“Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak
ben, yeryüzünde bir halife vâr edeceğim’ (câilun fîl ardı halîfeten) demişti. Onlar da: ‘Biz seni şükrünle
yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan
dökecek birini mi vâr edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin
bilmediğinizi ben bilirim’ dedi” (Bakara 30).
“Hani Rabbin meleklere demişti: ‘Ben,
kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım (innî
hâlikun beşeren)” (Hicr 28).
“Ey
insanlar!. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız.
Âdem ise topraktandır” (Hz. Muhammed).
Halife: “Öncekinin
yerine geçen. İlâhî, yâni şer’î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber’e vekil
olan zât”.
Beşer: “İnsan derisinin
dış yüzü. İnsan. Âdem”.
Bakara Sûresi
30. âyetinde geçen “câilun” kelimesine farklı anlamlar vermek sûretiyle Hz.
Âdem’in ilk insan olmadığı yönünde bâzı görüşler mevcut. Buna göre “câilun”
kelimesinin “yaratacağım” anlamına değil de, “kılacağım/seçeceğim” anlamına geldiği
iddia ediliyor. Böyle olunca da “zâten var olan” bir insan-kitlesinin içinden
birini (Hz. Âdem) “halife” tâyin etmenin kastedildiğini söylüyorlar. Yâni
“câilun” kelimesini, “bu insan-grubunun (beşer) içinden birini (halife) seçerek
vahiy göndermeye başlamak” olarak anlıyor ve anlatıyorlar.
Açıkçası ben bu
tür anlamaların/düşünmelerin konjonktürel bir anlama olduğunu ve modern-bilim
ile ters düşülme endişesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ayrıca Kur’ân’da
geçen kelimelerin esneme payının çok da fazla olmadığına, hattâ etimolojik
değerlendirmelerin fazla zorlandığında “tahrifat” yapacağına, bunun sonucunda
da anlam-kaymalarının olacağına inanıyorum. En azından bu tür düşünceleri
benimseyecek bir grubun varlığı ile yeni bir tefrikanın ortaya çıkacağı
tehlikesi var. Tabî ki Kur’ân-ı Kerim mûcizevî bir kitaptır ve evrensel olduğu
(sâdece belli bir zamâna has olmadığı) için her çağa hitâp edebilecek kelimeler
içerir. Fakat Kur’ân’daki kelimelerin anlamları hem Kur’ân’ın kendisiyle, hem
de kelimenin diğer anlamlarıyla çelişmemelidir.
“Ceale” kelimesi
Kur’ân’da: “Yaratmak, îcad etmek, çevirmek, yapmak, koymak, kılmak” şeklinde de
kullanılıyor.
“El
hamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra),
summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn”.
“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve
aydınlığı vâr eden Allah’a mahsustur. Yine de hakkı tanımayanlar bunları
kendilerini yaratana denk tutuyorlar”
(En-âm 1).
Kur’ân’da;
insan, beşer ve halife kelimeleri farklı varlıkları târif etmek için kullanılan
kelimeler değildir. Bunların hepsi de, bildiğimiz-tanıdığımız insanı târif
etmek için kullanılmıştır. Bu kelimeleri ayırmak isteyenlerin amacı biraz da,
Evrim Teorisi bağlamında -güyâ- “insanın evrimini” yâni yaratılış aşamasını
göstermesi içindir. İnsanın evrim süreci için; beşer, insan ve halife süreçleri
gösteriliyor. Oysa insan orijinâl bir varlıktır ve “en güzel şekilde”
yaratılmıştır: “Doğrusu, biz
insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tîn
4).
Kavramları sürekli
didikleyerek ayıranlar, aynı şeyin farklı dillendirilmesi için kullanılan
kelimelerin, farklı varlıkları târif ettiğini zannediyorlar. Meselâ Resûl ve
Nebî kelimeleri de böyledir. Ayırmaya yâni parçalamaya bir başladığınızda bu
işin sonu gelmez ve artık üzerinde çalıştığınız kelime-kavram ifsâd olur ve
gerçek anlamını vermekten uzaklaşır. Meselâ “Kur’ân”ın Kur’ân’da bir-çok anlamı
var diye Kur’ân’dan başka kitapların da olduğunu anlamak Kur’ân’ın kendisine
aykırıdır. Bu durum her şeyde böyledir. Kur’ân’da farklı anlama gelen aynı
kelimeler de vardır ama bu zâten her dilde olan şeydir. Bir kelimeyi hayattan
kopuk ve ilk ve en çok kullanan muhâtapların anladıklarını hesâba katmadan incelemeye
başladığınızda, oturduğunuz yerde bir-çok anlama ulaşabilirsiniz ve ulaşılan
sonuçlardan hangisinin doğru olduğuna da bir türlü karar veremezsiniz ve
sonuçta bir “zihni ifsâd” başlar. Modern zamanlarda Kur’ân kelime
ve kavramlarına, indiği dönemde olmayan anlamlar veriliyor. Zîrâ lûgat da
gelişip durmaktadır. Bu
durum insan, beşer ve halife kelimeleri için de geçerlidir. Aslında bu
kelimelerin tümü, “yaratılışı en ideâl şekilde tamamlanmış” olan kişi için
geçerlidir. Hem bu âyetler sâdece ilk insan için geçerli değildir ki. Yeni
doğan-yaratılan insan için de geçerlidir. Âdem de, beşer de, insan da, halife
de aynıdır.
“Ben bir halife
yaratacağım” sözüyle, “ben bir beşer yaratacağım-vâr edeceğim” sözü arasında bir
fark yoktur. Allah’ın bizi “halife” seçmesinin nedeni, yeryüzünde nasıl
davranacağımızı görmek içindir: “Sonra,
nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi
yeryüzünde halifeler kıldık” (Yûnus 14).
Allah, beşeri hâlk
ettikten (halâk) sonra, halife de kılmıştır (ceale). “İnsan”, kişinin et ve
kemik tarafı değil, rûh ve bilinç tarafıdır. Et ve kemik tarafına “beşer”
denir. “İnsan” olarak rûh ve bilinç ile amel ve eylemde bulunması da
“halifelik”tir.
“Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken,
nasıl bir çocuğum olabilir? dedi. (Bu) Böyledir dedi: Allah neyi dilerse
yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona ‘ol’ der, o da hemen
oluverir” (Âl-i İmran 47).
Şimdi beşeri
insandan ayıracaksak, âyette bahsedilen “beşer” için, “henüz insanlaşmamış
varlık” mı diyeceğiz?. Meryem’e dokunmayan beşer, en ideâl şekilde yaratılışı
tamamlanmış olan insan değil midir yâni?.
“(Kadın) Onların düzenlerini işitince,
onlara (bir dâvetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her
birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yûsuf’a da:)
‘Çık, onlara (görün)’ dedi. Böylece onu (olağan-üstü güzellikte) görünce (insan-üstü
bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini
kestiler ve: ‘Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir
melektir’ dediler” (Yûsuf
31).
Şimdi bu âyete
göre, insanı beşer-insan-halife olarak evrim sürecine sokacak ve “beşer”i, “henüz
varlığı tamamlanmamış yada en azından aklı olgunlaşmamış bir varlık” olarak
târif edeceksek, kadınlar, önlerine çıkan Yûsuf’un neyine hayrân olmuşlardır?.
Peygamberler de
kendilerinin bir beşer olduğunu söylerler:
“…De ki: Rabbimi yüceltirim; ben, elçi
olan bir beşerden başkası mıyım?” (İsrâ 93).
“İnsanı (beşer) bir sudan yaratıp onu, neseb ve sihriyyet (akrabalık sâhibi) kılan O’dur.
Senin Rabbin güç yetirendir” (Furkân 54).
“Sizi topraktan yaratmış olması, O’nun âyetlerindendir;
sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz” (Rûm 20).
“Hani Rabbin meleklere: ‘Gerçekten ben,
çamurdan bir beşer yaratacağım’ demişti” (Sâd 71).
Yukarıdaki üç
âyette beşerin sudan, topraktan ve çamurdan yaratılışı söyleniyor. Her
defâsında da “beşer” kelimesi kullanılıyor. İnsan kelimesi kullanılsaydı da
aynı olurdu. “Toprak ve çamurdan yaratma” ifâdesi “mûcizevî ilk yaratma” için; “sudan
yaratma” ifâdesi ise, görüp bildiğimiz, bir hâmilelik süreciyle olan “şimdiki
yaratmalar” içindir:
“Allah
sizi önce topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra sizi
çift-çift kıldı…” (Fâtır 11).
“Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur.
Öyleyse kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Rableri katında kâfir
olanlara kendi inkârları gazabtan başkasını arttırmaz ve kâfir olanlara kendi
inkârları kayıptan başkasını arttırmaz” (Fâtır 39).
Allah insanı
yeryüzünün halifesi yapmışken, birileri de halifeliği kaldırıyor. Halifelik,
birilerinin kaldırılmasıyla kalkmış olmaz. Tabi Allah’ın verdiği halifelik,
insanların verdikleri gibi de değildir. “Târihsel halifelik”in kaldırılması
batı’nın isteği ve zorlamasıyla olmuştur. “Çimento” işlevi gören halifelik
kalkınca Osmanlı/Türk’ün müslüman-dünyâ ile ilişkileri kesilecek, İslâm-dünyâsı
zayıflayacak ve sonunda da müslüman-coğrafyada bulunan yer-altı ve yer-üstü
zenginlikleri, bir baskı ile karşılaşılmadan batı tarafından kolaylıkla
sömürülebilecektir ve de aynen böyle olmuştur. Fakat bu projenin tutması için
milletleri bir-birine düşman etmek gerekiyordu ki bunu da çeşitli söylemler ile
gerçekleştirdiler. Meselâ Türklere: “araplar sizi arkadan vurdu/vuruyor”
derlerken; Araplara da: “Bu türkler de dinden çıktı ve sizi kendi hâlinizde
savunmasız bıraktı” dediler. Bunu uzun zamandır sünni-şii düşmanlığı olarak da
devâm ettiriyorlar. Zîrâ onları bir-araya getirecek ve barıştıracak “halife”den
mahrumlar. İslâm-dışı (seküler) öğretiler ve kültürle müslümanlar arasındaki
zıt düşünceler ve de düşmanlıklar çok kolay oluşturulabildi. İslâm-dünyâsının
hâl-i pür melâlinin nedeni budur (birliğin bozulması). Gerisi hikâye…
Biz Allah’ın beşer-insan olan halifeleriyiz, yer-yüzüne “İslâmî düzeni”
getirmek için seçildik.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder