“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan
ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer
kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı
kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).
Rükün: “Direk.
Esas. Kuvvet. Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı, köşesi veyâ temeli”
anlamındadır.
İslâm beşe, îmân
ise altıya indirgenmiş ve ayrıca “32 farz”, “54 farz” olarak bölümlenmiştir.
Fakat bunlar İslâm’ın tamâmı değildir. “Kitaplara îman etmek” deyince Kitab’ın
tamâmına îman edilmiş olmuyor, çünkü Kitab’ın îman umdeleri bilinmiyor. İnsan
neyden bahsettiğini bilmediği bir Kitab’a ne kadar îman edebilir ki?. Çünkü
Kitap elimizdedir. Kitap gaybın diğer unsurları gibi değildir.
Îmânın şartları
altıya indirgenmiştir ama hem altıncı şart olan “kadere îman” zannedildiği anlamda
îman umdesi değildir hem de îman sâdece altı şartla bitmez. Îmân, “gayba îman”dır.
Gayb olana îmân edilir. Kitab’ın özü de gaybdır ama içeriği gayb değildir.
Kitap elimizdedir ve bize îman etmemiz ve uymamız gereken rükünleri söyler. Allah’a,
melekelere, kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe îman vardır ama ana-babaya
da itaat vardır. Kur’ân’daki emir ve yasaklara îman etmek ve uymak vardır.
Çünkü itaat körü-körüne olan bir itaat değildir. Nasıl yapılacağını söyleyen
âyetlere de îman etmek vardır. Zâten
“sâdece ‘îman ettim’ demekle iş bitmez” der Kur’ân:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek,
sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Îman ve itaat
edilen her âyet İslâm’ın rükünleridir. Öyle rükünleri üçe-beşe indirgemekle ve
aslında bunları bile tam olarak yerine getirmeden İslâm’ı yaşadığını zannetmek
derin bir gaflettir. Kur’ân; iyi bir insan ve müslüman olmanın formülünü ve
yolunu şöyle gösterir:
“Yüzlerinizi doğu’ya ve batı’ya
çevirmeniz ‘iyilik’ değildir. Ama iyilik, Allah’a, âhiret gününe, meleklere,
Kitab’a ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere
(özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve
ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile; zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar,
doğru olanlardır ve müttakî (takvâ sâhibi) olanlar da bunlardır” (Bakara 177).
Görüldüğü gibi
Kur’ân, iyi insan ve müslüman-mü’min olmanın yolunu açıkça gösteriyor ki bu
bağlamda yapılmasını emrettiği şeylerin üçe-beşe indirgenen rükünlerle sınırlı olmadığını
göstermiş oluyor. Çünkü bu âyette emredilenler, üçe-beşe indirgenen rükünlerin
içinde bulunmuyor. Tamam; Kitab’a hakkıyla îman edenler bunlara da îman ederler
ve bunları da yapmaya gayret ederler fakat, rükünleri üçe-beşe indirgemek,
İslâm’ın üç-beş rükünden ibâret olduğunu zannettiriyor çoğu kişiye. O yüzden de
çoğu müslüman; “Allah’a inanacan, namazını kılacan, orucunu tutacan, hayrını
verecen, baş-örtüsü takacan tamam, fazlasına gerek yok” düşüncesindedir. Gerçi
çoğu müslüman bunları da pek yapmaz. Bunları yaptığında ve zekatlarını da
verdiklerinde müslümanlara dâhil olur ve müslüman olarak kabûl edilirler ama
İslâm sâdece bu üç-beş rükünden ibâret değildir.
İslam milletine
girmek için namaz ve zekât yeterli görülmüştür. Çünkü kişinin diğer şeyleri
yapıp-yapmadığı kontrôl edilip denetlenemez. Fakat bu, “İslâm olmak” demek olsa
da “îman etmek” demek değildir. Zîrâ îman, Kur’ân’ın tamâmına îman etmek ve
tamâmının yerine getirmek yada buna gayret etmek demektir:
“Bedeviler, ‘îman ettik’ dediler. De ki:
‘Siz îman etmediniz; ancak İslâm (müslüman veya teslim) olduk deyin’. Îman
henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederseniz,
O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Hucurât 14).
Bu uyarı elbette sâdece bedeviler için geçerli değildir ve bedeviler
üzerinden herkese verilen bir mesajdır. Îman, “îmânın gereğini yapmak”
demektir. Îman ettikten sonra sâlih amellerle îmânın gereğini yerine getirmemek
yada getirmeyi düşünmemekle îman etmek aynı anlama gelmez ve bu sâdece “İslâm’a
mensup olmak” anlamına gelebilir. Çünkü İslâm’ın rükünleri üçe-beşe indirgenemez.
“Ancak îman edip sâlih amellerde
bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye
edenler başka” (Asr 3).
Kur’ân; “ey îman
edenler ve sâlih amel işleyenler” der ve sonra ekler; “birbirlerine sabrı ve
hakkı tavsiye edenler”. Yâni, îman edip sâlih amel yolunda giderken sabırlı
olup hakka uygun yol alınması tavsiye edilerek destekleşenler. Demek ki sâdece
“îman ettim” demekle olmuyor. Sonra sâlih amel işlenilmeli ve bu yolda giderken
“sabır ve hakkı tavsiye” unutulmamalıdır.
Îman, “gabya
yâni Allah’a-meleklere-vahye-âhirete îman” olduktan sonra Peygamber’e de itaâttir:
“Hayır öyle değil; Rabbine andolsun,
aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme,
içlerinde hiç-bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça
îman etmiş olmazlar”
(Nîsâ 65).
İnsan tüm
hayâtını Allah yoluna adamadığında, İslâm’ın rükünlerini üçe-beşe indirgeme yoluna
girer ama bunları da hakkıyla yerine getirmez. Namaz kılar, oruç tutar, hanımının
başı örtülüdür ve belki bir-kaç şey daha. Fakat 600 sayfalık Kur’ân sâdece bu
üç-beş rükünden mi bahsetmektedir ve Peygamberimiz 23 yıl boyunca sâdece bunların
mücâdelesini mi vermiştir?. Tabi ki de hayır!. İslâm’ın yüzlerce emri ve yasağı
vardır ve bunların tamâmı “îmânın ve İslâm’ın şartı”dır.
İslâm’ın
rükünleri Kur’ân’ın tamâmı ve Peygamber’in 23 yıl boyunca Resûl-Nebî olarak
yaptığı şekildedir. İslâm’ın rükünleri, müslümanların hayâtının tüm alanını ve
zamânını kapsar. Bu bağlamda işte mü’minlerin dilinden düşürmemesi ve eyleme
dökmesi gereken âyet:
“O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle
emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim. De ki: Şüphesiz benim namazım,
ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır” (En-âm 162-163).
Hakkı ve hakîkati bilen
mü’minler tarafından “İslâm’ın hakkıyla yaşanamadığı” dile getirildiğinde,
karşı taraftan; “namaz kılamıyor musunuz?, câmiler açık değil mi?, oruç tutmanızı yasaklayan mı var?, câmi yapamıyor
musunuz?” vs. gibi gayr-ı ciddî sözlerle İslâm’ın rükünleri üçe-beşe
indirgeniyor.
Evet; Kur’ân’ın
tamâmı îman umdesi ve tamâmı İslâm’ın şartıdır. Kur’ân’ın tamâmı İslâm’ın
rükünleri yâni direkleri ve esaslarıdır. Zîrâ İslâm’ın “sapa-sağlam” olmayan ve
îmâna taâllûk etmeyen bir tek âyeti bile yoktur.
Not: Kur’ân’ın nüzûl sırasına göre olan emir ve yasakları şu
linklerdedir:
http://777has444.blogspot.com/2017/06/nuzul-srasna-gore-kuranda-yasaklar.html
http://777has444.blogspot.com/2015/12/nuzul-srasna-gore-kurandaki-emirler.html
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder