7 Temmuz 2019 Pazar

Bir Nesneleştirme ve Anlamsızlaştırma Ameliyesi Olarak Modern-Bilim





“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

“Onların çoğunluğu zandan (kuruntu) başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).

Son 200-250 yıldır Dünyâ’ya hükmeden modernite bir-çok yıkımı da yanında getirmiştir. Fakat kanımca yaptığı en büyük yıkım “anlamsızlık” ve “anlamsızlaştırma”dır ki zâten bundan sonra başka bir şey yapmazsa da her-şey ifsâd olmaya yüz tutacaktır ve öyle de olmuştur. Modernite bir anlamsızlık uygarlığıdır. Zîrâ Allah’sızdır. Allah’sızlık, yanında mecbûren anlamsızlığı da getirir. Modernite anlamdan kopuk olduğu için bir “maddiyat uygarlığı”dır. Maddiyatta “kendiliğinden bir anlam” yoktur. O anlamı ona insan yükler ama anlamı yükleyecek olan insan da anlam ile dolu olmalıdır. İnsanın anlam ile dolu olması için de, “Allah’lı” olması şarttır. Zîrâ anlam, Allah’tan gelmektedir. Yoksa anlam, beynin körü-körüne işleyişinin bir sonucu değildir.

İşte modernite, Allah’tan kopunca anlamdan da kopmuş oldu. Anlamdan kopunca ise maddeye yöneldi ve maddeye kilitlendi. Hattâ maddeyi ilahlaştırdı. İnsanı ilahlaştırması, insanın maddî yanı-yönü nedeniyledir. Çünkü maddî yanı en güzel ve işlevsel olan madde insandır. Modernite insanı ilahlaştırınca onu gerçek anlamından  saptırmış ve insana sûni bir değer yüklemiştir. Fakat sûni değerin ezelî ve ebedî bir kaynağı olmadığı için modernitenin insana yüklediği değerlilik herkes için ve tüm zamanlar için değildir. İnsan kendini ilahlaştırınca, kendi değerini de Allah’tan bağımsız olarak kendi yüklemek istemiş, bunu da hümanizm gibi düşüncelerle yapmaya çalışmıştır. Fakat insanın çok derin özellikleri, arzuları ve anlamları da vardır ki insanın yüklediği sûni değerler bunu karşılayamadığı için, rûhunun ihtiyaçlarından mahrûm bırakılan insan ifsâd olmuştur. Modernitenin Allah’tan, dolayısı ile de anlamdan kopmasının en ağır bedelini doğal olarak insan ödemiştir ve ödemektedir.
  
Modernite her-şeyi Allah’tan ve dolayısı ile anlamdan koparmak için en uygun araç olarak modern-bilim ve teknolojiyi kullanmıştır ki onun da arkasında matematik vardır. Matematik anlamsızlaştırma ve insanı nesneleştirme ameliyesi için çok uygun bir araçtır. Zîrâ matematik anlamsız bir çalışma alanıdır. Onun bir derinliği yoktur. Zâten estetik de değildir. Anlam, bir şeye estetik katar. Matematik estetikten yoksun olduğu için üzerinde yorum yapmaya elverişli değildir. Zîrâ hiç esnemez. Oysa insanın ayırıcı özelliği yorum yapabilmesidir. İnsan, yorum yaparak anlamlandırma yapar.

İnsanın anlamlandırma yeteneğinin kaynağı, insana has olan rûh nedeniyledir. Rûhu olmayanlar anlamlandırma yapamazlar. Ruhsuz davranan yâni Allah’ı hesâba katmadan bir hayat yaşayan insanlar da anlamlandırma yapma yeteneğinden yoksundurlar. Maddenin anlamlandırma yapabilecek rûhu yoktur. Modern-bilim, Allah’tan sözde bağımsızlaşarak insanı anlamdan koparmıştır ve ruhsuzlaştırmıştır, nesneleştirmiştir. Onu maddeye indirgemiştir. Artık modern insan “maddelerden bir madde” olmuştur. Zâten bu nedenle modernite, insanı matematiğe kilitlemek ister. Çünkü modern insan ile matematik ruhsuzluk bakımından da anlamsızlık bakımından da benzerdir. Matematik-merkezli modern-bilim, her-şeyi anlamsızlaştıran bir çalışma alanıdır. Zîrâ modern-bilim, çalışmasının merkezine matematiği koymuştur ki zâten matematikte bir anlam aramak abestir.

Ruhsuz matematik; 1 ile 50 sayıları arasındaki, “1,2,3,4,5,6,” rakamlarıyla, “8,14,21,28,34,41” rakamlarını 1 ile 50 sayıları arasındaki “farksız rakam-grupları” olarak gösterir. Hâlbuki ilk gruptaki rakamlarla diğer gruptaki rakamlar çok farklıdır. İkinci gruptaki rakamlar meselâ 1 ile 50 sayıları arasındaki sıradan rakamlardır ve bu ikinci gruptaki rakamların 1’den 50’ye kadar sayıların olduğu kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla teker-teker çekilmesi hâlinde 8,14,21,28,34,41 rakamlarının çıkması olasıdır. Belli bir olasılık sonunda mutlakâ çıkar. Fakat ilk gruptaki rakamların ikinci gruptaki rakamlara göre iki farklı özelliği vardır. İlki; “bu rakamların arada boşluk olmayacak şekilde arka-arkaya gelmesi”yken; ikincisi; “bu rakamların ilk sayı olan 1’den başlayarak arka-arkaya gelmesi”dir. İşte bu yüzden ilk gruptaki bu rakamların 1’den 50’ye kadar sayıların olduğu kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla teker-teker çekilmesi hâlinde çıkması imkânsızdır. Bu rakamlar sonsuz zamanlar ve sonsuz denemeler olsa bile 1,2,3,4,5,6 şeklinde sıralı olarak çıkmaz. Ama ruhsuz-klâsik matematik, iki gruptaki rakamların da çıkma olasılığını aynı görür. Çünkü ilk gruptaki rakamların düzenini-farklılığını-özelliğini-kompleksliğini-mükemmelliğini-anlamlılığını vs. göremez ve anlayamaz. Bunu anlayacak bakış-açısı/felsefesi olmadığı/oluşmadığı için oradaki anlamlılığı fark edemez.

Modern-bilim, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern-bilim parçalayıcıdır. Parçalanan şey anlamsızlaşır. Bir şeyi aşırı araştırıp incelemek, onu aşırı parçalamak demektir ki, aşırı parçalanan şey anlamsızlaşır ve değersiz bir nesne hâline gelir. Modern-bilim bir parçalama ameliyesidir. Parça bütünden koptuğunda anlamsızlaşır. Çünkü anlam bütünlükte gizlidir ve zâten “anlam” da Bütün Olan’dan gelir.

Modern-bilim anlamsızlaştırmayı ve nesneleştirmeyi dîne açtığı ve sürdürdüğü savaş ile yapar. Modern-bilim, dîne savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan korunabilir. Modern-bilim dînin yerine ikâme edilmiş ve “din” yapılmıştır. Modern-bilim bir din’dir. Zâten modernite hakîkati modern-bilim ile perdeliyor. Modern-bilimin hakîkate ulaşmak gibi bir derdi yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın yalakalığını yapmaktan başkası değildir. Şeytan modernite ve modern-bilim ile “insanı yoldan çıkarmak için” verdiği sözü tutmanın peşindedir. Böylece güyâ insana karşı üstünlüğünü kanıtlamış olacaktır.

Modern-bilim, modern teoriler ve modern hayat-tarzı, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Modern-bilim; bir dönem tartışmasız kabûl edilen bir önermenin, bir sonraki dönemde tartışmasız reddedilmesidir. Bu hep böyledir ve zâten modern-bilim de, “yanlışlanabilirlik” kuralıyla bunu söylediğinden dolayı modern-bilimin yarısı filmdir. Modern bilim-adamlarının çoğu, her-şeyi lâboratuarda inceleyip deneyimleyebileceğini zanneden, hayattan soyutlanmış ahmaklardır.

Modern-bilim, “bilim için bilim”dir. Hâlbuki bilim, başta insan olmak üzere yaratılmış her-şey ve de Allah rızâsı için, “mânevi olan için” olmalıdır. O hâlde “bilim” ile “modern bilim”i ayırmak gerekir.

Modernizm, bir “anlamsızlaştırma ve nesneleştirme uygarlığı”dır. Abdurrahman Arslan:

“21. yüzyılın hâkim kültürünün özelliği, her-şeyin içini boşaltmaktır. Her-şeyi anlamsızlaştırıyor, yerine göreceliliği koyuyor. Bize, ‘hakîkati aramayın, hakîkat yoktur’ diyor. ‘Hiç-bir şey mutlak olarak doğru değildir. Doğru olan şey biraz sonra yanlış olabilir. Onu o-anda doğru olarak kabûl edin’ diyor. Böyle bir kültürle karşı-karşıyayız” der.

Modern-bilim, insanı yok sayıyor ve insanı iptâl etmenin peşindedir. Modern-bilim, yapay zekâ ile donatılmış makineleri insanların yerine geçirme ve üstüne çıkarma uğraşısı içindedir. Bu, ağır bir anlamsızlaştırma ve nesneleştirme ameliyesidir. İnsan olmadığında bir şeyin olup-olmaması arasında fark olmaz. Kant: “İnsan olmadan tüm yaratılış boş ve anlamsızdır” der.

Modern-bilim, anlamı dışlayarak kendisini “tek”leştirmek yâni “mutlak doğru ve mutlak ilah” yapmak istiyor. İstiyor ki herkes dînleri ve inançları bıraksın da bilime inansın. Aslında bunu isteyen, ilk başta şeytan, sonra da küresel ve yerel tâğutlardır. Fakat anlamın olmadığı yerde hiç-bir şeyin doğruluğundan, hattâ varlığından bile bahsetmek abes olacaktır. Kapitâlizmle süper-uyum içinde olan anlamsız bilimin yapabileceği tek bir şey vardır; insanı anlamsızlaştırmak ve bu sûretle tüketmek. Bunun istisnâsı: “Îman eden ve sâlih amel işleyen mü’min insan”dır.

Materyâlist bilim, evreni ve insan hayâtını anlamsız gösterme telâşındadır. Bu yüzden evrene parçacı bir yaklaşımla yaklaşırlar. Çünkü tamamlanamamış parça hâldeki bir yapı eksik olduğundan dolayı aynı-zamanda anlamsızdır da. Oysa kâinâtta doğal hâlde eksik bir yapı yoktur ve hiç-bir zaman da olmamıştır. Bu varlığa (kâinâta) anlam verilmediği bir “an” olmamıştır. Kâinât hiç-bir zaman anlamsız olmamıştır.

Kâinât süper anlamlı bir yapıdır. Bu, onun kompleksliğinde açıkça görülür. “İndirgenemez komplekslik”te olmayan hiç-bir şey yoktur kâinâtta. Böyle bir âlemde her-şeyin en doğrusunu “sâdece Allah” bilir. Hiç-bir şey için belli bir sınırdan -ki bu atom sınırıdır- aşağısı için tahminlerin ötesinde konuşulamaz. Çünkü daha atomun temel parçacığı olan elektron bile “belirsizlik ilkesi” nedeniyle gözlemlenemez. Bu yüzden de gerçek ve mutlak-doğru bir tespit yapılamaz. “Mary’nin Odası” deneyinde olduğu gibi, gözlemlenemeyen tüm varlık için kesin-bilgiye ulaşılamaz. Bilim-teknoloji ne kadar gelişirse-gelişsin fark etmez. Zâten araştırma derinleştikçe araştırılan şey anlamsızlaşır. Aşırı incelemede, incelediğiniz şey “o” olmaktan çıkar. Artık varsayımları inceliyorsunuzdur ve bulduğunuz yada daha doğrusu “kabûl ettiğiniz” matematiksel sonuçlara “teori” diyorsunuzdur.

Modern-bilim ve astronomi açısından Güneş’in doğuşunda hiç-bir anlam yoktur. Anlamlı bir şey değildir o. Suların muhteşem ve âhenkli akışlarında, kuşların ötmesi ve uçmasında, dağların ihtişâmında, denizlerin uçsuz-bucaksızlığında, balta girmemiş ormanlarda, bir otun bile bitmediği çöllerde, karlı dağlarda, bulutlarla-sislerle kaplı dağlarda, gökteki yıldızlarda, Ay-ışığında beliren yakamozlarda, hayvanların davranışlarında, daha yeni doğmuş bir bebekte, bir annenin ve babanın ana-babasına ve çocuklarına bakışlarında, birbirini seven bir erkek ve kızın birbirlerine bakarken gözlerinde oluşan parlamada, oğlunu-kızını evlendiren annenin gözyaşlarında, babanın hüznünde, bir anne-babanın torununu gezdirişinde, onunla oynamasında, insanın anne-babasını yada sevdiklerini ölüm nedeniyle kaybetmesinde, bir şâirin duygulu bir şiir yazmasında ve söylemesinde, hârika bir resimde, melodide, müzikte, adâletsizliğe karşı bir ses, bir eleştiri, bir isyân yükseltmekte, bir açı doyurmada, bir susuzu suvarmada, bir çıplağı giydirmede, bir insanı cehâletten kurtarmada, îmâna ermede ve o îman ile coşku içinde yaşamada hiç-bir anlamın olmadığı söyler modern-bilim. Böylece anlamsızlığın girdabında battıkça batar.

Modern-bilim anlamsızlık ile kuşatılmış olduğundan dolayı, Dünyâ’da ölümsüzlüğü arar ve bunun için çalışılmasını, tüm insanların buna kilitlenmesini ve bu minvâlde paylaşımlarda bulunmasını ister. Çünkü buna mecburdur. Zîrâ modern-bilime göre hiç-bir şeyin anlamı yoktur. Âhiret yoktur ve ölümle her-şey sona erer ve insan sonsuz karanlığa gömülür. O hâlde Dünyâ’da ölümsüzlüğü ve sonsuz hazzı yakalamak modern-bilim ve onun tâbileri için olmazsa-olmaz bir hedeftir. Ölümü yenmenin ve sonsuz hazzın hedefindedirler. Oysa o kaçtıkları şey tüm her-şey için “kaçınılmaz son”dur:

“De ki: Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşâhede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir” (Cum’a 8).

“Her nerede olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile...” (Nîsâ 78).

“Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz” (Ankebût 57).

Anlamlı yaşamak, sınırlı yaşamaktır. Sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.

Dînin meşrûiyetini bilime bağlamak, “dîni, bilimin nesnesi kılmak”tır.

Bir şey bir şeye uyarsa, uyan şey uyulan şeyin nesnesi olur. Bu bağlamda din için, “akla ve bilime uygun” demek yanlıştır; “akılla anlaşılabilir” demek gerekir. Zîrâ din, aklın üstündedir. Dîni “çağa uygun olarak” yorumladığınızda, artık “çağ” özne, “din” ise nesne olur. Oysa din çağa değil; çağ dîne uymalıdır. Müslümanların görevi dîni çağa değil, çağı dîne uydurmak ve dîni çağa hâkim kılmaktır.

Mevcut Dünyâ modern-bilimin büyük katkısıyla “anlamsız” bir Dünyâ hâline gelmiştir. Mü’min kişi, modernite ve modern-bilim tarafından nesneleştirilmeyi kabûl etmez. Mü’minin bu anlamsız Dünyâ’ya anlam katma zorunluluğu vardır. Gerekirse bunu, “Dünyâ’nın altını üstüne getirerek” yapar.

Allah anlamsız bir şey yapmaz. Bu nedenle de anlamsız bir şey emretmez. O hâlde insanların anlamsızlıklardan uzak durması gerekir. Zîrâ insan, varlığı anlamlandırmak için vardır ve bir “nesneleştirme ve anlamsızlaştırma çağı” olan modern zamanlarda bunu yapmakla mükellef olanlar ilk başta “sâlih ameli şiâr edinmiş” mü’minlerdir. 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ocak 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder