13 Ağustos 2016 Cumartesi

Şahsiyeti Tüketimde Aramak



“Ey Âdemoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve isrâf etmeyin. Çünkü O, isrâf edenleri sevmez” (Â’raf 31).

Şahsiyet kelimesi bir “değer” ifâde eder ve şahsiyetli kişinin aynı-zamanda prensipli, ahlâklı, irâdeli bir kişi olduğunu anlarız. Şahsiyetli kişiler şahsiyetlerini maddî-mânevi üretimlerinden alırlar, tüketimlerinden değil. Bu kişilerinin “birey”lere göre ayırıcı özelliği, ciddî olmaları ve derin bir perspektife sâhip oluşlarıdır. Îtibarlarını bilgiden, bilinçten ve bu bilince uygun olan eylemlerinden alırlar, diğerleri gibi tüketimden almazlar. Tüketerek sözde îtibar kazananlar, değer-merkezli bir derinlikten yoksun olduklarından yada buna emek harcama zahmetine katlan(a)madıklarından dolayı açıklarını sürekli “alarak” ve “tüketerek” kazanmaya çalışırlar. Ne kadar çok tüketirlerse kendilerini o derece üstün ve değerli hissederler.

Kapitâlist-liberâl sistem bu hissi sürekli pompalar ve çeşitli kanallarla insanlara bunu dikte ederler. Derler ki: “Sınırsızca harca, kendini iyi hisset, sen buna değersin vs.”. Buna göre davranan ve sürekli “alan ve tüketen” kişiler böyle davranmakla kendilerini üstün görürler. Bâzıları bu kadar harcama ve tüketimi imkânları olmamasına rağmen, kredi kartı yada farklı şekilde ille de tüketim yapabilmek için çabalar dururlar. Tabi tüketemediklerinde kendilerini ezik ve zavallı gibi hissedeceklerinden, bundan vazgeç(e)mezler. Çünkü tüketemediklerinde kendilerini üstün göremezler.   

İslâm’da üstünlüğün tek ölçüsü takvâdır. Kişilerin ne kadar kazandığı, ne kadar harcadığına bakılmaz ve zâten aşırı kazanca ve harcamaya da izin verilmez. Güzel örnekliğimiz Peygamberimiz de bu tarz aşırılıklardan uzak durmuştur. Aslında şahsiyetli olmak aşırı tüketimle değil, ölçülü harcamakla olur. “Sınırsız tüketmemek”le. Şahsiyetli olanlar şahsiyetlerini bencil tüketimlerle değil, paylaşımlarla kazanırlar. 

Kapitâlist modern sistemde “ne kadar alırsan yâni harcarsan o kadar üstün insan” olunur. Bu nedenle kişiler psikolojik olarak sürekli alma peşinde koşturur durur. Reklâmlar ve bilinç-altına söylenen sözler bunu emreder. Davranışlar bu “emre” göre olur. Bu yüzden dünyâ-insanlarının çok büyük çoğunluğu şahsiyet sâhibi değillerdir. Fakat insan yaratılışında şahsiyetli olarak yaratılmış ve bu fıtratına işlemiştir. Gerçek hayatta bu fıtrî şahsiyete göre eylemde bulunulmadığı zaman vicdan bundan rahatsız olur ve bulunduğu kişiyi de rahatsız eder. Bu rahatsızlığı hissedenler şahsiyet eksikliğini baskılamak için sürekli harcama yapmaktadırlar.

Kapitâlist-liberâl sistemlerde insanlara sâdece “harcarlarken” değer verilir. Meselâ bir alış-veriş yaparken satıcı müşteriye gâyet nâzik davranır, güzel konuşur ve hattâ olmadık yalanlar bile söylerler. Alış-veriş tamamlandığı anda ise, satıcı için müşterinin artık hiç-bir değeri kalmaz. Ne de olsa malı satmıştır, iş bitmiştir. Sanki onu hiç tanımıyormuş gibi davranır. Bu durum özellikle büyük alış-veriş mağazalarında ve AVM’lerde olur. Alış-veriş yapılırken hâriç, müşteriyle fazla muhâtap olunmamalıdır Yâni köprüyü geçene kadar, malı satana kadar. Çünkü bu nefsî sistemde değerli olan insan değil, yapılan harcama ver kazançtır.

Ürünlerin ne işe yaradığını ve nerede kullanıldığı bilmek, markalı ürünlerin fiyatlarını bilmek, modernizmde “bilgili insan olmak” demektir. Meselâ teknolojik cihazları almakla teknolojiyi tâkip ettiğini ve bilimden-teknolojiden anladığını zanneden ahmaklar var. Bu ahmakların kendilerini başkalarından üstün görmeleri, düşük gördükleri kişilerin kendilerini kadar harcama yap(a)mamalarından dolayıdır. Hâlbuki üstünlük, dengeli harcamaktır. En azında dengeli harcayanlar dengesiz harcama yapanlara göre daha akıllıdır.

Bir de; “ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider büyük abdestini yapmaya” sözünde olduğu gibi; evdeki zor maddî geçim nedeniyle evinden uzaklara çalışmaya gidenlerin çocuklarının “marka takılma”ları ve beş para etmez şeylere bir asgâri ücretlinin 10-15 günde kazanabileceği paraları vermeleri yok mu?. Bu kişiler vicdansız ahmaklardır. Babası evden uzak yerlere evin durumunu iyileştirmek için çalışmaya gidiyor. Üstelik bu kişi meselâ hem emekli olmuş, hem de rahatsızlıkları var. Fakat gel gör ki çocuğu kapitâlizme kölelik yapmakta. Bu durum kapitâlist sömürünün ne boyutlara geldiğinin delilidir.

Bu “marka manyakları”, markaları tanımayanları zır câhil olarak görüyorlar. Sanki o markaları tanımak ve isimlerini doğru telâfuz etmek çok matah bir şeymiş gibi. Asıl o markaların kölesi olanlar ve o markaların isimlerini dilerlerinde geveleyip duranlar câhillerin önde gidenleridir. Zîrâ cehâlet, bir “kendini bilmeme” durumudur ki bu kendini bilmezler, markaları her zaman iyi bilirler. Zâten markaları iyi bildiklerinden dolayı kendilerini bilememektedirler.

Şahsiyeti tüketimde arayanlar için tükettikleri şeylerin lüks olması zorunludur. Ayrıcalıklarını bu şekilde göstermek isterler. Bir şahsiyet dîni olan İslâm’da ise lüks yoktur. Gerçek bir İslâm ülkesinde lüks mal hem yoktur hem de yasaktır. Zâten dînen de haram olarak görülür lüks tüketim. Bir mal lüks ise, demek ki büyük bir çoğunluk o mala ulaşamıyor, eeee, kime lüks ki o zaman?. Bir nîmetten her zaman sâdece belli bir kesimin faydalanması İslâm’da kabûl edilemez. Allah nîmetini tüm kullarının üzerinde görmek ister, sâdece bâzı kulların değil. Lüks demek isrâf demektir. Lüksün isrâf olmaktan çıkması için herkesin ona zorlanmadan ulaşabilmesi gerekir. Zâten o zaman ortada “lüks” diye bir şey kalmaz. Kur’ân isrâfı yasakladığı için lüksü de yasaklamıştır.

“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsrâf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür” (İsrâ 26-27).

“Onlar, harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur” (Furkân 67).

Tüketim kelimesi yok etmeyi de çağrıştırıyor. “Alınan her şey tüketilmelidir” emrini içinde taşır bu kelime. Bir şeyi tükettiğinizde yok etmiş olursunuz ve yok etmekle alâkalı olduğundan, tüketilen şey kişinin kendisine ve topluma bir fayda olarak dönmez. Çünkü tükenmiş gitmiştir. Hiç gerekli olmadığı hâlde gösterişli yapılar yapmak da isrâftır. Bu yapıları yapanlar böylece kendilerine bir îtibar kazanacaklar ve birilerinin eleştirisi ve îtirazlarından da kurtulmuş olacaklardır. Gereksiz yere yapılan harcamalar, dînî olsa bile yine de isrâf sınıfına girer. Meselâ gerekli olmadığı hâlde yada çok lüks olmasına gerek olmadığı hâlde aşırı paralar harcanarak yapılan câmiler bile isrâf sınıfına girer.

Hz. Hûd, kavmini şöyle eleştirmişti:

“Her tepeye cehâlet eseri anıtlar, gösterişli tapınaklar mı yükseltiyor; sonsuza kadar yaşayacakmışsınız gibi, gökdelenler, sapasağlam mâlikâneler/saraylar inşâ ediyor; yakaladığınızda veyâ yönettiğinizde zorbalık yaparak mı bunu yapıyorsunuz?” (Şuârâ 128-130).

İlhâmi Güler:

“Bu uyarıların, insanın aklına Çamlıca Tepesi’ne câmi yapmayı; İstanbul’u gökdelenler ile doldurmayı veya -modası geçtiği hâlde- Beştepe’ye Saray yapmayı; Gezi ve benzeri olaylarında polisin sert tutumunu hatırlatmadığını söylemek yalan olur” der.

İslâm’da “ihtiyaçta zarûret fıkhı” vardır. Müslümanlar, bir şeyi almada “ihtiyaçta zarûret” prensibini uygulamalıdır. “Üretim-merkezli tüketim” değil; “tüketim-merkezli bir üretim” anlayışı olmalıdır. Bu nedenle haddinden fazla üretim yapılmamalıdır. Çünkü “fazla tüketim” aslında “aşırı üretim” yüzündendir. İhtiyaç kadar üretim yapılmalıdır. İç ve dış pazarın talebi kadar üretim olmalıdır. Böylece stokçuluğun önüne geçilmiş ve şeytanın kullanabileceği bir kapı daha kapanmış olur. Haciyyat ve tahsiniyyat denen “gerekli olan” ve sâdece “güzel olduğu ve beğenildiği için” alınması meşrû olan ürünlerin de alım-satımı yapılabilir tabî ki. Fakat bu konuda haddi aşmamaya özen göstermek gerekir.

Mü’min, şahsiyetini tüketimden değil, îmânından alır. “Tüketiyorum, öyleyse varım” sözünü değil, “inanıyorum öyleyse varım” sözünü söyler. Şahsiyetini, satın aldığı imajından değil de îmânından alanlara selâm olsun.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2016
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder