“Göklerin ve yerin
gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin
ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat,
(Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü
Yeten’dir” (Nâhl 77).
“Onların çoğunluğu zandan
(kuruntu) başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz.
Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).
Son 200-250 yıldır Dünyâ’ya
hükmeden modernite bir-çok yıkımı da yanında getirmiştir. Fakat kanımca yaptığı
en büyük yıkım “anlamsızlık” ve “anlamsızlaştırma”dır ki zâten bundan sonra
başka bir şey yapmazsa da her-şey ifsâd olmaya yüz tutacaktır ve öyle de
olmuştur. Modernite bir anlamsızlık uygarlığıdır. Zîrâ Allah’sızdır. Allah’sızlık,
yanında mecbûren anlamsızlığı da getirir. Modernite anlamdan kopuk olduğu için
bir “maddiyat uygarlığı”dır. Maddiyatta “kendiliğinden bir anlam” yoktur. O
anlamı ona insan yükler ama anlamı yükleyecek olan insan da anlam ile dolu
olmalıdır. İnsanın anlam ile dolu olması için de, “Allah’lı” olması şarttır.
Zîrâ anlam, Allah’tan gelmektedir. Yoksa anlam, beynin körü-körüne işleyişinin
bir sonucu değildir.
İşte modernite, Allah’tan
kopunca anlamdan da kopmuş oldu. Anlamdan kopunca ise maddeye yöneldi ve
maddeye kilitlendi. Hattâ maddeyi ilahlaştırdı. İnsanı ilahlaştırması, insanın
maddî yanı-yönü nedeniyledir. Çünkü maddî yanı en güzel ve işlevsel olan madde
insandır. Modernite insanı ilahlaştırınca onu gerçek anlamından saptırmış ve insana sûni bir değer
yüklemiştir. Fakat sûni değerin ezelî ve ebedî bir kaynağı olmadığı için
modernitenin insana yüklediği değerlilik herkes için ve tüm zamanlar için
değildir. İnsan kendini ilahlaştırınca, kendi değerini de Allah’tan bağımsız
olarak kendi yüklemek istemiş, bunu da hümanizm gibi düşüncelerle yapmaya
çalışmıştır. Fakat insanın çok derin özellikleri, arzuları ve anlamları da
vardır ki insanın yüklediği sûni değerler bunu karşılayamadığı için, rûhunun
ihtiyaçlarından mahrûm bırakılan insan ifsâd olmuştur. Modernitenin Allah’tan,
dolayısı ile de anlamdan kopmasının en ağır bedelini doğal olarak insan
ödemiştir ve ödemektedir.
Modernite her-şeyi Allah’tan
ve dolayısı ile anlamdan koparmak için en uygun araç olarak modern-bilim ve
teknolojiyi kullanmıştır ki onun da arkasında matematik vardır. Matematik
anlamsızlaştırma ve insanı nesneleştirme ameliyesi için çok uygun bir araçtır.
Zîrâ matematik anlamsız bir çalışma alanıdır. Onun bir derinliği yoktur. Zâten
estetik de değildir. Anlam, bir şeye estetik katar. Matematik estetikten yoksun
olduğu için üzerinde yorum yapmaya elverişli değildir. Zîrâ hiç esnemez. Oysa
insanın ayırıcı özelliği yorum yapabilmesidir. İnsan, yorum yaparak
anlamlandırma yapar.
İnsanın anlamlandırma
yeteneğinin kaynağı, insana has olan rûh nedeniyledir. Rûhu olmayanlar
anlamlandırma yapamazlar. Ruhsuz davranan yâni Allah’ı hesâba katmadan bir
hayat yaşayan insanlar da anlamlandırma yapma yeteneğinden yoksundurlar. Maddenin
anlamlandırma yapabilecek rûhu yoktur. Modern-bilim, Allah’tan sözde bağımsızlaşarak
insanı anlamdan koparmıştır ve ruhsuzlaştırmıştır, nesneleştirmiştir. Onu
maddeye indirgemiştir. Artık modern insan “maddelerden bir madde” olmuştur.
Zâten bu nedenle modernite, insanı matematiğe kilitlemek ister. Çünkü modern
insan ile matematik ruhsuzluk bakımından da anlamsızlık bakımından da benzerdir.
Matematik-merkezli modern-bilim, her-şeyi anlamsızlaştıran bir çalışma
alanıdır. Zîrâ modern-bilim, çalışmasının merkezine matematiği koymuştur ki zâten
matematikte bir anlam aramak abestir.
Ruhsuz matematik; 1 ile 50
sayıları arasındaki, “1,2,3,4,5,6,” rakamlarıyla, “8,14,21,28,34,41”
rakamlarını 1 ile 50 sayıları arasındaki “farksız rakam-grupları” olarak
gösterir. Hâlbuki ilk gruptaki rakamlarla diğer gruptaki rakamlar çok
farklıdır. İkinci gruptaki rakamlar meselâ 1 ile 50 sayıları arasındaki sıradan
rakamlardır ve bu ikinci gruptaki rakamların 1’den 50’ye kadar sayıların olduğu
kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla teker-teker çekilmesi hâlinde
8,14,21,28,34,41 rakamlarının çıkması olasıdır. Belli bir olasılık sonunda
mutlakâ çıkar. Fakat ilk gruptaki rakamların ikinci gruptaki rakamlara göre iki
farklı özelliği vardır. İlki; “bu rakamların arada boşluk olmayacak şekilde
arka-arkaya gelmesi”yken; ikincisi; “bu rakamların ilk sayı olan 1’den
başlayarak arka-arkaya gelmesi”dir. İşte bu yüzden ilk gruptaki bu rakamların 1’den
50’ye kadar sayıların olduğu kapalı bir torbadan 6 rakam çekmek kaydıyla
teker-teker çekilmesi hâlinde çıkması imkânsızdır. Bu rakamlar sonsuz zamanlar
ve sonsuz denemeler olsa bile 1,2,3,4,5,6 şeklinde sıralı olarak çıkmaz. Ama
ruhsuz-klâsik matematik, iki gruptaki rakamların da çıkma olasılığını aynı
görür. Çünkü ilk gruptaki rakamların düzenini-farklılığını-özelliğini-kompleksliğini-mükemmelliğini-anlamlılığını
vs. göremez ve anlayamaz. Bunu anlayacak bakış-açısı/felsefesi olmadığı/oluşmadığı
için oradaki anlamlılığı fark edemez.
Modern-bilim, bir
“anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Zîrâ modern-bilim parçalayıcıdır. Parçalanan
şey anlamsızlaşır. Bir şeyi aşırı araştırıp incelemek, onu aşırı parçalamak
demektir ki, aşırı parçalanan şey anlamsızlaşır ve değersiz bir nesne hâline
gelir. Modern-bilim bir parçalama ameliyesidir. Parça bütünden koptuğunda
anlamsızlaşır. Çünkü anlam bütünlükte gizlidir ve zâten “anlam” da Bütün
Olan’dan gelir.
Modern-bilim anlamsızlaştırmayı
ve nesneleştirmeyi dîne açtığı ve sürdürdüğü savaş ile yapar. Modern-bilim,
dîne savaş açtığı ve onu karaladığı ölçüde yıkılmaktan korunabilir. Modern-bilim
dînin yerine ikâme edilmiş ve “din” yapılmıştır. Modern-bilim bir din’dir.
Zâten modernite hakîkati modern-bilim ile perdeliyor. Modern-bilimin hakîkate
ulaşmak gibi bir derdi yoktur. Onun derdi, seküler paradigmanın yalakalığını
yapmaktan başkası değildir. Şeytan modernite ve modern-bilim ile “insanı yoldan
çıkarmak için” verdiği sözü tutmanın peşindedir. Böylece güyâ insana karşı
üstünlüğünü kanıtlamış olacaktır.
Modern-bilim, modern teoriler
ve modern hayat-tarzı, bir “anlamsızlaştırma ameliyesi”dir. Modern-bilim; bir
dönem tartışmasız kabûl edilen bir önermenin, bir sonraki dönemde tartışmasız
reddedilmesidir. Bu hep böyledir ve zâten modern-bilim de, “yanlışlanabilirlik”
kuralıyla bunu söylediğinden dolayı modern-bilimin yarısı filmdir. Modern bilim-adamlarının
çoğu, her-şeyi lâboratuarda inceleyip deneyimleyebileceğini zanneden, hayattan
soyutlanmış ahmaklardır.
Modern-bilim,
“bilim için bilim”dir. Hâlbuki bilim, başta insan olmak üzere yaratılmış
her-şey ve de Allah rızâsı için, “mânevi olan için” olmalıdır. O hâlde “bilim”
ile “modern bilim”i ayırmak gerekir.
Modernizm, bir
“anlamsızlaştırma ve nesneleştirme uygarlığı”dır. Abdurrahman Arslan:
“21.
yüzyılın hâkim kültürünün özelliği, her-şeyin içini boşaltmaktır. Her-şeyi
anlamsızlaştırıyor, yerine göreceliliği koyuyor. Bize, ‘hakîkati aramayın,
hakîkat yoktur’ diyor. ‘Hiç-bir şey mutlak olarak doğru değildir. Doğru olan
şey biraz sonra yanlış olabilir. Onu o-anda doğru olarak kabûl edin’ diyor.
Böyle bir kültürle karşı-karşıyayız” der.
Modern-bilim, insanı yok
sayıyor ve insanı iptâl etmenin peşindedir. Modern-bilim, yapay zekâ ile
donatılmış makineleri insanların yerine geçirme ve üstüne çıkarma uğraşısı
içindedir. Bu, ağır bir anlamsızlaştırma ve nesneleştirme ameliyesidir. İnsan
olmadığında bir şeyin olup-olmaması arasında fark olmaz. Kant: “İnsan olmadan
tüm yaratılış boş ve anlamsızdır” der.
Modern-bilim, anlamı
dışlayarak kendisini “tek”leştirmek yâni “mutlak doğru ve mutlak ilah” yapmak istiyor.
İstiyor ki herkes dînleri ve inançları bıraksın da bilime inansın. Aslında bunu
isteyen, ilk başta şeytan, sonra da küresel ve yerel tâğutlardır. Fakat anlamın
olmadığı yerde hiç-bir şeyin doğruluğundan, hattâ varlığından bile bahsetmek
abes olacaktır. Kapitâlizmle süper-uyum içinde olan anlamsız bilimin yapabileceği
tek bir şey vardır; insanı anlamsızlaştırmak ve bu sûretle tüketmek. Bunun
istisnâsı: “Îman eden ve sâlih amel işleyen mü’min insan”dır.
Materyâlist bilim, evreni ve insan hayâtını anlamsız
gösterme telâşındadır. Bu yüzden evrene parçacı bir yaklaşımla yaklaşırlar.
Çünkü tamamlanamamış parça hâldeki bir yapı eksik olduğundan dolayı
aynı-zamanda anlamsızdır da. Oysa kâinâtta doğal hâlde eksik bir yapı yoktur ve
hiç-bir zaman da olmamıştır. Bu varlığa (kâinâta) anlam verilmediği bir “an”
olmamıştır. Kâinât hiç-bir zaman anlamsız olmamıştır.
Kâinât süper anlamlı bir
yapıdır. Bu, onun kompleksliğinde açıkça görülür. “İndirgenemez komplekslik”te
olmayan hiç-bir şey yoktur kâinâtta. Böyle bir âlemde her-şeyin en doğrusunu
“sâdece Allah” bilir. Hiç-bir şey için belli bir sınırdan -ki bu atom
sınırıdır- aşağısı için tahminlerin ötesinde konuşulamaz. Çünkü daha atomun
temel parçacığı olan elektron bile “belirsizlik ilkesi” nedeniyle
gözlemlenemez. Bu yüzden de gerçek ve mutlak-doğru bir tespit yapılamaz.
“Mary’nin Odası” deneyinde olduğu gibi, gözlemlenemeyen tüm varlık için
kesin-bilgiye ulaşılamaz. Bilim-teknoloji ne kadar gelişirse-gelişsin fark
etmez. Zâten araştırma derinleştikçe araştırılan şey anlamsızlaşır. Aşırı
incelemede, incelediğiniz şey “o” olmaktan çıkar. Artık varsayımları inceliyorsunuzdur
ve bulduğunuz yada daha doğrusu “kabûl ettiğiniz” matematiksel sonuçlara
“teori” diyorsunuzdur.
Modern-bilim ve astronomi
açısından Güneş’in doğuşunda hiç-bir anlam yoktur. Anlamlı bir şey değildir o. Suların
muhteşem ve âhenkli akışlarında, kuşların ötmesi ve uçmasında, dağların
ihtişâmında, denizlerin uçsuz-bucaksızlığında, balta girmemiş ormanlarda, bir
otun bile bitmediği çöllerde, karlı dağlarda, bulutlarla-sislerle kaplı
dağlarda, gökteki yıldızlarda, Ay-ışığında beliren yakamozlarda, hayvanların
davranışlarında, daha yeni doğmuş bir bebekte, bir annenin ve babanın
ana-babasına ve çocuklarına bakışlarında, birbirini seven bir erkek ve kızın
birbirlerine bakarken gözlerinde oluşan parlamada, oğlunu-kızını evlendiren
annenin gözyaşlarında, babanın hüznünde, bir anne-babanın torununu
gezdirişinde, onunla oynamasında, insanın anne-babasını yada sevdiklerini ölüm
nedeniyle kaybetmesinde, bir şâirin duygulu bir şiir yazmasında ve söylemesinde,
hârika bir resimde, melodide, müzikte, adâletsizliğe karşı bir ses, bir
eleştiri, bir isyân yükseltmekte, bir açı doyurmada, bir susuzu suvarmada, bir
çıplağı giydirmede, bir insanı cehâletten kurtarmada, îmâna ermede ve o îman
ile coşku içinde yaşamada hiç-bir anlamın olmadığı söyler modern-bilim. Böylece
anlamsızlığın girdabında battıkça batar.
Modern-bilim anlamsızlık ile
kuşatılmış olduğundan dolayı, Dünyâ’da ölümsüzlüğü arar ve bunun için
çalışılmasını, tüm insanların buna kilitlenmesini ve bu minvâlde paylaşımlarda
bulunmasını ister. Çünkü buna mecburdur. Zîrâ modern-bilime göre hiç-bir şeyin
anlamı yoktur. Âhiret yoktur ve ölümle her-şey sona erer ve insan sonsuz
karanlığa gömülür. O hâlde Dünyâ’da ölümsüzlüğü ve sonsuz hazzı yakalamak
modern-bilim ve onun tâbileri için olmazsa-olmaz bir hedeftir. Ölümü yenmenin
ve sonsuz hazzın hedefindedirler. Oysa o kaçtıkları şey tüm her-şey için “kaçınılmaz
son”dur:
“De ki: Elbette sizin
kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra
gaybı da, müşâhede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size
yaptıklarınızı haber verecektir”
(Cum’a 8).
“Her nerede olursanız
(olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile...” (Nîsâ 78).
“Her nefis ölümü tadıcıdır;
sonra bize döndürüleceksiniz”
(Ankebût 57).
Anlamlı yaşamak, sınırlı
yaşamaktır. Sınırsız yaşam-biçimi, mutlakâ anlamsızlaşmayı da yanında getirir.
Dînin meşrûiyetini bilime
bağlamak, “dîni, bilimin nesnesi kılmak”tır.
Bir şey bir şeye uyarsa,
uyan şey uyulan şeyin nesnesi olur. Bu bağlamda din için, “akla ve bilime
uygun” demek yanlıştır; “akılla anlaşılabilir” demek gerekir. Zîrâ din, aklın
üstündedir. Dîni “çağa uygun olarak” yorumladığınızda, artık “çağ” özne, “din”
ise nesne olur. Oysa din çağa değil; çağ dîne uymalıdır. Müslümanların görevi dîni
çağa değil, çağı dîne uydurmak ve dîni çağa hâkim kılmaktır.
Mevcut Dünyâ modern-bilimin
büyük katkısıyla “anlamsız” bir Dünyâ hâline gelmiştir. Mü’min kişi, modernite
ve modern-bilim tarafından nesneleştirilmeyi kabûl etmez. Mü’minin bu anlamsız
Dünyâ’ya anlam katma zorunluluğu vardır. Gerekirse bunu, “Dünyâ’nın altını
üstüne getirerek” yapar.
Allah
anlamsız bir şey yapmaz. Bu nedenle de anlamsız bir şey emretmez. O hâlde
insanların anlamsızlıklardan uzak durması gerekir. Zîrâ insan, varlığı
anlamlandırmak için vardır ve bir “nesneleştirme ve anlamsızlaştırma çağı” olan
modern zamanlarda bunu yapmakla mükellef olanlar ilk başta “sâlih ameli şiâr
edinmiş” mü’minlerdir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ocak 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder