13 Ağustos 2018 Pazartesi

Müslümanlarda Eksen Kayması




“..Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?. Artık sizden böyle yapanların dünyâ-hayâtındaki cezâsı aşağılık olmaktan başka değildir; kıyâmet gününde de azâbın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir” (Bakara 85).

Müslümanlar çok bilen, çok konuşan ama hiç “yapmayan” insanlar olup çıktı. Zîrâ yapmayı başkalarına bıraktılar. Üstelik bunu yapanlar, bir zamanlar “devlet” hayâli olanlar, İslâm’ı hayâta hâkim kılma hayâlleri ve plânları olanlardır. Peki ne oldu da bu hayâllerinden ve plânlarından vazgeçtiler?. Ne oldu da düşünceleri değişti?. Buna verilecek cevap herhâlde en temelde, bir yorgunluk yaşamaları ve İslâmî direnç gösterememeleri olsa gerek. Belki modernizmin getirdiği medya ile görünür-bilinir-tanınır olmak ve dünyevî olanın çoğalarak sûni gündemler ve modeller ortaya koyması da eklenebilir.

Bu değişimi yâni eksen kaymasını yaşayanlar, bir zamanlar savunduklarının tam-aksini savunuyorlar ve bir zamanlar şirk ve küfür olarak etiketlediklerini şimdilerde “İslâm’ın siyâsi ideolojisi” olarak görmeye başladılar. Demokrasi eksen kayması yaşayanlar için “İslâm’ın yönetim şekli” oldu. Hâlbuki bir zamanlar küfür ve şirk olarak görüyorlardı demokrasiyi ve demokratik yönetimleri.

İslâm’a ucundan-kıyısında îman edenler için bu değişimi yapmak çok da zor olmadı ve zâten onlar çok da samîmi değillerdi. Fakat bir zaman önce tam tersi bir düşüncede ve amel-eylemde olanlar nasıl oldu da değişti ve seküler-lâik sistemlerle uyum sağlayarak bu sistemlere destek vermeye başladılar, bunu çok da anlamak mümkün değildir. Bu olsa-olsa bir sapmadır. Fakat sapmanın nedeninin ne olduğudur asıl önemli olan. Herhâlde bu sapmanın nedeni, olması gerekeni, yapılması gerekeni yeterli ciddiyetle ve gayret harcayarak tam zamânında yerine getirmemek olsa gerek. Yâni dik duruşu koruyamadılar. Esas duruş bir kere bozulduğunda tekrar eski hâline getirmek kolay olmamış ve zâten ucundan-kıyısında îman edenler de bu durumu körüklemiştir:

“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır” (Hac 11).

Şu da var ki, şeytanın kontrôlündeki ideolojiler ve bu ideolojilerin taşeronları, eksen kayması yaşayanlara mal-makam ve görece îtibar kazanacak alan açarak ortam oluşturmuşlardır. Bu durumun farkında olanlar mevcuda karşı ilk önce eleştiri ve îtirâzı bırakmış, sonra da yumuşak konuşmaya ve hattâ mevcudu savunmaya başlamıştır. Zamanla da artık mevcudun sözcülüğünü yapmaya başlamışlardır. Çünkü kimin ekmeğini yerseniz onun davulun çalmaya başlarsınız. 

Müslümanların İslâmî bir hareketi düşünmemeleri ve buna yönelik eylemde bulunmamaları, Dünyâ ile iyice tatmin olmalarından, yada Dünyâ ile tatmin olmak istemelerindendir. Böyle olunca da, artık Dünyâ’da “çeşmenin başını tutanlarla iyi geçinmek” hesâbı yapılmaya başlanıyor. Sonuçta da müslümanlarda İslâm-merkezli düşünceler, yerini lâik ve seküler parti yada cemaat-merkezli düşüncelere bırakıyor, fakat bu kısır düşüncelerle de doğru bir değerlendirme yapamıyorlar. Sonuçta da etkili bir düşünce ve eylem içerisinde olamıyorlar. Aslında iki arada bir derede kalıyorlar. Kafaları çok fazla karışık. Zîrâ bir tercih yapmak durumundalar. Çünkü ikisi birlikte gitmiyor. Kur’ân’ın apaçık âyetlerini nasıl yorumlayacaklar da mevcut sistemi onaylamaya devâm edecekler ki?..

Sonuçta Kur’ân’ın apaçık olan âyetlerini aşırı yoruma tâbi tutmak ağır basıyor ve müslümanlar, Kur’ân’ın sosyâl ve siyâsal bir boyutu yokmuş gibi davranarak Kur’ân’ı zihinlere hapsediyorlar. Böyle olunca da meydan lâik-seküler-demokratik ideolojilere, yönetimlere ve yöneticilere kalıyor. Müslümanların demokrasiye râzı edilmesi; “ölümü gösterip sıtmaya râzı etme”nin diğer adıdır.

Müslümanların anlamak ve yerine getirmek istemediği şey şudur: Eğer müslümanım diyorsanız, bilginiz arttıkça hayâtınız da mü’mince değişmelidir. Fakat eksen kayması yaşayanlarda böyle olmamış ve demokratça bir değişme olmuştur. Müslümanların günümüzdeki temel sorunu, “uygulanan bir fıkıh”larının olmayışıdır. O fıkhı uygulayacak dirâyetten yoksun olmalarıdır. Bunun için ödenmesi gereken bedelleri ödemeyi göze alamadılar. Böyle olunca da bir eksen kayması yaşayarak hazır sistemlere eklemlenmek çok kolay oldu. Demek ki eksen kayması yaşanmanın nedeni, zorluğa göğüs gerememek ve bunda devamlı olamamaktır. Sarp yokuşa sabredememektir:

“Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?. Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; Yada açlık gününde doyurmaktır, Yakın olan bir yetimi, Veyâ sürünen bir yoksulu. Sonra îman edenlerden, sabrı bir-birlerine tavsiye edenlerden, merhâmeti bir-birlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene)” (Beled 11-18).

Eksen kayması yaşayan müslümanlar artık Kur’ân'a bakarak hayâtı yorumlamıyor ve düzenlemiyorlar; mevcut hayâta, konjonktüre bakarak Kur’ân'ı yorumluyorlar ve ona göre eylemde bulunuyorlar. Ellerinde Kur’ân olmasına rağmen düşüncelerini ve eylemlerini Kur’ân değil, konjonktür belirliyor. Eylemlerini ekonomileri belirliyor; partileri belirliyor; üstadları belirliyor; malları-mülkleri, sevdikleri, işleri vs. belirliyor. Oysa bu bir şirktir.

Müslümanlar hakîki müslüman olamayınca, sûni milliyetçiliklerle teselli buluyorlar. Artık milliyetçi ve lâik kurumlarda faaliyetlerde bulunmaktan çekinmiyorlar. Meselâ  “Ulustan Ümmete” adında programlar yapıyorlar ama fiiliyatta tam tersi yönde hareket ediyorlar. Ümmetten ulusa doğru bir gidişâta destek veriyorlar. Yazdıkları kitabın adı “Hayat Kitabı Kur’ân”, ama kitabı kapattıkları anda kitaba göre değil de sisteme göre konuşuyorlar, düşünüyorlar ve amelde-eylemde-söylemde bulunuyorlar.

Eksen kayması yaşayan müslümanların “gelmiş” oldukları yer, “ulaşmış” oldukları yer değildir. Eksen kayması yaşayan müslümanların 30 yıllık çalışmalarının sonunda ulaştıkları yer, liberâl demokrasi ve Ak Parti oldu. Bu sonucu İslâm’ın başarısı olarak görüyorlar. Oysa mü’min kişi, seküler modern sistemde yaşamayı zûl kabûl eden kişidir.

Müslüman demek, “muhâlefet eden” demektir. Zîrâ İslâm, Allah-merkezli olmayan Dünyâ’ya muhâlefet için gelmiştir. Fakat bu durum günümüzde tersine çevrildi ve müslümanın tanımı; “etliye-sütlüye karışmayan” anlamına (ç)evrildi. Muhâlefet eden müslümanlara ise “terörist” denmeye başlandı. Böyle olunca da eksen kayması yaşayan müslümanlar sisteme muhâlefet etmekten vaçgeçtiler ve mecbûren Kurân’ın açık ayetlerini aşırı yoruma tâbi tutmaya başladılar. Oysa müslüman, değerlendirmelerini “güncel” üzerinden değil, Kur’ân üzerinden yapan kişidir. Çünkü güncel olan, günü-birlik olandır. Kur’ân ise bir hayat kitabıdır, hayâtın her zerresine-noktasına dokunan..

Eksen, vahiy ve sünnet eksenidir. Allah-merkezli eksendir. Bu ekseni terk edenler lâik-seküler-kapitâlist-demokratik eksenlerin sözcülüğünü ve mêmurluğunu yapmaya başladılar. Böylece dîni resmîleştirdiler. Çoğunlukçu oldular. Çünkü demokrasiyi İslâm’ın ideâl yönetim şekli olarak görmeye başladılar ve oy vermeyi “cihad” olarak kabûl ettiler. Hâlbuki bir zamanlar oy kullanmamak alâmet-i fârikaları idi. Müslüman için meşrûluğun dayanağı “genel çoğunluk” değil, vahiy ve vahyin örnekliğini en iyi gösteren sünnettir. Müslüman olarak “mevcut sistem” içinde bir şeyler yapmaktansa, hiç-bir şey yapmamak daha iyidir.

Müslüman ve gayr-ı müslim mazlumların, “arkasında duracak” değil, “yanında olacak” adamlar lâzım. Zîrâ “arkada duranlar”a pek de güvenilmez. Çünkü bu kişiler her an eksen kayması yaşayabilecek olanlardır. Kendilerinin yanında olduğunu zanneden samîmi mü’minlerin eksen kayması yaşayanların kendilerini de bu sapmaya doğru götürdüğünü genelde göremediler. Bâzıları ise bunu fark edince onlardan ayrıldılar. Tabi sonuçta yalnızlaştılar. Fakat bu yalnızlaşma “Allah için olan bir yalnızlaşma” olduğundan, gerçek bir yalnızlaşma değildir. Zîrâ yanında Allah olan kişi aslâ yalnız değildir.

Müslüman; kâlbinde “kerîm hedefler”e yönelik ajandaları olan kişidir. Başlarda bu ajandalara sâhip olanlar ne yazık ki bu ajandaları yırtıp attılar ve yeni demokratik ajandalar edindiler ve bu ajandaları savunmaya başladılar. Apaçık âyetlere karşı “kevnî ayetler”den bahsetmeye başladılar. Oysa kevnî âyetler ile Kur’ân’ın âyetleri çelişmez. Kevnî âyetler dedikleri, aslında mevcut yönetimlerin ortaya koydukları hayat tarzlarıdır, uygulamalardır. Müslümanın gündemini güncel olan değil, vahiy belirler. Müslümanın hedefi “modern olmak” değil, “medenî olmak” olmalıdır.

Eksen kayması yaşayan müslümanlar lâik-seküler ideolojiye göre olan muhâfazakâr demokrat bir hükümetin kurulmasıyla yelkenleri suya indirdiler. Muhâfazakâr İslâmcılar hükûmet olunca işler değişti. 28 Şubat’ın korkusuyla oluşan kompleksin ortadan kalktığını görenler, bu muhâfazakârlığa sıcak baktı ve eklemlendi. Sonunda da bunu savunmaya başladılar. Oysa müslümanlar, hükûmete değil, devlete tâlip olmalıdır. Tabi müslümanın gerçek vazîfesi devlet kurmak değil, medeniyet kurmaktır. Çünkü devlet yıkılır gider ama medeniyet kolay-kolay yıkılmaz.

Öyle bir duruma gelindi ki, eksen kayması yaşayan bu müslümanlar artık mevcut sistemi ve sistemin lîderini ölümüne savunmanın farz olduğunu, buna karşı çıkmanın ise vatan hâinliği ve hattâ küfür olduğunu söylemeye başladılar.

“Kevnî âyetler” diyorlar, “reel-politik”, “ictihâdi durum” vs. diyorlar, Hz. Yûsuf’un durumundan, Hudeybiye’den, Medîne Vesîkasından vs. bahsederek peygamberlerin de tâviz vererek bu sistemlerle iş tuttuğundan bahsederek büyük bir yanılgıya düşüyorlar. Çünkü işin gerçeğini bilmiyorlar. Bir kere tâviz verince tâviz yerinde durmuyor. Aslında yaşadıkları eksen kayması tevhidden bir kopuş ve dönüştür. Artık hakkı hâkim kılmayı değil de, sistemi onaylayıp sağlamlaştırmayı düşünmektir kaygıları.

Tevhidden bir sapmadır bu. Zîrâ tevhid, ilâhi düzenin aynen göklerde olduğu gibi tam da Allah’ın istediği ve emrettiği şekilde yeryüzünde de kurulmasıdır. Tevhid; “Allah’ın gökte ilah olduğu gibi yeryüzünde de “tek ilah” kabûl etmek ve her-şeyi buna göre düzenlemek demektir. Eksen kayması yaşayanlar ise, göklerin düzenini mecbûren Allah’a verirlerken ve hattâ bunu konuşmalarında da dile getirmelerine rağmen, pratikte tam tersini yaparak Allah’ı yeryüzünün hâkimi kılmaya izin vermeyen lâik-seküler-demokratik sistemlere göre hareket ediyorlar ve herkesi de buna çağırıyorlar.

İlk başta seküler sistemin pasif savunuculuğunu yapanlar, artık sistemin yılmaz savunucuları olmuşlardır ve herkesi de bir sapma alâmeti olarak buna çağırmaktadırlar. Bu çağrıda en çok da ekonomik argümanları kullanmaktadırlar.

Demek ki sâdece bilgiye ve bilince ulaşmak yetmiyor, dik duruş göstermek ve o duruşu korumak daha önemlidir. Tabi bunun bir bedeli vardır ve bu bedel bâzen çok ağır da olabilmektedir. Bu zorluğa yeterli süre boyunca göğüs geremeyenler ve dik duruşlarını koruyamayanlar, maâlesef eksen kaymasına uğrayarak, İslâm-merkezlilikten çıkarak İslâm-dışı sistemlerin güdümüne girebiliyorlar yada onlarla barışabiliyorlar. Eksen kayması yaşayan müslümanların başına gelen budur.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ocak 2018



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder