârlık. Düşünün, Dünyâ üzerindeki 7 milyar
insandan 600 milyonu aşı yapmaya zorladıkları takdirde ne muazzam paralar
kazanacaklar. Kış aylarında yapılan soğuk algınlığı aşıları sahtekârlıktır.
Korona-virüse karşı yapmamız gereken, bağışıklık sistemimizi
güçlendirmemizdir”.
Şu soru da insanların aklını
karıştırıyor: “İlaç şirketleri, korona-virüs aşısını nasıl bu kadar çabuk
geliştirebildi?. Yoksa virüsü de kendileri ürettiği için, aşısını da önceden mi
hazırladılar?”.
Canan Karatay: “Korona dâhil
hiç-bir grip aşısı, virüsleri öldürmez. Korona dâhil hiç-bir grip
enfeksiyonunun ilacı da yoktur. Virüsler tuzlu suda ve alkali ortamda ölürler
ve de bulaşmazlar. Ultraviyole B ve C’de yâni gün-ışığında de virüsler ölür. Korona-virüsüne
karşı aşı yapamazsınız. Sağlıklı bir hücrede kapılar kale-kapısı gibi
sağlamdır, açılmaz ve hastalanmayız. Ben onu söylüyorum onun için doğal
besleneceğiz. Virüs ve griplerin her sene yenisi çıkar, bunun aşısı olmaz.
Bunun tek aşısı ve tek yolu kendi hücrelerimizi güçlü ve sağlık kılmaktır. 7
tür korona-virüsü var ve diğer virüslerden farkı yok. Virüs canlı vücûdun
içinde; hayvanda, bitkide ve insanda yaşar ve büyür, kuru yerde yaşayamaz. Yâni
hücre içerisine girer, hücrenin içindeki matereleri kullanır, büyür ve hücreyi
parçalar. Hücrenin içine girebilmesi için hücrenin kapıları açılması lâzım.
Zayıf bir hücrede kapılar açılır. Sağlık bir hücrede kapılar kale-kapısı gibi
sağlam açılmaz ve hastalanmayız. Kalabalıktan uzak durup, eli-yüzü yıkamak yâni
bulaşmayı azaltmak ve de doğal bağışıklığımızı güçlendirmek şarttır. Tek doğru
yol ve de tek gerçek budur. Korku imparatorluğu yaratmak yanlış bir
uygulamadır” der.
Virüsten korunmaya ne
bahsedilen tedbirler yeterli olur ne de korona-virüs bir gün gelip bitecektir.
Önemli olan şey, bağışıklığımızı bozan ve düşüren şeylerden uzak kalmak ve onu
güçlendirecek şeyler yapmaktır. Mehmet Özdemir bu konuda şunları söyler:
“Maske,
Mesâfe, Musluk’tan oluşan 3M pandomim tedbirlerini bırakın, salın kendinizi,
diyen birisi değilim. Ancak kalıcı tedbirler MMM’den ibâret değil. Bedeninizin
D vitamini, Magnezyum, Çinko düzeylerini biliyor musunuz?. ADSL cihazınızı
yatak odalarınızda tutuyor musunuz?. Akşam erken saatte kapatıyor musunuz?. Ne
kadar açık tutuyorsunuz?. Cep telefonlarınızı açık ve başucunuzda tutarak nasıl
bir fayda sağlamayı umuyorsunuz?. Wireless ADSL cihazlarının kaç Ghz
frekansında mikrodalga yayınladığını biliyor musunuz?. Çok kurnaz telefonunuzun
hücresel yayınını 3 G’ye indirdiniz mi?. Çevrenizde yeni yerleştirilmiş 4,5 dan
5 G anteni var mı?. Bu vericilere ne kadar yakınsınız?. Meselâ bir tomografi
çekiminde kaç tâne düz röntgene eşdeğer radyasyon alacağınızı yada MR
çektirdiğinizde hücrelerinizin ne kadar ısındığını anlatmadılar mı size?. Yoksa
yalnızca hangi siyâsî görüşten olursa-olsun size hikâyeler anlatan
politikacılara, onların liyâkatsiz, itaatkâr sağlık yöneticilerine,
televizyonlara çıkabiliyorlar diye ağzının içine baktığınız doktorların
söylediklerine mi güveniyorsunuz?. Meselâ sigara içmekten veyâ fabrikalarda,
atölyelerde sürekli solunan kimyâsallardan ölmek neredeyse garanti olmasına
rağmen bunları umursamayıp da, hastalananların yüzde 99,94 oranında sağ
kalacağı bilinen bir gariban virüsten dolayı mı bu panik ve dehşetli korkunuz?.
Hangi korkuyla zihinlerinizi, aklınızı üst-akıllara sorgusuz emânet ettiniz?.
Bundan
sonraki binlerce, yüz binlerce yıl boyunca, insanlar ve hayvanlar vâr olduğu
sürece vâr olacak olup sürekli mutasyon geçirerek salgın yapacak olan
korona-virüs ve benzerlerine de maskeyle mi karşı koyacaksınız?. Bunlara karşı
bez maske mi elyaf maske mi kullanıp korunacaksınız?. Yoksa maske ve gözlükleri
takınca Azrâil sizi tanıyamayıp pas geçecek mi zannediyorsunuz?.
Siz
kafanızı çevirseniz de ‘Kral çıplaktı ve hâlâ çıplak!'. ‘Kral çıplak’ diyene
‘komplo teorisyeni’ diyen yönlendirilmiş zihinler sâyesinde bu acıları ve
eziyetleri çekiyoruz. Sağlığın şifresini, kısaca rahmetli Ahmet Mete
Işıkara’nın aşağıdaki cümlesi ile özetleyeyim: Depremler hep olacak, siz binâyı
sağlam tutun”.
Senelerden beri biz korona-virüs
ile yaşıyoruz. İnfluenzadan (grip) daha tehlikeli değil. Zâten sağlık bakanı da
îtiraf etti: “Bulaşıcı tek hastalığın Covid-19 olduğunu düşünmek yanlıştır. 5 haftadır İnfluenza virüsü tarıyoruz, bu dönemde daha yok. Her yıl
şu dönemde çocuk poliklinikleri, üst-solunum yolu enfeksiyonundan geçmez
biliyorsunuz. Şu-an çocuk poliklinikleri çok sâkindir ve erişkin dâhili
poliklinikleri daha yoğun. Çünkü Covid daha fazla. Bu dönemin mevsimsel gribi
artık Covid’tir” dedi. Desenize, o çok kadar önlem alınmış ki, influenza virüsü
tutunacak bir insan bulamamış.
Kanada'nın
önde gelen Patolog ve Virologlarından olan ve aynı zamanda Covid-19 test
kitlerini yapan firmanın CEO’su Dr. Roger Hodkinson; “Korona-virüs krizi, şüphesiz
ki toplum üzerinde şimdiye kadar yapılmış en büyük aldatmacadır” dedi.
Kovid-19
pozitif tanısı konulanların çoğu griptir. Hani o yıllardır bildiğimiz grip.
İşte küresel tâğutlar, bu gribi kullanarak sistemi ve kitleleri yönetiyor. Hem
de çok kolay bir şekilde.
Bu virüs
ancak, insanlar “ölüm korkusu”ndan (ölümden değil) kurtulduğunda yok olacaktır. Oluşturulan küresel korona-virüs korkusu, bugün
maske, yarın da aşı ve çip takmak için bir gerekçe oluşturuyor. Korktuktan
sonra insanların kendilerine taktırmayacağı şey yoktur.
İnsanları
maske takamaya zorlayanlar, kendi maskelerinin ardında gülme krizlerine
giriyorlardır herhâlde. 2 metrelik sosyâl mesâfe, bizi izledikleri kameralar
daha iyi görüş sağlasın ve bizi daha iyi kontrôl edebilsinler diyedir.
Unutulmasın ki maske ve mesâfe bir önlem olsa da bizi sonuna kadar kurtaramaz:
“Her nerede
olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkîm edilmiş şatolarda
olsanız bile…” (Nîsâ 78).
“De ki: Eğer
ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar
sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında yararlandırılmazsınız” (Ahzâb 16).
Korona-virüse
“grip” muamelesi yapmak en doğrusudur.
İçinde bulunduğumuz durum
bir salgın-pandemi değil, “yaygın bir grip”tir. Dr. Bodo Schiffmann şöyle diyor: “Ortada herhangi bir hastalık yok, rakamlara
bakın, ortada ikinci bir dalga yok, ilk dalga var mıydı veyâ bu sâdece normâl
bir grip dalgası mıydı?. Bu sorulmalı. Bu ilk denemeleri değil. Bu kuş gribi ve
domuz gribinden sonra üçünce denemeleri, biz ebeveynler olarak, insan olarak
bir şeyler yapmak zorundayız. Şu-anda Dünyâ’da yaşananların gerçek olması
inanılmaz, biz sevinemiyor, gülemiyor ve bir şeyleri kutlayamıyoruz. Sokaklara
çıkmamıza izin verildiği için seviniyoruz. Korona yalanına karşı çıktığımızı
söylesek korona mevzuatına da karşı çıkmış oluyoruz. Bu mevzuat, her-şeyin arkasında
saklı olduğu şeydir. Mesele güç elde etmek, mesele toplum kontrôlü, mesele daha
zengin olmak. Olan-bitenin sebepleri bunlar ve hep aynı”. Evet, insanlık, bir zaman
sonra mecbûren ortaya çıkacak olan skandallarla birlikte bu tiyatroyu görecek
ve korona-virüsün bir balon olduğunu anlayacak ama bu-arada atı alan Üsküdar’ı
geçmiş olacak.
Şu-an
Dünyâ’da en çok para getiren şeylerden biri “aşı”dır. O hâlde herkese aşı yapılmalıdır.
İnsanların aşı yaptırmak için koşturacakları bir sebep ortaya çıkarmak gerekir.
Bill Gates; “aşıda inanılmaz bir potansiyel görüyorum, aşının altın çağı
yaşanacak” diyor. Aslında süreç içinde bağışıklık kazanarak bitecek olan virüs
için herkes aşı bulma telâşında. Aşıyı bulan köşeyi dönecek. İstiyorlar ki
doğal bağışıklık oluşmadan aşıyı bulalım da tüm Dünyâ’yı aşılayalım. Bir-an
önce aşı bulmak için girdikleri telaş, insanları düşündükleri için değil, “fırsatı
kaçırmama telâşı”dır. Çünkü -görece- işe yarayan aşıyı bulanlar köşeyi
döneceklerdir. Oysa doğal aşı bağışıklık sistemimizdir. Aşırı ve gereksiz
tedâvilerle bağışıklık sistemi blôke edilerek zayıf düşürülüyor.
Güneş girmeyen eve doktor
girer. Şu-şu saatlerde Güneş’e çıkmayın diyerek D vitamininin alımı engelliyorlar.
Şimdi buna karantina da eklendi. Günde yaklaşık yarım saat güneşlenmek insanı
bir-çok hastalıktan koruduğu gibi şifâ da verir. Karantina insanlar Güneş’ten
uzaklaştırdı. Tam da gribâl enfeksiyonların başladığı zamanlarda insanları
evlere kapadılar ve D vitamini kaynağı olan Güneş’ten uzaklaştırdılar. D
vitamini 50 mikrogram ve üzeri olan insanların gribe ve dolayısıyla koronaya
yakalanma riski çok büyük oranda düşmektedir. Özellikle esmer olanların Güneş’ten
çok daha fazla faydalanması gerekir. Zîrâ onların derileri D vitaminini daha az
sentezleyebiliyor. Çünkü Afrika’da sürekli olarak Güneş altında kalıp da D
vitamini fazlalığından dolayı sıkıntı olma olasılığı vardır.
Karantina
denilen şey, küresel bir hapistir. Çek Cumhuriyeti karantinayı en sert
uygulayan ülke olmasına rağmen uyguladığı karantina işe yaramamış ve vâkâ
sayısı yine de yükselmiştir-yükselmektedir. Karantina ve diğer önlemler vâkâ
sayılarını yükseltmiştir-yükseltmektedir. İsveç ise önlemleri uygulamıyor ve
toplum bağışıklığı deniyor. Kesin sonuçları ileride görülecektir. Önlem olarak
kadim kültürün ortaya koyduğu önlemlerden başka bir önlem yoktur: Maske, mesâfe
ve temizlik. Aslında gerçek önlem temizliktir. Elleri-yüzleri yıkamak,
sümkürmek ve boğazı temizlemek en ideâl önlemdir ki bu önlem müslümanların
günde beş kez yaptıkları abdestten başkası değildir.
HES
uygulaması da işe yaramıyor. Bu HES Kodu ancak insanları tâkip etmeye yarıyor
ve belki de “çip”in ön hazırlığıdır. HES, bir tâkip sistemidir. Başka bir işe
yaramıyor. Fakat yine de küresel güçler tarafından zorunlu tutuluyor. İnsanlar
korona-virüs nedeniyle zorunluluğa alıştırılıyor.
İnsanlara olmayacak saçmalıklar
yaptırılabiliyor ki maske bunlardan biridir. Maske, insanları yavaş-yavaş
öldürüyor. İstatistiklere göre maske takanların %70’i Kovid-19’a mâruz kalmış
ve hastalanmış. Maske kullanmayanlarda ise oran %3,5 olmuş. “Ameliyatlarda dâhi
maskenin enfeksiyonu engellediğine dâir kesin bulgular bulunmamıştır” deniyor. Zâten
cerrahlar maske takmaya 1920 yılında başlamışlardı. Hattâ takılmadığında
enfeksiyonlar daha az olmuş. Yapılan deneylerde maskeye gerek olmadığı açığa
çıkmış. 94 yaşındaki İngiltere kraliçesi hiç maske takmıyor. Çünkü işi biliyor.
Yoksa bunların canı çok tatlıdır. Maske gerçekten korusaydı bunlar maskeyi çifter-çifter
takarlardı hattâ kendilerine özel maskeler yaptırırlardı.
Maske; “sus
konuşma!, biz ne diyorsak onu yap” mesajıdır. Maskeler üzerinde 8 saat süreyle
yapılan deney ve gözlemden sonra şu sonuç ortaya çıkmıştır: “8 saat kalan
maskede 82 bakteri ve 14 mantar türü oluşuyor. Bu da bir-çok hastalığı ortaya
çıkarıyor ve arttırıyor”. Çocuk yaşta maske takmak nörolojik bozuklukların
ortaya çıkmasına neden oluyor. “Maskeyi yıllarca sürekli olarak takacaksınız”
diyorlar. Böylece çocuklar dâhil insanlar mutlak itaate alıştırılıyor. Maske
zorunluluğu bir “oksijen hırsızlığı”dır. Yakında sâbit yada taşınabilir tüpler
içinde oksijen satışları başlarsa şaşırmayın.
Bâzı
bölgelerin haritasını gösteriyorlar ve kıpkırmızı olduğunu söylüyorlar, yâni gösterdikleri
yerde insanların %90’ı korona-virüse yakalanmış ve testi pozitif çıkmış.
Öyleyse korkmaya gerek yok, çünkü bu sonuç, o bölgede toplum bağışıklığının
oluşmuş olduğunu ve korona-virüsün bir balon olduğunu gösterir. Zîrâ o kadar
çok vâkâya rağmen ölüm sayısı fazla değildir yada artmamaktadır.
Bir de “sosyâl
mesâfe” sendromu var. Sosyâl mesâfe, yakın akrabâlar ve hattâ âile-içinde bile
birbirleriyle olan mesâfeyi ve samîmiyeti azalttı ve bitirdi. Böylece insanlar birbirlerini
görememekte. Oysa mesâfe “sosyâl” değil “fizîki”dir. Çünkü virüsün bulaşmaması
için belli bir uzaklık yetmektedir. Bu mesâfenin “sosyâl” mesâfe olması gerekmez.
Fakat insanlar herkesi “şüpheli” görmekte ve artık kimse ile muhâtap
olmamaktadır. Böylece bireycilik, liberâlizm ve kapitâlizm artmaktadır.
Mevsimsel
grip ve solunum-yolu zâtürre gibi hastalıklardan dolayı olan ölüm sayısı Dünyâ’da
yılda 5 milyonu bulabiliyor. Son 6 ayda kanserden ölenlerin sayısı 90 bin.
Günde 500-600 kişi kanserden dolayı ölüyor. Karantina nedeniyle bu sayı
artmaktadır. Korona-virüs, zorunlu yada gönüllü karantina nedeniyle hastâne-tedâvi-kontrol
ertelenmesi nedeniyle kanserden ölümlerin sayısını arttırmaktadır.
Korona-virüs
için yapılan hastâne tedâvileri de hastalığı daha fazla arttırıyor. Dr Richard
Urso şöyle der: “Salgının erken safhasında fark ettim ki bu virüs için
tedâvimiz var. Hastaları başından bêri solunum cihazlarına bağlamak hiç mantıklı
bir iş değil. Aslında bir tedâvimiz var. Nedir bu?. Bir virüs değil mi?. Enfeksiyon,
iltihap, kanda pıhtılaşma ve nefes almada sıkıntılarımız var. Hangi doktor
iltihabı nasıl tedâvi edeceğini bilmez?. Her doktor bilir. Her doktor enfeksiyonu
tedâvi ediyor mu?. Her zaman. Her doktor damar hastalıklarını ve kanda
pıhtılaşmayı tedâvi edebiliyor mu?. Kesinlikle!. Nefes alma sıkıntılarını
düzeltebilir miyiz. Tabî ki yapabiliriz. İşte bu yüzden başından bêri her-şey
yalandı. Her kim size farklı şeyler söylüyorsa bu bilim-kurgudur, bilim
değildir. Her kim size farklı bir şey söylüyorsa bu ikiyüzlülüktür”.
Modernite maddî olmayanı
kabûl etmez ve hesâba katmaz. Korona nedeniyle insanları -sözde- korumak için
evlere tıkıyorlar ve birbirleriyle ilişkilerini kesiyorlar. Fakat bu-arada
insanlar rûhen çöküntüye uğruyor ve bu durum bedene de hastalık olarak sirâyet
ediyor. Sonuçta her-şeyde olduğu gibi korona kısıtlaması da insanları
hastalıklardan hastalık beğenmeye mecbur bırakıyor. Bu durum özellikle
yaşlıları rûhen çökertiyor. Yusuf Karaca, korona-virüsün “küresel bir balon”
olduğundan şu şekilde bahseder:
“DSÖ (Dünyâ
Sağlık Örgütü) ilaç kartellerinin kuklasıdır. Ülkelerin sağlık bakanlıkları
DSÖ’ye bağlı olarak çalışır ve hiç-bir îtirâz durumları yoktur. Politikacılar
da yoğun baskı altında olduklarından dolayı küresel bir komploya ses
çıkaramazlar. DSÖ, NATO’dan sonra en güçlü örgüt. 4 milyar dolar bütçeden
sağlığa ayırdığı miktar, 162 milyon. Sağlığa ilgileri, işte bu miktar kadar.
Devletler, uyduruk salgında DSÖ’nün dediğini yaptılar ve bütün insanları
koyunlar gibi içeri tıkıldılar. Güce bakar mısınız!.
Alman
hekim, Dr. Claus Köhnlein; ‘korku ve panik, tedâvi adı altında hekimlerin
uygulamaya mecbur bırakıldıkları süreç, ölümlerin asıl nedeni’ demişti.
Hamburg-Eppendorf (UKE) Üniversite Hastanesi Adlî Tıp Bölümü’nden Prof. Klaus
Püschel, Almanya’nın Hamburg kentinde otopsi sonucunda, ‘Çin korona-virüsü
nedeniyle ölen hasta olmadığını’ açıkladı. İtalyan doktorlar, ‘sâdece otopsi
ile kimin korona-virüsten öldüğünü anlayabiliriz. Otopsi Covid’in nasıl
çalıştığını ve nasıl iyileştirileceğini de anlamamızı sağlar’ dediler. Bunun
üzerine, DSÖ’nün dünyâ sağlık yasasına uymadılar ve otopsi yaptıkları kişide
bir virüs değil, ölüme neden olan bir bakteri olduğunu buldular. Bakteriler ise
aynı-zamanda iltihap ve oksijen yetmezliği üreten 5G elektromanyetik radyasyon
ile çoğalıyordu. Bakteri, kanın pıhtılaşmasını sağlıyor ve vâr olan kronik
rahatsızlıkla birleşince, ölüm kaçınılmaz oluyor. Covid-19 ölümlerinin tek
sorumlusu Dünyâ Sağlık Örgütü’dür. Nedeni ise DSÖ’nün Bill Gates ile birlikte
yürüttüğü 5G’ye geçiş projesiydi. COVID-19 krizi, DSÖ himâyesinde,
dünyâ-çapında bir ekonomik, sosyâl ve politik yeniden yapılanma sürecini
tetiklemek için bir bahane olarak kullanılmaktadır. Sosyâl mühendislik
uygulanmaktadır. Hükümetler, yıkıcı ekonomik ve sosyâl sonuçlarına rağmen,
karantina gibi uygulamaları genişletme baskısı altına alınmıştır.
Koyunları
ağıla sürükleyen ‘çoban köpekleri’ gibi bütün insanlığı evlere sürüklediler. Bu
bir ‘salgın’ değil, ‘dikkatle planlanmış bir operasyon’dur. Kendiliğinden veyâ
kazârâ olan bir şey yoktur. Ekonomik durgunluk ulusal ve küresel düzeyde
tasarlanmıştır. Kriz ABD-NATO askeri ve istihbârat plânlamasına da entegre
edilmiştir. Çin, Rusya ve Îran’ı zayıflatmakla kalmayıp, aynı-zamanda Avrupa
Birliği’nin istikrarsızlaştırılmasını da içeriyor”.
Dr. Uğur Yılmaz korona-virüs
hakkında şunları söyler:
“Virüs var
fakat sanıldığı gibi önemli hastalık ve ölümlere neden olan bir virüs değil.
Bütün yayınlarda insanların % 80’inin hafif ve belirtisiz geçirdiği söyleniyor.
Bir virüs pandemisi olsaydı hastalığa yakalanan insan sayısının 30-40-50 milyon
gibi rakamlara ulaşması gerekirdi. Hem hasta hem de ölen hasta sayısı (Ben
bunların da doğru olmadığını biliyorum) çok düşük.
Tanı
testleri çok hassas ve güvenilir değil. Virüs testleri böyledir. SB’nın
açıklamalarında PCR testi müspet olanları hasta gibi takdim ediyorlar. Hattâ
hastaların büyük bir çoğunluğunda ateş bile olmadığını belirttiler. Ateş bile
yoksa bana göre hastalık da yok. Ama sokakta ateşi olan herkes hasta muâmelesi
görüyor.
Virüsün bir
ilacının ve aşısı olmaması, virüsün Dünyâ’dan tamâmıyla eradike edilmesinin
(yok olmasının) mümkün olmaması, başka bir deyimle endemik olması anlamına
gelir. Diğer soğuk algınlığı virüsleri gibi. Virüs bu günden sonra da
görülecek. İlk ne zaman oluştuğunu bilmiyoruz. Virüs belki bin yıldır var.
Doğadaki bütün virüsleri ve bu virüslerin ne zaman oluştuğunu bilemiyoruz.
Bilmemiz de mümkün değil. 2019 sonunda belirlenmesi bu tarihte oluştuğu
anlamına gelmez.
Virüsün
hava ile yayıldığına inanan bir kişinin tek korunma yöntemi astronotlar gibi
maskeden solumasıdır. Havadan virüsün temizlenmesi için hepa filtresinden
havayı süzmek gerekir. Doğa ve hava sterilize edilemez. N-95 maske 0.3 micron’a
kadar partikülleri tutabiliyor. 300 nanometre. Virüs boyutu ortalamam 125 nm
çapta. Bu virüsün hem maskeden hem de maskenin kenarından havaya karışacağı
anlamına gelir. Virüs taş, böcek veyâ balık değil. Ağa takılmaz. Çok hafif
olduğu için devamlı olarak hava hareketleri ile havada hareket eder (polenler
gibi). Bu eğer yaygın bir virüs hastalığı olsaydı havaya çok fazla virüs
yayılacağı anlamına gelir. Hava ile bulaşma oluyor olsaydı çok fazla kişinin
hemen hastalığa yakalanacağı demektir. Her bir nefeste, bir günde ortama ne
kadar virüs yayıldığı ve bunun ne kadarının kilometrelerce uzağa gittiği, bir
metreküpte ne kadar virüs bulunduğu gibi soruların cevâbı bulunamaz. Virüs
balgam ve tükürükle değil hava ile yayılır. Lokanta ve kahve gibi yerlerde
virüse karşı alınabilecek tek önlem havanın devamlı olarak hepa filtreleri ile
süzülmesidir.
Burada
virüsün akciğerinde pnömoni gelişen hastaların soluk alıp-vermesi ile virüsün
havaya karışacağını, maske veyâ başka bir şeyin buna engel olamayacağını; bu
virüsün yere çakılmayacağı, polen gibi havada dolaşacağını ve hava-akımları ile
seyahat edeceğini ve hava olan her yerde olacağını anlatmaya çalıştım. Havada
bu kadar virüs olsaydı milyonlarca kişinin hastalığa yakalanması gerekirdi.
Bütün bunlar virüsün hava ile yayıldığını fakat bulaşmadığını gösterir. Virüs
ancak elektron mikroskobuyla görülebilecek boyutta çok küçük olduğu için
hiç-bir maske bu virüsün geçişini engelleyemez. Kaldı ki solunan hava maskeden
değil kenarındaki boşluklardan ortama yayılır. Ağızdan tükürük yayılması ile
virüs yayılması farklı şeylerdir. Tükürük ağızdan, virüs akciğerden havaya
karışır.
Virüs bir
gıda artığı, bir böcek değildir. Havaya karıştıktan sonra yere düşmez. Hattâ bu
çok nâdir bir olaydır. Virüs hava-akımları ile havaya karışır ve yer
değiştirir. Herhangi bir ortamda havada ne kadar virüsün bulunduğu ve dolaştığı
hiç-bir şekilde belirlenemez. Teorik olarak tek bir virüs hastalık
yapabileceğine göre hava-yolu ile dolaşan virüsler sosyâl mesâfe bir yana,
insan içinde yaşamasa bile hastalığa neden olabilir. Amazon yerlilerinde ve Mir
uzay istasyonundan dönen astronotta virüsün pozitif çıkmasının bir nedeni bu
olabilir. Virüs bir buçuk metre doğrusal bir yol izledikten sonra yere düşmez.
Virüsün nasıl bir yol izlediğini hiç-bir zaman bilemeyiz. Solunumdan da fazla
etkileneceği belli değil. Kütlesi çok küçük olduğu için havanın basıncı onun
küresel ve doğrusal bir şekilde yayılmasını engeller.
Virüsler az
da olsa maddi ortamlara duvar, ağaç, kapı kolu tutunabilir veya yapışabilir.
Fakat bu da zihinsel olarak bir modelleme yapılırsa çok az virüs buralara
bulaşır. Ancak elle temasla buralara bulaşma olur. Bunun için evde yemek
yemeden önce sabunla ellerin yıkanması yeterlidir. Teorik olarak havada ve her
yerde virüs bulunduğu varsayılarak evde ellerin yıkanması yeterlidir. Bulaşma
olduğunu düşünüyorsak parmaklarımızı ağzımıza sokmamamız yeterlidir.
Sterilizasyon antisepsi kavramını bilen bir kişi havanın ve doğanın steril
edilemeyeceğini bilir. Doğadaki ve havadaki virüsler lineer bir şekilde 24 saat
içinde tahrip olur. Olmasa da bize bir zararı olmaz.
Şimdi
TV’lerde sürekli olarak ve her gün yapılan propaganda ile beyinler yıkanmış.
Kişiler bu söylediklerimi resmi görüşle değerlendiriyor. Dünyâ Bankası’nın son
verdiği korona kredisinin bir bölümünün de kovid-19 mücâdelesi için
propagandaya harcanması şartı var. Bence bu haberleri yapanlar bu krediden
yemleniyor.
Devamlı
sorulan diğer bir soru: ‘Ama ölenler var’. Hiç-birisine otopsi yapılmadı. Neden
öldükleri belli değil. Kişiden alınan örnekte virüs saptanması ile kişide
kovid-19 hastalığı bulunması ve bundan ölmesi farklı bir şey. Ayrıca bütün
veriler Sağlık Bakanlığı’nda değil SGK MEDULA sistemindedir. Bu sistemde
hastaneler kesin tanı olmadan hastaları kovid-19 tanısı ile yatırabilir. (SGK
Sağlık Uygulama Tebliği Ek -2’de 510021 kodlu ve ilişkili kodlara
bakabilirsiniz).
Hiç-bir
test % 100 virüs mevcûdiyetini göstermez. Virüs testinin pozitif olması kişinin
hasta olması anlamına gelmez. Hastalığı geçirmiş olabilir. Soğuk algınlığı,
grip geçirenlerde ve grip aşısı yaptıranlarda da virüs testi müspet
çıkabiliyor. Bir kişide virüs bulunması veya saptanması kişinin hasta olması
anlamına gelmiyor. Virüsle hiç temâsı olmayan uzaydan gelen Rus astronot ve
Amazon yerlilerinde hastalık ve virüs saptanmıştı.
Türkiye’de
sağlık verileri SGK MEDULA sisteminde toplanır. Bu sistemle hasta tedâvi eden
bütün SHS’ları kesin tanı ve test olmadan istediği hastayı kovid-19 diye
yatırabilir. Yâni tanı olarak çok fazla hastalık olması gerçekten de bu kadar
hastalık olması anlamına gelmez. SGK daha fazla geri ödeme verdiği için SHS
istediği her hastayı kovid-19 olarak gösterebilir. Sağlık Bakanlığı bu işleri
idâre etmiyor ve edemez. Kendisi sadece diploma, sertifika veriyor. Başka bir
yetkisi yok.
Bir kişi
kovid-19’dan öldü diyebilmeniz için gerçekten bu hastalıktan öldüğünü otopsi
raporu ile belirlemek gerekir. Bir kişiden alınan örnekte virüs saptanması ile
kişinin bundan ölmesi farklı bir şeydir. Hasta sepsis, organ yetmezliği, kâlp
krizi, beyin kanaması veyâ kanserden de ölmüş olabilir. Virüs tanısı çoğu zaman
ve genellikle de sâdece tanıdır. Bunların çoğunda hiç-bir semptom yoktur. SGK
SUT kodunda kovid-19 olarak yatırılacak hastaların kesin olarak tanı konulma şartının
olmadığı belirtilmiştir. Yâni istediğini hastayı bu koddan yatırabilirsiniz
demektir.
Bâzı
yalanlar sürekli tekrarlanıyor ve karşı görüşlere izin verilmiyor. Bu
Goebbels’in taktiğidir. Bir yalan sürekli tekrarlanırsa insanlar yalana inanır.
Türkiye’de yapılan bu”.
Bu virüs
korona-virüs değil, küresel medya virüsüdür ve tüm Dünyâ’ya çabucak yayılmıştır
ve yayılmaktadır. Medya ile küresel anlamda tüm insanlar kandırılmakta,
yönlendirilmekte ve sürüleştirilmektedir.
Yapılan
otopsilerde ölümlerin çoğunun korona-virüsten olmadığı görüldü. Adlî Tıp
profesörü Klaus Püschel şöyle der: “Korona sebebiyle öldüğü belirtilen
kişilerin yaş ortalaması 80 ve istisnâsız hemen hepsi yüksek tansiyon, kâlp
krizi veyâ organ hasârı gibi önceki hastalıklara sâhipti. Hattâ 60 yaşından
genç olan bâzılarının, farkında bile olmadıkları şiddetli iç hastalıkları vardı”.
Yâni insanların çok büyük kısmının koronadan değil, altta yatan hastalıklardan
dolayı öldüğü görülmüş.
Korona-virüs
küresel bir kuşatmadır. Birileri ahtapot gibi her yanı sarmaktadır. Zâten bu
virüsün bulaşıcılığının yüksek olması ve her yere dağılması onların işi
gibidir. Geçen yıl Eylül-Ekim aylarında
kanalizasyonlarda korona-virüs parçacıklarının olduğu söylenmiştir. Bir-çok
başka şüpheler de vardır.
Bilim-kurulu
da pek bir şey yapamamaktadır ve sanki biraz da işe fazla karışmak istememektedir.
Böyle olunca bilim-kurulunun da aslında bilim-kurgu olduğu açığa çıkmıştır. Korona
değil “korna” görevi yapıyorlar. Hele kurulda olmayan biri var ki, bir felâket
tellalı gibi ve sanki birileri tarafından görevlendirilmiş gibi sürekli
ekranlara çıkıyor ve insanları paniğe sevk edecek laflar edip duruyor. Ağzından
hiç hayırlı bir söz çıkmamaktadır.
Anlaşılan, bundan böyle her-şeyimizin
denetlemesine izin vermek zorunda kalacağız. Zîrâ maske ile HES ile adım
attırmıyorlar. Devlet dâirelerinde işlerimiz görülmüyor. Aşı yapılmayanlara
hizmet vermeyecekler. Bizi her türlü denetleyip yönlendirecekler. Böylece
kendilerine bağımlı kılmış olacaklar. Kapitâlizme takla attırma tiyatrosu ve saçmalığıdır
bu. Bu tiyatronun senaristliğini elbette küresel güçler yâni tâğutlar yapıyor. Elbette
şeytanın ve nefislerinin fısıltılarının etkisiyle yaptıkları şeydir bu. Yoksa
Allah rızâsı için değil.
2.0 hatta
3.0 insanlar oluşturmak ve insanları dönüştürmek için yapılan bir projedir bu.
İnsanları adım-adım dönüştürmenin bir basamağı ve yada yollarından
biridir. Korona-virüs bir Romanı uyarlamasıdır.
Bu işin
ortaya çıkarılmasının nedeni, küresel şeytanların insanları daha çok ve yoğun şekilde
kontrôl altına alabilmek ve böylece istedikleri gibi yönlendirerek kazançlarına
kazanç katmaktır, başka bir şey değil. Yoksa bunlar zâten insan düşmanı
şerefsizlerdir. Tüm dünyâ ekonomilerini toptan mahvettiler. Sağlık, eğitim,
ekonomi vs. her-şey bir yalanla çökertildi. İnsanların psikolojileri hepten
bozuldu. Artık herkes depresif oldu. Bu durumun küresel güçlere getireceği
kazançları ileride göreceğiz.
Demek ki neymiş; bu lâik-seküler-demokratik-liberâl-kapitâlist-feminist-emperyâl
sistem, insanlara özgürlük falan getirmediği gibi özgürlüklerini elinden almaya
çalışıyormuş ve bunun için de her türlü küresel yalanlar söylediği gibi
acımasızca işler de yapabiliyorlarmış. Demek ki neymiş; İslâm-dışı tüm sistemler
insan düşmanıymış. İslâm-dışı sistemleri övmek “küresel intihar” demekmiş.
Modernizmin
yâni modern-bilim ve teknolojinin ve de medyanın söylediği her-şeye inanmanın,
şişirdikleri her balona üflemenin netîcesini yaşıyoruz ve cezâsını çekiyoruz.
Olan şey budur.
2020 yılında ortaya çıkan
korona-virüs ve Kovid-19, “yeni tür korona-virüs”tür, “yeni çıkmış bir virüs” değildir.
Korona-virüs ve Kovid-19 tâ Hz. Âdem’den bêri vardır ve kıyâmete kadar da her
insanda olacaktır. 2020 yılında mutasyona uğrayan “yeni tür korona-virüs”ün
öldürücülüğü değil ama bulaşıcılığı yüksektir.
Duyduğunuz
her-şeye hemen inanmayın. Duyduğunuz şeyler bir fitne de olabilir. Kur’ân bu
konuda bizi uyarır ve şöyle der:
“Ey îman edenler!; eğer
bir fâsık, size bir haber getirirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa cehâlet sonucu
bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişmân olursunuz” (Hucurât 6).
Koronaya yakalananlar yada
yakalananları görenler, aslında korona-virüsün çok da etkili olmadığını
görmelerine rağmen yine de ondan korkmaya devâm ediyorlar. Çünkü hastalığın adı hastalıktan çok daha büyüktür.
Milyonlarca vâkâdan sâdece
bâzıları gerçekten Covid-19. Üstelik, virüsle enfekte olan bir-çok kişinin hiç-bir
belirti göstermediğini veyâ orta şiddetle belirtiler gösterdiğini unutmayalım.
Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Kenan Arıcan şunları
söyler:
“Korona-virüse
yakalanan 60 yaş altı hastalarda ölüm riskinin yüzde 1 civârındadır.
Korona-virüs domuz gribinden daha ölümcül değildir. Türkiye’de yaşlılarda en
çok ölüm nedeni akciğer enfeksiyonu. Buna da pek-çok virüs ve bakteri sebep
olabiliyor. Bu 50 yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle. Enfeksiyona sebep olan
ne kadar virüs ve bakteri varsa; bu mikroplardan birisi akciğer enfeksiyonu ile
hastanın hayatını kaybetmesine sebep olabiliyor. Korona-virüsü de bu
virüslerden biri. Korona-virüs bunu yapıyor da diğer virüsler bunu yapmıyor mu,
yapıyor. 80 yaşındaki hasta için zâten yüksek risk var. Sıfırdan bağışıklık
inşâ etmek yaşlılarda daha güç çünkü bağışıklık sistemleri zâten yavaşlamış ve
yıpranmış oluyor. Bizim kullandığımız klâsik antiviral ilaçların bir bölümünün
bu virüs üzerinde etkili olduğunu biliyoruz. ‘Bunun hiç-bir ilacı yok, çâresiz
perişânız’ gibi algı yaratılıyor, öyle bir şey yok”.
Gribin, nezlenin ileri
evresi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Abdurrahman Şenyiğit: “Aslında grip bir
virütik enfeksiyondur. Yâni, gribâl enfeksiyonların çoğu corona virüs grubuna
dayanıyor”.
Peygamberimiz bir hadisinde
şöyle der: “Yüce Allah, insanlar topluca günah işlediklerinde, öğüt alıp tövbe etsinler
diye onlara salgın bir belâ gönderir. Emr-i bi’l
mâ’ruf ve nehy-i ani’l münker; ‘iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak’
ilkesini terk ettiklerinde, onları evlerinden dışarıya çıkamayacakları duruma
düşürür. Allah’ı anmayı unuttuklarında ise, Dünyâ’dan lezzet almasınlar diye
ölüm korkusunu onların arasında yaygınlaştırır” (el-Kâfi, c.4, s.145).
Eğer siz kendiniz birer mikrop,
bakteri ve virüs hâline geldiyseniz, tüm mikrop, bakteri ve virüsler gelip sizi
bulacaktır.
Korona-virüs
bir balondur ve boom! diye patlatılmayı beklemektedir. Lâkin çok fazla
şişirilmiş bu balon şişerken çok fazla gürültü çıkardığı gibi, patlayınca da
çok gürültü çıkaracaktır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönderme