“Eğer
seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: ‘Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi
Allah’a teslim ettim’. Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: ‘Siz de teslim
oldunuz mu?’. Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidâyete ermişlerdir. Fakat yüz
çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları
hakkıyla görendir” (Âl-i İmran 20).
Teslîmiyet,
İslâmiyetin kişide ete-kemiğe bürünmesi hâlidir. T-eslimiyet=İslâmiyettir. Müslüman
olmak, “teslim olmak” demektir. İslâm kelimesinin başına “t” harfi konduğunda
“teslimiyet” olur. Teslim=T-eslim olmadan İslâm olun(a)maz. İslâm olmak t-eslim
olmak demektir. Müslüman olduğunu söylediği hâlde bir türlü teslim
olamayanların müslümanlık iddiâsı laftan öteye gidemez. Zîrâ müslüman olmak
teslim olmayı gerektirir. Teslîmiyet olmadan İslâmiyet olmaz.
Peki teslîmiyet
kime olacaktır?. Tabî ki de teslimiyet sâdece, âlemlerin rabbi olan Allah’a
yapılacaktır. Çünkü Yaratıcı kim ise, teslîmiyet yâni kulluk da ona
yapılmalıdır. Zâten kulluğun göstergesi olan teslîmiyeti hak eden tek varlık
Allah’tır.
Bir yazıda “teslîmiyet” kelimesi hakkında şunlar
söylenir:
“İslâm kelimesi, Arapça’da ‘teslim olmak’ fiilinden
gelmektedir. Buradaki teslîmiyet, yaygın kullanımıyla olumsuz anlamda
boyun eğmek değil; hakîkat karşısında samîmiyet ve dürüstlüktür. İnsanların
olaylar karşısındaki tutumları ekseriyetle hakkâniyete göre değil, kişisel çıkarlarına
göre olmaktadır. Hakîkat karşısında kişisel çıkar hesaplarına göre yorumlar
getirmeksizin tam bir teslîmiyet sergilemek, büyük bir cesaret ve yüksek bir
ahlâk ister. İşte bu, İbrâhimî bir teslîm oluştur: ‘Rabbi İbrâhim’e ‘teslim ol’
deyince (İbrâhim), ‘âlemlerin Rabbine teslim oldum’ dedi” (Bakara 131).
Allah’a
karşı gösterilmeyen teslîmiyet, mutlakâ başkasına gösterilmeye başlanır. O zaman
da kula-kulluk kaçınılmaz olur ki zulmün en âlâsı olan şirk budur. Allah’tan
başka hiç kimse kendisine teslîmiyet gösterilmeye lâyık değildir ve bunu
haketmez. Peygamberlere ve “bizden olan emir sâhipleri”ne de itaat edilir ama
bu, Allah’a olan teslîmiyet şeklindeki gibi bir itaat değildir. Yâni “mutlak
itaat” anlamındaki teslîmiyet sâdece Allah’a gösterilir.
Müslim “teslim olan”, “İslâm
olan” anlamındadır. İslâm’a teslim ol(a)mayan müslümanlar(!), muhâfazkâr modern
demokrasiye teslim olarak sözde müslümanlaşmaktadırlar ki bunların müslümanlıkları
“sırıtan bir müslümanlık”tır.
Teslim
olmayı târihi bâzı nedenler yüzünden kötü görenler “teslim olmak” sözünden de
eyleminden de kaçınırlar ve sorgulamayı öne çıkarırlar. Fakat aşırı sorgulama
Allah’tan başkaları için bir noktaya kadar mâkûl olabilecekken, Allah için ve
Allah’ın kitabı için geçerli değildir. Çünkü aşırı sorgulama olduğunda, mutlakâ
şüphe ortaya çıkar ve bu da mutlakâ teslîmiyeti bozar. Teslîmiyeti bozuk olanın
tasavvuru, düşüncesi ve amel-eylemi de bozuk olacaktır. Zâten böyleleri Allah’a
gösterilmesi gereken ve “mutlak itaat” anlamına gelen teslîmiyeti Allah’tan
esirgediklerinde, mutlaka başkalarına yada hiç-biri değilse, nefsine göstermeye
ve nefsine teslim olmaya başlayacaklardır: “Kendi istek ve tutkularını (hevâsını)
ilah edineni gördün mü?. Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân
43). Bu hem sünnetullah gereği böyledir, hem de bu bir cezâdır. Demek ki insan,
fıtraten teslîmiyete programlandığından ve teslim olunması gereken yegâne
varlık olan Allah’a bu teslîmiyeti göstermeyince başka birine, başka bir şeye
yada hiç olmadı, nefsine teslim olacaktır. Nefsine teslim olanlar, bu teslîmiyete
hiç laf ettirmezler bu nedenle. Allah’a mutlak teslîmiyet göstermeyenler,
nefislerine mutlak teslîmiyet göstermeye başlarlar.
İslâmiyet
kelimesi ile teslîmiyet kelimesi aynıdır ve teslîmiyet “İslâm olmak” anlamındadır.
Müslüman olmak için teslim olmak şarttır ve bu teslîmiyet “kayıtsız-şartsız bir
teslîmiyet” olmalıdır. Kayıtsız-şartsız bir teslîmiyet ancak Allah’a gösterilir.
İşte mü’minliğin şânı bu teslîmiyetten dolayıdır.
Kişi kendini
Allah’a tam teslim etmedikçe güzel davranışlarda ve iyilikte bulunamaz:
“Hayır,
kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah’a teslim ederse,
artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır” (Bakara 112).
İlim ve
akıl kişiyi, bahsedilen o teslîmiyetin kapısına kadar getirir ve artık burada
yapılması gereken şey teslîmiyettir. Aklı aşırı öne çıkaranlar teslîmiyet
konusunda sorun yaşarlar. Fakat insanda akıldan başka nefs de vardır ve teslîmiyetin
sonucunda yüklenilmesi gereken sorumluluk ve bedelleri kabûl etmek, nefsin
kontrôlüne girmiş olan ilimle ve akılla olacak şey değildir. Burada bir
delikanlılık şarttır. Hz. İbrâhim Allah’tan “teslim ol” emrini aldığı anda, ânında
teslim olmuştur:
“Rabbi
ona: ‘Teslim ol’ dediğinde (O:) ‘Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti” (Bakara 131).
Allah’ın
kitabına ve emirlerine uymak için “îman” gereklidir ki îmâna ulaşmak için koşulsuz
bir teslîmiyet şarttır. Bu teslîmiyeti gösterebilmek için de sağlam bir irâde
gerekir. Zâten teslim olunmadıkça vahyin âyetlerini de gerekli şekilde idrâk
edip o idrâke göre amel-eylemde bulunulamayacaktır:
“Deyin
ki: Biz Allah’a; bize indirilene, İbrâhim, İsmâil, İshak, Yâkub ve torunlarına
indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene îman
ettik. Onlardan hiç-birini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim
olmuşlarız” (Bakara 136).
Allah mü’minlere;
kendileriyle tartışanlara ve Allah’tan başkası için teslîmiyet gösterenlere,
kendilerinin “sâdece Allah’a teslim olduklarını söylemelerini, zâten hidâyetin
de ancak bu teslîmiyetle olabileceğini söyler:
“Eğer
seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: ‘Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi
Allah’a teslim ettim’. Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: ‘Siz de teslim
oldunuz mu?’. Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidâyete ermişlerdir. Fakat yüz
çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları
hakkıyla görendir” (Âl-i İmran 20).
Aslında kâinatta
insandan başka Allah’a mutlak teslîmiyet göstermeyen bir varlık yoktur. Tüm kâinat
materyâli, Dünyâ’daki bitki örtüsü, hayvanlar vs. Allah’a mutlak teslîmiyet hâlindedirler
ve tam da O’nun emrettiği şekilde hareket etmektedirler. Fakat insan hâricindeki
varlıklar bu teslîmiyeti şuursuz-bilinçsiz bir şekilde yapmaktadırlar. Allah
insandan, bu teslîmiyeti şuurlu-bilinçli bir şekilde yapmasını istemektedir. Bu
teslîmiyeti gösterenler “melekler gibi” olacakken, göstermeyenler şeytanlaşacaklardır.
Zâten insanı “meleklerden üstün” yapacak şey “sâdece Allah’a gösterilecek” olan
kayıtsız-şartsız teslîmiyettir:
“Peki
onlar, Allah’ın dîninden başka bir din mi arıyorlar?. Oysa göklerde ve yerde
her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na
döndürülmektedirler” (Âl-i İmran
83).
İnsan,
Dünyâ’da şirkten ve küfürden, dolayısı ile de zulümden, ancak Allah’a tam bir teslîmiyetle
teslim olduğunda kurtulacak ve ancak bu teslîmiyeti gösterdiğinde adâletle
hükmedebilecektir. Çünkü teslîmiyet, ne pahasına olursa-olsun sâdece Allah’ın
hükmüyle hükmetmeyi gerektirir. Bu teslîmiyet, emânetleri sâhiplerine teslim
etmeyi de gerekli kılar ki, adâletle hükmetmenin olmazsa-olmaz şartı budur.
Zîrâ “sâdece Allah’ın hükümleriyle hükmetme” işini yapacak olanlar, “ehil”
olanlar olacaktır:
“Şüphesiz
Allah, size emânetleri ehline (sâhiplerine) teslim etmenizi ve insanlar
arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size
ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir” (Nîsâ 58).
Modern
müslümanlar ve “Kur’ân’cılık” denen akım, Peygamber’i yok sayarak o’nun
örnekliğini göz-ardı ederler ve “sâdece Kur’ân” sloganı adı altında Kur’ân’a
istediklerini söyletirler. Tabi bunu, “Kur’ân’ı aşırı ve bağlamından kopuk
şekilde yoruma tâbi tutarak” yaparlar. Kur’ân’cılık, “Kur’ân’ı teslîmiyetsiz
okuma etkinlikleri”dir. Oysa Allah, Peygambere, “hakem kılmak” ve “güzel
örneklik” anlamında teslim olunmasını emreder:
“Hayır
öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp
sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç-bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslîmiyetle
teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar”
(Nîsâ 65).
En doğru yolda
gidenler, Allah’a tam teslim olanlar ve O’ndan başkasına teslim olmayanlardır.
Hz. İbrâhim de örnek gösterilen bir peygamberdir ve Allah, koşulsuz bir şekilde
teslim olan Hz. İbrâhim’in de tebliğ ve örnekliğine teslim olunması emrini
verir:
“İyilik
yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrâhim’in dînine
uyandan daha güzel din’li kimdir?. Allah, İbrâhim’i dost edinmiştir” (Nîsâ 125).
İnsanlar
her-şeylerini Allah’a borçludurlar ki “din” demek aslında “borçluluk bilinci”
demektir. Bu bilince erenler Allah’a teslim olurlar. Zîrâ aldıkları nefes de dâhil
her-şeylerini Allah’a borçludurlar. Bu nedenle insanlar bâri, Allah’ın
nîmetleri nedeniyle ondan başkasına teslim olmasınlar ve sâdece Allah’a teslim
olsunlar:
“Allah,
sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için
barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda
(zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nîmetini
böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz” (Nâhl 81).
Allah, infâk da dâhil tüm
iyiliklerin “Allah’a teslim olunmanın bir gereği olarak” yapılmasını emreder ve
zâten bu iş ancak bu teslîmiyeti göstermekle hakkıyla yapılabilir ve ancak bu
şekilde gerçek bir iyiliğe erilebilir:
“Kim ihsanda bulunan
(biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o
kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır” (Lokman 22).
Sâdece Allah’a teslim olanlar
ve bu teslîmiyetleri kayıtsız-şartsız olanlar Allah’tan başkalarından
korkmazlar ve teslîmiyetlerini en zorlu durumda bile gösterebilirler. Bu zor
durum teslim olanların îmanlarını ve teslîmiyetlerini arttırır. Çünkü îman
teslîmiyeti arttırırken, teslîmiyet de îmânı arttırır:
“Mü’minler (düşman)
birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın
ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve
(bu,) yalnızca onların îmanlarını ve teslîmiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22).
Peygamberler, Allah’ın
vahyini hayâta taşımak ve hayatta hâkim kılarak bir örneklik göstermek için
vardırlar. İşte peygamberlerin bu örnekliğini tâkip edip, bu örnekliği çağa
taşıyarak benzer bir örnekliği günümüzde de göstermek şarttır. Çünkü İslâm tüm
zamanlarda ve mekânlarda hayâta hâkim olmak için vardır. İşte Peygamber’in bu misyonuna
destek olmak ve güzel örnekliği günümüze taşımak için teslîmiyetle Peygamber’in
vahiy kaynaklı örnekliğine destek olmak gerekir:
“Şüphesiz, Allah ve
melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey îman edenler, siz de O’na salât edin ve
tam bir teslîmiyetle O’na selam verin”
(Ahzâb 56).
Âhirette tüm insanlar mecbûren
teslîmiyetlerini göstereceklerdir. Çünkü gayb bir noktaya kadar aralanacak ve
her-şey apaçık bir şekilde ortaya dökülecektir. Fakat Dünyâ’da îmâna dayalı bir
teslîmiyet göstermeyenler için orada teslim olmak işe yaramayacaktır. Yine “acı
azâb”ı görmedikçe teslim ol(a)mayanlara, şimdiden teslim olmaları emredilir:
“Azap size gelip çatmadan
evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez” (Zümer 54).
Affedilmeyecek tek günah
olan şirkten kurtulmanın tek yolu, “sâdece Allah’a gösterilecek” olan kayıtsız-şartsız
tam bir teslîmiyettir:
“De ki: Bana apaçık
belgeler gelince, sizin Allah’tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten kesin
olarak menedildim ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum” (Mü’min 66).
Teslîmiyet, üstün-körü, “âdetten
olan” bir teslîmiyet şekliyle olmaz. Teslîmiyet yâni müslüman olmak ve “müslüman
oldum” demekle İslâm toplumuna katılabilinse de, Allah katında mü’min olmanın
ve îmâna uygun amellerde bulunmanın yolu “sâdece Allah olan tam bir teslîmiyetle
teslim olmak”tan geçer. Bu teslîmiyeti göstermeyenler ve bu teslîmiyete göre
amelde ve eylemde bulunmayanlar îmâna er(e)meyecekler ve sâlih amel işleyemeyeceklerdir.
Bu da onları kurtarmaya yetmeyecektir.
Teslim olmak “müslüman olmak”
demektir, fakat bu teslîmiyet “tam bir teslîmiyet”le îmâna dönüşmedikçe kâlpler
İslâm ile mutmain olamayacak ve mü’minliğe erilemeyecektir:
“Bedeviler, dedi ki:
‘Îman ettik’. De ki: Siz îman etmediniz; ancak İslâm (müslüman veyâ teslim)
olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve Resûlü’ne
itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz
Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Hucurât 14).
Hak din “sorgulanamaz
olan”dır. Zîrâ “gayb temelli”dir. Gaybı ise sâdece Allah bilebilir. Gayb
sorgulanamaz olduğundan dolayı, teslîmiyet şarttır. Zîrâ îman, “gayba îman”dır.
Bu noktada kâlpleri mutmain edecek olan tek şey teslîmiyettir.
Akıl ve mantık yürütme,
“teslîmiyet”in yâni “gayba îmân”ın önüne geçtiğinde tahrif ve inkâr süreci
başlar. Çünkü aşırı sorgulama, teslîmiyeti bozar. Îman “gayba îman”dır. Gaybı
ise sâdece Allah bilir. Gayb bu nedenle sorgulanamaz. O hâlde îman,
sorgusuz-suâlsiz olan bir teslîmiyettir; sâdece Allah’a olan teslîmiyet.
İslâm “güven içinde olmak”
demektir. Güven içinde olmak için İslâm olmak yâni Allah’a tam bir teslîmiyetle
teslim olmak gerekir. Zîrâ güvene ancak bu teslîmiyet ile ulaşılabilir. Allaha
teslîmiyet ne kadar artarsa, güven ve eminiyet de o oranda artar. Allah’a olan
teslîmiyette güven, “içten dışa doğru”dur. “Dıştan içe doğru “olan emniyet uygulamaları
ise insanı aslâ tam olarak tatmin etmez.
Maddeye
teslîmiyet, insanı “maddenin kulu” yaparken; Allah’a teslîmiyet, kişiyi “Allah’ın
kulu” yapar. Neye teslim olunursa, onun kulu olunur.
Ey
teslîmiyet!, senin adın İslâm’dır!.
“...Ve biz âlemlerin
Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk” (En’âm 71).
Teslîmiyet olmadan
temsîliyet olmaz vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder